Şair ve yazar, eğitimci, gazeteci (D.
27 Kasım 1940, Adıyaman - Ö. 29 Ağustos 2022, Beşiktaş / İstanbul).
Sabri Galip Nakipler, ilk ve
ortaöğrenimini Darende, Kiğı ve Adıyaman’da tamamladıktan sonra Ankara
Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinden mezun oldu.
Eğitimin ardından, babasının
çıkardığı Demokrat Adıyaman’da gazeteciliğe başladı. Öğrencilik
yıllarında Ankara'da Ulus gazetesinde çalıştı. Zafer ve Yeni
Ortam gazetelerinde düzeltmenlik, muhabirlik ve gece sekreterliği yaptı.
Sabri Galip Nakipler, 1959 yılından
itibaren İstanbul’daki çeşitli liselerde, uzun yıllar Şişli Lisesinde edebiyat
öğretmeni olarak çalışarak emekliye ayrıldı. Emekli olduktan sonra da özel
öğretim kurumlarında mesleğini devam ettirdi.
Sabri Galip, şair olarak ilk kez, Dünyam adlı kitabında yer alan
Anama Mektup adlı şiiriyle tanındı. 1962 yılında Adam 3
adlı şiirinde hükümetin manevi şahsına hakaret ettiği gerekçesiyle yargılandı,
beraat etti. Şiirleri, Kubbealtı, Berfin Bahar dergisinde yayımlandı.
Aruz, hece ve serbest ölçüyü başarıyla kullandığı usta işi lirik şiirlerinde ön
plana çıkan zengin imgelerin yanı sıra biçim titizliğiyle de dikkat çekti.
İstanbul Beşiktaş'ta ikamet eden
Sabri Galip Nakipler, son günlerine kadar edebiyattan, özellikle şiirden hiç
kopmadı. Okuyup beğendiği gazete makalelerini biriktirmeyi de hiç aksatmadı, bu
yazılardan bir arşiv oluşturmuştu.
Vefatı:
Cumhuriyet dönemi Türk
edebiyatının adı az duyulmuş ama en güçlü şairlerinden biri olan Sabri Galip
Nakipler, 29 Ağustos 2022 günü İstanbul'da tedavi gördüğü hastaneden prostat
kanserinden vefat etti. Cenazesi Zincirlikuyu Camii'nde ikindi namazına
müteakip kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu aile mezarlığına
defnedildi.
Eşi Bahriye Nakipler’i (Atakuman) 1993 yılında kaybetmişti, sonra da
evlenmedi. Vefatına kadar birlikte yaşadığı Onur Nakipler (d. 1975) ve Egemen Nakipler (d. 1978) adlarında iki
oğlu vardır.
Sabri Galip Nakipler İçin Ne Dediler?
“Sabri Galip Nakipler, gerek üretkenliği ve gerekse ilk okunuşta
farkedilen özgünlüğü ile cumhuriyet dönemi edebiyatımızın kuşkusuz en önemli
şairlerindendir. Geleneksel şiirle
modern şiirin usta bir sentezini gördüğümüz şiirleri, hem özgün söyleyişi hem
özgün yapısıyla usta işidir.
Adıyaman türküleri gibi dokunaklı, İstanbul şarkıları gibi nahif
duyguların buluştuğu şiirlerinin her birinde yepyeni duygu ve anlam demetleri
karşılar bizi. Defalarca okunabilen, her okunuşta yeni keyifler yaşatıp yeni
ufuklar açan bu güzel şiirler için ona şükran borçluyuz.” (İhsan Işık)
ESERLERİ:
Şiir:
Dünyam (1994),
Sağanak Altında (1996),
Sırılsıklam Yapayalnız Çırılçıplak (2000),
Hasret Kapımda Gardiyan (2005),
Çayı Koy Geliyorum (2014),
Sen Niye Bu Kadar Güzelsin (2020),
Hasar Tesbit Çalışmaları (2020),
Araştırma-İnceleme:
Tabu Yıkım Çalışmaları (2020),
KAYNAKÇA:
Yanağın misk,
dudağın gül deseni,
Kokun sinmiş
ayva narın üstüne.
Koklarım hep
yaprakta gülde seni,
Hasretimi tül
tül sarın üstüne.
Seni her
sevenle beni bir tutma,
Herkesi unut da
beni unutma.
Gökyüzünde ipi
kopmuş uçurtma
Gibi salma
bulutların üstüne.
Sevmiyorsan beni
artık ne derim,
Alır da başımı
burdan giderim,
Ama sevdiğime
yemin ederim,
Şerefin üstüne
arın üstüne.
Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yâre mûtâdım
Seni her kim sever cânım ki cânâna hitâbımsin.
Nedim
Geçersin kapımdan selam
vermezsin;
Bu kibir, bu gurur nedir be
gülüm?
Gönlünden rica et al da bir
izin
Bir "Günaydın!",
bir "Nasılsın?" de gülüm.
Arardın sorardın beni
eskiden,
Şimdi kaçıyorsun nerede
görsen.
İnsan nasıl olur böyle
değişken
Sözlerin hallerin bilmece
gülüm.
"Gelirim!" demiştin
geç gece hani,
Hiç gece, hiç gece beklettin
beni.
Aradım çok gece, çok gece
seni,
Ağladım kaç gece kaç gece
gülüm.
"Hayır"ında zerresi
yok erdemin,
"Evet" dediğin şey
kaypak bir zemin.
Sakızdır ağzında yalanla
yemin,
Saniyen dakikan düzmece
gülüm.
Baksan da bu güne dününden
farklı
Yaşam gergefinde bin anı
saklı,
Çektirdiklerine diyemez haklı
Hiç bir mantık, hiç bir
düşünce gülüm.
Senin için çarpar, bilmez
öfke naz,
Tek derdi aşkındır, o da
onulmaz.
Tarlada yetişmez, manavda
olmaz,
Kesmece bu yürek kesmece
gülüm.
Gözyaşını gül, başım dumanlı
gene,
Ruhum nakış nakış işli
fermene.
Sevmeyi ibadet gibi bilene
Reva mı bu kadar işkence
gülüm...
Özledim gel!
Çok özledim…
Sitemlerinin karanlığını,
Bakışlarının aydınlığını özledim.
Evimi naz bahçesine,
Gönlümü haz bohçasına çeviren gülümsemeni;
Okul çıkışı her Beşiktaş’a indiğinde,
Bazen de
Her okul çıkışı Beşiktaş’a indiğinde
Yakın bir noktadan açıp telefonu
“ÇAYI KOY GELİYORUM !” demeni özledim.
“ÇAYI KOY GELİYORUM !” demeni…
Kulaklarımda ömür boyu çınlayacak olan
Muhteşem o üç gül damlası çılgın kelime :
ÇAYI KOY GELİYORUM !..
Yankılandıkça derinden derine
Bir yandan su serpiyor yüreğime,
Bir yandan da
Yüreksiz yüreğimi yüreklendiriyor,
Ve
yer yer yeni yaralar açıp
yeşil yapraklar koparıyor
yağmursuz yangınlar içinde
yağmalamak için gönül yurdumu;
yelkovanla akrebin
üst üste geldiği o saatlerde hep
her nedense.
Ayrı dağlardan ayrı kaynaklardan çıkan
Dereler, çaylar, nehirler
Gelip gelip sana boşalıyor,
Sana karışıyor gelip gelip
Senin okyanusuna…
Aşk, hüzün, hasret,
Ay, bulut, asuman, kehkeşan
Ankara, Antalya, Kırıkkale, Adıyaman,
Çekmeköy, Mecidiyeköy, Gültepe, Şirintepe,
Plaj, kum, deniz, yosun, RİVA…
Sarışın bir bedene
Bembeyaz köpüklerle sarılan mavi RİVA!
Zannım o ki hiç ömr ü hayatında
bu denli mutlu olmadı hercai RİVA…
Yeni biçimlere sokuyorum RİVA’yı
provasız, mezrosuz yeni kalıplara.
Anagram serpintilerin
gölgeleri düşüyor hep önüme:
Vare, reva,vera, vira…
Anlatılmaz anlatılamaz ne kalem ne dille RİVA.
İlle RİVA, ille RİVA…
Mazeret dinlemeyen huysuz şımarık çocuklar vardır ya hani,
Yolda her gördüğünü sürekli ister yakınından
Hiddet ile, ısrar ile, şiddet ile hem de
İşte aynen dilimde öyle RİVA…
Sözsüz ve sessiz bir macera!
Sözcükler dolusu özlem,
Sözlüklere sığmayan bir dünya!
Engin ve uçsuz bucaksız bir mavera!
“Arivederçi Roma” bitti, silindi hatıralardan
Şimdi “Arivederçi RİVA !..”
Her kavram, her eylem, her nesneyle,
Her metafor, her özne, her simgeyle…
Ne çok kelimeyle seni özledim.
Yok… Yok…
Ve tek kelimeyle seni özledim.
Hayatımın her mutlu sayfasında
senin ıstampanla mürekkepli mührünün damgası var.
O sayfalar
fotograf halinde
kare kare
belleğimde.
Çekmiş çekmiş saklamışım
Solmasın, yıpranmasın, kaybolmasın diye.
İşte hep o anları yaşıyorum
Gelecekte de aynen
yaşamak ümidiyle.
Hadi gel!
Özledim, çok özledim!
Bekletme!
Beklemek, ertelemek demektir yaşamı, biliyorsun.
Demlikteki çay karardı,
Bitiyor çaydanlıktaki su da yavaş yavaş!..
Tanrı,
güzelliği somutlaştırmak için yaratmış kadınları.
Onun için her kadın güzeldir.
Sen de güzelsin.
Senden daha güzel olanlar da var mı?
Var.
Elbette var.
Muhakkak var.
Mutlaka var.
Peki ama sen neden başkasın diğerlerinden,
ya da diğerleri başka senden?
Seni, onlardan ayıran, bunca kadın arasında farklı kılan
O ince,
O yumuşak,
O esnek çizgi nedir?
Nereden kopar gelir
O ürperti,
O esinti,
O rüzgar?
Yanağını bir anda gelincik bahçesine çeviren
O saydam ve titrek gülümseme, o süt köpüğü alım,
Neden başka yüzlerde
Kupkuru ÇİĞ bir sırıtma sıtmasıdır da
Sende gönül sızlatan
Dudak ısırtan
Yürek hoplatan
Dupduru bir ÇİY damlasıdır?
Şunu iyi bil ki
Ve de hiç unutma ki
Tüm öksüz çocukların bayram sevincini
bir günlüğüne ödünç almaktır
dokunmak tenine,
tutmak ellerini,
sarılmak belinden.
Sen benzemiyorsun başkasına,
Başka şey benzemeye çalışıyor sana,
hem de can atarcasına…
Baksana;
şeker,
başa çıkamadığı için dilinle tek başına
başka adlarla başka kılıklara giriyor tatlıcı tezgahlarında.
Ya baklava oluyor unla kaynaşarak,
Ya dondurma oluyor sütle oynaşarak.
Şelaleler çok hızlı; bir şeyler diyorsa da
inan ki gürültüden pek net anlaşılmıyor,
ama konuya dahil.
Geçen günse; menekşe, en yakın dostu gülle
‘Naz kursu’ na yazılmış;
Zorlamasız, baskısız; hem de bile isteye.
Okul çıkışı seni birden bire görünce,
vazgeçmiş ikisi de.
Dost düşman bir tarafa,
Çeken çekemeyen var,
Az buz değil bir sürü,
İstemedığin kadar.
Yalvarıyorum sana
N’olur Tanrı aşkına
-çatlayıp kırılmasın, taşlara dikkatli bas-
Sokakta doğru yürü.
Olur mu?
Söz mü?
Tamam mı?
Güvercinle kumru da boş durmuyor bu sıra:
Rüzgarlarca onanmış,
Bulutlarca mühürlü ve de ıslak imzalı bir belge peşindeler;
İsteyen varmış gibi.
Taylarsa başka alem.
Hepsi de iddialı.
Niye seninkiyle aynı değil diye burun kanatları
Habire koşup duruyorlar bir vadiden bir vadiye;
Terlemiş gövde, dağılmış yelelerle.
Ve
Doğanın sessizliğini yırtan kişnemeler velvelelerle…
Al sana!
kıskançlıkların, endişelerin, tereddütlerin
ve de isyanların bir çekimlik ışıltılı karnavalı.
“Yalan! İnanmam!” diyorsan eğer tüm söylenenlere ve söylediklerime,
-saçlarını şöyle şuh bir gerinmeyle atıp da geriye-
Vallahi de billahi de tallahi de
ÇAĞ sendromudur bu.
Hani, az zamanda çok kazanmak,
borçtan ve yoksulluktan bir an önce kurtulmak hırsı ve umuduyla
kamyonuna taşıyabileceğinden fazlasını yükleyen,
onun için de her rampa gördüğünde
kafese konmuş kuş gibi tedirgin
eli yüreğinde yüreği ağzında
kilometrelerle nişanlı
uzun yol şoförleri vardır ya sevdiğim !
İşte onların,
geceye gündüze bakmadan
geceyi gündüze katarak
gece gündüz
direksiyon sallamaktan yorulmuş bedenlerini dinlendirmek için
bir ÇAY kenarında verdikleri “ÇAY molası” hükmündedir;
pencerenin beyaz tülü ardında titreyen,
bir yitip bir beliren
ince vücut hatlarının şifresini çözmek;
karşı kaldırımın kibrit kutusu kadar küçük
karanlık kuytu köşesinde;
kılını kıpırdatmadan
korkularla kucak kucağa, kulağı kirişte,
kurt kapanındaymışcasına kıvranırken…
Kalbimde kızgın ve kırgın kıvılcımlar…
Kızıl kadife mi, koyu kestane mi kestiremediğim karmaşık karaltılar…
kafamda, kontak kuramadığım kesik kesik konuşma kurguları,
katar katar kuşku kompartımanları;
-koz korunda kavrulmuş,
köz külünde karılmış
kuru kahve kokusu kıvamında-
kışkırtıcı kompliman kombinezonları…
Anlat, açıkla, yinele:
Hem de
birer birer,
tane tane;
iyice sindire sindire.
Bir söz kuyumcusu ustalığıyla;
her harfin üstüne basa basa,
her sözcüğün üstünde dura dura,
her tümcenin altını çize çize anlat.
Anlat ki sır bulutları kalka, halka halka,
Hiçbir şey gizli kapaklı kalmaya.
Elden düşüşü gibi yere bir kadehin,
Kırıla, parçalana, dağıla,
Tuzla buz olup saçıla ortalığa…
Anlat bana nasıl, niçin...
Hasretin, özlemin,
Neden mavi denizlerin
semavi serinliğini taşır bütün gün;
sereni mavi, dümeni mavi, mavi halatlı gemilerle
umutsuz umutların limanına?
Ve neden “ÇIĞ öncesi sessizlik”i saklar daima
karanfil kokan göğsünün o uçsuz bucaksız beyazlığı?
O, imrendiği için
İçeriye girmeye çalışan gül kokusu;
O, iğrendiği için
Dışarıya çıkmaya çalışan ter kokusu
Neden başka kadınlarda iç daraltır, iç karartır, iç bunaltır da
Sende iç eritir, iç gıcıklar, iç açar?
Nasıl bir şeydir acaba
Bu buhur ah,
bu sihir ah,
bu şiir ah,
bu bela?
Bana. sakın dönüp dönüp de
“Abartıyorsun!” deme!
Söyle açıkça söyle!
Gerçeği gizlemeden, tevazu göstermeden, çekinmeden!
Rica ediyorum,
Lütfen…
10.10.2008
Ey konuşulmaz,
ulaşılmaz ,
anlaşılmaz olan erk !
Ey en büyük elektrik,
en büyük yıldırım,
en büyük şimşek !
Yalnız sana inanıyorum,
Sana sığınıyorum
Sana güveniyorum
her soluk alışımda,
her soluk verişimde.
Yarattığın en büyük bile
tüm ölçüsü ve rengiyle
en küçük kalır
büyüklüğünün yanında :
Evren de
zerre de
atom da…
İyilerin, doğrularınla karıştır,
Kötülerin eğrilerinle barıştır
Güzellerinle karşılaştır
Güzelliklerinle kucaklaştır beni.
Baharları iyi yaşat,
Nasıl olsa sonu kıştır.
Paha biçilmez hazinene bereketine.
Sağlıklı günler bağışla,
Mutlu günler…
Gönlümce dilediğimce ver
Kucak kucak,
Sicim sicim,
Kelep kelep.
Yakınlarımla sevdiklerimle beraber;
sabahlarının,
akşamlarının,
gecelerinin yüzü suyu hürmetine.
Hep yürekten yalvardım,
içtendir
ne dedimse,
Verirsen sen verirsin, vermeyeceksen kimse.
Ver ki
Izdıraplarım dine, yaralarım sağala.
Senden istemeyip de kimden isteyeceğim,
Rahim olan da sensin
Çünkü kerim olan da.
Biliyorum, sözün hitabın yoktur,
Biliyorum, yazın kitabın yoktur.
Kim diyorsa eşin benzerin var.
Yalan !
Kim diyorsa zamanın mekanın var.
Yalan !
Elçin vekilin yoktur.
Doğru !
Çoğulun tekilin yoktur.
Doğru !
Adını kullanıp saltanat kuranlar kum gibi:
İğrenç.
Onlardan etme!
Dergahlara, tekkelere çeken güçler vakum gibi:
Renç.
Bunlardan etme!
Seninle konuştuğunu söyleyip kandırmaya çalışıyorlar beni
Ne boş bir emektir bu.
Seninle buluştuğunu söyleyip inandırmaya çalışıyorlar beni
İnanmam,
İnanırsam, seni inkar etmek demektir bu.
Çünkü din, mezhep, tarikat yoktur,
Senin dışındaki her şey hayal, gölge, yalan.
Senden başka hakikat yoktur.
Ey ! Rakipsiz ortaksız olan,
Karşılıksız veren alan.
Mutlu eden, mutsuz eden.
Hem çoksun hem de birsin,
Ne cansın ne de beden…
Her şeye yalnız senin gücün yeter,
Senin yalnız her şeye gücün yeter.
Yalnız senin her şeye gücün yeter,
Senin her şeye yalnız gücün yeter.
Sen bilirsin sen!..
19.4.2008
Suyun ahlakı temizdir, ateşe bir tek o karşı koyabilir.
Bachelard
(Ateşin Psikanalizi)
Hiç dikkatinin mıknatısı topladı mı
Şu merak tozlarını şimdiye dek?
Tas tas dökünüp yıkandığında
Ya da içtiğinde bardak bardak
Mutluluk duyguları sardı mı hiç
benliğini tomur tomur?
Öğrencilerine anlatırken,
analizini ve sentezini yaparken
Fen Bilgisi derslerinde
kendinle de bağlantılar kurduğun oluyor mu,
oldu mu,
olmuş mudur?
Her nedense çok düşündürmüştür beni,
Çok ilgimi çekmiştir;
Özellikle de tanıdıktan sonra seni.
Ne zaman gözlerine baksam
Ve ne zaman dokunsam ellerine
Hep soru damlacıkları düşer
Beyin tarhımdaki fidelerimin üzerine…
Su,
Niye gökyüzünde başka,
Yeryüzünde başkadır acaba?
Niye değiştikçe
Yeni yeni adlar kazanır?
Çiy olur, dolu olur,
Kar olur, buhar olur?
Seylab olur gönlüm gibi,
Girdab olur gönlün gibi.
Aslına baktığında
Halbuki hepsi sudur…
Niye her kalıba rahatlıkla girer
Ve boşaldığı her kabı doldurur su?
Bir karakter zayıflığı mıdır,
Yoksa
“Bir şey” in
“Çok şey” de olabileceğini gösteren
donanım zenginliği midir bu?
Şelaleler halinde dökülürken ovalara
Köpük köpük beyazdır da
Niye denizde masmavi,
Kıyıda gıpgridir?
Daha berilerde kurşuni, barudi, verka?
Ayrıca
Kuyuda şor,
Gölde tuzludur?
Tatsızı da olur acısı da.
Ya o dağlarda çıkan buz parçası kaynaklara,
Bal gibi, şerbet gibi tatlı,
Anne sütü gibi ılık olanlara ne demeli?
Ve yine ne demeli,
Küremizdeki suyla
Vücudumuzdakinin
oran benzerliğine?
Dikkat ettiysen eğer
Dünyada her ne varsa
ondan insanda da var;
Sıvısından maddesine kadar.
Su damarlarının yer değiştirmesinden midir nedir
Bu yer yuvarlağı da arada bir hiddetlenir,
insan gibi.
İkisinin de içini kırılgan fay hatları kaplar.
Bir gün çöle dönerse yer yüzü
Ve susuz kalırsa tüm canlılar
Ne yapar şu insanoğlu?
En can alıcı sorulardan biri işte bu!..
Onun için bilim adamları endişeli.
Bu endişeden dolayı
“Su varsa hayat da vardır!” ilkesiyle
Su arıyor yıldızlarda harıl harıl,
deli deli.
Tıpkı benim;
“Sen hayatsın!” diyerek
dünyada,
İstanbul’da,
Beşiktaş’ta Ihlamur’da
bıkmadan usanmadan
aradığım gibi seni!..
Zihnim,
Bir Pandora kutusu.
Bu kutudan
saçılan
bir başka soru da şu:
Su,
Niye her ateşi söndürür de
Sadece ve sadece
yüreklerdekini
ve özellikle yüreklerde kini söndüremez?
Neden?
Gücü mü yetmez, gerek mi görmez?
Çünkü istediğin kadar yıkan,
istediğin kadar gir denize;
Yanarsın yine de
Yanarsın,
kar etmez!..
Bak ki şu talihsizliğe:
O da kirlenir çoğu zaman kirli insanların sayesinde,
kendi kirlendiğinde ise,
kendi kendisini temizleyemez
her türlü pisliği temizlediği halde.
Bu kadar ayrı rengi, kokusu
Bu kadar ayrı tadı var da
Peki niye
Renksiz ve kokusuz diye
tanımlanır kitaplarda?
Hala
çözebilmiş değilim!
Muamma!
Güzelliğine ve duruluğuna bakıp da
Sana
Niye “Su gibi kız!” diyorlar?
Bunu çözdüm ama…
14.12.2004
31.03.2006
Vefanın çeşmesi kurumuş sende,
Vefasızlık dersen oluk oluğa.
Benimle konuşman bir dakikacık,
Ellere gelince soluk soluğa.
Öyle gür çıktı ki ektiğin ahlar
Hiç gerek kalmadı bele pulluğa.
Bir ipek halıydım bedestenlerde,
Benzettin bir eski püskü yolluğa.
Bundan dolayı mı yakıştık dersin
Sen efendiliğe ben de kulluğa?
Hızır yetişmezmiş darda kalmazsan,
Hızır ol, gel yetiş, çıkar bolluğa.
Saatler son hızla akıp gidiyor,
Şurada ne kaldı onbir buçuğa