Ali Suavi

Düşünür, Gazeteci

Doğum
00 Kasım, 1839
Ölüm
20 Mayıs, 1878
-
Burç

Gazeteci, fikir adamı (D. Kasım 1839, Cerrahpaşa / İstanbul - Ö. 20 Mayıs 1878). Aslen Çankırılıdır. Davutpaşa İskelesi Mekteb-i Rüştiyesinde okudu. Bab-ı Seraskerî Dersaadet Yoklama Kaleminde çalıştığı üç yıl boyunca cami derslerine devam etti. Bursa Rüştiyesindeki kısa süreli (1856) öğretmenliğinden sonra İstanbul’a döndü. Yirmi yaşlarında hacca giden Ali Suavi dönüşünde Simav, Filibe ve Sofya’da çeşitli görevlerde bulundu. İstanbul’a dönünce (1867) Şehzade Camii’nde vaazlar verdi. Sami Paşa, onun Sofya Ticaret Mahkemesi reisliğine ve Filibe Rüştiyesine tayininde yardımcı oldu. Bu görevlerinden azledilerek İstanbul’a dönüşünde gene Sami Paşanın yardımlarını gördü. Filip Efendi’nin Muhbir gazetesinde yazılar yayımladı. Muhbir gazetesinde 1867 yılının başlarından itibaren yazmaya başlaması Ali Suavi’nin yazı hayatının ilk dönemi olarak nitelenebilir. Belgrat kalesinin düşmesi üzerine Ali Paşa’yı şiddetle eleştiren bir yazıyı yayınlaması, hem gazetenin bir ay süreyle kapatılmasına hem de kendisinin Kastamonu’ya sürülmesine yol açtı, orada iki buçuk ay süreyle gözetim altında kaldı. Buradan, Yeni Osmanlılar Cemiyetinin maddi destekçisi Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşa’nın yardımıyla Paris’e kaçtı (18 Mayıs 1867). Bu kaçışa Namık Kemal ile Ziya Paşa da yardım ettiler. Üçü de Meselina adlı aynı gemide yolculuk ettiler.

Yeni Osmanlılar Cemiyetinin yayın organı haline getirdiği Muhbir’i bu defa Londra’da çıkarmaya başladı (31 Ağustos 1867). Bu yıllar Ali Suavi’nin yazı ve siyasi hayatının ikinci ve önemli bir dönemidir. Gazetecilik onun asıl mesleği haline geldi. Cemiyetle görüş ayrılıklarına düşünce, Namık Kemal ve Ziya Paşanın eleştirilerine hedef oldu. Onun etkisini ortadan kaldırmak üzere Nâmık Kemal ve Ziya Paşa tarafından Londra’da Hürriyet gazetesinin yayımına başlandı (29 Haziran 1868). Ali Suavi’nin en büyük koruyucusu ve maddi destekçisi Mustafa Fazıl Paşanın Sultan Abdülaziz ile anlaşıp İstanbul’a dönmesi, onun durumunu oldukça etkiledi. Londra hükümetinin de baskıya başlaması üzerine 50. sayıda gazetenin yayımına son vermek zorunda kaldı (3 Kasım 1868), Paris’e geçti; orada Ulûm adlı gazeteyi çıkarmaya başladı (1869-70, 25 sayı). Burada daha çok kültür tarihi, tarih, dinî konular, felsefe, eğitim ve ekonomi gibi değişik sahalarda yazılar yazdı. 1870-71 Fransız-Alman savaşının başlaması üzerine bu gazeteyi Muvakkaten Ulûm Gazetesi Müşterilerine (1870-71 arasında, 11 sayı) adıyla Lyon’a nakletti. Paris’te kaldığı süre içinde, gazeteden başka bir taraftan da fikrî ve siyasî muhtevalı bazı küçük risâlelerle ve yıllıklar yayımladı. 1870’ten sonra Yeni Osmanlılar’la herhangi bir ilişkisi kalmadı.

Ali Suâvi, Abdülaziz’in tahttan indirilişi ve V. Murad’ın çok kısa süren padişahlığı ardından tahta geçen II. Abdülhamid’in izni ile İstanbul’a döndü (Ekim 1876). Tercüme Heyetine tayin edildiyse de aynı komisyonda Namık Kemal ile Ziya Paşa’nın da bulunması bu heyetin toplanmadan dağılmasına sebep oldu. Midhat Paşa’nın azledildiği ve Meclis-i Mebûsan’ın birinci devresinin sona erdiği günlerde (Haziran 1877) Midhat Paşa ve meşrutiyet rejimi aleyhine yazdığı birkaç makale ile sarayın güvenini kazanan Ali Suâvi, padişah tarafından Mekteb-i Sultanî müdürlüğüne getirildi. Fakat kısa zamanda okul idare ve disiplininin bozulması ve aslen İngiliz olan karısı ile okulda yatıp kalkması dolayısıyla çıkan dedikodular yüzünden bir yıl sonra bütün resmi görevlerine son verildi (16 Aralık 1877). B. Lewis, onun bu sırada Üsküdar Komitesi adıyla gizli bir cemiyet kurduğunu ileri sürerken başka araştırmacılar İngiliz ve Ruslarla sıkı münasebette bulunduğunu iddia etmektedirler. Bu başarısızlığın da etkisiyle Abdülhamid’i tahttan indirip yerine V. Murat’ı padişah yapmak için ünlü Çırağan baskınına girişti. 20 Mayıs 1878 günü Çırağan Sarayını basmaya gelen 250 kişinin önünde aktif bir rol aldı. 1877-78 Rus Harbi yenilgisinin sorumlusu olarak da Abdülhamid’i görmekteydi. Bu olaylar içinde V. Murat’ı tahta çıkarmak coşkusu ile hareme giren Ali Suavi, Beşiktaş karakol kumandanı Hasan Paşa (daha sonra 7-8 Hasan Paşa) tarafından değnekle vurularak öldürüldü.

Ali Suavi, Tanzimat döneminin fikir yapısında hareketli, canlı, renkli bir kişilik olarak yer aldı. Kendi kendini yetiştirmiş usta bir yazardı. Her konuda fikir ileri süren, ancak görüşlerini sık sık değiştiren Suavî, hayatı boyunca çelişkili tutumlar içinde görüldü. Bunun sebebi, daha çok dini bilgilerle yetişmesi, uğraşması, hatta camilerde vaazlar vermesi, sonra Avrupa’ya gitmesi, Batı kültürüyle yüz yüze gelmesi, siyasi hayat ile derinden ilgilenmesi, gazeteyi bu yolda ısrarla kullanması vb. idi. İslâmî ilimler öğrenimi gördüğü halde batılılar gibi yaşadı, yazılarıyla Türkçülüğe hizmet etti. Cumhuriyetin ilanından yarım yüzyıl önce hilafet müessesesine karşı çıkıp laikliği, Latin harflerini, bilimsel terimlerin Latinceden aynen alınmasını ilk savunanlardan oldu. Gerek bu düşünceleri, gerekse İngiliz bir kadınla evli olması nedeniyle döneminde “Protestan Suavi” olarak adlandırıldı. Türkçenin özleştirilmesi konusundaki görüşleri sonradan Ziya Gökalp tarafından tekrar edildi.

Namazda sûrelerin Türkçesinin okunabileceğine cevaz verildiğini, hutbelerin Türkçe okunmasının gerekli olduğunu ileri sürdü. Türk ırkının dünyanın en eski ve medenî ırklarından biri olduğunu iddia etti. Buna binaen Ali Şîr Nevâî’nin Türkçenin Farsça karşısında üstünlüğünü ortaya koymak üzere Muhâkemetü’l-Lugateyn’i, UIûm’da tefrika halinde yayımladı. “Lisan ve Hatt-ı Türkî” adlı makalesinde Türk dilinin dünyanın en eski ve mükemmel dilleri arasında yer aldığını belirtti. Türk diline “Lisân-ı Osmânî” demenin yanlış olduğunu ileri sürenlerin başındadır. Arap harflerinin bırakılarak Latin harflerinin kabul edilmesini, ilim terimlerinin de Latinceden alınmasını teklif etti.

ESERLERİ:

DÜŞÜNCE-MAKALE-RİSALE: Hive (Le Khiva, Paris, 1873; İstanbul 1910; yeni harflerle baskısı Ali Suâvi’nin Hive Hanlığı ve Türkistan’da Rus Yayılması adıyla, yay.haz. M. Abdülhalûk Çay, 1977), Nasıreddin Chah d’Iran (Paris, 1873), A. Propos de L’Herzegovine (Paris, Ali Suâvi’nin yaptığı iki harita ekli, 1875), Montenegro (Paris, 1876), Taharriyat-ı Suavi alâ Tarih-i Türk, Saydu’l Mefkûd (2 cilt), Defter-i Âmâl-i Ali Paşa (Paris, tsz; Âlî Paşa’nın Siyâseti adıyla ikinci bas. 1907), Ali Paşa’nın Siyaseti (Paris, tsz; 2. bas. İstanbul 1909), Devlet Yüz On Altı Buçuk Milyon Lira Borçtan Kurtuluyor (Paris, 1875), Kani Paşazade Ahmet Rıfat Bey’e Yazılan Mektup Sureti (Paris, tsz), Hukuku’ş-Şevari (1908).

ÇEVİRİ: Arâbî İbâre Usulü’l-Fıkıh (The Principles of Jurisprudence, Londra, 1868),

ANSİKLOPEDİ: Kamusu’l Ulûm ve’l-Maarif (5 forması yayımlanabildi, Paris, 1870).

YILLIK: Mısır fî Sene 1288 (Paris, 1871), Türkiye fi Sene 1288 (Paris, 1871), Türkiye fi Sene 1289 (Paris, 1872), Türkiye fi Sene 1290 (Paris, 1873).

YAYINA HAZIRLAMA: Sefâretnâme-i Fransa (Paris, Yirmisekiz Mehmed Çelebinin sefaretnâmesi, hâşiyeler ekli, 1871), Tercüme-i Lugaz-ı Kâbis-i Eflâtun (İbn Miskeveyh tarafından Yunancadan Arapçaya tercüme edilmiş olduğu iddiası ile Eflâtun’a nisbet edilen eser, Paris, 1873), Takvîmü’t-tevârîh (Katib Çelebiden, notlar ve zeyil ilâvesiyle, Paris, 1874).

KAYNAKÇA: Hilmi Ziya Ülken / Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi (1966), Bernard Lewis / Modern Türkiye’nin Doğuşu (çev. Metin Kıratlı, 1970), Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı Müellifleri I (1972), Cemil Meriç / Sarıklı İhtilalci (Mağaradakiler içinde, 1978), Abdullah Uçman / TDV İslâm Ansiklopedisi (c. 2, 1989, s. 445-448), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), İsmail Parlatır / Büyük Türk Klasikleri (c. 9, s. 44-47, 2004), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).  

 

Bir yazısından:

“Bu müsavat tabiri çoktan beri gazetelerde kullanılmaktadır. Frenklerin müsavat dedikleri, a’la ve edna her kim olursa, kanunda mezkür olan ahkâmın icrasında müsaid olunmamak demektir.

Mesela bir hamal ile bir büyük me’mur hukukça nezd-i kanunda müsavi tutulmak, hatta muhakeme bile olunmak, velhasıl en edna kişinin hakkı zayi’ olmamaktır. Bu müsavat-ı hukuk kaziyesi şeriat-ı İslamiyyede adl ü insafa riayet demektir. Fransızların kanununca bu müsavat emr-i zaruri olduğundan, her şahsın serbest olma sına kanun mütekeffildir. On sekizinci Louis kanununda hukuk-ı amme bahsinin birinci bendinde: “Gani ve fakir herkes şeriat indinde müsavi olmak” yazılmıştır. İçlerinde ilim ve fazilet ve mansıb ve şeref ve gına ile sairlerden farklı olanların haysiyet ve meziyetçe imtiyazı varsa da bu imtiyazın faidesi bir cem’iyette ve seyrangahta olup icrayı şeriat ve ihkak-ı hakta müsavidirler. (Muhbir, no. 29, 28 Şevval 1283/5 Mart 1867).

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör