Abdurrahman Şen

Gazeteci, Yazar

Doğum
01 Ağustos, 1955
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç

Gazeteci-yazar. 1 Ağustos 1955, Hafik / Sivas doğumlu. Fatih İlkokulu, Zeytinburnu Akşam Lisesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. 1977’den itibaren Yeni Devir, Bulvar, Zaman, Ortadoğu ve Yeni Asya gazetelerinde çalıştı, köşe yazarlığı yaptı.. Cemre, Beyazsanat ve Sarmaşık Kültür isimli kültür sanat dergilerini yayımladı. Arkadaşlarıyla birlikte Birleşik Sanatçılar Derneğini kurup iki dönem başkanlığını yürüttü. Beyoğlu Belediyesinde 1995 Haziran ayından, 2004 Aralık sonuna kadar kültür sanat konularında iki dönem başkan danışmanlığı yaptı. Bu süre zarfında, birçoğu “ilk” olma özelliği taşıyan çeşitli etkinliklere imza attı. 2012 Ocak ayından bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı görevini yürütmektedir.

Yazıları çalıştığı gazeteler ve Sarmaşık dergisinde yer aldı. Yeni Asya gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Beklenen Gün, Fetih ve Fatih adlı iki oyunu sahnelendi, basılmadı. 1995 yılında Kültür Bakanlığı Türk Kültürüne Hizmet Ödülünü aldı. Yeni Asya gazetesinde çıkan bir yazısından dolayı üç ay hapis ve ayrıca para cezasına çarptırıldı. Çeşitli kültür kuruluşlarında; kurucu başkanlık, başkanlık ve yönetim kurulu üyeliklerinde bulundu. Ağustos 2004’de, doğduğu ilçe olan Sivas- Hafik’te bir kütüphane oluşturulması için 3500 kitabını bağışladı. Yıl içerisinde yapılan kültür merkezi ve içindeki kitaplık, 5 Eylül 2005 tarihinde yapılan bir törenle hizmete sokuldu. İLESAM, BESAD ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesi, sürekli basın kartı sahibi, evli ve bir çocuk babasıdır.

Hakkında 2015 yılında, Basın hayatının 40. yılında dostlarının kaleminden aktarılan yazılardan oluşan “Mezun Vermeyen Mektep - Abdurrahman Şen” adlı bir kitap yayımlanmıştır.

ESERLERİ (Deneme-İnceleme):

Cemre (1990), Hilal’i Beklerken (1992), Renk Renk Sinema (1996), Son Sultanü’ş-Şuârâ (2005), İstiklâl Marşı ve Mehmet Âkif Ersoy (2006, derleme), Ediplerin Gözüyle Necip Fazıl , Bir Destan Adam, Türk Sinemasında Yerli Arayışlar.

KAYNAK: İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007, 2009), Yunus Akgül / İflah Olmaz Bir İdealistin Portresi (Yeni Şafak, 13.4.2002), İBB'ye yeni daire başkanı Abdurrahman Şen (Yeni Şafak, 20.01.2012), Mezun Vermeyen Mektep - Abdurrahman Şen (2015).

“BEYAZ SİNEMA” NEYİN SİNEMASIDIR?

Bu güne kadar bir çok defa tekrarladığımız bir tavrımızı, sözün başında bir kere daha hatırlatmak istiyorum: Sağcılık-solculuk-ilericilik-gericilik başta olmak üzere her türlü ideolojik ve siyasî değerlendirmelerle, sathî yaklaşımlarla Beyaz Sinema arasında bağlantı kurmak, kurmaya çalışmak abesle iştigaldir.

Çelik-çomak oynayarak vakit geçirenlerle, laf salatalarını “mesaj” sananların Beyaz Sinema'yı anlamamaları, uzak durmaları normaldir ve yadırganmamalıdır.

Kısaca; insanın yaradılış gayesinin, estetik bezeyişle, sanatkârâne anlatımla ve çağın gerekleriyle perdeye yansımasının sinemadaki adıdır Beyaz Sinema...

“Beyaz Sinema” tabiri, “İslâm” denilmesinden utanıldığı için kullanılmadığı gibi; dar alana sıkışmış “herhangi bir kesimin sineması...” da değildir...

Çünkü; “Beyaz Sinema”yı bir kesime mâl etmeye çalışmak, milletimizi “millet” yapan özelliklerin hazinelerinden bazılarını görmemenin, kültürel zenginliğinin ve birikiminin farkında olmamanın yanı sıra, “İslâm'ın tebliğ üslûbu” kadar, tasavvuf! bazı inceliklerini de bilmemek/dikkate almamak demektir ki... İtirazımız zaten ona!

İlk söylediğimiz günlerin atmosferinde nasıl algılanmış olursa olsun; hemen şunu belirtmek zorundayım ki “Beyaz Sinema”; hiçbir tabirin devamı veya ona farklı bir tanım bulma telaşının ürünü değildir. Geçmişten beslenen geleceğe umutlu bakışın adıdır.

Çok yüzeyden konuşacak olursak, özetle: Yıllarca tek parti baskısı yaşayan dinine bağlı kalabalık kitle; aralarında sinemanın da bulunduğu ve genelde batı kaynaklı bir çok yenilikle karşılaştığında çözüm olarak ilgilenmemeyi, sırtını dönmeyi tercih etmiş ve -zaman içinde açıkça görüldüğü gibi- son derece yanılmıştır. Bu sırt dönme ve ilgilenmemeyi ortadan kaldırmak isteyenler, hâkim kitlenin batıcı ve inkarcı tavrım geniş kitlelere daha açık anlatabilmek için -günün şartları gereği de- açık seçik “İslâm” kelimesinden yardım istemişlerdir. Bu durum giderek; içeriden ve dışarıdan gelen talep ve zorlamalar doğrultusunda “İslâm” yanı sıra “İslâm/cı” tanımını da beraberinde getirmiştir.

Giderek, siyasette hız kazanan ve diğer alanlara da sıçrayan “......./cı”lı yaklaşım ve yorumlardan nasibini alanlar arasına sanat/sinema da katılmış, “İslâm”ın evrensel mesajından beslenmek yerine, çoğu zaman yüzeysel tercihlerin, siyasî alandan beslenen güncel değerlendirmeleriyle “..../cı” olmayı yeterli bulmalar öne çıkmıştır.

Oysa...Çeyrek yüzyıl öncesinin siyaset ortamını da düşününce bir nebze olsun haklı bir mantığı bulunabilecek bu yaklaşımın, yerini artık ele alman meslek koluyla, sanat dalıyla ilgili terimlere bırakması gereklidir. Hassasiyet gösterilmesi gereken konu; sanat eseri olmadan o dalda ürün verme iddiaları, “İslâm” kelimesiyle birlikte paketlenerek sunulmamalıdır.

Her hangi bir sanatçıdan çok daha fazla biçimde, İslâmî inancı bulunan sanatçıların dikkat etmesi ve çalışmalarında uygulaması gereken bir ihtiyaç vardır... Ortaya konulacak sanat eserinde sadece bir kitle, bir zümre, bir grup değil; bütün bir kitlenin, insanlığın muhatap alınması lüzumudur. O takdirde iddiacısı olunan İslâm'ın da özüne daha sadık kalınmış olunacak, “mesaj” ya da “tebliğ” daha amacına uygun hâle gelecektir. Diğeri, yani genelde uygulanagelen yöntem, “Müslümanlara Müslümanlığı öğretmekle” geçen zamanlar, harcanan paralardan, tüketilen ömürlerden ibarettir ve İslâmi ölçülere göre de çok yönlü, korkunç bir israf söz konusudur.

Özetle Beyaz Sinema: Yaşadığımız toplumsal kafa karışıklığından arındığımız ve kendimize çekidüzen vermeye niyetlendiğimizde sarılacağımız hazinelerimizden istifadeyle yapacağımız sanat/ sinema çalışmalarının, önceden konulmuş umut adıdır!

                                                                                (Türk Edebiyatı, Aralık 2001)

2006 YILI KÜLTÜR ÖDÜLÜ KİMİN HAKKI?

 

 2006 YILI KÜLTÜR ÖDÜLÜ KİMİN HAKKI?

 

Abdurrahman ŞEN

 

T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, 2006 yılında vereceği özel kültür ödülünün, bakanın telefonlarına bile çıkmadığı basında yer alan Orhan Pamuk’a verileceğini öğrendik.

Ben de buradan diyorum ki… Orhan Pamuk’a ne verirseniz verin! Ama “yılın kültür adamı” ödülü de “yılın kültür olayı” ödülü de aslında bir tek kişinin anasının ak sütü gibi helâldir: İhsan Işık’ın!

Ömrünün çeyrek yüzyılını harcayarak, son yüzyılın en kapsamlı biyografi ansiklopedisi olan 10 ciltlik “Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi”ni yayınlayan İhsan Işık’ın.

Daha önce yayınladığı, “Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi” çalışması için Türkiye Yazarlar Birliği, İLESAM gibi yazar kuruluşlarının özel hizmet ödüllerine değer görülen İhsan Işık, kültürümüze hizmetin en büyük ödülünü almaya alnının akı ve 26 yıllık çabasıyla hak kazanmıştır.

TC Kültür Ve Turizm Bakanlığı, İhsan Işık’ın hazırladığı “Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi”nin, “Encylopedia of Türkish Authors” adıyla yapılan İngilizce çevirisini Bakanlık olarak 2005 yılında Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarında dış basına tanıtmıştı…

İşte şimdi de aynı beyinden, aynı kalemden aynı sabrın ürünü olarak 26 yıllık terin, kültürel birikimin sonucu olarak ortaya konulmuş 10 ciltlik devasa bir kültür hazinesi var.

TC Kültür Ve Turizm Bakanlığı’na düşen görev, uluslar arası kültür arenasında bakanlığın koltuklarını da kabartmış olan İhsan Işık’ın bu yeni çalışmasına gerçek anlamda sahip çıkmak olmalıdır. İlk adım olarak, 2006 yılı kültür ödülünün İhsan Işık’a verildiği, gerekçeleriyle açıklanmalı… Ardından da bakanlığa bağlı bütün kütüphanelere birer takım “Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi” satın alınmalı… 

İnanın… Bu işe Orhan Pamuk bile çok sevinir!

Kafaları karıştıran nobel/li...

Geçen haftaki yazımda; “Malûmunuz… Artık bir de Nobel’imiz var… Ve bu Nobel etrafında keskin ayrılıklarımız da… Nobel’i ve alanı göklere çıkaranlar kadar yerin dibine batırmak isteyenler ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar… Her ayrı düşünmede yaşadığımız gibi gerçekler ve fikrî kırıntılara bile tahammül etmeden hem de!” demiştim önce… Sonra da Banu Avar’ın programında dillendirilen iddialardan basında özetlenenlere yer vermiş, yazının sonunda Banu Avar’a karşı uygulanan çifte standarda da dikkat çekmiştim. Daha sonra da Prof. Dr. İlber Ortaylı Hocanın bir konuşmasından Orhan Pamuk’la ilgili bölümü sizlerle paylaşmıştım ya…

Nevşehir’den Cemil Yüzer isimli bir okurumuz bu konuda bir şeyler söylemek istemiş… Önce Cemil Beyin söylediklerine kulak verelim: “Merhaba Sayın Abdurrahman Sen Bey; bugünkü yazınız hakkında bir şeyler söylemek istemiştim... Yazınızda Orhan Pamuk hakkında yazdıklarınıza dair sizden farklı düşünüyorum. Türkiye’deki ırki açıdan marjinal grupların Orhan Pamuk hakkındaki ‘cahil, hiçbir şeyi bilmez, vatan haini’ gibi söylemlerinin küçük bir yansımasını yazınızda hissettim. Yani okurken Orhan Pamuk’a Nobel’in sadece ‘Türklüğü kötülemesinden’ verildiği sonucunu çıkardım. Fakat neden öyle olsun ki? Bana göre Orhan Pamuk iyi bir edebiyatçıdır. Romanları (tümü olmasa da; meselâ Cevdet Bey ve Oğulları, Kar) akıcı, kurmacalar çok güzeldir. Peki, bizim Nobel gibi büyük bir ödülü sadece o sebepten dolayı Pamuk’a verildiğini düşünmemiz ona ağır bir hakaret değil midir? Yani ben aynı sözleri söylesem değil Nobel, Altın Portakal’ın portakalını dahi bana verirler miydi? Ayrıca Orhan Pamuk’un da Türklükle ilgili sözlerini de Nobel’i almak için söylediği de meçhul. Bana göre ise onları kendi inandığı şekilde söylemiştir ki bana göre buna hakkı vardır. Yani bir kere kendisi neden böyle bir riski alsın ki? Ticari düşünen birisi, tepki duyacağını bile bile (ki kitapları uzun süre boykot edildi) neden bunları söylesin ki? Ayrıca sözünü ettiğiniz TV spikeri Banu Avar’a karşı yapılanlar da bana göre doğru değildir. Orhan Pamuk’un nasıl düşüncelerini özgürce söylemeye hakkı varsa, Avar’ın da vardır, bunu engellemek aslî itibariyle temel sorunumuzdur.

“Eğer ki yazdıklarınızı yanlış anlayıp buna göre yorum yaptıysam bu beni üzer. Fakat sizin, yorumum karşısında dile getireceklerinizi anlayışla yaklaşacağımdan emin olacağımı bilmenizi isterim. Yorumlarımda ön yargı sezerseniz nakıs ve nahif anlayışıma verin. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Kalbi saygı ve selâmlarımla... Cemil Yüzer / Nevşehir”

Sevgili okurumuz Cemil Beyin bahsettiği gibi geçen yazımda konuyla ilgili düşüncemi özellikle açıklamadım. Orhan Pamuk’un Nobel almasıyla ilgili olarak da keskin ayrılıklar yaşandığına dikkat çektim sadece… Sonrasında da dikkatlerden kaçabilenler içinden bir iki alıntı yaptım, o kadar.

Elbette Orhan Pamuk’a Nobel, sadece “Türklüğü kötülemesinden” verilmedi… Ama olayın fotoğrafına bütün olarak bakılınca, bu kanaati taşımak haksızlık da değil, yanlış da… Çünkü bu konunun doğrusunu bilen tek kişi Orhan Pamuk’un kendisi.

Evet… Sizin de ifade ettiğiniz gibi Orhan Pamuk bir edebiyatçıdır… Ama yazdığı her roman, edebî otoriteler tarafından tartışılmış, eleştirilmiş bir edebiyatçıdır… “Çeviri roman” dalı söz konusu olsa mesele kalmayacak da… Öyle değil!

Nobel’in “…sadece o sebepten dolayı Pamuk’a verildiğini düşünmemiz ona ağır bir hakaret” de değildir. Aynı sözleri siz de söyleseniz ben de söylesem değil Nobel, hiçbir ödülü elbette alamayız. Özellikle uluslararası arenada uluslararası ölçüler vardır ve tartışılmaz tek ölçü –meselâ- san’at ve edebiyatın uluslararası ölçüleri değildir maalesef.

“Ticari düşünen birisi, tepki duyacağını bile bile (ki kitapları uzun süre boykot edildi) neden bunları söylesin ki?” de diyor Cemil Bey… Hesap kitap fazla bilmem ama… Cemil Beyden ricam; Türkiye’de boykota uğramayıp da kaç kitap satarsa Nobel’den aldığı para ödülünü kazanabilirdi? Nobel sayesinde adını duyup eserlerini okumak isteyenlerin alacağı kitapların toplamı ile de benzer bir hesap yapılabilir…

Son olarak… Cemil Beyin yorumlarında asla bir önyargı sezmedim… Yeni Asya okurunun ön yargısız olduğunu bilenlerdenim… O bakımdan gönlünüz rahat olsun, düşünce farklılıklarımızı paylaşmak gibisi var mı Cemil Bey? Yeter ki düşüncelerimizi paylaşalım, konuşalım… Anlaştık mı?

KAYNAK: Abdurrahman Şen / 2006 yılı kültür ödülü kimin hakkı? (Yeni Asya, 24.12.2006).

 

 

İHSAN IŞIK’IN HAKKINI TESLİM ETMEK GEREK

 

İHSAN IŞIK’IN HAKKINI TESLİM ETMEK GEREK     

 

Abdurrahman ŞEN

 

 

Sizlere bu sütunlardan 24 Aralık 2006 günü bir duyumdan ve temennimden bahsetmiştim. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, 2006 yılında vereceği özel kültür ödülünün, bakanın telefonlarına bile çıkmadığı basında yer alan Orhan Pamuk’a verileceğini duyduğumuzu söylemiştim o yazıda… Ve eklemiştim; “Ben de buradan diyorum ki… Orhan Pamuk’a ne verirseniz verin! Ama “yılın kültür adamı” ödülü de “yılın kültür olayı” ödülü de aslında bir tek kişinin anasının ak sütü gibi helâldir: İhsan Işık’ın!” Gerekçem ise son derece somuttu: “Ömrünün çeyrek yüzyılını harcayarak, son yüz yılın en kapsamlı biyografi ansiklopedisi olan 10 ciltlik “Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi’ni” yayınlamış olması…

Temennimiz olmadı ama hiç yoksa duyumumuz da gerçekleşmedi ve bildiğiniz gibi söz konusu ödül Sayın Sezai Karakoç’a verildi.

Ben de hiç yoksa İhsan Işık’ın hakkı olan her türlü taltifin önümüzdeki yılda gerçekleşmesi umudumu diri tutarım. Umarım ki çeşitli kurum ve kuruluşlarca verilen ödüllerde İhsan Işık adı siyasete, farklı görünme hezeyanlarına kurban gitmez.

Ne yazık ki bu son derece önemli çalışmayla ilgili olarak medyamızda da işin ve sevgili İhsan Işık’ın hak ettiği kadar tanıtım yayınlanmadı. Bu açığı ciddî oranda kapatan yine vefalı az sayıdaki dosttan biri olan Mehmet Nuri Yardım oldu. Yardım, İhsan Işık’la uzunca bir söyleşi yaptı. www.sanatalemi.net sitesinde yayınlanan bu söyleşinin giriş bölümüne birlikte göz atalım istiyorum… Sorulara hiç yer vermeden işte İhsan Işık dostumun anlattıklarıyla, 10 ciltlik ansiklopedisinin serencamı: 

“Bürokrasiye geçene dek uzun yıllar severek sürdürdüğüm edebiyat öğretmenliğim boyunca, öğrencilerimin birçok önemli yazarımızın adını bile duymadığı, haklarında hiçbir şey bilmediği gerçeğiyle yüz yüze geldim. Öğrencilerim, oldukça önemli eserler veren bu yazarlardan örnekler sunduğumda; her defasında; ‘Hocam, okuduklarınız çok güzel ama ne yazık ki bu yazarın adını şimdiye kadar hiç duymadık.’ demek zorunda kalıyorlardı. Bilgilenmek için başvurdukları sözlük ve ansiklopedilerde de yazarların pek çoğunu bulamıyorlardı. Buldukları bilgiler ise çok kısıtlı idi.

Ayrıca, bu kaynaklarda sadece edebiyatçı yazarları kapsayan bilgiler vardı. Tarih, felsefe, sosyoloji, din, folklor, siyaset, iktisat gibi önemli sosyal bilimler alanlarında değerli eserler veren bilim ve düşünce insanlarımız ise hiçbir kaynakta bir araya getirilmemişti. Toplum hayatımızın bugünü ile yarınını yakından ilgilendiren konularda önemli düşünsel ve bilimsel ürünler verenler yoktu. Anılarıyla geçmişimize ışık tutanlara, kitaplaştırdıkları röportajlarıyla insanımızı tanıtan ve toplumsal yapımızı gözümüzün önüne serenlere, bir başka deyişle edebiyatımızın birikimlerine işaret edilmemişti. Kaynaklarda küçük bir bölümü olanların hakkında ise güncellenmemiş, karmaşık, çelişkili ve yetersiz bilgiler vardı.

İşte ben bu kaygı verici durumu önemseyerek sosyal bilimler alanında Türkçe eser veren yazarlarımızı -aralarında ayırım yapmadan- şimdiki ve gelecekteki kuşaklara tanıtacak bir kaynak eser hazırlamaya başladım. 1980’lerde başladığım bu çalışmanın ilk verimi 1990’da Yazarlar Sözlüğü’dür. Bu kitabın ilk basımında 1700 yazarımızın biyografisini bir araya topladım. Bu çalışmada ayrıca, 1990 yılına kadar hiçbir kaynakta biyografik bilgisi bulunmayan 500’den fazla yazar hakkında ilk kez bilgi verilmiş oluyordu.

Yazarlar Sözlüğü’nün ilgi gören ilk basımı, bir yandan önemli bir boşluğu doldururken aynı zamanda eksiklerin farkına varmamı da sağladı. Bu ilk çalışmadan sonra hemen her şehirden yazarlar, akademisyenler, böyle bir ansiklopedide olması gereken çok sayıda adı bildirmeye başladı. Yine de bu basımda sosyal bilimler alanında çalışma yapanların, bazı imkânsızlıklar sebebiyle ansiklopedide yer alamadığını belirtmek gerekir. Sonuçta ikinci basıma, 900 yeni biyografi ekleyerek, 2600 civarında biyografi hazırlamış oldum.

2001 yılında, toplamış olduğum bilgiler sözlük boyutunu aşıp ansiklopedi tanımına uygun hale geldi. Böylece, Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi’ndeki yazar sayısı 3218’e ulaştı. Ardından yapılan ikinci basımda 70 yeni biyografi ile 3288 yazar hakkında bilgiyi yayımlamış olduk. 2002 ve 2003 yılları boyunca yeni kaynaklara ulaşma çabasını sürdürdüm. Bunlar üzerinde yaptığım araştırma ve incelemeler sonunda, ansiklopedideki madde sayısı bir önceki basımın iki katına çıkarak 5786’ya ulaştı.

Üç ciltlik ansiklopediyi tamamladığım 2004 yılında, bu ansiklopedinin yabancı dillere çevrilmesi ile yazarlarımızın dış dünyaya tanıtımı gündeme geldi. Bunun üzerine binlerce yazar arasından bir kurul eşliğinde titizlikle seçtiğim 2023 yazar hakkındaki bilgilerin İngilizceye çevrilip üç ciltlik ‘Encylopedia of Turkish Authors’ adıyla yayımlanmasını sağladım. Türkiye tarihi boyunca binlerce yazarımızı dış dünyaya tanıtan ilk çalışma olan bu ansiklopedi, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ile Müsteşar Prof. Dr. Mustafa İsen tarafından, Ekim 2005’teki Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’nda dünyaya tanıtıldı. Yurda dönüşümüzde bu ansiklopediler Başbakanlık Tanıtma Fonu Genel Sekreterliği tarafından dünya kütüphanelerine gönderildi. ‘Encyclopedia of Turkish Authors’, ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın İngilizce web sitesinde yayımlanarak dış dünyanın bu bilgilere ulaşması sağlandı.

Uzun yıllardır, biyografi çalışmalarımı 10.000 yazar biyografisini toplayarak sonlandırmayı amaçlıyordum. Üstelik yaklaşık son bin yıllık Türk kültür birikimi bu çalışmanın malzemesini sağlamaya yeterliydi. Ayrıca bu ansiklopedi metin örnekli olursa, özellikle Tanzimat’tan sonraki yazarlarımızın dil ve üslûpları hakkında da fikir verilecek, yazarlarımızın önde gelenleri hakkında yine tanınmış yazarlarımızın yaptığı değerlendirmeler eklenirse edebiyat ve kültür tarihimizin büyük temsilcileri üzerine kapsamlı bilgiler sunulmuş olacaktı. Bu bağlamda, eserleri okul kitaplarına da girmiş olan 500’e yakın şair ve yazarımızın eserleri üzerinde ayrı ayrı durularak san’atçı kişilikleri hakkında doyurucu bilgiler verildi. Böylece, yazarlar hakkındaki kuru bilgilerin dışında, onların edebî kişiliklerini öğrenmek isteyenlerin ihtiyaçlarını da karşılamaya çalıştım. Özellikle edebî eser veren yazar biyografilerine haklarındaki eleştiri ve özgün yorumlardan örnekler aldım. Ayrıca, bu çalışmaların geniş birer kaynakçasını ekleyerek araştırmacılara kolaylık sağlamayı amaçladım.

Elbette çok özet olarak anlattığım çalışma süreci, burada söylendiği kadar kolay olmadı. Büyük emekler ve oldukça sınırlı imkânlarla gün yüzüne çıkarılan ‘Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi’nin bir boşluğu doldurduğunu, bundan sonra bu doğrultuda çalışma yapacak olanlara da yol açıcı olduğunu düşünüyorum.

Sonuç olarak, Eylül 2006’da projemi tamamlayıp, 10.300’ü aşkın yazarımız hakkındaki yeni ve kapsamlı bilgileri toplamış oluyorum. Ayrıca ek bölümde yer alan iki indeks ile araştırmacılara büyük bir kaynakça sunulduğunu sanıyorum.”

 

KAYNAK: Abdurrahman Şen / İhsan Işık’ın Hakkını Teslim Etmek Gerek (Yeni Asya, 14.01.2007)

E-Posta: [email protected]

MUHTAÇ OLDUĞUMUZ AZ SAYIDAKİ "DİVANE"LERDEN BİRİ

Toplumda ve ne yazık ki aydınlarımızın eski "muannid"leri ile günümüz edebiyatçılarının yeni yetmeleri tarafından sadece şairliği önemsenip konuşulan Üstad Necip Fazıl'ın, tefekkür vadimizin zirve eserlerinden biri olan "İdeolocya Örgüsü" adlı kitabında "Divanelere Muhtacız" başlıklı müthiş bir yazısı vardır. Tamamını her aydınımızın sık sık, en az senede bir defa okuyup hatırlaması gereken bu yazıda iki tip insandan söz edilir; "hasbî" ve "hesabî" olanlar. Başka bir deyişle mefkûresini ikbal ve menfaat merdivenlerine bir basamak gibi "kullanmak" için yırtınanlar ile hesabı kitabı bir yana koyup mefkûresi için hayatını adayarak, "Ballar balını buldum / Kovanım yağma olsun" diyenler.. Üstad, gençliğe seslendiği ünlü "Sakarya" şiirinde bu profili canlandırıp kanlandırmıştır: "Sakarya, saf çocuğu masum Anadolu'nun / Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun". Üstadın ancak sıra dışı insanlar için layık gördüğü bu sıfatın anlamı, kendi ifadesiyle özetlenmiş olarak şöyledir:

"Cihanda büyük ve ulvî insan olarak kim gelmişse hepsi de müspet cepheden birer divanedir. Aşkın zıvanadan çıkardığı insan olarak, divane olmadan bir iş görebilmeye, bir hamle gösterebilmeye imkân yoktur."

Bu divanelerin izinde yürüyerek, onların rengine boyananlardan biri olan Abdurrahman Şen kardeşimiz, hayatının dönüm noktalarına damgasını vuran çilekeşlik tercihleriyle, hesabîlerin değil hasbîlerin yanında yürüyüşünü sürdürerek, yüreğindeki mukaddes sancıyı diğer heveslerle değişmeme yönünde, başkalarının pek umursamadığı büyük anlam taşıyan ideallerimiz (dâvâ) uğruna yıllarını hediye etmenin manevi zevkini tadanlardan oldu.

Umursadığı ve ehemmiyetini idrak ettirme sancısıyla yanıp tutuştuğu meselelerin her biri bugün bile tam anlaşılamamış, hakkı verilemeyen ve doldurulamayan birer vadi olmaya devam etmiş olsa da, o, kendi vazifesini yapma gayreti içinde bulunanlardan biri olmayı seçti, en azından.

Bunlardan biri, edebiyat ve kültür alanında birer okul işlevini görecek kalitede dergilerin çıkarılıp uzun vadeli hizmetlerinin sürdürülmesiydi. “Cemre”, “ Beyazsanat” ve “Sarmaşık Kültür” adlarıyla çıkardığı üç dergi bu yolda çok ciddi adımlar ve güzel örnekler oldu. Ancak ve ne yazık ki ufuksuz işadamları taifesi ve o dönemin işlevlerinin farkında olmayan kurumlarınca desteklenmediği için devam edemedi. "Sarmaşık" dergisinin onuncu ve sonuncu sayısında Abdurrahman Şen imzasıyla yer alan bu cehdin hikâyesi ve değerlendirmesi okunup üzerinde düşünülmelidir.

"Beyaz Sinema", Abdurrahman Şen'in önemsemeye, sancısını duymaya devam ettiği bir diğer önemli sahadır. Türk Sinemasının dünü ve bugünü üzerinde kafa yorup nasıl olması veya nasıl bir sinemamız olması konusunda kafa yoran az sayıdaki cins kafalardandır. Benim de acizane "İslami Sinema" diye kısmen farklı, neticede aynı sancıda buluşan bu ortak ilgi alanımızla ilgili onun gayretleri, fikirleri ve birikimi gelecekte de ışık tutmaya devam edecektir.

"Bana arkadaşını göster, sana kim olduğunu söyleyeyim" sözünün de hatırlatmasıyla, ortak dostlarımızdan Mustafa Miyasoğlu'nu burada rahmet anmak gerekiyor. Çünkü Abdurrahman'ı en iyi anlayanlardan biri olan Miyasoğlu, kültür hayatımızın en ciddi takipçi ve yorumcularından biri olarak, benim gözümde Abdurrahman Şen'in yürüdüğü yolda gösterdiği samimiyetin en güvenilir şahitlerindendi. Onunla bir araya geldiğimizde konuştuğumuz konulardan biri de sık sık Abdurrahman Şen'in sıra dışı hizmetler için gösterdiği samimi gayretler olmuştur.

Abdurrahman bey, edebiyat ve kültür hayatımızın yol aldığı serüveni dikkatle izleyen, bu yolda önemli bulduğu çalışmaları gündeme getirip destekleyen bir aydınımızdır aynı zamanda. Yeni Asya gazetesinde 2001 ve 2006 arası yayımladığı yazılar arasında, biyografi çalışmalarım hakkında da dört yazısına yer verme nezaketini göstermiş, 24 Aralık 2006 tarihinde yayımlanan "2006 yılı kültür ödülü kimin hakkı?" başlıklı yazısında bu çalışmaların önemini vurgulayarak, Kültür Bakanlığınca o yıl verilecek "Yılın kültür adamı" ödülünün bu fakire verilmesini önermişti.

Kendisi, kültür hayatımıza unutulmaz özverilerle büyük hizmetlerde bulunduğu gibi aynı ve benzer kulvarlardaki başka çalışmaları da görmezden gelmeyip desteklemesi, ayrıca yol arkadaşları ve gönüldaşlarına vefalı duruşunu hep sürdürmesi ayrıca önemlidir. Önümüzdeki yıllarda daha büyük hizmetlerde bulunacağına, nice başarılara imza atacağına, kıymetli eserlerine yenilerini ekleyeceğine yürekten inanıyor ve diliyorum

 

Yazar: İHSAN IŞIK
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör