Neyzen. 4 Şubat 1952, Diyarbakır doğumlu. Müzik hayatına 1969 yılında İstanbul Radyosuna girerek başladı. Tasavvuf müziğinin ana enstrümanı neyde, Mevlevi geleneğinin devamı olan "Erguner ekolü"nün son temsilcisi Ulvi Erguner’in yetiştirdiği bir sanatçıdır. Osmanlı müziğinin köklerini araştırdı ve albümlerinde kullandı. 1973 yılında Paris’e yerleşti ve burada müzik çalışmalarının yanı sıra, mimarlık ve müzikoloji öğrenimi gördü ve her iki konuda da doktora çalışması yaptı. Seksenli yılların başında Mevlana enstitüsünü kurdu ve kendisini klasik sufi düşüncesini öğretmeye adadı.
Erguner’in ilk defa İstanbul’un Hıristiyan ve Müslüman dinî müziklerini bir araya getirdiği Tarih Boyu Hoşgörü ve Hint, Jazz ve Türk müziği sanatçılarını bir araya getiren Taj Mahal konseri, Nazım Hikmet için yazdığı Şair Cenazesi eseri, İstanbul ve İzmir festivalleri çerçevesinde beğeni kazandı. Ayrıca 2008 yılında ekibiyle birlikte, Frankfurt Operası’nda Goethe’nin “Doğu-Batı Divanı”ndaki şiirlerini tasavvuf müziği formunda Türkçe ve Almanca seslendirdiği önemli bir konser verdi.
Geleneksel müzikler üzerinde yaptığı çalışmalarla sadece Türkiye ile kısıtlı kalmadı, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Japonya ve Kuzey Afrika ülkelerinde de araştırma
ve çalışmalar yaptı. Kendi albümlerine ek olarak dünyaca ünlü Peter Gabriel, Jean Michel Jarre, Maurice Béjart, Peter Brook, William Orbit, George Aperghis, Didier Lockwood, İtalyan şarkıcı ve besteci Alice ve Michel Portal gibi pek çok müzisyenle beraber ortak çalışmalar yaptı. Uzun yıllar özellikle İstanbul Festivali'nde, birbirinden çok değişik alanlarda projeler üreterek, Klâsik Türk Müziği'nin kendi içinde de farklı konuları olabileceğini ortaya koydu. Dünyaca ünlü Peter Brook’la tiyatro ve sinema konusunda çalışmalar yaptı, Mehmet Ulusoy’un yönettiği Simyacı ve Benerji tiyatro oyunlarına hazırladığı müziklerle 1998 ve 2002 "Afife Tiyatro Ödülü" ne layık görüldü.
BAŞLICA ESERLERİ (Albüm):
Art of the Ottoman
Tanbur
(1989), Sufi Music of Turkey (1990), The Turkish Ney (1990), Whirling Dervishes from Turkey (1991), Gazel: Classical Sufi Music of the Ottoman
Empire (1994), Peshrev & Semai of Tanburi Djemil Bey (1994), L'Orient de L'Occident: Flamenco & Ottoman Sufi Music
(1995), Ottoman Classical Music
(1995), The Sacred Flute of the Whirling Dervishes (1996), Works of Kemani Tatyos Efendit (1996), Vocal Masterpieces of Kemani Tatyos Efendi
(1996), Psalms of Yunus Emre (1997), Chemins (1997), Music from the Arabian Nights (1999), Ottomania (1999), Islam Blues
(2001), Taj Mahal (2001), Gazing Point (2003).
HAKKINDA:
Yılmaz Öztuna / Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi (1990), Ahmet Şahin Ak / Türk
Musikisi Tarihi (2002), Vural Sözer / Müzik Ansiklopedik Sözlük (2005), İhsan
Işık / “Frankfurt Operası’nda Özel Bir Gün” (Yedi Ülkeden Gezi Notları, 2012) -
İhsan Işık / Ünlü Sanatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, c. 5) - Diyarbakır
Ansiklopedisi (2013).
15 Ekim 2008 Perşembe akşamı saat
20.00'de Frankfurt'un ünlü operası Alte Oper Frankfurt'ta özelin özeli güzel
bir konser dinledim. Sahnede oluşan harika tabloyu gururla ve hayranlıkla
seyrettim.
Konser Almanların ünlü şairi
Johan Wolfgang Goethe'nin ünlü eseri Doğu-Batı divanından yer alan
gazellerinden yapılan bestelerle oluşmuştu. Türk Sanat Müziğinin çeşitli
makamlarında bestelenen Goethe'nin şiirleri, dünyamızın yaşadığı kültürel ve
siyasal sorunlara temel çözümleri içerir özellikte derin anlamlarla yüklüydü.
Kudsi Erguner
Neyzen ve besteci Kudsi
Ergüner'in, bir taraftan neyini çalarken aynı zamanda orkestra şefi olarak bir
sufi safiyetinde yönettiği konserde, orkestranın tüm üyeleri siyah renkte sade
bir kıyafetle tam da bir derviş topluluğunu andırıyordu.
Konser başladığında, sahnesinde
bir genç kız, Goethe'nin Doğu-Batı Divanında yer alan şiirlerinden Almanca bir
bölüm okuyarak sessizce geri çekildi, sahnenin arka tarafındaki sandalyesine
geri döndü. O ve biz seyirciler/dinleyiciler, okunan Almanca şiirin orkestra
tarafından seslendirilmesi bölümüne geçtik.
Sözleri Almanca ve Türkçe, ilahi
tarzında tasavvuf müziği tadında muazzam bir Türk Sanat Müziği konseri başladı.
Ortada şef, neyzen Kudsi Ergüner neyiyle salona Doğunun ruhunu, sedasını
üfürüyor; darbuka ile başlayan maceranın ilk sesleri biraz sonra viyolonselle
birleşiyordu. Ardından bu harika ses zenginliğine tambur, kemençe, keman ve ud
katılıyor, bu seslerin arasından aynı zamanda ud çalan bir müzisyenin harika
bir sesle göklere yükselttiği Goethe'nin şiirlerinden bir beste tüm salonu
doldurdu. Dinleyicilere iki duygu bir diğerinin peşi sıra egemen olmaya
başladı. Almancanın, tıpkı Türkçe gibi gazel olarak okunmaya son derece uygun,
fonetiği çok güzel bir dil olduğunu memnuniyetle öğrenip kabullendik. İkincisi,
Büyük Alman şairi ve düşünürü Goethe'nin, Doğu kültürünü, İslamı ve özellikle
Kur'an-ı Kerim'i, Hazret-i Muhammed'i ne kadar da güzel anladığını, anlamakla
kalmayıp yüreğinde duyduğunu, özümlediğini, bu iki kaynaktan ne kadar özel
çıkarımlar sağlayıp bu duygu ve düşünceleri Alman dilinde ne kadar güzel
anlattığını hayranlıkla gözlemledik.
Görkemli bir müzik ziyafeti
eşliğinde Goethe'nin Doğu-Batı Divanında Alman toplumuna ve aslında bütün
insanlığa verdiği oldukça bu özgün mesajların, tümüyle Doğudan, Doğunun son
büyük medeniyeti olan İslam dininden aldığı ilhamla yazılmış olduğunu görmek, hem
hayranlık uyandırıcı, hem gurur verici ve hem de birçok bakımdan düşündürücü
idi.
"Rabbul maşrıkeyni vel
mağribeyn." (O, iki Doğunun ve iki Batının Rabbidir." (Rahman Suresi
17)
Goethe'nin divanına adını veren
ayet, Kur'an-ı Kerim'in şiirsel özelliği en fazla göze çarpan surelerden biri
olan Rahman suresinde geçiyor. Bu ayette Allah, hem Doğu'nun hem Batı'nın
Allah'ı olduğunu buyurarak insanların gerçekte birbirine eşit haklara sahip
olduğunu, insanlar arasında sevgi, kardeşlik, adalet ve barış anlayışını
gözetmek gerektiğini hatırlatmaktadır.
.........
İşte Goethe, bu görkemli surenin
insanlığa 1400 seneden beri ışık tutan ayetlerinden aldığı ilhamla, başta
Almanlar olmak üzere bütün insanlara, Allah'ın hem Doğunun ve hem de Batının
Allah'ı olduğunu hatırlatarak, Divanında ilhamını şu şiiriyle dile getirmişti:
"Doğu da Allah'ındır!
Batı da Allah'ın!
Kuzeyi ve Güney sahası
Sulh içindedir O'nun kudretiyle
O, tek "Âdil" olan,
Hak olanı istiyor herkes için
O'nun yüz isminden biri de
"el-Adl"
Bu yüce isim çok yüceltilsin!
Amin."
İşte konserde bu müthiş sözler
seslendirildi. Salon sık sık “Allah!”, “Mahomet!” (Muhammed) sesleriyle
çınladı. Bu hatırlatış, şüphesiz ki, 21. yüzyılda Batı dünyasının işlediği
büyük insanlık cinayetlerine, sebep olduğu korkunç trajedilerin tahliline büyük
bir ışık tutmaktır. Batı dünyasının yöneticileri ve halklarına, zulmettikleri
ya da zulme uğrayışına seyirci kaldıkları Doğu halklarının tıpkı kendileri gibi
aynı Allah'ın yarattığı insanlardan oluştuğunu, aynı büyük topluluğun, insanlık
camiasının insanları olduğunu, Allah'ın birer kulu olarak gerçekte aralarında
bir fark bulunmadığını, insan olarak hepsini saygı ve sevgiye layık olduğu
mesajını vermeyi sürdürmektir.
(*) Aynı başlıklı yazıdan özetlenmiştir. İ.I.