Hasan Sabbah

Tarikat Lideri, Siyaset ve devlet adamı, Yazar

Doğum
Ölüm
12 Haziran, 1124
Diğer İsimler
Haşhaşiliğin kurucusu

İsmaili Devleti ve Haşhaşî fedai grubunun kurucusu, siyaset ve tarikat lideri, yazar (Ö. 1050 ?, Kum / İran – Ö. 12 Haziran 1124?, Kum / İran), Farklı bir dini ekole dayalı üst düzey dini bilgi birikimine ve otoriter bir liderlik karakterine sahip olduğu bilinen Hasan Sabbah kurduğu tarikatın suikaste dayanan farklı askeri taktikleri ve 35 yıl boyunca dışına çıkmadan yaşadığı Alamut Kalesi ile tanınmaktadır.

1046-47 veya 1053-54 yıllarında On iki İmam Şiiliği'nin önemli bir merkezi olan Kum kentinde doğduğu rivayet edilir. Sabbah, hayatını anlattığı Sergüzeşt-i Seyyidina adlı eserinde Himyerî Krallığı'nın soyundan geldiğini ve babasının Yemen'den Kufe'ye oradan da Kum şehrine göç ettiğini belirtmektedir. Babası Ali bin Muhammed Oniki İmam Şiiliğinin önemli isimlerinden birisiydi. Oğlu Hasan'ın felsefe, kelam, mantık, fıkıh ve riyaziyyat alanlarında iyi eğitim almasını sağladı.

 

İsmaili Mezhebiyle Tanışması ve Alamut Kalesi Öncesi Faaliyetleri

 

Din alimi olmak isteyen Sabbah tahsilini devam ettirmek için Rey şehrine gitti. On yedi yaşına kadar bağlı kaldığı Oniki İmam Şiiliğinden, karşılaştığı Fatımî daisinin etkisiyle İsmaililik mezhebine geçiş yaptı. Sabbah'taki yeteneği fark eden Irak bölgesi başdaisi İbn Attaş kendisine Fatımî Halifesi Müstansır'ın yanına gitmesini ve Darülhikme'de İsmaili mezhebi hakkında eğitim almasını tavsiye etti. İsfahan civarında iki yıl İbn Attaş'ın vekili olarak davette bulunduktan sonra Azerbaycan, Musul, Sincar, Rahbe, Şam, Sayda, Sur ve Akka üzerinden 1078 yılında Kahire'ye ulaştı. Burada başdai Ebu Davud tarafından karşılandı ve Halife Müstansır-Billah ile görüştü, ilgi ve alakasına mazhar oldu. Halife, kendisini vekil olarak seçti ve ileride Horasan bölgesinde dailik yapmasını istedi.

Hasan Sabbah, Halife Müstansır'dan sonra hilafet makamına veliaht Nizar'ın geçmesini isterken vezir ve başkumandan Bedr el-Cemali ise Ahmed el-Müsta'li'nin geçmesini istiyordu. Sabbah'ın muhalefetiyle karşılaşan el-Cemali, Sabbah'ı önce hapse attı ardından da ülkeden sürdü veya diğer bir rivayete göre Sabbah Mısır'dan kaçtı ve 1081 yılında İsfahan'a ulaştı. 9 yıl boyunca İran'ı baştan sona dolaşarak Batıniliğin propagandasını yaptı. İran'ın kuzeyine yöneldi. Özellikle Deylem bölgesi ile ilgilendi. Bu bölge İslam'ı zorla kabul etmeyen, toprakları zor fethedilen, savaşçı ve eski gelenekleri sürdüren yerli bir halkın kontrolündeydi. Bu propagandadan çok etkilenen Gilan, Mazenderan bölgelerinde 3 yıl boyunca çalışarak dağlardaki savaşçıları ve gönderdiği dailer sayesinde bölge halkını yanına çekti. Sabbah'ın faaliyetlerini izleyen Selçuklu Veziri Nizâmülmülk yakalanması için emir verdi. Bunun üzerine Hasan Kazvin'e kaçtı. Burada müstahkem Alamut Kalesi'ni karargahı olarak seçerek Nizârî-İsmaili Devleti'ni 4 Eylül 1090 tarihinde kurdu.

 

Alamut Kalesi Dönemi

 

Alamut Kalesi'ne yerleştikten sonra kaleyi ele geçirilemez ve kuşatmalara dayanacak şekilde tahkim ettirdi ve yiyeceklerin uzun süre bozulmaması için depolar yaptırdı. Bundan sonra Alamut askeri ve idari merkezi oldu. Halife Müstansır'ın ölümünün ardından yerine Sabbah'ın muhalif olduğu diğer oğlu Müsta'li-Billah geçti. Sabbah bu durumu kabul etmeyerek Nizar'ı destekledi ve adına hutbe okuttu. İsmaililer'in Müstaliyye ve Nizariyye olarak ikiye ayrılmasıyla Sabbah Alamut'ta Nizariler'in lideri konumuna geldi ve Fatımîler'le ilişkilerini bütünüyle kesti.

Nizariler'i Fatımîler'den ayıran en önemli fark Nizariler'e düşman olanların fedailer tarafından öldürülmesinin dini bir vazife olarak kabul edilmesidir. Müritlerinin eğitim almasını yasaklayarak cahil kalmalarını sağlamıştır. Onların eğitim almasına gerek yok, çünkü Allah'ı tanımak akıl ve fikirle değil masum imamın yol göstermesiyle mümkündür. Ayrıca müritlerine cenneti vadediyor ve cennetteki mutluluğu dünyada hissetmeleri için onlara esrar içiriyordu ve bu şekilde emirlerini koşulsuz yerine getiren fedai haline geliyorlardı.

Sonunda Hasan Sabbah Elburz Dağları'ndaki Elemût Kalesi'nde karar kıldı. Kale geniş bir vadiye egemen konumdaki büyük bir kayalık üzerine inşa edilmişti. İki bin metre yükseklikteki kale kayanın tabanının yüzlerce metre üzerinde, yalnızca sarp ve dolambaçlı bir patikadan çıkılabilen bir yerde bulunmaktaydı. Rivayete göre kale Deylem krallarından biri tarafından inşa edilmişti. Kral kartalını salmış, kartal ise bu kayalığa konmuş, böylece kalenin yapımına başlanmıştı. Ve kaleye "kartalın öğretisi" anlamında "Aluh Amut" ismi verilmişti.

 Hasan Sabbah'ın buraya vardığı sırada kale onu Selçuklu sultanından almış olan Alevi Mehdi adındaki bir hükümdarın elindeydi. Önce bölgeye dailerini yollayan Hasan, bölge halkını ve Alamut'ta yaşayanları kendi tarafına çekmiştir. Hasan Sabbah bu olayları şöyle anlatmaktadır:

"Ve sonra Kazvin'den Alamut'a bir dai gönderdim. Alamut insanlarından bazıları dainin telkinlerine uyup mezhep değiştirdiler ve Alevileri de buna teşvik ettiler. Dai yenilgiye uğramış gibi göründü, ancak bir yolunu bulup dönmelerin tümünü kale dışına çıkardı ve bütün kapıları kapatarak kalenin sultanın malı olduğunu ilan etti. Uzun münakaşalardan sonra onları yeniden içeri aldı ve insanlar da daha kötüsüyle karşılaşmamak için onun himayesi altına girdiler.„

Bundan sonra 4 Eylül 1090 günü gizlice kaleye alınmış, kalenin önceki sahibi elinden bir şey gelmediği için kaleyi terk etmiştir. İranlı tarihçilere göre Hasan Sabbah, Mehdi'ye üç bin altın dinar değerinde bir senet vermiştir. Böylece Hasan Sabbah, Haşhaşin tarikatını resmen kurmuştur.

 Şiîliğin İmâmiye-i İsnâ'aşer'îyye Mezhebi'nin gayba halindeki On İkinci İmâmı Muhammed Mehdi ile karıştırılmaması gereken Zeydî-Alevîler Hanedanlığı mensubu En-Nâsır'ûl-Alevî Li'l-Hâkk soyundan gelen Alevî Mehdi,Elemût Bölgesi'nde bulunan Elemût Kalesi'nin son Büyük Selçuklu komutanı idi.

Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk daha 1090 yılına gelmeden Hasan bin Sabbah'ın tevkif edilmesi için gerekli emirleri çıkartmıştı. Bu nedenle de Hasan bin Sabbah Elemût Kalesi'nden yaklaşık 60 Km uzaklıktaki Kazvin'de gizlenmekteydi. Buradan kalenin zaptı ile alâkalı bir takım planlar hazırlamaktaydı. Hasan bin Sabbah özel olarak daha önceden görevlendirdiği Hasan el-Ka'ini adındaki casusu aracılığıyla kaledeki muhafızların çoğunu İsmâil'îyye mezhebine döndürmeyi başarmıştı. Bu mühtedilerin tamamını ortadan kaldırmayı planlayan Mehdi önce kendisini Hasan Sabbah'ın Dâvah hareketini kabullenir ve destekler gösterdi. Bu arada Kazvin'den gönderdiği bir başka Dâ'î aracılığı ile Hasan Sabbah kaledeki taraftarlarının sayısını iyice arttırmayı başarmıştı. 4 Eylûl 1090 tarihinde gizlice kaleye giren Hasan Sabbah, kendisini Dihkhudâ ismiyle tanıtarak bir süre burada yaşadı. Mehdi durumu anladığında ise kaledeki muhafızların tamamına yakını İsmâ'îl'iyye mezhebi'ni kabullenmişler ve Mehdi'yi tamamen kendisini savunamayacak bir duruma düşürmüşlerdi

 

Alamut Kalesi'nin Teslim Alınması

 

Hasan bin Sabbah tarafından kale Zeydî Mehdi'ye Üç Bin Altın Dinar ödenmek suretiyle teslim alındı. Ödeme İsmaili Dâvah hareketine gönül vermiş "Muzaffer Reis" ismindeki bir Selçuklu subayı tarafından gerçekleştirildi. Kalenin bu şekilde Mehdi'den alınması sırasında ise hiçbir vahşet gerçekleşmemiş oldu.

Hasan Sabbah, Alamut'a yerleştikten sonra 34 yıl boyunca buradan hiç ayrılmamıştır. Rivayetlere göre Alamut'taki kendi odasından bile sadece birkaç kez çıkmıştır. Alamut'a yerleştikten sonra Büyük Selçuklu Devleti ve Abbasilere yönelik mücadelesine başlayan Hasan Sabbah, kendi döneminde elliye yakın suikast gerçekleştirmiştir. Bunların en önemlisi ve ilki Nizamülmülk'ün öldürülmesidir. Diğerleri ise Selçuklu üst düzey devlet görevlileri ve Abbasi din adamlarına yönelik suikastlerdir. Nizamülmülk'ün öldürülmesi ve ardından Melikşah'ın ölümü sonrasında Sencer, Berkyaruk ve Muhammed Tapar arasında taht kavgaları başlamış ve Selçuklular gerilemeye başlamıştır. Hasan Sabbah Selçuklu sarayındaki taht kavgalarını kendi lehine kullanmıştır. Ayrıca Hasan Sabbah döneminde başka önemli kaleler de ele geçirilmiştir.

Hasan Sabbah döneminin en ilginç olaylarından biri de büyük Sünni tarihçi Alâeddin Atâ Melik Cüveynî'nin aktardığı olaydır. Cüveynî'ye göre Muhammed Tapar'ın ölümünden sonra tahta geçen Sencer'e barış elçileri gönderen Hasan Sabbah, tekliflerin kabul edilmemesi nedeniyle saraydan birilerini yanına çekerek sultanın başucuna bir hançer saplanmasını sağlamıştır. Ayıldığında büyük paniğe kapılan Sultan olayı gizli tutmaya çalışmış ancak olayın hemen ardından bir elçiyle gelen mesajda Hasan Sabbah, “Ben istemez miydim ki o hançer sert taşa değil de sultanın yumuşacık göğsüne saplansın.” demiştir. Bu olaydan sonra İsmaililer, Sencer döneminde oldukça rahatlamıştır.

 

Ölümü

 

Mayıs 1124'te hastalanıp yatağa düşen Hasan Sabbah, ölümünün yaklaştığını düşünerek halefi olması için Lemeser Kalesi komutanı Kiya Buzrug Ummid'i seçti. Ebu Ali'yi sağına oturttu ve kendisini misyonerlik faaliyetlerinin başına getirdi. Kasranlı Adem'in Oğlu Hasan'ı sağına ve ordularının komutanı Kiya Ebu Cafer'i de önüne oturttu ve onlara imamın gelip devletin başına geçeceği güne dek Kiya Buzrug Ummid'in liderliğinde uyum içinde çalışmalarını salık verdi ve 23 Mayıs 1124 Cuma günü öldü.

Bu aynı zamanda göz alıcı bir liderliğin de sonuydu. Sünni ve Şiî İsmaili birçok vakanüvis onu keskin zekalı, yetkin, aritmetik, astronomi, büyü ve daha pek çok alanda bilgi sahibi biri olarak tarif eder. İsmailileri sevmeyen bir Arap biyografi yazarına göre Alamut'ta ikamet ettiği otuz beş yıl boyunca, ne bir kimse ortalık bir yerde şarap içebilmiş ne de testilere şarap doldurulabilmişti. Oğullarından birini şarap içtiği, diğeriniyse asılsızlığı kanıtlanmış olan Dai Hüseyin Kaini'nin katlini azmettirmek suçundan idam ettirmişti.

Hasan Sabbah aynı zamanda bir yazardı. Sünni yazarlar eserlerinden iki parçayı, bir otobiyografik metni olan ve bir ilahiyat risalesini muhafaza etmişlerdi. Hasan Sabbah asla imam olduğunu iddia etmemiştir. Yalnızca imamın bir temsilcisi olduğunu söylemiştir. Hayatını anlattığı kitabın adı Sergiızeşt-i Seyyidinâ'dır. Tarihçi Ata melik cüveyni Moğollar Alamut kütüphanesini yakmadan önce kitabı kütüphaneden almıştır.

Suikastlerine kurban giden isimlerden bir tanesi de Nizam’ül – Mülk’tür. Haşhaşiler kimdir?

Selçuklu Devleti’nin bulunduğu yıllarda kurulan Haşhaşiler’in kurucusu Hasan Sabbah’tır. Tam adı Hasan bin Ali bin Muhammed bin Cafer bin Hüseyin bin Sabbah el-Hamari’dir.

2020 yılında Uyanış Büyük Selçuklu adlı tv dizisinde Hasan Sabbah’ı Gürkan Uygun canlandırdı.

KAYNAK: Sedat Palut / (dunyabizim.com, 20 Ekim 2018), Hasan Sabbah kimdir, kaç yaşında ve ne zaman öldü? (sabah.com.tr, 12.10.2020), Gürkan Uygun (imdb.com, 17.11.2020), Gürkan Uygun (sinematurk.com, 17.11.2020), Uyanış: Selçuklu dizisinde adı geçen Hasan Sabbah tarihte kimdir? (gursesgazetesi.com, 17.11.2020),

 

 

 

HASAN SABBAH KİMDİR? ALAMUT KALESİ NEDEN BU KADAR ÖNEMLİDİR?

Ayşe Atıcı Arayancan’ın 'Dağın Efendisi Hasan Sabbah ve Alamut' adlı kitabı, Hasan Sabbah kimdir, öğretisi nedir, Alamut Kalesi neden bu kadar önemlidir sorularına cevap veren önemli bir kaynak... Sedat Palut yazdı.

 

Hasan Sabbah Ortaçağın önemli liderlerinden biri… Öğretisi ve içinden hiç çıkmadığı iddia edilen Alamut Kalesi… İsmaili adlı mezhebi kurduğu iddia edilen Hasan Sabbah kimdir, öğretisi nedir, Alamut Kalesi neden bu kadar önemlidir? Bu soruların cevaplarını bulacağımız bir kitap var elimizde. Ayşe Atıcı Arayancan’ın yazmış olduğu “Dağın Efendisi Hasan Sabbah ve Alamut” adlı kitap Yeditepe Yayınları tarafından basıldı.

Yazar Arayancan, kitabının başında dört halife dönemindeki ayrılıkları anlatmış. Özellikle Hz. Ali (ra) ve Hz. Muaviye (ra) dönemini… Ardından kitabın kahramanı Hasan Sabbah karşımıza çıkıyor. Yazar, İsmaillilerin Hasan Sabbah’a, “Seyyidina (efendimiz) Hasan” adını verdiğini hatırlatıyor. Babası, ilmi seven bir kişi olarak, Sabbah’ın kelam, mantık, felsefe ve matematik eğitimi almasını sağlamış. Sabbah’ın çocukluğunda din adamı olmak istediğini öğreniyoruz. Sabbah, yaşı ilerleyince Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün yanında idari olarak görev almış. Lakin yazar, Sabbah ile Nizamülmülk’ün arasının mali işler nedeniyle bozulduğunu söylüyor.  Zamanla Sabbah’ın okuma metinleri değişmiş ve İbn Attaş’ın da onayıyla İsmaili mezhebine dâhil oluyor. Arayancan’ın belirttiğine göre İsmaili eğitimini geliştirmek için Mısır’a giden Sabbah, buradaki sünni âlimlerin büyüklüğünü reddettiği için buradan kovulur, İsmailiği yaymaya çalıştığı için de sürgüne gönderilir. Yazar, Sabbah’ın yolunun İran’a düştüğünü, burada İsmailiğin propagandasını yapmaya başladığını belirtiyor.

Sabbah’ın destekçisi zaman içinde sürekli artar ve bu da Selçukluları rahatsız ettiği için Nizamülmülk tarafından takip edilmesi ve sonrasında da yakalanması istenir. Sabbah ise kaçar. Yazar burada şuna dikkat çekiyor. Birincisi, Sabbah çok iyi bir propagandacıdır. İkincisi ise, Selçuklu yönetiminden memnun olmayanları kendi yanına çekmeyi başarabilmektedir. Yazara göre Sabbah, kendine bağlı insanların artmasıyla beraber bir yerde ikamet etmek istemektedir. Bunun için de en uygun coğrafya Alamut Kalesi’dir. Fakat kale bu dönemde Sultan Melikşah’ın da onayıyla Hüseyin soyundan gelen Alevi-Mehdi adında birinin yönetimindedir. (S.35) Sabbah, kalede bulunan askerlerin bir kısmını zamanla kendi tarafına çeker ve ayrıca İsmaililerin de kaleye sızmasını sağlar. Büyük bir güce ulaşınca da kendisi kaleye gizlice girer. Dehhuda adıyla bir süre kimliğini gizleyerek yaşamaya başlar. Mehdi ise Sabbah’ın gerçek kimliğini öğrendiğinde ise iş işten geçmiştir. “Sabbah Alamut’un bedeli olarak üç bin dinarlık bir senet vererek, Mehdi’nin kaleden serbestçe ayrılmasına izin verir.” (S.36) Böylece Sabbah daha rahat propaganda yapar ve dört bir tarafa propagancılarını gönderir.

 

Selçuklular ve Alamut Kalesi

 

Peki, Sabbah neden özellikle bu kaleyi istemiştir? Yazar kalenin iki bin metreyi aşan kayalar üzerine kurulduğunu, dağlar ile kuşatıldığını, dışa kapalı ve verimli bir vadi üzerinde bulunduğunu belirtiyor. İsminin de “Kartal Yuvası” anlamına gelen “aluh” ve “amut” kelimelerinden meydana geldiğini ekliyor. Yazarın belirttiğine göre Sabbah, kaleye surlar ve su kuyusu yaptırıyor. Kaleyi dış saldırılara karşı güçlendiriyor. “Nitekim Moğol hükümdarı Hülagu kaleyi ele geçirdiği zaman kalenin yıkımı için birçok asker ve devşirme görevlendirmiş, ancak duvarlara kazma işlemeyince, önce evlerin damlarını, daha sonra da duvarlarını yıkmak için uğraşmışlardır.” (S.39)

“Selçuklular ve Alamut Kalesi” başlıklı bölümde yazar, İran ve Afganistan coğrafyasının bu dönemde tam olarak zerdüştlüğün etkisinden kurtulamadığını ve Sabbah’ın da İsmaililiği yaymak adına bunu kullandığını belirtiyor. Bu döneme kadar Sabbah’ı çok önemsemeyen Selçuklu Sultanı Melikşah ise Sabbah’ın bu çalışmalarının ardından Nizamülmülk’ü bu konuyla ilgilenmesi için görevlendirir. Vezir önemli bir orduyla kaleyi kuşattırır. Günlerce süren kuşatmanın ardından açlığa dayanamayacak noktaya gelen halk Sabbah’tan yardım ister. Sabbah ise sabretmelerini söyler. Ardından kaleyi kuşatan Emir Yoruntaş’ın ölmesiyle kuşatma kaldırılır. Halk bunu Sabbah’ın kerametine bağlar. “Sultan Melikşah, Hasan Sabbah’ı yeni bir din icat etmek ve cahilleri kandırmakla suçlar ve eğer kendisine itaat edilmez ise kalelerini yerle bir edeceğini bildirmek üzere elçi ile bir mektup gönderir. Hasan Sabbah ise bu mektuba karşılık olarak Müslüman olduğunu, Abbasilerin hilafeti gasp ettiğini, hilafetin gerçek sahibinin Fatımi olduğunu söyleyerek sultanı Nizamülmülk’ün entrikalarına karşı uyarır ve Selçuklu Devletini tehdit eder.” (S.49)

Peki bu sürecin devamında ne olur? Yazar, İsmaillilerin gayretleriyle Nizamülmülk’ün suikast düzenleyerek öldürülmesi ve Selçuklu tahtından Melikşah’ın ölümünün ardından Muhammed Tapar ve Berkyaruk arasında iktidar mücadelesinin başlamasıyla İsmaililerin rahatladığını ve Sabbah’ın büyüdüğünü söylüyor. Bu süreçte Sabbah, saray ve ordu içine sızmıştır. Kendisi ile ilgili tüm olaylardan haberdar olur. Selçuklu askerlerinin önemli bir kısmını kendi yanına çeker. “İsmaililere karşı olan komutanlar ve vezirler, evlerinden dışarı zırh giymeden ya da koruma almadan çıkmaya cesaret edemez hale geldiler.” (S.55)

Mehmet Tapar iktidara geçtikten sonra, Hasan Sabbah’a ciddi bir darbe vurmak istemektedir. Bu sebeple İsmaililere ait Şahdiz Kalesi ele geçirildi. Lakin Sabbah’ın adamlarının saraya kadar girmesi hükümdarı iyice tedirgin etmiştir. Bu tedirginliğe rağmen Tapar, Alamut Kalesi’ni kuşatmıştır. Kuşatma esnasında Tapar’ın ölmesi, “İsmaililer için yeni bir kurtuluş kapısı olurken moralleri yükseltmiştir.” (S.72)

Yazar, Tapar’ın ardından Sultan Sencer döneminde de İsmailiğin devlet için bir tehlike olduğunu belirtiyor. Sencer kendi döneminde de İsmaililer üzerine yürüdü. Ama Hasan Sabbah, saraydaki bir adamı vasıtasıyla Sultan Sencer’in odasına girerek yatağının altına bir bıçak koyup “eğer ben sultanın iyiliğini düşünmeseydim, sert yere konmuş olan o bıçağı onun yumuşak göğsüne saplatırdım” notunu bırakması üzerine Sencer, Sabbah ile anlaşmak zorunda kaldı. (S.75) Sultan, Sabbah’tan inançlarına davet etmemelerini, yolları tehdit etmemelerini, yeni kaleler yapmamalarını istemiştir. Yazara göre, bu antlaşmanın ardından iki taraf da yeniden mücadele içine girmemiştir.

 

Hasan Sabbah nasıl öldü?

 

Yazar, “Hasan Sabbah’ın Ölümü” başlıklı bölümde kitaba konu olan kahramanı detaylandırıyor. 90 yaşında, 1124’ de ölen Sabbah, Alamut yakınlarında gömüldü. Fakat mezarı Moğollar tarafından yıkılmıştır. (S.79) “Kendi davası uğruna 35 yıl Alamut’ta yaşamış ve rivayetlere göre kaleden aşağı hiç inmemiş, ikametgahından sarayın damına gitmek için sadece iki kez çıkmıştır. Kendisini dünya işlerinden soyutlayarak, yaşamını İsmaili davasına adamış, tüm zamanlarını ibadetle, kitap okumakla, ülke işleri ile uğraşarak geçirmiştir.” (S.80) Yazar, Sabbah’ın içki içmediğini, şarap içen oğlu Muhammed’i ise bu sebeple öldürdüğünü belirtiyor.

Sabbah, Ta’lim doktrinini şöyle anlatıyor. “Allah’ı tanımak akıl ve düşünceyle mümkün olmaz, İmam’ın rehberliğiyle olur. Çünkü dünyada yaşayan yaratıkların çoğunda akıl ve dini düşünce vardır. Eğer akıl Allah’ı tanımakla yeterli olsaydı, hiçbir akıl sahibi diğerinden farklı bir Allah mefhumuna sahip olmaz ve bu konuda görüş ayrılığına düşmezdi. Onun için herkes aklının erdiği kadar dindardır.” (S. 144)

Yazar kitabının “Kıyamet İlanı” adlı bölümünde İsmaililerin farklı konulardaki görüşlerini paylaşmış. İsmaililer, Ramazan’ın 17’sini kıyamet bayramı olarak ilan edip, o gün şarap içip, sazlı sözlü eğlenceler düzenlemiştir. (S.149) Namaz konusunda ise şu ifadeleri kullanıyor yazar: “Artık şeriatın istediği 5 vakit namaz gereksizdir, kıyamet döneminde insanlar kalplerinde daima Allah ile birlikte olacaklardır ve gerçek namaz da budur.” (S.150)

Peki, İmam kimdir? İsmaililere göre imamet, hem dini hem de dünya reisliği manasına gelen manevi bir kuvvettir. “Ayet ve hadislere istediği manayı verebilir. Onun öğretilerine uyanlar namaz, oruç gibi mükellefiyetlerden kurtulur. Bu nedenle de tefsir ve hadis ilimlerine diğer mezhepler kadar önem verilmez ve gerçek bilginin taşıyıcısı ve Kur’an’ı yorumlayan, anlamlandıran tek kişi imamdır.” (S.163)

Ayşe Atıcı Arayancan’ın “Dağın Efendisi Hasan Sabbah ve Alamut” adlı kitabı, kitabın kahramanını merak edenler için bir başucu kitabı… Bu önemli kitap, dönemin kaynakları esas alınarak hazırlanmış.

 

KAYNAK:  Sedat Palut / (dunyabizim.com, 20 Ekim 2018).

 

Yazar: Sedat PALUT
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör