Yazar, Çevirmen, STK Yöneticisi, Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı. 18 Şubat 1934, İstanbul doğumlu. Şair ve yazar Sennur Sezer eşidir. Asıl adı Adnan Çelik’tir. Kâğıthane 3. Pansiyonlu İlkokulu (1947), Eyüp Ortaokulu (1950), İstanbul Erkek Lisesini (1955) bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümündeki öğrenciliğini yarıda bıraktı (1964).
Bir süre eczane çıraklığı,
manavlık, dokuma atölyesinde kâtiplik, kitap dağıtımı gibi işlerde çalıştıktan
sonra Varlık Yayınları ve Kim dergisinde düzeltmenlik yaptı. Cumhuriyet
gazetesinde yirmi yılı aşkın bir süre (1959-81) düzeltmen olarak çalıştı.
“Sabah Ajansı” başlıklı yazısının yayımlandığı Yeni a dergisi (27. sayı,
1974) toplatıldı. Yazıda komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla yargılandı,
aklandı.
Yazarlar ve Çevirmenler Yayın Üretim
Kooperatifinin (YAZKO) yöneticiliğini ve ikinci başkanlığını üstlendi. Yazko
(1980-84), Yazko Edebiyat, Yazko Çeviri, Hürriyet Gösteri (1984-86)
dergilerinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Türkiye Yazarlar Sendikasının
kuruluş çalışmalarına katıldı, genel sekreterliğini yaptı (1974-89). 12 Eylül
1980 askeri darbesinden sonra sendikayı “illegal örgüte dönüştürme” iddiasıyla
diğer arkadaşlarıyla birlikte yargılanıp (1983) aklandı.
1984 yılından itibaren Hürriyet
gazetesinin kültür-sanat servisini yönetti. 1986 yılından itibaren Hürriyet
Vakfı Yayınları Basım sorumluluğunu üstlendi, Simavi Yayınlarında görev yaptı.
Radyo Umutta, “Öykü Defteri” adlı programı (1995) hazırlayıp sundu. Sennur
Sezer’le “Kızlar Sınıfı” ve “Seyyar Kâmil” adlı televizyon yapımlarının senaryo
yazımında görev aldı.
İlk öyküsü “Bir Yılbaşı Gecesi”,
lise öğrenciliği yıllarında arkadaşlarıyla tek sayı çıkardıkları Demet
(1953) dergisinde yayımlandı. Öykü ve yazıları daha sonra Onüç, Mavi,
Varlık, Papirüs, Yazko Edebiyat, Halkın Dostları, Yeditepe, Gösteri, Yeni
Düşün, Evrensel Kültür, arkadaşlarıyla birlikte kurduğu “a”
(1954-60), Seçilmiş Hikâyeler vd. dergilerde yayımlandı.
1960 Kuşağı öykücülerinden olan
Özyalçıner; İkinci Yeni’cilerin, çağrışımlar yoluyla farklı anlam katmanları
elde etme bağlamında şiirde yaptıklarını ilk öykülerinde uygulamaya çalıştı.
Sonraki yıllarda toplumcu-gerçekçi temaları duyarlıklı bir içerik ve işlek bir
dille vermeyi başardı.
PEN Yazarlar Derneği, Dil
Derneği, Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Nâzım Hikmet
Vakfı Danışma Kurulu üyesidir.
Adnan Özyalçıner, 25 Mayıs 2019
tarihinde yapılan 21. Olağan Genel Kurul'unda Türkiye Yazarlar Sendikası genel başkanlığına
seçildi.
2019 yılı 38. TÜYAP Kitap
Fuarı'nın ''Onur Yazarı'' Adnan Özyalçıner oldu.
Ödülleri:
1964 yılında Sur, 1978
yılında Gözleri Bağlı Adam kitaplarıyla iki kez Sait Faik Hikâye
Armağanını kazandı.
Yağma kitabıyla
1972 Türk Dil Kurumu Ödülünü alan Özyalçıner, bir röportajıyla da 1980 yılında
Çağdaş Gazeteciler Derneğinin İnceleme-Araştırma Dalı Yılın Başarılı Gazetecisi
Ödülünü aldı.
Canbazlar Savaşı Yitirdi kitabıyla
1991 Haldun Taner Öykü Ödülünü, Babıâli Ölüyor mu? adlı yazısıyla
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Ödülünü kazandı.
2018 yılında Muratpaşa
Belediyesi’nin düzenlendiği 3’üncü Antalya Edebiyat Günleri’nde onur
ödüllerinden biri de Adnan Özyalçıner’e verildi.
Adnan
Özyalçıner İçin Ne Dediler?
“Önceleri yetim çocukluğunu yaşadığı İstanbul kenar semtlerinin insanlarını anlatıyordu. Sonradan sanatını soyutlaştırmaya, İkinci Yeni’nin şiirdeki tutumunu hikâyede
uygulamaya çalıştığı, çok uzun cümleli bir anlatım içinde psikolojik
ayrıntıları incelemeye yöneldiği
görüldü. Sanatının üçüncü aşaması gene toplum sorunlarına dönüşüdür.” (Behçet Necatigil)
***
“Yayımladığı ilk çalışmalarında kişi sorunlarını ruhsal çözümleme yollarıyla yansıtma amacı belirgin özellik olarak
göründü. Geleneksel alışkanlıklara
karşı çıkma çabasıyla öykülerinin kuruluşunda, anlatımda eski kurallara
bağlanmamaya özen gösterdi. Teknik yönden yazarlığını geliştiren bu döneminden
sonra işlediği konu ve kişileri gerçeğin bilinen çizgileri açısından
göstermekte çekintisi azaldıkça toplumsal
sorunları içeren öyküler yazdı. 70’li yılların ürünlerinde orta tabakayı ve tabana yakın kesimini, emekçileri
en belirgin nitelikleriyle
kişileştirmeyi başardı.” (Şükran
Kurdakul)
ESERLERİ:
Hikâye: Panayır (1960), Sur (1963), Yağma (1971), Yıkım
Günleri (1972), Gözleri Bağlı
Adam (1977), Cambazlar Savaşı Yitirdi (1991), Alaycı Öyküler (1991), Taş (1992), Sağanak (Yıkım Günleri’nin yeni basımı, 1993), Anıtların Öyküsü (1995), İstanbul’un Taşı Toprağı Altın
(Sennur Sezen ile, 1995), Panayır Sur
(1996), Toplu Öyküler: 1- Panayır -
Sur (2001), Toplu Öyküler: 2.
Gözleri Bağlı Adam-Yağma (2001), Toplu
Öyküler: 3. Canbazlar Savaşı Yitirdi - Saçanak (2001), Toplu Öyküler: 4. Alaycı Öyküler -
Aradakiler (2001), Gökyüzünde
Ayaklanma (Seçme Öyküler, 2003), Ölümsüzleşen Bahçe (2003), Yazdan Kalma
Bir Gün İstanbul Öyküleri (2006), Aşık Garip İle Şah Senem (2014), Alandaki
Park (2014), Seyfilmülük (2015), Kalabalıktan Birileri (2017),
Roman: Dördüncü Murat ve Mirgün Bahçeleri (belgesel roman, 1997), Güç ve Güzellik (2005).
Monografi: Kapital’in Aydınlığında: Alaattin Bilgi
(2001).
Röportaj-Öykü: Ayak İzleri (2000).
Antoloji: Ekmek Kavgası: Emek Öyküleri I
(Sennur Sezer’le, 1998), Grev Bildirisi:
Emek Öyküleri II (Sennur Sezer’le, 1998), Motorize Köleler - Emek Öyküleri 3 (Sennur Sezer ile, 2001), Dokumacının Ölümü - Emek Öyküleri 4 (Sennur
Sezer ile, 2001).
Çocuk
Kitabı:
Kırmızı Çini Kâse (1976), Garip Nasıl Okuyacak (1977), Ölümsüzleşen Bahçe (1980), Sabırtaşı Çatladı (1980), Anıtların Öyküleri (1981), Devlet Kuşu (1988), Keloğlan İle Köse (Sennur Sezer ile,
1989), Anadolu’dan Öyküler
(Sennur Sezer’le, 1989), Keloğlan
Devler Ağasına Karşı (1994), Tarihten
Öyküler (1995), Gökkuşağı
Masalları (10 kitap, 1999), Masal Okuyorum (Sennur Sezer’le, 2012),
Çeviri: Irgat Simon (Hikâyeler, İvo
Andriç’ten, 1976).
Deneme-İnceleme-Anı: İstanbul’un Taşı Toprağı Altın (Eski
İstanbul Yaşayışı ve Folkloru (Sennur Sezer’le, 1995), Tarihin Işıldağı (1998), Üç
Dinin Başkenti İstanbul (S. Sezer ile, 2002), Karagümrüklü Yıllar - İstanbulum
3 (2009), Yok Olan İstanbul (2016), Sabahattin Ali Nasıl Yazar
Oldu? (2019),
Hep Seninle Sennur’la Konuşmalar (Ciltli, 2019).
Monografi: Öykücülüğümüzün
45 yıllık Çınarı Adnan Özyalçıner (1999).
KAYNAKÇA:
Atilla Özkırımlı / Türk Edebiyatı Ansiklopedisi (1982), İhsan Işık / Yazarlar
Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –
Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü
Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of
Turkey’s Famous People (2013), Adnan Binyazar / Yıkım Günleri (Ozanlar Yazarlar
Kitaplar, 1998), Öykücülüğümüzün 45 yıllık Çınarı Adnan Özyalçıner (1999), Behçet
Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul /
Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Öykücülüğümüzün 45 Yılllık
Çınarı Adnan Özyalçıner (1999), Tuncer Uçarol / Türkçe ve Yalınlık Üstüne Adnan
Özyalçıner ile Söyleşi (Çağdaş Türk Dili, Şubat 1992) - Adnan Özyalçıner’e
Yanıt (Damar, Şubat 2006), Onur Ödülleri sahipleri belli oldu (muratpasa-bld.gov.tr,
4 Nisan 2018), 38. TÜYAP Kitap Fuarı'nın ''Onur Yazarı'' Adnan Özyalçıner oldu
(istanbulgerceği.com, 15.05.2019), Adnan Özyalçıner kitapları (odakitap.com,
30.05.2019).
Kâğıt
çiçekler, krapon fırfırlar, renk renk fenerler, küçük küçük ay yıldızlı
bayraklarla çevresiyle kendisi baştanbaşa süslenmişti fildişi rengindeki
Anadolun. Ulusal bayramlarda okullarda, şehrin şurasında burasında hazırlanan,
ortasına bayrağa sarılı heykellerin oturtulduğu şeref köşelerinin tıpkısıydı.
Kutsal bir ilâh, ulusunun kurtarıcısı ulu önderdi sanki şehirde binlercesinin
aşağı yukarı dolaştığı bu demir, cam, teneke, lâstik, boya karışımı nesne.
Trafik polislerinin yolu tıkadıkça ellerini kollarını sallayarak, üst üste
çılgıncasına düdük çalarak uyarmaya çalıştıkları, yayaların yanlarından hızla
geçerlerken su, çamur sıçrattığında küfrettikleri ya da asfaltlarda süzülürken
hayranlıkla, hasretle ardından baktıkları, marşı basmayınca, bujisi çıkmayınca,
vitesi takılınca, gaz yemedikçe sahiplerinin kanlarını beyinlerine çıkaran bir
baş belâsı, yoksul çocukları, kimsesiz yaşlıları ezip geçen bir kanlı kaatil
değildi sanki.
İki
yandan küt diye bindirerek birbiri ardından yanaşıp kalkan vapurların hafifçe
yalpalattığı dubanın üstünde sağa sola belli belirsiz kaykıldığı oluyordu. Bu
yüzden tekerlekleri tahta takozlarla besleyip büsbütün kaymasına, denize
yuvarlanmasına engel olmak istemişlerdi. İskelenin kendi sarımtırak ışıklı
lâmbalarından çok, sanki binlerce renkli, oyuncaklı, cicili bicili ve göz
alıcı, çiğ reklâm ışıklarının parlak, cilâlı aydınlığında, karşı kıyıya kalkan
vapurlar için durmamacasına çalan ziller, dönüp duran turnike tıkırtıları,
sonra da sürekli, bitmez bir uğultunun sürüklediği, iskeleyi habire doldurup
boşaltan kalabalığın ilgisini, hayranlığını çekmemesi elbette olanaksızdı.
Çoğunluğunu çocukların oluşturduğu bir kalabalıkla çevreleniyordu her
seferinde. Vapurlar gelip gittikçe seyirci kalabalığının kişileri değişiyor,
ama hayranlarının sayısında büyük bir eksilme olmuyordu. Sabahın ilk
saatlerinden gece yarısını geçinceye kadar böyleydi bu.
Garip
bir sirk hayvanı gibi seyrettirilen fildişi rengindeki bu otomobil, vapur
işletmesinin düzenlediği eşya piyangosunun büyük ikrâmiyesiydi. Otomobilin
önüne yerleştirilen reklâm tahtasında, öteki armağanların bir listesi
yazılıydı. Buz dolapları, çamaşır makinaları, televizyonlar, radyolar, dikiş
makinaları v.b.
Otomobilin
ortasında durduğu, iple çevrili yerin dışında, reklâm tahtasının yanıbaşına,
dört köşe bir masa konmuştu. Masanın başında elinde bir tomar bilet tutan bir
kadın oturuyordu. Damalı masa örtüsünün üstüne ayrıca beş altı bilet
sıralanmıştı. Bir de naylondan küçük bir para kutusu vardı. Katlanarak konmuş
kâğıt paralarla çil bozukluklar görünüyordu içinden.
Kadının
saçları kısa kesilmişti. Yüzü renksiz ve uzundu. Gözleri büyük büyük. Bacakları
giydiği dar pantalonu bile dolduramayacak kadar inceydi. Kalçaları, ensiz,
dardı. Tıpkı bir çocuk gibi. Ayakkabılarını masanın altında duran plâstik bir
pazar torbası örtüyordu.
Sesi inişli çıkışlı, pürüzlü, biraz da kısıktı, ama kulak tırmalamıyordu.
Dümdüz, basmakalıp bir ses olmayışının getirdiği bir çekiciliği olduğu bile
söylenebilirdi.
-Mis
gibi Anadol, diye bağırıyordu kadın, iki buçuk liraya mis gibi Anadol! Çabuk
olun, kesenize davranıp bir bilet alın! Hemen çekiliyor. Hemen bilet alın,
hemen armağanlar kazanın. İki buçuk liraya siz de bir Anadol sahibi olun. Mis
gibi Anadol burda sayın yolcular. Hemen veriyoruz. Çekilişe üç gün kaldı. Acele
edelim... Mis gibi Anadol! Mis gibi Anadol burda sayın yolcular!
Babasının elinden tutan yanakları tombulca bir kız, önce babasının yüzüne
baktı, sonra masaya yanaşıp biletlerden birini çekti adlı. Babası yelek
cebinden çıkardığı bir iki buçukluğu kadına uzattı. Kadın parayı naylon kutuya
atarken bir yandan da sesini büsbütün yükselterek yolcuları masaya çekmeye
çalışıyordu. Otomobili seyreden kalabalıktan kasketli bir adam, yarım adım yana
çekilip eli cebinde uzun bir süre düşünceli düşünceli bekledikten sonra ancak
denkleştirdiği bozukluklarla biletini aldı. Gözlerinde gelip geçici bir ışıltı
yanıp söndü o an. Biletini katlayıp cebine özenle yerleştirdikten sonra da
seyirci kalabalığı arasındaki eski yerine döndü. Şimdi yekpare camda yansıyan
otomobilin görüntüsüyle kendininkini seyrediyordu. Otomobili çevreleyen ip
korkuluk, aşağıda kaldığından camda yansımıyordu.
Bir
anda iki biletin birden satılmış olması, yirmi beşerden elli kuruş, masanın
başındaki kadını, iyice heyecanlandırmıştı. Soluk almadan ezberlenmiş sözlerini
birbiri ardından sıralayarak çağrısını durmamacasına tekrarlıyordu.
Birden
masanın arkasındaki tahta sıranın başında oturan fotör şapkalı gözlüklü,
sırtına ceket yerine ince bir yelek giymiş bir adam, kadının içinde büzüldüğü,
kalkık yakalarıyla ince boynunu kapattığı pardesüsünün eteğini çekti.
-Çok
bağırıyorsun, dedi yavaş bir sesle. Bağırma o kadar!
Kadın, omuzlarını silkerek, gövdesini de sandalyesinin üstünde biraz yana
kaydırarak elini ittirdi adamın. Çağrısını, hızını kesmeden sürdürdü.
Öteki
yolcularla birlikte tahta sıranın tam arkasında oturan adamın da yüzü, tıpkı
kadınınki gibi renksiz ve uzundu. Boynu ince, kendi de zayıftı. Yalnız gözleri
diri bir parıltıyla yanıyordu. Sırada yan oturduğu için, bir yandan kadına göz
kulak olurken bir yandan da camın dışındaki koyu karanlığa, kokusunu duyduğu
denizin maviliğini, martıların aklığını, güneşin ılıklığını düşünerek
bakıyordu. Arada bir dalıp gittiği oluyordu. O zaman kadını görmüyor, sesini de
duymuyordu.
Kadının
boğazı karıncalanır gibi oldu önce, sonra kupkuru kesildi. Cümlesini orta
yerinde kesmek zorunda kaldı. Adam, kadının birdenbire yiten sesiyle ortalığı
kaplayan sessizliğe kulak kabarttı.
-Ben
sana demedim mi, diye dürtükledi kadını. Yavaş ol demedim mi! (…)
(Gözleri Bağlı Adam – Yağma, 1983)
Yapıcılar
türkü söylüyor
Yapı
türkü söyler gibi yapılmıyor ama
Bu
iş biraz zor.
Yapıcıların
yüreği
Bayram
yeri gibi cıvıl cıvıl
Ama
yapı yeri bayram yeri değil,
Yapı
yeri toz toprak.
Çamur,
kar.
Yapı
yerinde ayağın burkulur
ellerin kanar.
Yapı
yerinde ne çay her zaman şekerli
her zaman sıcak,
ne
ekmek her zaman pamuk gibi yumuşak
ne
herkes kahraman
ne
dostlar vefalı her zaman.
Türkü
söyler gibi yapılmıyor yapı
bu
iş biraz zor,
zor
ama
yapı yükseliyor, yükseliyor.
Saksılar
konuldu pencerelere
alt katlarında.
İlk
balkonlara güneş taşıyor kuşlar
kanatlarında.
Bu
yürek çarpıntısı var her putrelinde
her tuğlasında
her
kerpicinde.
Yükseliyor,
yükseliyor yapı
kanter içinde.