Şair (D. 1917, Çeltek köyü / Zile / Tokat - Ö. 20 Haziran 1997, Ankara). Tam adı Mahmut Cahit Külebi. Mahmut Cahit, Nazmi Cahit, Cahit Erencan imzalarını da kullandı. Niksar / Tokat Gazi Ahmet Danişment İlkokulunu (1929) ve Sivas Lisesini (1936) bitirdi. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden (1940) mezun oldu.
Antalya Lisesi (1942-45), Devlet Konservatuarı (1945-54) ve Ankara Gazi Lisesinde (1954-56) Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Daha sonra Millî Eğitim Bakanlığı müfettişliği (1956-60) görevine getirildi. İsviçre’de kültür ataşesi ve öğrenci müfettişi olarak (1960-64) görev yaptı.
Yurda döndükten sonra Millî Eğitim
Bakanlığı başmüfettişliği, Teftiş Kurulu başkanlığı (1964-69), Kültür Müsteşar
Yardımcılığı (1969-71) yaptıktan sonra yeniden başmüfettişlik (1971-73)
görevine atandı. Bu görevinden emekli oldu. Emekli olduktan sonra, Türk Dil
Kurumunun statüsü değiştirilip Başbakanlığa bağlandığı tarihe kadar bu kurumun
genel yazmanlığını (1972-83) yaptı. TDK’nın kapatılmasıyla (1983) Kurumdaki
görevi sona erince SODEP’e katılarak politikaya atıldı.
Edebiyat Çalışmaları:
İlk şiirlerini lise
sıralarındayken Sivas Erkek Lisesinin çıkardığı Toplantı adlı dergide
yayımladı. Daha sonra Yücel dergisinde “Sivas Erkek Lisesi-Ahmet”
imzasıyla bir şiiri çıktı (1935). Öğrenci olarak İstanbul’a gittikten sonra ise
Gençlik dergisinde Mahmut Cahit ve Nazmi Cahit imzalarıyla ikişer şiiri
yayımlandı (Haziran-Temmuz 1938). Sokak (1940) dergilerinde Cahit
Erencan adıyla şiirleri çıktı. Daha sonra İnsan (1941), Yaratış,
Varlık (1842-46), Türk Dili, Kültür Dünyası, Söz, Hisar ve Oluşum
gibi dergilerde yazdı. Güz Türküsü kitabında topladığı son şiirleri,
daha önce toplu olarak Gösteri dergisinin iki s ayısında yayımlanmıştı.
Olgunluk dönemi
şiirlerini İkinci Dünya Savaşı içinde gelişen hareketli bir edebiyat ortamında
yazmaya başlayan Külebi, değişik akımlardan etkilenen ve farklı kaynaklardan
beslenen Türk şiirinde bir yandan âşık edebiyatının, bir yandan da serbest
şiirin özelliklerini kullanarak farklı bir ses meydana getirdi. M. Kutlu onun
şiirini, “Çocukluk ve ilk gençlik günlerinden gelen intibaların ağır bastığı
şiirlerinde insanı bıktırmayan, oldukça serbest, fakat yine de kendisini
hissettiren bir dil musikisi vardır. Aşık edebiyatına yaklaşır, ama taklide
düşmez. Sade, rahat, kolay bir söyleyişi vardır. Yurt manzaraları çizer, bazen
kötümser olsa da esasen sıcak, sevimli, yerine göre gurbet ve hasret kokan
canlı bir memleket edebiyatı oluşturmaya çalışır.” biçiminde
değerlendirirken, Cemal Süreya şiir bağlamında Karacaoğlan’ın “bacanağı”
olduğunu söyler.
Cahit Külebi İçin Ne Dediler?
“Ben teşbihten haz
etmem... Niçin şiirlerini seviyorum? Külebi bu işi ustalıkla idare etmesini
biliyor da ondan. Onun başka şiirlerinde de bazı taşbihler gördüm, onları da
sevdim... Bu teşbihleri teşbihten saymamak lazım. Burada teşbih hudutlarının
dışına çıkan bir ifade kuvveti var.
“Külebi eskilerin mecaz-ı
urfi dedikleri halk mecazlarını kullanıyar. Bal gibi, mis gibi, gül gibi vb. Bu
şiir, gelecek yıllara Cahit Külebi devrinin bir tarihi olarak kalacak...
Külebi’nin şiirlerini okumakla doyamıyorum.” (Orhan Veli Kanık)
***
“Yaratma yolunda Anadolu
Türkçesi’ni şiir dili olarak seçen Külebi şiirlerini geniş okuyucu yığınlarının
yüreğine işledi... Külebi halkın şiir hazinesinden ustalıkla yararlandı. Cahit
Külebi şiirin kime, neye hizmet edebileceğini biliyor.” (Süleyman Rüstem /
Azerbaycan)
***
Külebi’nin şiirini
değerlendirirken araştırmacıların üzerinde en çok durduğu nokta yerliliğidir.
Onun şiirinde kent-doğa ilişkisine değinen Hilmi Yavuz da şiirine bu açıdan
bakar: “Külebi’nin büyük şehir karşısındaki konumu, Doğa’yı olumsuzlayan
istiarelerle bildirilir. Doğa’ya, doğal olan’a karşıttır büyük şehir; bu yüzden
de şairi ürkütür, doğal olan’ı özletir. Büyük şehirle iletişim kurulamaması,
şehrin doğal olmayan işaretler taşımasındandır. Şehir karadır, kır mavi: kara
boyalı Cebeci Köprüsü, Külebi’ye ‘mavi rüzgarların estiği’, ‘bıldır gezdiği’
tarlaları özletecektir.” Şairin kendisi ise sanatını şöyle açıklar: “Benim
şiirim halkçıdır. Toplumculuk da halkçılığın içinde bir yer alır. Halkçılık,
toplumculuktan daha geniş ve kapsamlıdır. Elbette, benim şiirimde, herhangi bir
öğreti belirtisi yoktur. Herhangi bir öğretiye dayanarak da şiir yazmıyorum.
Toplumcu ülkelerde de artık öğreti açısından şiir yazma modası gittikçe
azalmaktadır. Ama, toplumculuktan çok halkçılığı benimsemiş bir insan olduğum
için, toplumculuğuma gölge düşürmenin yanılgı olduğunu belirtmek isterim. Ben
halkçı bir şairim.”
“Cahit Külebi, aydın bir
saz şairi içtenliği, bir Karacaoğlan rahatlığı ve temiz bir dil ile zaman zaman
kötümser, güvensiz, kendi türküsünü söyledi. Yarım kafiyeler, iç sesler, duygu
ve düşüncelerine eklediği zarif benzetmeler ve söyleyişindeki titizlikle en
sevilen şairler arasına girdi.” (Behçet Necatigil)
***
Külebi’nin Atatürk
Kurtuluş Savaşında adlı uzun şiiri, Nüvit Kodallı tarafından Atatürk
Oratoryosu adı ile bestelendi ve ilk kez 9 Kasım 1953’te Atatürk’ün
naaşının Anıtkabir’e kaldırılması törenlerinde icra edildi. Yeşeren Otlar
kitabı ile 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülünü, Yangın ile 1981
Yeditepe Şiir Ödülünü aldı. Edebiyatçılar Derneği kendisine Onur Ödülü Altın
Madalyası verdi.
“Külebi bir ‘vakıa’dır, bir açıklanmaz
olaydır Türk şiirinde. Oysa gündeşi Orhan Veli kuşağı açıklanabilir; birtakım
toplumsal şartlara bağlanarak; yetişme, oluşma, yaşama düzenlerine bakarak
açıklanabilir. Bir sebep bulunabilir onların güzelliğine ya da eksikliğine.
Yaptıkları, bir bakıma toplumsal bir değişmenin şakası, uygulama savaşı, şiire
bir yeni adam getirmenin soluk soluğa telaşıdır. Ya Külebi?
“Külebi, durup dururken çıkar. Sıcak sıcak
gözleri ve elleri gülen. Anadolu lirizmini taşıyan bir ‘hurda kamyon’ Külebi,
Cemal Süreya’nın deyişiyle ‘tarihsiz bir coğrafyanın’ şairidir. Ne var ki
tarihsiz bir coğrafya ‘doğal’dır. Külebi en güzel şiirlerinde, doğanın insanla
ilişkisini tarihsiz bir gelenek gibi anlatır.” (Turgut Uyar)
ESERLERİ:
Şiir: Adamın Biri (1946), Rüzgâr (1949) Atatürk
Kurtuluş Savaşında (1952) Yeşeren Otlar (1954), Süt (1965), Yangın
(1980), Güz Türküleri (1991). Ayrıca seçilmiş ya da toplu şiirleri: Şiirler
(bütün şiirleri, 1969), Türk Mavisi (seçilmiş şiirler, 1973), Sıkıntı
ve Umut (bütün şiirleri, 1977), Bütün Şiirleri (1982).
Deneme: Şiir Her Zaman (1985).
Anı: İçi Sevda Dolu Yolculuk (1986).
Çeviri: Papatya Falı (oyun, Jean Anouilh’ten, 1966), Anadili
ve Yazın Öğretimi (Julia Marshall'dan, 1994).
KAYNAKÇA: Cahit Kavcar / Külebi Cahit (Türk Ansiklopedisi, c.
XXII, s. 418), Oktay Akbal / Şair Dostlarım (1964), Baki Süha Ediboğlu / Bizim
Kuşak ve Ötekiler (1968), Cahit Külebi / Çocukluğum (Türkiye Yazıları, Mayıs
1977), Mustafa Kutlu / “Külebi, Cahit” (TDE Ansiklopedisi, c. 4, s. 35-36,
1981), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar
Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli
ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006,
gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4,
2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Enver Ercan / Şair Çünkü
Onlar / Cahit Külebi (söyleşi, 1990), Muzaffer Uyguner / Cahit Külebi (1991),
Ahmet Oktay / Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı 1923-1950 (1993), Vecihi Timuroğlu /
Cahit Külebi: Hırçin ve Lirik (1995), Hilmi Yavuz / İnsanlar Mekânlar
Yolculuklar (1999), Halil Soyuer / Şair Dostlarım (2004), Mehmet Nuri Yardım /
Yazar Olacak Çocuklar (2004).
1-
Humor ve lirizm.
2-
Ses.
3-
Ses.
4- Cahit Külebi’de temel öğe müziktir. En olağan duruma en inanılmaz müziği uygulayan bir tutumu vardır. Çalışması bu yönden Guillaume Apollinaire’in çalışmasını hatırlatır. Yalnız bir farkla: Apollinaire’in şiiri yüzde yüz entelektüel bir kökten çıkar; büyük bir hayat değişimini de yanında getirme, karşılama olanağıyla doludur; zengin bir kelime hazinesinden, geçmiş şiirin zenginliğinden dil ve zekâ yangınları çıkarır. Cahit Külebi ise Anadolu’nun ilkel katkısızlığına, daha doğrusu Anadolu’nun ilkel ve katkısız görünümlerine dayamıştır çıkışını. Nedir karmaşık olan Anadolu’da? Tarih mi? Tarihten soyunduracaktır şiirini. İşlenmemiş bir coğrafya içinde hareket edecektir. Doğadaki coğrafya değil, coğrafya kitabındaki idari bölümlere ayrılmış bir coğrafyadır bu. Köyler, kasabalar, şehirler, kamyonlar, yollar. Doğa fragmanlarına paralel olarak gelişen duygu parçacıkları.
5-
Türküler. Cahit Külebi türkülerden hareket etmediği halde çağdaş bir
Karacaoğlan kimliğindedir; sonuçta türkülere ulaşır. Folklordan değil,
folklora.
6- Kırın şairi. Bizde kırı anlatanlar hep piknikleri anlattılar. Cahit Külebi kırın tek şairi. Ceyhun Atuf Kansu ise Bozkırın şairi. Bozkır deyince işin içine tarih de giriyor çünkü.
7- Şiirinin yapısı da anlattığı şeye son derece uygun. Onun için bir iç müziğe ulaşıyor belki de. “Dağ çeşmeleri gibi serin, tertemiz” bir şiir söylemek dileğinde.
8-
Bu onun bir yerde Türkiye’de en modem şiiri söylemesine engel olmamıştır.
Şiirinin bitiş mısralarına bakınız. Hiçbir şair bir şiiri bitirmeyi Cahit
Külebi gibi bilmez. Oktay Rıfat bile.
9- Kitaplarıyla şiirsel grafiği şöyle: Adamın Biri’nde humorla lirizm yanyana, hatta iç içe, hatta bazan birbirine dönüşecek biçimde. Büyük bir şehre gelmiş ve yüksek öğrenimi sırasında ilk şaşkınlığını hemen atlatarak güven ortamına girmiş bir kasabalının gözlemlerini, izlemlerini yazarak başlıyor işe Cahit Külebi. Neşeli, umutlu, parıltılı. “Nasıl sevmezsin bu dünyayı” diyen bir tutum içinde. Çocukça iyimser. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde yazılan şiirin melankolisinden iyice kurtulmuş, sağlıklı bir sesle konuşuyor. Yer yer Orhan Veli’nin konuşur gibi yazdığı şiirlerin yöntemine, kenar temalarına ısınmakla, onları bazan üstlenmekle birlikte büyük bir cesaretle kendine özgü bir şiir kurmaya doğru gidiyor. Kurulmakta olan yeni şiirin en renkli, en umutlu şairi olarak beliriyor. Bu kitaptaki İstanbul, Hasret Hikâyesi, Sivas Yollarında, Yurdumuz, Tabanca şiirleri Yenilik Şiirinin ilk döneminin en çarpıcı örneklerindendir. Öyle sanıyorum ki yarına da bu niteliklerini aktaracaklardır. Humor ve lirizm dedim demin, Adamın Biri’nde humor hemen her zaman daha baskın çıkmaktadır. Kavganın ilk yıllarında şiirimizdeki yeni aşı en iyi Cahit Külebi’nin şiirinde tutmaya başlamış görünüyordu. Eski şiiri yıkmaktan çok, yeni bir şiirin dolaylarında dönüyordu da ondan.
Garip’çilerin büyük zaferi kazanmaları ya da kazanılan zafere damgalarını basmaları, Fazıl Hüsnü hariç, bütün yeni şairleri etkilemiş, onları kendi özel konumlarından Orhan Veli’nin dialektiğine doğru kaydırmıştır. Bunu başka bir yazımda da söylemiştim: Sözgelimi Cahit Sıtkı Tarancı kendi şiirindeki oluşmuş, artık sarsılmaz bir katılık kazanmış beğeniyi yıkarak Orhan Veli’nin yedeğine girmiş; önceleri evrensel insana tepeden bakan, insanı geniş bir tarih çerçevesinde görmeye alışmak üzere olan Necati Cumalı, Güler’e şiirler yazmaya başlamıştır. Sabahattin Kudret Aksal’rn 1947-54 yılları arasında yazdığı şiirlerde de aynı yaklaşma eğilimini kolayca görebiliriz. Cahit Külebi’nin 1949’da yayımladığı Rüzgâr adlı kitabında da bu yönde yorumlayabileceğimiz bir yaklaşma, hiç değilse bir kararsızlık hali var. Gerçi Rüzgâr’daki şiirlerle aynı zamanda yazılmışlardır. Ama kitabı bir bütün olarak ele alırsak ve ağırlık noktası yönünden değerlendirmeye kalkarsak söylediğim açıdan bir değişiklik göreceğizdir. Belki Rüzgâr, bütünüyle Adamın Biri’ne göre, daha usta işi, daha kusursuz bir kitap, ama Cahit Külebi’nin şiirsel girişimini kendine uymayan bir alana doğru götürüyor. Orhan Veli kesimine sürüklüyor.
Ama
bu eğilim kendini asıl Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda adlı üçüncü kitabında
gösteriyor. Bu kitapta sadelik bir kusur oluyor Cahit Külebi için. Konuşuyor
gibi destan yazmayı denemekle Cahit Külebi bir tehlikenin eşiğine geliyor. Öyle
sanıyorum ki Atatürk Kurtuluş Savaşında, onun en zayıf eseridir. Bu
kitap sadelik şiirinin artık iyice tıkanmaya başladığı bir sırada yazılmıştır.
Ve sadeliğin en aşırı, en uç bölgelerinde dolanmaktadır.
Dördüncü kitabı olan Yeşeren Otlar’da Ca hit Külebi’de yeni bir değişme var. Bazı bakımlardan yeniden Adamın Biri’ndeki olanaklara dönüyor. Yalnız bir farkla: bu kez hayata karşı iyice kötümserdir; hüzünlüdür. Umutsuzluğu söylemeye başlamıştır. “Mahzun alabildiğine mahzun”. Adamın Biri’nde limandaki bütün gemilerin halatlarını bıçağıyla kesmek istiyordu. Yeşeren Otlar’da ise şöyle diyecektir: “Seferde bir gemi bir adam / Oturmuş bitmesini bekler.” Önceleri “Şehrin bütün çocuklarını alırım evlerinden / Hepsine kiraz çiçeklerinden / Bir çift kanat takarım / Çocuklar havalanır uçarak” dediği halde, sonraları “Gülse çocuklar inanmam” demeye başlıyor. Garip’çilerden uzaklaştığı gibi kendi eski şiirinden de uzaklaşıyor. Lirizm baskın çıkıyor. Humor gerilere, alta gidiyor. Şiirindeki müzik artık çok erken çöken, çok erken çöktüğü için de inanılmazmış gibi görünen bir kederin ezgileri haline geliyor. Öncü bir duyarlık yerini klasik bir duyarlığa terketmeğe hazırlanıyor. Yeşeren Otlar’da Cahit Külebi’nin bu yeni tutumuna tanıklık edecek birçok güzel şiir var. Şon kitabı Süt’te ise düşünce yönünün ağır bastığına dikkat ettim.
10-
Bütün bunlar dışında, Cahit Külebi’nin şiiri Yenilik hareketi içinde
özgünlüğünü korumuştur. Özellikle çıkış günlerinde öbür şairlerden hemen
ayrılır: deyişiyle, tavrıyla, şiiri tutuşuyla. Sözgelimi Orhan Veli Kitabe-i
Sen gi-i Mezar’ı yazarken o oturup İstanbul’u yazmıştır. Orhan Veli konuşur
gibi yazabilmek için mısra’yı “iptal” etmişti. Cahit Külebi fazla dokunmadan
önemsizleştirmiştir onu. Mısra, elastiki ve hareketlidir Cahit Külebi’de,
şiirin özel bir parçası değil, herhangi bir parçasıdır. Şiirsel yük doğrudan
doğruya dörtlüklere ya da şiirin bütününe yayılmaktadır. Kafiyeden ve ses
benzerliklerinden de çok yararlanır Cahit Külebi. Daha çok dörtlükler halinde
yazar. Bunlarda genellikle ikinci ve dördüncü mısralar ses ilintisiyle bağlanır.
Birinci ve üçüncü mısralar serbest kalır. Ama Orhan Veli’den asıl ayrıldığı
nokta şiirinde bir iç ses arama çabasıdır; nesirden kaçmaya çalışmasıdır. Orhan
Veli eski şiiri yıkmak için silâh olarak nesri, nesir düzenini kullandı. Cahit
Külebi’nin şiirsel plândan pek dışarı sarkmadığına tanık oluyoruz. Zaten öbür
türlüsü kendi şiirsel yapısına da uygun değildi. Nitekim Orhan Veli’ye
yaklaştıkça başarı çizgisi aşağıya düşme tehlikesini taşımıştır hep. (Şapkam
Dolu Çiçekle, 1976)