Şair, araştırmacı yazar, gazeteci.
25 Mart 1948'de Trabzon'un Maçka ilçesinde doğdu. Muzaffer Bakioğlu,
A.Bahçekapılı imzalarını da kullandı. Yapı ustası Abdulbaki Bahçekapılı’nın on
beş çocuğundan sekizincisi olarak, dört eşinden ev emekçisi Muzaffer (Genç)
Hanımından dünyaya geldi. 1959’da Maçka Merkez İlkokulu’nu, 1962’de Maçka
Ortaokulu’nu, 1965’te devlet parasız yatılı bursuyla okuduğu Trabzon Lisesi’ni,
1967’de ise İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nü (TRT
bursuyla okuyarak) bitirdi. Ayrıca bir süre İÜ Hukuk Fakültesi’nde okudu.
Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü’nü bitirdi
(2003).
Alâettin Bahçekapılı’nın ilk şiiri
1963’te “Zeren Şairleri Antolojisi”nde
yayımlanmıştı. Daha sonra çeşitli yazıları, şiirleri, röportajları ve
eleştirileri “Sonhaber”, “Yalı”, “Sömürüye Karşı Savaş”, “Kıyı”,
“Soyut”, “Varlık”, “Yazın Dergisi”,
“Edebiyat Cephesi”, “Özün”, “Yazko Fedebiyat”, “Somut”,
“Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı”, “Cumhuriyet”, “Tasvir”, “Kitle”, “Gerçek”, “Yenigün”, “Başkent”, “Saçak”, “Petek”,”Özlem”, “Heyamola Mektubu”, “Ataşehir
Magazin”, “Ataşehir Mektubu” dergi,
gazete ve yıllıklarında yayımlandı. İlk şiirlerini “Kanaryam” (Trabzon 1964) adlı bir kitapta topladı. Gençlik şiirlerini
topladığı “Susuksuz” (1969) adlı ikinci
şiir kitabı edebiyat çevrelerinde umutla karşılandı. “Hep O Gözler” adlı romanı
1969’da “Sonbahar” (Trabzon) gazetesinde
tefrika edildi. Aynı gazetede “İstanbul’dan Mektup Var” başlığı altında
makaleler ve fıkralar yazdı (1966-67).
Bahçekapılı, 1967 yılında TRT
İstanbul Radyosu’nda redaktör muhabir olarak çalışmaya başlamıştı. Aynı görevle
İstanbul, Kars ve Van radyolarında çalıştı. Ekim1969-Mart 1971 tarihleri arasında
muhabere subayı olarak Ankara ve Diyarbakır’da askerlik görevini yaptıktan
sonra yeniden İstanbul Radyosu’na döndü, 1973 yılında prodüktör oldu.
Eğitim-Kültür Yayınları’nda sürdürdüğü bu görevi sırasında (1973-94) 2000’i
aşkın radyo programı üretti. Bu programlardan “Günün İçinden” ile 1985 Türk
Hava Kurumu Ödülü’nü, “Gecenin İçinden” ile 1989 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti En
Başarılı Radyo Programcısı Ödülü’nü, “İllerimiz ve Edebiyat” ile 1991 Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti 1991’in En Başarılı Radyo Programcısı Ödülü’nü, “Evler
Evler” ile 1992 TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Dostluk Ödülü’nü
ve “Sonhaber” gazetesi şiir yarışmasında üçüncülük ödülü
aldı (1965).
Bahçekapılı radyoculuk görevi
nedeniyle Türkiye’nin pek çok yerine ve Almanya’ya gitti. Çeşitli röportajları
ve programları F. Almanya (Köln) ve İsveç radyolarında yayımlandı. Radyo
Tiyatrosu’na oyunlar uyarladı. İstanbul Radyosu’nda Şef Prodüktörken emekli
oldu (1994). Türkiye’de ilk özel radyonun kurucuları arasında yer aldı. Adam,
İletişim ve Varlık Yayınları’nda redaktörlük, “Görsel Genel Kültür Ansiklopedisi”nde madde yazarlığı yaptı. Emekli
olduktan sonra BRT Yayınları’nı kurarak çeşitli kitaplar yayımladı. 2005
yılından itibaren “Ataşehir Ev&Kültür” dergisini çıkarmaya başladı.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti,
Karadeniz Kültür ve Çevre Derneği (yön. kur. üyesi ve başkan), Karadeniz Vakfı (2000-04 Çevre Komisyonu
Bşk), TYS (Türkiye Yazarlar Sendikası), Trabzon Kültür Derneği, Ataşehir Derneği (2002-04. Başkan) üyesidir.
ESERLERİ (Çeşitli):
Kanaryam (Şiir, Trabzon 1964), Susuksuz
(Şiir, İstanbul 1969), Trabzon Kültür Sanat Yıllığı 87 (haz:, İ. G.
Kayaoğlu ve Dr. M. Duman ile, 1987), Trabzon’u
Yazanlar (ayrı basım,1987), Gelişen Trabzon
(ayrı basım, 1987), Trabzon Lisesi’nin
100.Yılı (ayrı basım, 1987), Çağın
Öykücüleri 1 (1992), Çağın Öykücüleri
2 (1993), Gebze’nin Altın Yılları (1995),
Çevre Kurtuluş Savaşı, Hemen Şimdi -I
(2001), II. Ulusal Çevre Paneli / Bildiriler
(edit:, 2003), Sesleri Bende Kaldı (2006),
Nâzım Hikmet Sen Gittin Gideli (haz:
2012).
KAYNAKÇA: TBE Ansiklopedisi (c.1,
2001), Hüseyin Atabaş / Alâetin Bahçekapılı’dan Bir İnsanlık Çağrısı Çevre
Kurtuluş Savaşı Hemen Şimdi (Cumhuriyet Kitap, 18.7.2002), İhsan Işık / Türkiye
Yazarlar Ansiklopedisi (2004) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar
ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007), Bilgi teyidi
(14.10.2014), Yitik Umutların Gece Bekçisi Alâettin Bahçekapılı Ne Anlatır? (atasehir.com.tr,
12.06.2020).
Ölüm olgusu mudur, yaşamı anlamlı
kılan, güçlendiren, varlayan? Yoksa “ölümsüz” olabilmek mi?
Yaşama damga vurmak mıdır ölümü
acılaştıran, katlanılmaz-dayanılmaz kılan? Yoksa nasıl olursa olsun “yaşamış
olmanın da” etkisi-katkısı aynı mıdır acıda, katlanmakta, dayanmakta?
Evet, “her şey karşıtıyla vardır,
karşıtıyla anlam kazanır, karşıtıyla güçlenir”; aydınlığın olduğu yerde
karanlık, savaşın ardında barış, korkuyla birlikte cesaret vardır, büyükle
küçük, doğruyla yanlış, güzelle çirkin birbirini tamamlar, birbirini “var”lar.
Ancak, nedir kimilerinin yaşamını
başkalarınınkinden “üstün” kılan, nedir ölümlerini “ölümsüzlüğe” çeviren?
Yaşamı da ölümü de “sıradanlaşmaktan” kurtaran, onlara “anlam” katan nedir?
Kuşkusuz, insanın yaşam
sahnesindeki “rolü”nü iyi, güzel, doğru, erdemli, cesaretli, verici oynaması
onun yaşamını ötekilerden “üstün” kılar: Kendi bireysel çıkarını önde tutmayan;
insanın ve doğanın güzelliklerine katkıda bulunan; çirkinliklerin,
haksızlıkların, savaşların ortadan kalkması için savaşan; bildiğini, bulduğunu
kendine saklamayan, öteki insanların yararlanmasına sunan; düşünen, düşündüğünü
sözle, yazıyla, görüntüyle, eylemle ortaya koyan insanların yaşamları daha
anlamlıdır, daha üstündür; varlıkları dünyaya ve insanlığa çok şey katar.
Böylesi insanların ölümü,
“ölümsüzlük”le taçlandırılma anlamı taşır: Sesleri, sözleri, yazıları,
görüntüleri, eylemleri kısaca “ürünleri” başkalarında yaşamayı, dünyayı ve
insanlığı aydınlatmayı, ileri götürmeyi, haksızlıkları, adaletsizlikleri,
sömürüyü, savaşları, çirkinlikleri ortadan kaldırmayı sürdürür; ölüm bile
“ölümsüzlüğe” dönüşür.
İz bırakanlardır bunlar:
Düşünürler, sanatçılar, kurtarıcılar, bilim adamları, önderler, toplumu ve
dünyayı değiştirenler.
35 yıla yaklaşıyor böylesi
insanları yakından izleyişim. TRT’deki görevlerim dolayısıyla da 27 yıl çok
yakınlarında oldum, birçoğuyla dostluklar kurdum, söyleşiler yaptım. Bu
söyleşilerin bir bölümünü mikrofonlardan topluma ulaştırabildim, bir bölümü
bende kaldı. Birçoğunu yeniden yapma olanağı yok: Ölümsüzlüğe geçen
sanatçılarımızın söyleşileri bunlar: Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Rıfat Ilgaz,
Hasan İzzettin Dinamo, Haldun Taner, Oktay Arayıcı, Elif Naci, Salâh Birsel,
Rauf Mutluay, Ümit Kaftancıoğlu, Zeki Ömer Defne, Prof. Dr. Cavit Orhan
Tütengil, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, Prof. Dr.Abdülbaki Gölpınarlı, Prof. Dr.
Ümit Doğanay, Aziz Nesin. Ve daha niceleri yaşayan/yaşamayan.
Bu “ses”lerin “yalnızca bende kalması” giderek sorumluluğumu arttırıyor. Bunları, bu söyleşilerdeki düşünceleri sizlerle paylaşmak istiyorum
Gazeteci Yazar Kadir İncesu ’nun,
gazeteciliğinin 50. yılını özel bir kitapla kutlayan Alaettin Bahçekapılı ile
yaptığı söyleşiyi yayınlarken, duayen gazeteci ağabeyimiz Alaettin Bahçekapılı
’ya da İstanbulum Gazetesi ve Gazete Ataşehir ailesi olarak sağlıklı günler
dileriz.
BENİM BAHÇEKAPILIM…
Radyonun popüler olduğu dönemin en
çok dinlenen programlarına imza atan, bir program için yüzlerce kilometre yol
giden, sürekli okuyan, araştıran, Karadeniz dağları gibi başı dik, düşüncelerinden
taviz vermeyen, değil geri adım atmak kımıldamayan, sonucu ne olursa olsun hep
yolunda yürüyen bir basın emekçisi Alâettin Bahçekapılı…
Gücü kendisinde, düşüncelerinde…
Alâettin Bahçekapılı,
gazeteciliğinin 50. yılını özel bir kitapla kutluyor.
Bahçekapılı, yakın dostu yazar
Korkut Akın’ın yaşamı, ülkenin 50 yıllık gündemindeki olaylar ve dostları
üzerine sorduğu soruları yanıtladı Gazeteciliğinin 50. Yılında “Yitik Umutların
Gece Bekçisi Alâettin Bahçekapılı” adlı bu nehir söyleşi kitabında…
Her ne varsa anlatmış, sözü
evirmemiş çevirmemiş… BRT Yayınları tarafından yayımlanan kitap 560 sayfa…
Puntoyu küçük tutmasa 800 sayfa olabilecek bir çalışma… Ve 2. cilt için de
hazırlıklar devam ediyor.
Kitabı okuduğunuzda Bahçekapılı’nın
hafızasına şaşıracaksınız. Bir o kadar da arşivleme ustalığına… Yanıtlar
dönemin gazete, dergi ve kitaplarında çıkan yazılarla da desteklenmiş.
Fotoğraflar da öyle…
Arşivin ne olduğunun günümüzde bile
tam olarak anlaşılmadığı düşünülürse, 50 yıl öncesinin şartlarına göre
biriktirmek, saklamak çok önemli…
Yalnızca bu özelliği için bile
kutlanmalı Bahçekapılı…
Baştan yazayım da, unutmayayım.
Korkut Akın da Bahçekapılı’nın yaşamını çok iyi araştırmış, yorumlamış, sorduğu
sorularla da biraz çaresiz bırakmış diyemem ama sıkıştırmış. Kutlamak gerekir.
Yaklaşık 20 yıldır tanırım
Bahçekapılı’yı… Ataşehir’de Gündem gazetesinde çalıştığım günlerde bu
tanışıklık iyice ilerledi. TRT’den emekli olduktan sonra aile şirketi BRT’de
basın, radyo, tv reklamcılığı ve kitap yayımcılığı yapan Bahçekapılı 15 yıl
süresince Ataşehir Ev Kültür dergisi ile Ataşehir Haberci Gazete’sini
çıkardı/çıkarıyor.
Hâlâ sokaklarda, jübile yapmaya
niyeti yok. Olmasın da…
Fotoğraf makinesi, ses kayıt cihazı,
not defteri, birkaç kalemin olduğu çantası sağ omuzundadır. Çoğu zaman etkinliklere başladığı anda gelir,
ofiste yarım bırakmak istemediği bir haber yazdığı için… Etkinliğe en son gelir
ve ilk giden de odur. Haberi bir an “önce” yazıp yayınlamak içindir acelesi…
Ofisinde çalışırken biraz dağınık mı
ne?Yıllar önce bürosuna gittiğimde, çalışma masasının üzerinde topluiğne başı
kadar bile boş bir yer yoktu. Gazeteler, dergiler, kitaplar, notlar ve daha pek
çok şey. Hemen sağında ise üst üste konmuş geçmişten günümüze kullandığı
radyolar…
5N1K kuralını bilirsiniz.
Ataşehir’deki gazeteci arkadaşlarımızla biraz değiştirdik bu kuralı: 5N1K+AB…
AB, Alâettin Bahçekapılı demek:
Sabrı, bilgisi, birikimi, inatçılığı, haberi takibi, bakışı… Ve çok fazla belli
etmese de şefkati… Külyutmazdır, kandıramazsınız. Söylenenlerle,
söylenmeyenleri çok iyi analiz eder. Bütün bunlardır AB… Hatta daha fazlası…
Yaptığı haberlerden kendime çok ders
çıkarmışımdır. Öğrenmenin yaşı yoktur.
Çünkü AB de hâlâ öğrenmek için çabalıyor. Attığı her adımın topluma bir
yansıması olacağının farkında…
Rıfat Ilgaz’ın tanımlamasıyla “Türk
edebiyatının Radyo’daki temsilcisi” yalnızca 1967-1994 yılları arasında
çalıştığı TRT’de 2 binden fazla izlence üretmiş, 20 bin sayfa metin yazmış…
Redaktör muhabir olarak başlayıp şef prodüktör olarak emekli olduğu güne kadar
çalışan Bahçekapılı çoğu 2000 sonrası yayımlanan kitapların da altyapısını
oluşturmuş. Ve dostlarının…
Bahçekapılı’nın kitaplara olan
tutkusunu öğrenciyken annesinden aldığı bir çift yumurtayı satarak kitap aldığı
günlerde aramak gerekir.
İnanır mısınız bilemem: AB’nin
hayatını bir eşek değiştirmiştir.
Çocukluğunda, hayallerinin peşinde
koşmasının karşısında tek bir engel vardır, hem de aşılmaz bir engel: Babası…
Babası, oğlunun ortaokul sonrası kazandığı üç yatılı okulun en kısasına gidip
bir an önce hayata atılmasını ve geleceğini kurtarmasını istemektedir. Baba
sözüne karşı gelinmez. Kara kara düşünürken, evlerinin önünde otlayan eşeğin
ipini kopararak daha ilerideki otları yemesini örnek olarak anlatır, babasına…
Böylece baba, oğlunun hayallerinin peşinde koşmasına izin verir: Önce liseye,
sonra üniversiteye; ne üniversiteye, üniversitelere gider, bitirir.
Bugüne kadar yaptığı radyo
programlarını, çıkardığı dergileri, gazeteleri, kitapları, yazdığı her cümleyi,
aldığı her nefesi açıklıyor sanki söyledikleri: “Beynim de, içim de yalnız bana
ait değil… Ne düşüncelerim salt benim, ne içimdeki sesler…70’ine merdiven
dayayan herkes gibi biraz kalabalığım… Belki bir fark; biraz daha yoğun
yaşadım; biraz daha duyarlı… O kadar. Yaşadık, gördük; yaşananları dinledik;
içselleştirdik; paylaştık. Hepsi bu… Şu anda da yaptığımız bu; bir kuşağın
yaşadığını, aktardığını paylaşıyoruz.”
İŞTE SİZE BAHÇEKAPILI İLE YAPTIĞIM
SÖYLEŞİ…
– Nehir söyleşi düşüncesi nasıl
oluştu?
– Adımı ak kâğıda basılı olarak 1963’te
gördüm. ‘64-65-66 yıllarında Trabzon’daki gazetelerde imzam göründü. ‘67’den
itibaren de hem TRT’de profesyonel gazeteciliğe başladım, hem ulusal basında
yazılarım yayımlandı. Bu durumu göz önüne alan eskimeyen arkadaşım Korkut Akın,
dergi-gazete ofisime gidip gelirken önce Maçka Ortaokulu, Trabzon Lisesi,
İstanbul’daki üniversite arkadaşlarımı sormaya başladı; ardından “bunca belge
biriktirmişsin, anılar da… Bunlar böyle raflarda ve belleğinde mi kalacak?”
gibi kışkırtıcı sorular sordu, suçlamalarda bulundu. Özellikle Trabzon’daki
arkadaşlarımdan mektuplar toplamaya başladığını öğrendiğimde anladım ne yapmak
istediğini… “Yazarlığının 55, gazeteciliğinin de 50 yılında bir nehir söyleşi
yapar mıyız?” “Hangi ara?” “Günü 25 saat yaşayarak!” “E peki.”
–
Nasıl bir çalışma süreci geçirdiniz?
– Hiç de kolay olmadı. Belleğim
arşivimden düzenliydi. Arşivim kaçtan-göçten dolayı parçalara bölünse de,
yaşadıklarımı, gördüklerimi, duyduklarımı kayıt altında tutuyordum belleğimde.
Zamanında sıcağı sıcağına yazdıklarım da vardı… 70’li 80’li yıllardan iki
gazete koleksiyonum var: Cumhuriyet ile Yeni Ortam. Gazete, dergi kesiklerini
hiç sorma; konularına göre ayrılmış, dosyalar dolusu. Hangi konu hangi kitapta
nasıl işlendi, o belleğimde… Fotoğraf dersen, 16 yaşından beri ayrılmaz
parçamdır fotoğraf makinesi; “filme ve fotoğraf baskısına harcadığın parayı
biriktirsen daha mı zengin olurdun” diye sorma, daha yoksul olurdum; çünkü akıp
giden zamanı durduran unsurdur fotoğraf, anıların en sadık bekçisidir, paha
biçilemez.
YİTİK UMUTLAR… NEYİ ANLATIR?
– Yitik Umutların Gece Bekçisi Alâettin
Bahçekapılı nehir söyleşi kitabının ilk cildinde neler var?
– Maçka’da çocukluk, Trabzon’da gençlik
yıllarım ve Türkiye, üniversite yıllarım ve Dünya, gazetecilik ve iç siyaset,
her iş kutsaldır, ciddiyetle yapılmalıdır ve askerlik, bir kurum ve kuyu olarak TRT, öncesi ve
sonrasıyla ihtilaller infialler, “küheylana binen aceminin” aşkları, “sevgi
emek ister” anlayışına varıp evlilik, çoluk çocuğa karışmak… Yani bir ömrün,
yolun yarısından sonraya gelmiş bir yaşanmışlığın kilometre taşları: 1946-1994
arası Alâettin yani. Kişisel ve sosyo-ekonomik boyutlarıyla… Halk için, hak
için imza attığım izlenceler, boynuma takılan ödüller, haklılığımı belgeleyen
sürgünler, örgütlü mücadeleye katılmalar, Bakanlarla söyleşilerim ve ilginç
yorumlarım, ölmeler-öldürülmeler ve duygularım… Yani dirençle, savaşımla
yaşamış, dik durmuş, teslim olmamış, vazgeçmemiş bir kuşağın bireyi olarak
yoğun gözlemlerim, tanıklıklarım… Sıralarında dirsek çürüttüğüm okullar; ilk-orta-lise-üniversiteler…
Yurdu karış karış, yurt dışını biraz biraz dolaşıp üretilen, antene çıkarılan
sesler… Ve diyetleri… Tabii TRT
dışındaki çalışmalarım da var bu ciltte: Yayınevlerine redaktörlük, türkü
derlemeleri, ansiklopedilere madde yazarlığı, dergilere yazılar-söyleşiler,
öykü yarışmaları, kitap hazırlamaları… Çoğu Trabzon Lisesi’nden arkadaşlarımın
hakkımdaki değerlendirmeleri de var bu ciltte.
– İkinci kitapta neler olacak sorusuna
geçmeden sormak isterim: Bu kitapta anlatımında “işte budur” dediğin bölümler
var mı? Hangi konularda?
– Var. Dedemin ve kardeşlerinin
Trabzon’dan yola çıkarak Sarıkamış’a doğru gidişi ve geri dönmeyişi…
Maçka’daki, Trabzon’daki öğretmenlerimle, arkadaşlarımla ilişkilerimi de iyi
anlattığım düşüncesindeyim. Zaten denilmez mi, “çocukluğumuz yurdumuzdur.”
“Yurdumu” içten, severek, açıkyüreklilikle anlattım. 1971 muhtırasında ve 1980
darbesinde yaşadıklarımı da… Cihan Alptekin ile sıra arkadaşlığım ve sonrası:
Kızıldere’de yaşananları birinci ağızdan öğrenmem, yeryüzüyle gökyüzü arasına
sığamamam; TRT’de 101’ler olayı… Dostlarımın, arkadaşlarımın öldürülüşü…
Söylediğim her söz “içimde cam kırıkları” olarak döküldü sayfalara…
BENİM İÇİN TRABZON TERK ETMEYEN
SEVGİLİDİR
– Bir şeyin farkına varıyorum sizinle
konuşurken: Trabzon deyince gözleriniz ışıldıyor, neden ki?
– Neden olmasın ki! Yaylalarında
“yalınayak izimin kaldığı”, derelerinde “çimdiğim”, mısırından, tütününden,
fındığından ekmek parası çıkardığım, kültüründe harmanlandığım yerdir Trabzon.
Arkana baktığında başı dumanlı dağdır ama, öne bakarsan bir kocaman umman;
uygarlık ve kültür beşiği… Nasiplenmek istesen de istemesen de Trabzon’da
yaşamak varsıl eder insanı, beyinsel anlamda. Örnekler vardır önünde yerelden
ulusala, ulusaldan evrensele taşmış. Birine bile değse elin, takılsa gözün
kanatlanırsın hangi gökyüzüne uçmak istersen… İnsanı terk etmeyen bir sevdadır
Trabzon. Her yere gelir seninle. Onun için “kentlerin sınırları yoktur
sevenleri bulundukça, her nereye gidersen kentinin sınırları orasıdır” derim.
Ol nedenle benim için de “her yer Trabzon.” “Terk etmedi sevdan beni” dediğim
yerdir.
– Bu Trabzon konusunu bir başka
söyleşide sürdürelim derim, belli ki çok dolusun… Yayımlayacak yer bulursak
tabii… “Yitik Umutların Gece Bekçisi Alâettin Bahçekapılı” kitabının 2.
cildinde neler olacak?
– Şimdilik 500 sayfası yazılmış 2.
ciltte, TRT’den emekli olduktan sonrasını, yani 1994’ten bugüne dek
yaptıklarımı, yaşadıklarımı anlatıyorum: Reklam dünyasında özgün projeler,
TRT’deki izlencelerime de yansıyan boyutlarıyla sivil toplum kuruluşlarında
“kuvayi milliye çevrecisi” olarak çalışmalarım, siyasal gelişmelere ilişkin
gözlemlerim, 19 Mayıs 1999’da dünyanın, Türkiye’nin ve Karadeniz’in çevre
sorunlarına dikkat çekmek için “Samsun’a gidiş”in ürünü Çevre Kurtuluş Savaşı
Hemen Şimdi kitabım ile alanında ilk olan, artık sesini duyamayacağımız 44 ünlü
değer ile yaptığım söyleşileri -ve
seslerini- içeren Sesleri Bende Kaldı kitabım hakkında yazılanlar. Ayrıca
Gebze’nin Altın Yılları, İnsanlık Cüzdanı, Gelincik Tarlası Gibi, Ataşehir’in
100’ü, Nâzım Sen Gittin Gideli, Ruhi Su Sen Gittin Gideli kitaplarımın yazım
süreçleri ve haklarında eleştirmenlerin değerlendirmeleri… Ataşehir’de imar
planlarına karşı savaşımım. Ataşehir’de dergi ve gazete çıkarmaya başlayışım,
rekor sayılara ulaşmanın keyfi… Yerel ve ulusal basının durumu hakkındaki
saptamalarım… Genel ve yerel yönetimlerle ilişkiler… Yani ömrümün bir
çeyreğindeki olaylar, anılar…
KÜSMEK İLAÇTIR BAZEN
– Neden dünyaya küsülüsünüz?
– Çok da öyle değilim; 1967’de
İstanbul’dan geçici görevle TRT Muhabiri olarak gönderildiğim Kars
Radyosu’nda “Yitik Umutların Gece
Bekçisi” ana başlığıyla yazdığım bir dizi şiirdeki dizemdir bu, bir duygu
patlamasıdır; “ben dünyaya küsülü çocuk.” Gerçeklik payı taşımaz mı, taşır. Hep
“çocuk” muyum, çocuğum. Çabuk “küser” miyim, küserim. Kime kime? Bana, sana,
ona, Dünyaya. Açık eder miyim bu
duygumu? Etmem. Onun için hep “Karamız dışımızda, yaramız içimizde” derim. Yani
demem o ki, yalnızca kendime sakladığım, açık etmediğim bir duygudur “dünyaya
küsülü çocuk” olmak. Bir bakıma “çocuk”luk işte…
– Ama, bence büyüklük de…
– Zaman içinde benliğime yerleşmiş bir
özellik. Gazeteci olarak karşılaştığım her olayı ete-kemiğe büründürerek
paylaşma, ulaşılan her bilgiyi karşımdakine-topluma geçirme gayret ve telaşımın
da tetiklediği bir özellik; küsülü olmak. Öyle ya, siz gayret edersiniz bir mum
daha yakmak için, karanlığın aydınlığa çıkması için, karşınızdaki söylediğinizi
anlamaz, uymaz, “kendi somutunu yaşamayı” sürdürür; böylece “dünyayı iyiye,
güzele, doğruya götürme” özgörevinizi yerine getiremezsiniz… Öyle bir duyguya
kapılırsınız? “İşe yaramıyorum, uyandıramıyorum.” Ne yaparsınız böyle bir durumda? İçinize
atar, küsersiniz.
– Oysa çok iyi bilirsiniz, siz ne denli
güzel, iyi, doğru anlatırsanız anlatın karşınızdakinin anladığı kadar
başarılısınız.
– İşte tam da öyle. Bir yanda
karşınızdakinin yetersizliği yüzünden üstlendiğiniz özgörevi yerine getirememe
olgusu, bir yanda da “son tahlilde” salınızı taşıyacak dört kişiye
gereksinmeniz olacağı gerçeği… Üstelik bu dört kişinin kim olacağını bilememe
durumu… Ne yaparsınız? Üstelemezsiniz, layık olmadığını bildiğiniz halde
sevmeyi sürdürürsünüz, içiniz kırılır, küsersiniz içten içe… Küsülü olmak
budur, bu nedenledir!
– Keşkeleriniz var mı?
– Olmaz mı? Her insanın olduğu gibi… Keşke
bugünkü aklım olsaydı da, şunu da söyleseydim, şunu da yapsaydım dediğim
olmuştur/olmaktadır. Yaptıklarımdan pişman mıyım? Hayır. Yapmadıklarımdan/yapamadıklarımdan pişmanlık
duyduğum olur. Ama gün 24 saat; bazen “her şeyi” yapmaya fırsatınız olmayabiliyor…
– Herkes “her şeyi” yapmak
zorunda/durumunda mı?
– Hayır, değil. Her birey en iyi
bildiği şeyi, işi yapmalı. Her şeyden birazını yapan, hiçbir şey yapmamış
demektir. Ama, bir işi yapacaksanız en iyisini yapmalısınız, en birinciye
geleni. İkinci olmak yenilgidir. Derler ya, “en güzel güzelin düşmanıdır”,
öyle.
– Mükemmelliyetçilik duygusu her zaman
dost değildir insana…
– İnsan bir bütün. Her şey var içinde…
– Neleri özlüyorsunuz?
– An’a, duruma, koşullara göre değişir
özlediklerim: Gün olur…
– Alır başınızı gidersiniz!
– Hayır, gün olur alır başınızı
gidemezsiniz, gidemediğiniz yeri, oradakileri özlersiniz; ananızı, babanızı,
kardeşlerinizi, dostlarınızı… Kentinizi… İki sözü üst üste koyduğunuz
arkadaşlarınızı. Gün olur, yitirdiğiniz bir şeyi özlersiniz: Baskı altındasınız
özgürlüğü-demokrasiyi, seçime hile karıştırılmıştır dürüstlüğü-şeffaflığı
özlersiniz. Yârinizden ayrı düşersiniz; “dudağından getirilmiş bir kadre alev
karanfili” özlersiniz. “Gemiler geçer
rüyalarınızdan, allı pullu gemiler” denizi özlersiniz; gitmeleri, dönmeyecek
gibi gitmeleri… Her şeyi geride bırakıp… Okul sıralarını özlersiniz bir soruyu
yanıtlayamadığınızda; sokakları, miting alanlarını özlersiniz birinin bir
sorunu çözümsüz kaldığında… Yalnız, kimsesiz duyumsarsınız kendinizi milyonlar
içinde; “gözlerinde parıltısı bakır bir tasın / kulakların komşuların ayak
sesinde / varsın bir yudum su veren olmasın / başucunda biri sana ‘su yok’
desin de” şiirinde olduğu gibi “su yok” diyecek birini özlersiniz. Nece içiniz
kalabalık olsa da, bir başına duyumsarsınız kendinizi ve o da size yetmez…
Sormak istediğin bunlar mıydı?
ÇOĞUNLUKLA SİSYPHOS’UM, BAZEN DE DON
KİŞOT
– Bunlar olsun. Bulduğumla yetinmeyi
öğrendim. Bu kitapta kendinizi Sisyphos
olarak gördüğünüzü dile getiriyorsunuz.
– Sisyphos Yunan mitolojisinde, yeraltı
dünyasında büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya
mahkûm edilmiş bir kraldır. Her seferinde tepeye çıkardığı kaya geriye
yuvarlanmaktadır ve Sisyphos yeniden aynı işlemi yapmaktadır. Homeros’a göre Sisyphos ölümlülerin en
bilgesi olan insandır: Mücadelenin, vazgeçmemenin, emeğin simgesidir. Alışılmış
kalıpların dışına çıkışın simgesi; yeraltı dünyasından yeryüzüne döner ve
“geriye dönmeyi reddeder.”; ölünce cenaze töreni yapılmamasını vasiyet eder;
yani mitolojik Tanrıların koyduğu kurallara başkaldıran bir simge kahraman.
Mitolojideki bu figür başarıya, belki de kişisel utkuya ulaşması bir nedenle
engellenmiş; ancak yenilgiyi kabul etmeyen, yeniden yeniden deneyen kişiler
için kullanılır… Yitik Umutların Gece Bekçisi Alâettin Bahçekapılı nehir
söyleşisi okunduğunda örnekleriyle ve çok net biçimde anlaşılır neden
Sisyphos’la kendimi özdeşleştirdiğim.
– Okumak gerek diyorsunuz yani!
– Evet, “okumak şart.”
– Nehir söyleşi sırasında, Korkut Akın’ın
sorularını yanıtlama sürecinde kendinizle bir hesaplaşma yaşadınız mı?
– Yaşanmaz mı? Kendimi “temize çekmek”
bakımından bir fırsat oldu bu nehir söyleşi: Sisyphos gibi davranmak bir yana,
kimi yerde yel değirmenleriyle savaşan
Don Quijote (Don Kişot) gibi de buldum kendimi. Ama, o güne bugünden
bakmanın getirdiği sonuçlardır bu yargılar diye düşünüyorum. Yine de şunu
söyleyebilirim: “Bütün renkler aynı hızda kirleniyordu / Birinciliği beyaza
verdiler.”
– Ve siz, Halikarnas Balıkçısı’nın roman kahramanı
Hoşbulduk Selim Dede’nin “kayığın başına geçip arkadakilere ‘hey siz benden
geçen havayı soluyorsunuz’” demesini çok seversiniz.
– Tam da öyle. Ayrıca “Her güzel söz sevk eder beni bir üzüntüye /
Soruyorum kendime: hangi fikri ben ektim / Kızıyorum Eflatun fesatlık etti diye
/ Belki o hikmetleri bugün ben diyecektim!”
Bu, 33 yaşında ölen Trabzonlu gazeteci-şair Ömer Turan Eyuboğlu’nun
şiiri. Bu şiiri de çok severim. Sanki benim de tutumumdur dizelere dökülen…
Altına imzamı atarım.
– Anlaşılmıştır. Alışılmış türde son bir soru: Bu kitapla
birlikte şair, yazar, araştırmacı olarak 20 kitaba imza atmışsınız. TRT’ye de 2
bini aşkın izlence yaptığınızı biliyoruz. En çok hangisini/hangilerini
seversiniz?
– Alışılmış türde bir yanıt vereyim:
“Hepsi benim çocuklarım. İnsan çocuklarını birbirinden ayırabilir mi?” Şaka bir
yana, Sesleri Bende Kaldı alışılmadık türde bir yapıtımdır; Nâzım Sen Gittin
Gideli ile Nabi Belekoğlu’yla birlikte hazırladığım Ruhi Su Sen Gittin Gideli
yapıtları vefa ürünüdür ve “ardından mektup” türüne yol açıcıdır; Çevre
Kurtuluş Savaşı Hemen Şimdi ise 20 yıl öncesinden, bugün dünyanın ve ülkemizin
kâbusu haline gelen çevre sorunlarına dikkat çeken bir işaret fişeğidir. Öteki
yapıtlarımı da severim, emek-alınteri var tümünde. Alınterimin matbaa
mürekkebine bulanmasını bekleyen 8 kitabım daha var.
– Tabii, bir de Yitik Umutların Gece
Bekçisi Alâettin Bahçekapılı’nın 2. cildi.
Kolay gelsin, teşekkürler.
– Ben teşekkür ederim.
KAYNAK: Yitik Umutların Gece Bekçisi
Alâettin Bahçekapılı Ne Anlatır? (atasehir.com.tr, 12.06.2020).