Şair ve yazar (D. 1 Temmuz 1930, Pınarbaşı / Kayseri - Ö. 4 Ağustos 2005, İstanbul). Asıl adı Osman Nuri Doğan, lakabı Kasırgaoğlu. Âbâd Osman, Kasırga Onurdal, Osman Gazioğlu, Osman Kemal, Numan Evranos, Nuri Doğan, Onur Dolu adlarını da kullandı. Cemal Paşa’nın maiyet memuru Kasırga Gazi Bey’in oğludur.
Pınarbaşı İlkokulu (1943), Ankara Gazi Lisesi (1951), Ankara İktisadi ve
Ticari İlimler Yüksekokulu (1970) mezunu. 1949’da ilk şiir kitabı Doğan
(Âbad Osman adıyla 1945; ikici bas. Toygan adıyla ve bir önsöz eklenerek
ve Osman Numan Baranus adıyla, 1985) kitabındaki bir şiir nedeniyle Ceza
Yasası’nın 141. ve 142. maddelerinden yargılandı, dört buçuk ay hapis yattıktan
sonra aklandı. Tek yapraklı Özün (Mayıs 1971-Nisan 1973, 24 sayı) aylık
sanat gazetesini çıkardı.
Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumunun Etimesgut / Ankara, Gaziantep,
Kırıkkale ve merkez kuruluşlarında otuz dokuz yıl çalışarak, Genel Müdürlük
Krediler Şube Müdürü iken 1993’te emekliye ayrıldı. Emekli olduğu yıl
İstanbul’a yerleşerek yaşamını ve çalışmalarını orada sürdürdü.
Yakalandığı prostat kanserinden 4 Ağustos 2005 günü İstanbul’da öldü, İstanbul’da toprağa verildi.
Edebiyatçılar Derneği ve Türkiye Yazarlar Sendikası üyesiydi.
İlk şiiri “Işığa Doğru”, ortaokul öğrencisi iken 1942’de Sivas
yerel gazetelerinden Kızılırmak’ta çıkmıştı. Diğer ürünlerini Yaylâ
(1942), Erciyes (1940’lar), Kaynak (1950’ler), Varlık
(1954 ve 70’ler), Pazar Postası (1958), Dost (1960’lar), Dönem
(1963), Yordam (1966), Özün (1971-72) Türkiye Yazıları
(1970’ler) Oluşum (1970’ler), Türk Dili (1970 ve 80’ler), Türk
Dili Dergisi (1990’lar) vb. dergi ve gazetelerde yayımladı.
Osman Nuri Baranus İçin Ne Dediler?
“Okuduğu, gördüğü, yaşadığı her şeyi şiirine tem kılmış
bir Türk ozanı. Gizemsel içerikli, görkemli ses tınısı ve söz seçiminin yanında
dilinin dikine ve kaleminin yazımına
giden ilginç bir kişilik. (...) Belli bir göstergesellik kaygısının yanında Öztürkçe ve Öztürkçe geleneklerinden
ayrılmama tutkusu var. “ (Mehrizat
Poyraz)
***
“Baranus, kendi şiirinin ‘kendi şiiri’ olması için gayret
gösteren bir şairdi.”
(Hüseyin Atabaş)
ESERLERİ:
Şiir:
Toygan (1945), Sevmek
Egemen (1975), Ağrılar Toprağı
(1982), Tuzhurmatu (1984), Günberi (1985), Külünk (1990), Apansız Panayır (1990), Alaza
Kesen Yürek (1990), Zor Yol
(1990), Gebe Gece (1990), Dinago Triosu (1990), Huahualar (1991), Utkulu Kulvar (1991), Haykular ve Beyitler (1991), Bergamot (1991), Geriye Saymak (1991), Yıkanık Irıplar (1991), Kıyıda
Horata (1991), Günaydın
Soyundan (1991), Tanatımı
(1991), Sın Adlı Ulu Yaya
(1991).
Deneme:
Anadamar (1984), Okulsuzculuk
(1986).
Derleme-İnceleme:
Zihni Hazinedaroğlu / Yaşamı ve Sanatı (1980), Zihni Hazinedaroğlu ve Dört Oyunu (1980).
KAYNAKÇA: M. Sunullah
Arısoy (Barış, 6.1.1973), Cemal Süreya
(Politika, 14.10.1975), Vecihi Timuroğlu / Göz Göz Olmak (1976), Ahmet Telli / Adamlar
Adamlar: Osman Numan Baranus (Türkiye Yazıları, 1978), Nesin Vakfı Edebiyat
Yıllığı (1981), İhsan Işık /
Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –
Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007), 50. Sanat Yılında
Osman Numan Baranus: Şiiri Yüreğinin Atlası / Ahmet Erhan - İsmail Gümüş -
İbrahim Karaoğlu - Yunus Koray - Çetin Öner (Cumhuriyet Kitap, 29.10.1992), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda
İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü
(gen. 6. bas. 1999), Tuncer Uçarol /
Tuzhurmatu. (Çağdaş Türk Dili, Haziran 1999), 60. Sanat Yılında Kabartaylı Bir
Ozan: Osman Numan Baranus / İsmet Kemal Karadayı - Hüseyin Topçugil - Suna Aras
- Mehrizat Poyraz (Cumhuriyet Kitap, 12.8.1999), Tanzimat’tan Bugüne
Edebiyatçılar Ansiklopedisi 1 (2001), Abdullah Satoğlu / Kayseri Ansiklopedisi
(2002), Hasan Bülent Kahraman /Baranus ya da Gizli Sözcüklerin Esrarı (Radikal,
12.8.2005), Hüseyin Atabaş / İyi Geceler Kalemler Tuşlar (Cumhuriyet,
30.8.2005), Bir Yiğit Baranus Var!: Vecihi Timuroğlu - Hüseyin Atabaş - Yunus
Koray - Muhsin Şener - Özgen Seçkin - Tuncer Uçarol - Ahmet Telli (Damar, Kasım
2005), İhsan Işık / Resimli ve Metin
Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
Özünün
bir kavram olarak Türkçe Sözlük'teki tanımı şöyle: "Ölçü, uyak, ses uyumu
gibi duygulandırıcı öğelerle süslenmiş olup, güzel imgeler taşıyan sanatlı
söz." Özün sözcüğünü şiir sözeüğü yerine önerirken şöyle demiştik:
"Gerçek anlamındaki öz ile ses anlamındaki ünden oluşmuş bileşik özün
sözcüğünü şiir sözcüğü yerine kullanıyoruz. Dileğimiz, şairlerin şiir,
poete'lerin poeme yazmalarına karşılık, ozanların da özün yazmalarıdır."
Bu
yazımızla insansal bir yaratı olarak özünü derinliğine ve genişliğine açmak
istiyoruz.
Özün
demek, bir savaştan çıkılmışsa, barışı bayındır yaşamak demektir. Ya da,
barışı dört başı bayındır yaşamak için savaşmak demektir. Özün, barışa ya da
savaşa bir soy çağrıdır. En çok ünlem bulunan insan sesi, en çok özüne yakışan
sanatlı sözü belirler. Özün yazmak için, bir ozan, "erinç bulayım da,
mutlu olayım da, yaşamımı yoluna koyayım da sonra başlayayım" demez.
Böyle düşünülseydi insanlık özünden yoksun olurdu. Özünden yoksun bir insanlık
ise, yaşam belirtilerinden yoksun göksel varlıklara dönerdi: Bitmez tükenmez
kayalıklar.
Özün,
bir yerde kurtuluştur. Özün, bir yerde insanoğluna yıkımı, kıyıncı ve de ölümü
unutturur. Öyle kahramanlar görülmüştür ki, yaşamları boyunca kazandıkları
utkuları anlatmak için özüne başvurmuşlardır. Bir özün, ya da bir özünden
birkaç dize ciltler dolusu kitapların yerini tutabilir. Özün, peygamberleri
ve kahramanları, büyük öncüleri halka yaklaştırır; onlara halktan olduklarını
anımsatır. "Ne oldum deme, ne olacağım de!" diye, odun yığınlarının
üzerinde yanarken haykıran kral, ilk ve son özününü söylüyordu. "Sen de mi
Brutus?" diyen Sezar da öyle. Her yüreği elinde içten ve yiğit insanın
bir ozan yanı vardır. Başarılı öğrenciler arasında bile, özünü en iyi özümsemiş
olan öğrenci ötekileri gölgede bırakır.
Nürenberg'de
yargılanan Göring, tutukluluğu süresince elinden düşürmediği Goethe'nin
özünlerini okurken, ölüm cezasına çarptırılarak da olsa, kendi eliyle canına
kıyarak da olsa dünyadan ayrılacağına değil de, neden o güne dek Goethe'yi
okumadığına hayıflanıyordu, "gençliğimde bu özünleri okusaydım, şu
yaşamda böyle bir sonum olmazdı" diye acı acı düşünen Göring,
"ozanlara, yazarlara ve düşünürlere ölüm!" sloganıyla onları ülkede
barındırmayan bir yönetimin ileri gelenlerindendi.
İmparatorların
tek ülkeleri vardır, ama ozanların pek çok imparatorlukları vardır.
İmparatorlara boyun eğen ozan görülmemiştir, ama ozanlara boyun eğen
imparatorlar gırla. Ölümsüzlük konusunda ozanları kıskanan çılgın Neron,
Roma'yı ateşe verip karşısında lir çalarken ozanlara özeniyordu. Bilmiyordu ki,
ozanlar kıyıcı değildir. Ozanlara saygı duymayan erklilerin sayıldıklarına
tarih hiçbir çağda tanık olmamıştır.
Özünü
lif lif öğelerine ayırınız, karşınıza matematikle ruhbilim çıkar. İyi özün
yazabilmek için usun bileyicisi yüksek matematikle uğraşan ozanlar olduğu
gibi, iyi matematik yapabilmek için imgelemin bileyicisi özünle haşır-neşir
olan bilginler, giderek bilgeler vardır. Fuzuli boşuna dememiştir,
"bilimsiz özün temelsiz duvara benzer" diye. Temelsiz duvarın sonu
bir yıkıntıdır, özünden geçmeyen bir bilim yolunun sonu boşluktur, yokluktur.
Atom fiziğini kuran Einstein, gölde kayık gezintisi yaparken küreklerinden
damlayan damlacıklara bakıp, "şu damlacıkların özününü yazmak
isterdim!" demişse, doğaya ve gerçeğe aykırı ve de ağırbaşlı olmayan bir
dileği belirtmemiştir.
Namık
Kemal'in, "Vatanın bağrına düşman dayamışsa hançerini / Yok mudur
kurtaracak bahtı kara mâderini?" sorusuna, T.B.M.M.'nden, "Vatanın
bağrına dayamışsa düşman hançerini / Bulunur kurtaracak bahtı kara
maderini!" diye yanıt veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk, umutsuzluğu umuda
dönüştürerek bir özünü yeniden yaratmıştır.
(Özün, Ağustos 1971 - Damar, Kasım 2005)
Sevmek egemen
oldu evrende,
Gözümüz
gönlümüz aydın olsun!
Sevi oklarıyla
delik yüreklerimiz
Hele ılgıt
ılgıt kanayadursun,
Yayı elinde
Eros'a soralım:
Adının anlamı
ne, bir söylesen?
Okunu takarken
yanıt verir:
Sevmek egemen.
Sevmek, gül
görünümlü bir yara,
Bir sayrılık, ama
onduran, iyi eden.
Onsuz ak
bulutlardan bize ne,
Esen yelden,
süzülen yelkenliden?
Bu dönemece iyi
günler dilemek,
Bu kalemi,
defteri, kadehi öpmek
Aklımızın ucuna
bile gelmezdi,
Onunla yer ve gök
gönenmeseydi.
Ölümsüz kılar
dünü, bugünü.
Yarınları
ölümsüz, güvenilir.
Yer yerinden
oynasa, ay yörüngesinden,
Gün kıvancından
delirse yeridir, çünkü
Sevmek egemen.
Durumum zor,
bir türlü kolaylıyamadım,
Oturdum da
sabahlıyorum yine.
Ne iri kıyım
lakırdı etmenin,
Ne yanıp
yakınmanın deırdindeyim.
Ardımda yüce mi
yüce bir dağ,
Önümde derin mi
derin bir uçurum,
Uzaklarda,
tanımsız uzaklarda,.
Geceyle bir
acıyı damıtıyorum.
Vurgun olan
uyur mu bu uykuyu.
Uyumayan rüya
görür mü Sanem ?
Yine de başım
dinç, kollarım kavi,
Yine de
altedebilirim her devi.
Bana bu
tanrısal gücü veren
Kargınmamdaki
nedensizlik mi?
Bana egemen
olan ne soydandır,
Yoksa rüya
görmek mi uyanıkken?
Hayır, diyor
bir ses, hayır hayır!
Sevmek egemen.
Her bulutsu
olanın özünü aydınlatır,
O ne büyük
bilgedir ki, tek tutkusu düzen.
Kahramanlıklar
vardır, tellim kutsanır,
O ne bahadır
erdir ki, her adımı yengi.
Sokrat'ın düşünme
sevgisini yok edelim,
Koçyiğit
Köroğlu'nun özgürlük sevgisini.
Gayrı onların
elleri neye varır ?
Dememi o ki,
yeryüzünü yeryüzü eden
En olumlu
eylemlerin tümünden
Sevmek üstün,
sevmek güzel, sevmek gür,
Sevmek egemen.
Demem o ki,
dört kutsal kitap, dört din,
Ulu
kalabalıkları bir araya getirdi.
Musa'nın,
Davud'un, İsa'nın, Muhammed'in
Bu ulu
kalabalıklara ilettikleri
Buyruklarda ne
korku vardı, ne kin.
Öncüler
birbirlerini asla yermediler;
Ya
arkalarındakiler, ya ümmetleri?
Oldu bitti
birbirlerini yediler.
Tanrı tek, gel
gör ki dünya dörde bölük.
Oysa iyice
okunup bellenmeliydi
O kutsal
kitaplardaki şu bildiri:
Ne horgörü
egemen, ne kötülük,
Sevmek egemen.
Kral,
imparator, sultan egemenlikleri,
Ne oldu?
Yerlerinde yeller esiyor şimdi.
Tanrı da
kurtuldu kendine teyellenen
O yamru yumru
kanguru gölgelerden.
Egemenlik
ulusundur, ak alınlar yazgısı,
Egemenlik
ulusundur, anlıyoruz ki hemen,
Sevmek egemen.
Pınarbaşı,
Uzunyayla'nın eşiği,
Pınarbaşı'ndadır
ah dostlarım
Bebeliğimin
tıngır mıngır beşiği.
Benim doğduğumda
göbekbağım
Tam üç kez belime
dolalıymış;
Tam üç kez
ölümden kurtulacakmışım.
Büyüdüm,
bugünlere yürüdüm geldim,
Ey, nice
ölümlerden ölüm beğendim.
Gecenin şu
sularında, bütün Uzunyayla'da,
Genç kızlarla
delikanlılar girip kolkola
O canım halk
oyunlarını oynuyorlarsa,
Akordeon
sesleriyle yükselen
Sevmek egemen
ünlemidir yalnızca,
Sevmek egemen.
Ben sevi nedir
seninle algıladım,
Doluyu yudumlar
yudumlamaz, hayda!
O kent senin bu
kent benim, arandım,
Putam bildim
yüzünü görmeden daha.
Sanem dedim
türkülerimde adına.
Sanem, Sanem!
Gözlerim kapalı gidersem.
Erinden,
geçinden; sana doydum sanma,
Karanlıkları
herk eden kotanıma
Sen abanacaksın
özgür topraklar boyu,
Sen
yaratacaksın, inanıyorum,
Yaradan'dan
sonra en iyi, en soylu,
Meva kızımla
Ümran oğlumu.
Sana bu
canlarımı bırakıyorum;
Bu canlarıma ne
bırakabilirim,
Hanlar -
hamamlar mı, kervansaraylar mı?
Kalsa kalsa bir
çift söz kalır benden:
Sevmek egemen.
İnsanın bir yanı
var, dinlenik bir boğa,
Hep dağlar
ardından derdini söylemez ya,
Yerinde
duramıyor, yekinip dolanıyor,
Soluğu alev -
ateş ve burnu iki mağara;
Gülüyor ona,
güzelliğince hoyrat doğa.
Gılgameş denildi
mi bir destan anımsanır,
O destanın
geçtiği yarlerden geliyorum,
şte ellerim,
kollarım, kaslı ve ağır,
İşte saçlarım,
sakallarım, kıllarım,
İşte dudaklarım,
iste... derken,
Sevmek egemen.
Sevmek egemen,
sevmek egemen!
Asla
usanılmayan bir tapınma,
Görkemli bir
insanlık korosu ya da.
Ne dinde, ne
dilde olursanız olun,
Gelin, bu
koroda yerinizi bulun.
Sevi tükenir
mî? Tıpkı öyle bu da.
Yeniden başlıyor
sona ererken.
En büyük
gerekçe, en büyük neden,
Her zaman, her
yerde, her durumda
Sevmek egemen.
Haydin
yingleyelim ta yürekten:
Sevmek egemen.
(Sevmek Egemen, Ankara 1975)
Dışarıda
apaydınlık bir sabah,
Ağaçlar, ekinler, seher
yeli.
Dışarıda yollar sarp, yollar
deli,
Seni
düşüncelerimle yediyorum.
Dışarıda
kapkaranlık bir gece,
İçerisine
girdiğin şu ev bile
Dışarıda
olduğunu unutur.
Şu toprağın bir adamlığı var.
Şu ana toprağın, kara toprağın.
Sana bir resim yapayım mı,
Ama çizgileri hoyrat ve kalın?
Bir
adam abanmış toprağa,
Bu adam ermişlerden avara,
Yakasından tutup kaldırayım mı?
Uyanıyorum, ellerim yakamda.
Derin uykulardan uyanıyorum,
Amanın toz-pembe rüyalardan!
Bir yandan borası, fırtınası,
Günü-güneşi vuruyor bir yandan,
Dışarıda olduğumu anlıyorum.
Ben bir yaban güverciniyim,
Bütün yuvalardan kovuldum.
Yüzümde okunan çocuksu gençlik
Acının tadına vardığımdandır.
Sana
sevi diyorum, sana özün,
Sana
özgürlük, barış, esenlik;
Sen ölümden önce gelmelisin.
Ben bir yaban güverciniyim,
Bütün yuvalardan kovuldum,
Kapına gelsem, gir demez misin?
Âşıktan ders aldım olmadı Yârâb!
Canan ayağına can seremedim...
Ne kadar dildarmış aşk denen kitap
Öptüm öptüm yine ah düremedim.
Ben de Ferhat gibi bunaldım hayli
Vehbi’nin izinden yol aldım hayli
Aşıktım dağlara kul oldum hayli
Kendimi yollara ah veremedim.
Gurbet bu mu dedim beli dediler
İsmim Osman idi Veli dediler
Biraz mest olmuşum deli dediler
Gönül diyarına ah eremedim.
Amacım Baranus'un
şiirinin yapısını,
dokusunu vermek değil. Bana takılan kavramları, onun şiirindeki biçemle ortaya çıkarmak, öne sürmek istiyorum. Onun, eleştirel bakış tarzını toplumsal
duyarlığıyla nasıl kaynaştırdığını göstermek sanki boynumun borcu. O, şiirinde
ölçüden, uyaktan çokça yararlanırken deyişte çok daha modern durdu; yenilikleri yeni, bilinmez sözcüklerle vermeyi denedi. Şiire "özün" dedi; o yıllarda "dizin", "yır" tutmadığı için. iki
yıl çıkardığı dergisinde başka bir sözcüğü
"şiir" yerine yanaştırmadı.
Hem yenici, hem gelenekten
yararlanıcı bir şiiri gündeminde tuttu hep.
Baranus da halkımızın az okuduğunu, hatta okumadığını bilen, bunun
üzüntüsünü yaşayan şairlerden
biriydi. Hele kendisi gibi kapalı şiire, daha doğrusu derinlikli şiire ulaşmış şairlerin okunmadığını biliyordu. Şiiri sevdirmenin, okurun nabzına göre şerbet vermek olmadığı düşüncesindeydi. Kaldı ki zaman zaman toplumsal duyarlığı yüksek şiirlerinde halkın seveceği türden anlaşılır ama basite kaçmayan,
didaktizme, politik slogana
yaslanmayan öğeler de vardı. Yine de
Yıkanık Irıplar (1991)’da o;
Zira cin gibi
biliyorsun
Paul Valery'nin
Aykırı adlı,
Kahren soyadlı
kanısını:
"Ozan yeni
oldukta okunmaz,
Hiç okunmaz klasik
oldukta.
bendini yazmaktan
kendini alamadı. Ülkemizdeki en büyük sorunlardan biri olmaya hâlâ devam ediyor
kitap okumamak.
Nereden bakılırsa
bakılsın, ister
şiir açısından ister bilinç, Baranus şiirde istediği yere ulaşmıştır. Çok
okunmaması bir şair için ne denli önemlidir ki? Ama önemli olan, edebiyat
eleştirmenlerinin, tarihçilerinin tavrıdır, ülkedeki kimi şair ve yazarlara uzak
durulması psikozudur. Hep demişimdir; eğer bir su başını tutmamışsanız,
ağzınızla da kuş tutsanız, gökten imgeleri yağdırıp metaforlar dünyasına indirme bile
yapsanız hep görmezlikten gelinirsiniz. Çünkü yararcılık ve ekonomik çıkarcılık bir
hastalık biçimi olarak bizi içten içe kemirmektedir. İçe kapanıklığı ile
anılan tüm şairler bu hastalık nedeniyle kenara itilmişlerdir. Haksızlık derecesindeki bu durum edebiyat tarihimizde de derin
boşluklar oluşturmuştur. Çok
kez hiç okumadığımız, onun dünyasına inmediğimiz şairler hakkında da söz etmişizdir, ahkâm kesmişizdir. Bu davranış bize özgüdür herhalde.
Osman Numan Baranus,
toplumsal
duyarlığı önde bir şairdi. Yenilikçiydi, dilde özcüydü. Yerel-etnik
sözcüklerin hayranıydı; bu sözcüklerin bir köşede unutulup gitmesine
gönlü razı değildi. Yeri geldikçe hep kullandı o tür sözcükleri. Anlaşılmamak pahasına da
olsa...
Sonunda esenledi bizi
bir düşkünler
evinin penceresinden, kimseye ilenmedi, kimseden anılmasını istemedi; işte bunlar yazdıklarım,
siz çok gerilerdesiniz de demedi; sevgisizliğimizi yüzümüze vurmadı; değerbilirlik için
bize ders vermeye yeltenmedi; çünkü edebiyat dünyasını iyi biliyordu, o dünyanın son yıllarda
bir bataklığa doğru sürüklendiğini de... Sessizce bir esenlemeyle kapadı defterini
ve penceresini (…)
(Damar, Kasım 2005)