Şair, Mevlid yazarı (D. ?, Bursa - Ö.
1422). Hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Süleyman Çelebi, Mevlid’i
ile tanınmış büyük bir şairdir. I. Murad’ın veziri Ahmet Paşa’nın oğlu olduğu
bilinmektedir. Halktan kazandığı itibar çerçevesinde oluşmuş menkıbeleri
vardır. İyi bir din öğrenimi gördüğü, Buharalı Emir Sultan’ın müridi olduğu
tahmin edilmektedir. Söylentilere göre Yıldırım Beyazıt döneminde (1389-1402)
Bursa Ulu Camiî’nin ilk imamlarındandır. Kendisine bu sebeple “Yıldırım Bayezid’in
imamı” denildiği söylenir. Lâtifî Tezkiresi’nde belirtildiğine göre, İranlı bir
vaizin Ulu Cami kürsüsüne çıkıp peygamberler arasında bir üstünlük farkı
olmadığını söylemesi üzerine, Hz. Muhammed’in bütün peygamberlerden üstün
olduğunu anlatmaya karar vererek Mevlid’i kaleme aldı. Kitabının
(Arapça) giriş kısmına bu yüzden “ Muhammed’i her varlığın sebebi, bütün
yaratılmışların en şereflisi yapan… Onu başka peygamberlere üstün kılan Allah’a
şükürler olsun” diye başlar. Haklı tepkisini şiire dökerek halkın yüzyıllar
süren sevgi ve saygısına nail olan Süleyman Çelebi’nin türbesi, Bursa’da
Çekirge Yolu üzerindedir. Uzun yüzyıllar basit bir parmaklıkla çevrili olan
mezarını, Bursa Valisi Haşim İşcan, Güzel Sanatlar Akademisinin fikrini alarak
İÜ Teknik Üniversitesine çizdirdiği bir proje ile mezarını “Türk mezarı” ve
bulunduğu yeri de park durumuna getirdi.
Peygamber sevgisinin eşsiz bir ürünü olan Mevlid’in
asıl adı Vesiletü’n-Necat’tır (Kurtuluş Yolu). Fakat bu esere halk
arasında “Mevlid” denir. Bunun sebebi, Hz. Muhammed’in doğumunu anlatan bölümün
hafızalarda en derin izi bırakan bölüm olmasıdır. Aslında lirizm ile didaktizmi
kaynaştıran bu önemli eser, aynı zamanda kibir, riya, gıybet gibi büyük
günahları yererek ahlakî öğütler de vermektedir.
Süleyman Çelebi’nin 1409 yılında Bursa’da
tamamladığı Mevlid, oldukça temiz bir Türkçe ile mesnevi türünde, aruzun
“fâilâtün fâilâtün fâilâtün” ölçüsüyle yazılmış ve yaklaşık sekiz yüz beyitten
oluşmaktadır. Eseri meydana getiren altı bölüm; Münacat ( Allah’a yakarış
), Veladet (Peygamber Efendimizin doğuşu), Risalet (vefatı) ve Dua
(Allah’tan günahların affı, Hz. Muhammed’den şefaat dileği)’dır. XV.yüzyıla
kadar başka şairlerce yüzlerce mevlid yazıldığı halde hiçbiri Süleyman
Çelebi’nin eseri kadar ilgi görmedi. Süleyman Çelebi’nin büyük bir içtenlik ve
coşkulu dille yazdığı Mevlid, yüzyıllardan beri Müslüman Türklerin en
çok okuduğu İslamî edebiyat eseridir. Ayrıca Rumca, Bulgarca, Sırpça, Arapça’ya
çevrilmiş ve dünya üzerindeki Müslümanlar arasında her dinî günde, bayramda,
ölümde, doğumda okunageldi.
İslam dünyasında Hz. Muhammed’in “Mevlid”i
için yapılan ilk büyük, devamlı ve resmî şenlik Selçuk Atabeklerinden
Muzafferüddin Gök-Börü tarafından yapılan törenlerdir. Onun yaptırdığı
törenlerden sonra başta Türk-İslam devletleri olmak üzere bütün İslam
dünyasında “Mevlid”, mukaddes bir gün ve tören önemi kazandı. Başta Hz.
Peygamber’in doğum günü (12 Rebiülevvel), diğer kandil geceleri, sünnet,
evlenme kutlamaları ve ölenleri anma törenlerinde okunmaya devam edilmektedir.
Bazı dini gecelerde “Mevlid”, Türkiye
radyo ve televizyonlarında camilerden naklen yayımlanmaktadır. Mevlid’in
belli bir makamla okunma geleneği vardır. Bu da onun yaygın şekilde sevilip
uygulanmasını sağlamıştır. Eserin, Hz. Muhammed’in doğumunu annesi Âmine
Hatun’un dilinden anlatan bölümü genellikle mevlidhan denilen mevlid
okuyucuları tarafından okunur.
Süleyman Çelebi’nin Mevlid’den
başka herhangi bir şiirine hatta mısraına rastlanmış değildir. Ancak, Orhan
Bey’in oğlu Süleyman Paşa’nın sallar ile Çanakkale Boğazı’ndan Rumeli’ye
geçişini anlatan;
“Velayet gösterip halka, suya seccade
salmışsın
Yakasın Rumeli’nin dest-i takva ile
almışsın”
beytinin, Süleyman Çelebi’ye ait olduğu
çeşitli kaynaklarda söylenmektedir.
Mevlid’in bilimsel baskıları; Prof. Ahmet Ateş tarafından Süleyman
Çelebi: Vesiletü’n-Necat (TDK Yayınlar, 1954); Prof. Kadri Timurtaş
tarafından, Mevlid (Millî Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser, 1970)
yapılmıştır.
“Ger Muhammed olmasa idi âyan
Olmayacaktı zemin ü asuman”
diyerek kâinatın hürmetine var kılındığı
Peygamber Efendimiz için Türk edebiyatının ilk ve en muhteşem Mevlid’ini yazan
Süleyman Çelebi, asırlardır Peygambere muhabbetini arz etmek isteyen mümin
gönüllere tercüman olmaktadır. Dünya edebiyatında emsaline az rastlanacak bir
aşk ve muhabbetle Kâinatın Sevgilisinin doğumu, mucizeleri, miracı, hicreti,
daveti, vefatı vs.nin anlatıldığı mısralar, aynı zamanda kıymetli bir siyer-i
nebi hükmündedir. (Necla
Pekolcay)
“Altı
yüz yıldır, bütün İslâm dünyasının her dinî günde, doğumda, ölümde, bayramda
okuduğu bu lirik eserin, bugün okunan biçimi ile Süleyman Çelebi’nin yazdığı
biçimin aynı olduğu söylenemez. Zamanla bazı mısralarda kelimeler, bazen da
mısralar değiştirilmiş, Türk halkının duygu ve düşünce kalıbı içinde yeniden oluşturulmuştur.
”Mevlid’in bazı parçaları, ne kadar
realist bir üslûpla yazılmışsa, bazı parçaları da sürrealist bir üslûpla kaleme
alınmış gibidir:
“Hem hava üzre döşendi bir döşek
Adı Sündüz, döşeyen ânı melek.”
beytinde olduğu gibi, doğu sürrealizmini yansıtan
birçok parçalar vardır. Süleyman Çelebi’den sonra birçok şairler ve büyük
şairler birer mevlid yazdılarsa da hiçbiri Süleyman Çelebi’nin eriştiği noktaya
erişemedi. Çünkü Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i “Sehl-i Mümteni” denilen bir
sanat örneğidir. Çok kolay yazılmış gibi göründüğü halde, taklidi son derece de
güçtür. Bu yüzden taklitleri tutmamış, halk yazılanların hiçbirini
benimsememiştir. Oysa yazılan Mevlidlerin arasında, çok sanatkârane olanları
vardır.” (Ayşe Bulut)
KAYNAKÇA: Yahya Benekay / Yaşayan Mevlidi Şerif (1964), Necla
Pekolcay / Mevlid - İslamî Türk Edebiyatı (1967), Faruk Kadri Timurtaş /
Mevlid-Süleyman Çelebi (1970), Bursalı Mehmet Tahir / Osmanlı Müellifleri II
(1972), Tayyip Okiç / Çeşitli Dillerde Mevlidler ve Süleyman Çelebi Mevlid’inin
Tercemeleri (Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi Dergisi, 1975),
Ahmet Kabaklı / Türk Edebiyatı (c. 2, 1978), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda
İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü
(gen. 6. bas. 1999), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye
Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) -
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi,
C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).
SÜLEYMAN ÇELEBİ
MEVLİD’den
GİRİŞ BÖLÜMÜ
Allâh
adın zikr idelüm evvelâ
Vâcib oldur cümle işde her kula
Allah
adın her kim ol evvel ana
Her işi âsân ide Allâh ana
Allah
adı olsa her işin öni
Hergiz
ebter olmaya anun sonı
Her
nefesde Allâh adın di müdâm
Allah adıyla olur her iş temam
Bir
kez Allah dişe aşk ile lisân
Dökülür
cümle günâh misl-i hazân
İsm-i
pâkin pâk olur zikr eyleyen
Her
murada irişür Allah diyen
Aşk
ile gel imdi Allah diyelüm
Derd
ile göz yaşile âh idelüm
Ola
kim rahmet kıla ol pâdişâh
Ol
Kerim ü ol Rahim ü ol İlâh
Birdür
ol, birliğine şek yok durur
Gerçi
yanlış söyleyenler çok durur
Cümle
âlem yoğ iken ol var idi
Yaradılmışdan
Ganî Cebbar idi
Var
iken ol yoğ idi ins ü melek
Arş
uferş ü ay u gün hem nûh felek
Sun'
ile bunları ol var eyledi
Birliğine
cümle ikrar eyledi
Kudretin
İzhâr İdüp hem ol Celîl
Birliğine
bunları kıldı delil
Ol
didi bir kerre var oldı cihan
Olma
dirse mahv olur ol dem hemân
Varı
yok yoğı var iden ol durur
Dünyede
her olanı ol oldurur
Bûrî ne
hacet kılavuz sözi çok
Birdür
Allah andan artuk Tanrı yok
(Haz. Rıza Efendi-Mevlid, 1896)
SÜLEYMAN ÇELEBİ
MEVLİD’den
PEYGAMBERİN DOĞUŞU
Âmine
Hatun Muhammed ânesi
K'ol sadetten doğdı ol dür dânesi
Hem
Muhammed gelmesi oldı yakîn
Çok alâmetler belürdi gelmedin
01
gice kim doğdı ol Hayrü'l-beşer
Ânesi
anda neler gördi neler.
Didi:
gördüm, ol Habib'ün ânesi
Bir acep nûr kim güneş pervanesi
Berk
urup çıkdı evümden nâgehân
Göklere dek nûr ile doldı cihân
Gökler
açıldı vü feth oldu zulem
Üç
melek gördüm elinde üç alem
Biri
maşrık, biri mağribde anun
Biri damında dikildi Kâbe'nün
İndiler
gökden melekler saf saf
Kabe
gibi kıldılar evüm tavaf
Hem
havâ üzre döşendi bir döşek
Adı
sündüs, döşeyen anı melek.
İndi
hûriler bölük bölük buğur
Yüzleri
nûrından evüm doldı nûr.
Çevre
yanuma gelüp oturdılar
Mustafâ'yı birbirine muştular.
Didiler:
oğlun gibi hiçbir oğul
Yaradılalı
cihan gelmiş değül.
Bu
gelen tevhîd-i irfân kânıdır
Bu
gelen ilm-i ledün sultânıdır
Bu
gelen ışkına devreyler felek
Yüzine
müştak durur ins ü melek
Âmine
eydür çü vakt oldu tamam
Kim:
vücûda gele ol Hayrü'1-enâm
Susadum
gayet hâraretden katı
Sundılar
bir câm dolusı şerbeti
Kardan
ak idi ve hem soğuk idi
Lezzeti
dahı şekerde yok idi.
İçdüm
anı oîdı cismüm nûra gark
İdemezdüm
nurdan kendümi
fark
Geldi
bir ak kuş kanadiyle revân
Arkamı
sığadı kuvvetle hemân
Doğdı
ol sâatde ol sultân-ı dîn
Nûra
garkoldı semavât u zemin
Ger
dilersiz bulasız od'dan necât
Işk ile
derd ile eydün es-selât...
(Haz. Rıza Efendi-Mevlid, 1896)
(…)
Eserine
bakılınca, Süleyman Çelebi'nin, gençliğinde sağlam bir kültür aldığına
hükmedilebilir. Söylentilere inanmak gerekirse, Buharalı Şeyh Emir Sultan'ın
dervişlerindendir. Yıldırım Beyazıt zamanında Ulu Cami'e imam tâyin edildiği
de söylentiler arasındadır. Öyle anlaşılıyor ki, şairimiz, hayatı boyunca
Bursa'dan dışarı çıkmamıştır. Ulu Cami'de imamlık yapmak ve kendini dinî ödevlerine
vermek suretiyle ömrünü tamamlamıştır.
Mevlid:
Süleyman Çelebi'nin bize
intikal eden ve bilinen tek eseri, Mevlid'dir. Mevlid'in asıl adı Vesîletü'n
Necât'tır. Aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün vezniyle yazılmıştır. Mesnevi
şeklindedir. Başında, Arapça bir önsöz vardır. “Konusunu, başta bulunan Allah'ın
birliğine dair bir bölüm ile, sonu ve aradaki bir öğüt bölümü hariç,
Peygamber'in doğuşu, bu sırada meydana gelen olaylar ve hayatının bâzı
kısımları teşkil etmektedir.”Süleyman Çelebi, eserinde, şiî inancına karşı “ehl-i
sünnet”görüşünü savunur.
Süleyman Çelebi, tasavvufun
etkisi altında kalmamıştır; o, “Allah'ın varlığı ile, onun emri sonunda var
olan varlığı, kesin olarak, birbirinden ayırır.” Tasavvufla ilgisi yoktur.
Mevlid, mesnevi şeklinde olmakla
beraber, Süleyman Çelebi, bâzı yerlerde, vezin ve kafiye değişikliğine
başvurmuş, böylece, eserindeki monoton havayı değiştirme yoluna gitmiştir.
Sayın Ahmet Ateş'in belirttiği gibi, Süleyman Çelebi'nin yaptığı iş sonradan
anlaşılmamış, bu kısımlar ya metinden çıkarılmış veya okunmamıştır.
Mevlid'in edebî değeri:
Mevlid, yapısı ve tahkiyesi
bakımlarından, eşsiz bir eserdir. İleri bir sanat anlayışının izlerini
taşımaktadır. “Parça”ya değil, “bütün”e önem veren derin bir görüşle
yazılmıştır. Mevlid'in kompozisyonu, çağdaşlarını geride bırakır. Öyle
görünüyor ki, Süleyman Çelebi, Mevlid üzerinde uzun boylu durmuş, noksansız hale
gelmesi için emek vermiştir.
Bilhassa Türkçe kelimeleri
aruzun kalıplarına uydurmaktaki ustalığı takdire değer. Divan edebiyatının
henüz gelişme çağında olduğu bir sırada Süleyman Çelebi'nin yaptığı hamle, onun
sanat hüviyetini de belli etmektedir.
O, dinî
unsurla lirizmi, fikirle heyecanı örnek şekilde bağdaştırmıştır; aslında
manzum bir hikâye olan Mevlid'in yüzyıllar boyunca Müslüman - Türk çoğunluğu
tarafından sevilmesi ve tutunması başka şekilde açıklanamaz. Birçok Mevlid'ler
arasında Süleyman Çelebi'nin mevlidinin okunması ve mevlid denilince yalnız
onun eserinin anlaşılması, topluma ne derece nüfuz ettiğine delildir.
(…)
(Hisar, c. 3, sayı: 57, 1.1.1955)
“Hakkında pek fazla bilgi olmamakla birlikte soyunun
Kafkaslardan geldiği, Osman Gazi’nin hanımı Malı Sultan’ın akrabası olduğu
söylenir. Emir Sultan, Somuncu Baba, Üftade gibi büyük veli zatların yaşadığı
dönemde manevî makam itibariyle beşinci Ulu Cami’de imamlık yapmak onun ilim ve
ihlâsı hakkında ciddi ipuçları veriyor.
Malumunuz, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) doğumuyla ilgili
yazdığı manzume Anadolu ve İslam toprakları üzerinde yüzyıllardan beri coşku ve
aşk ile okuna gelmekte ve belki de kıyamete kadar okunacak. Yunus gibi sade,
hak ve Muhammed (a.s.m.) aşığı, sinesi ve gönlü zengin bir velî zât. Herkes
Yunus Yunus diyor, fakat gerçek manada Yunus’u tanıyan ne kadar derseniz, “Hacı
Bayram Velî’nin kurbanları kadar” dense aslında pek fazla abartı olmaz.
Süleyman Çelebi de Yunus gibi bir garib zat.
Velî denilince keramet gösteren, ihtiyaç için kapısına gidilen
zât olarak düşünülür. Fakat çok az insan onların gönül kapısını çalar. Genelde
zahire baktığımızdan gönülde yansıyanı pek göremiyoruz. Çiçeği çiçek olarak
zâtı itibariyle değil de onda yansıyan güzelliğin kaynağını aramak niyetiyle
bakmak, çiçekten daha güzel bir hakikat çiçeği... Her biri nübüvvet güneşinden
aldıkları nuru kaplarına göre farklı şekillerde yansıtan veliler; güneşi farklı
pencerelerden seyretmenin yolunu gösteren ay misalidirler. Güneşten aldıkları
nurla dalgalanan denizdeki her bir dalga gibi, her biri içlerinde ayrı bir
güneş barındırırlar.
Süleyman Çelebi denilince yansıyan nedir bilmek, zâtını
bilmekten çok daha önemlidir. Malum, Kâinatın Efendisi (a.s.m.) miraç
yolculuğunda yalnız değildi. Miraç ne kadar önemli ise, Kainatın Sevgilisinin
(a.s.m.) alem-i şahadete intikali belki de o kadar önemli. Doğum olmasaydı
miraç olabilir miydi? Böyle önemli bir hadisede hidayet güneşinin etrafında
ışık alan pervane-misal aylar, seyyareler onu yalnız bırakmamışlardı. Hz.
Peygamberin doğum anını anlatan çok eserler var, fakat Süleyman Çelebi gibi
anlatan var mı? Çelebi merhum, ruhani bir intikalle o anı seyretmiş âdeta, öyle
nazmetmiş. O ‘an’ onun şiiriyle diğer zamanlara yansıyarak devam ediyor.
Çelebi’nin gönlünde gizli sır, şiiriyle yansıdı.
Malum, Bursa Ulu Camide bir vaizin Peygamber Efendimizi (a.s.m.)
küçümser konuşması onun muharriki olmuş; böyle bir hakikat gönlünden gönüllere
akmıştır. Tıpkı “Kur’an’ı ya Müslümanların elinden almalı veya onları
Kur’an’dan soğutmalıyız diyen” İslam düşmanı İngilize karşı Bediüzzaman’ın
“Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu dünyaya göstereceğim”
demesiyle Risale-i Nur hakikatlerinin dünya insanlarının akıl ve gönüllerinde
yayılıyor olması gibi. Serçeye musallat atmaca, serçenin kabiliyetlerini açığa
çıkardığının farkında değildir; farkında olsa belki de ilişmeyecek.
Mevild okunurken sadece musiki dinler gibi ve ‘ne kadar güzel
okudu’ deyip dinlemek yeterli bir dinleme ve anlama değil. Yıllardan beri töre
gibi okunuyor olmaktan çıkıp mana cihetiyle anlaşılıyor olması, bizi yeni
anlamalara taşıyabilir. Suri ve basmakalıp bakışlardan kurtulmak kalblerimizi
nice Çelebi’lerle tanıştırabilir. Bu şekilde tanınmayı ve bilinmeyi bekleyen
nice mana erleri var. Hepsinde ayrı bir mana, ayrı bir hakikat çiçeği, ayrı bir
Muhammedî (a.s.m.) nur var.
Öyleyse ‘mevlid’ her zaman anılmalı ve mevlid sadece ölülere
değil, ölmemiş gönüllere de okunmalı. Gönül aynasında Çelebi gibi ‘mevlid-i
nebevî’yi seyretmek, güzellikten güzelliğe geçmek için aynanın temiz olması
gerek. Temiz gönülle yazılı mevlid temiz gönülle dinlenir ve anlaşılır.
Evet, mevlid zamanı. Fakat arınmış bir gönül, nurlanmış bir akıl
ile olmak şartıyla...
Karakalem.net