Şair, yazar, çevirmen, oyuncu. 4 Haziran 1971, İstanbul
doğumlu. Kocaeli / Gölcük Piri Reis
İlkokulu, Değirmendere Ortaokulu, Kadıköy Kenan Evren Lisesi, Gölcük Barbaros
Hayrettin Lisesinde okudu. İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümünü bitirdi. Halen
İzmir'de yaşıyor, 1996 yılından itibaren elektrik mühendisi olarak
çalışmaktadır.
Erkut Tokman’ın, “Günümüz
İngiliz Şiir Üzerine Bir Deneme” başlıklı ilk yazısı ile “Birleşme”
başlıklı ilk şiiri 1996 yılında Şiir Oku
dergisinde yayımlandı. Üniversiteyi
bitirdikten sonra Londra’ya giderek iki yıl şiir ve oyunculuk başta olmak
üzere, sanat üzerine eğitim aldı. Çeşitli şiir topluluklarıyla çalışmalar yaptı
ve Londralı şairler topluluğunun üyesi oldu. Windsor Sanat Merkezi ile Windsor
Kraliyet Tiyatrosu’nda kısa bir süre oyuncu olarak sahne aldı. Sonra
Uluslararası Workshop Festivali’ne oyuncu olarak katıldı ve burada önemli
tiyatro yönetmenlerinden eğitim aldı. Marie Rambert ve Merge Cunningham
dans topluluklarının atölyelerine katıldı. Öğrenci olarak Studioul de Arte
Scenicea devam etti ve Bükreş’teki Ion
Crenga tiyatrosunda sahne aldı.
Tokman;
1996 yılından itibaren şiirlerini, şiir çevirilerini, makale ve öykülerini; Hürriyet Gösteri, Varlık, Yasak Meyve, Özgür Edebiyat, Şiirden, Edebiyat ve Eleştiri,
Sonra Edebiyat, No Edebiyat, Ç.N, Üç Nokta, Mor Taka, Borges Defteri, Islık Şiir Oku, Başka, Budala, Son Kişot, Karakalem, Akköy dergilerinde yayınlandı. Bunların dışında Fransa’da ve
İtalya’da iki antolojide olmak üzere, Norveç, Avustralya, Romanya ve Lübnan’da
yayınlanan şiir antolojilerinde şiirleri yer aldı.
Günümüzde
ağırlıklı olarak Romence ile İtalyancadan yaptığı şiir çevirileriyle bilinen
şairin aynı zamanda İngilizceden ve zaman zaman Fransızcadan yaptığı şiir
çevirileri de vardır. 20’den fazla yaşayan Romen şairini dilimize çevirdi.
Bunun yanında klasik Romen şairlerinden şiir çevirileri de dergilerde
yayınlandı. Bükreş’te Uluslararası Mihai Eminescu Sempozyumu’na konuşmacı
olarak katılarak, Eminescu şiir çevirilerini okudu ve Romen Kültür
Bakanlığı’ndan Onur Diploması aldı. Çevirmen olarak Johann Strauss Festivali,
Uluslararası İstanbul Şiir Festivali ve Şiir İstanbul'la çalıştı.
Şiirleri
birçok dile çevrilip yayımlanan şair, yurtdışında şiir festivallerine katıldı,
Şiir İstanbul un organizasyon komitesinde görev aldı ve etkinlikte Türk şiiri
üzerine bir konuşma yaptı. Constantin Severin’in dünyanın yaşayan en önemli yüz
şair listesinde Tuğrul Tanyol ile birlikte yer aldı. 2013 Uluslararası Messina Şehri Sanat Ödülü (İtalya, şiir
dalında), 2013 Naaman Şiir Ödülleri-Lübnan / Şiirde Yaratıcılık Ödülü’nün
sahibidir… Türkiye P.E.N
(hapisteki yazarlar komitesi), BESAM,
Kültürlerarası Şiir ve Çeviri Akademisi, Poets of London, Poetas Del Mondo üyesidir.
ESERLER:
ŞİİR:Giden ve Kalan (1998), Bilinmezi Dolaşan Ses (2007), Aramızda Eski Bir Masal (2015)
ANLATI-SEÇKİ: Seksenlerde Çocuk
Olmak (2010), Tuhaf Alışkanlıklar
Kitabı (Ortak Kitap, 2012), Kedi
Şiirleri Antolojisi (2014).
ÇEVİRİ: Yeryüzü
İşaretleri (Knut Odegard'dan, şiir, 2015).
KAYNAKÇA: Poets of London (Londralı
şairler)-websitesi- (1998), İlk kitap -
İlk adım (Hürriyet Gösteri, Mayıs 2002),
Bilinmezi Dolaşan Ses (Cumhuriyet Kitap eki, Nisan 2007), Claduia Azzola /
Revista Traduzionetradizione (Ocak 2012), Bilgi Formu (2014, ek bilgiler 2016).
Rüzgârla geçen...
O ağırlık, kıpırtısız
bekler
Bir fil edasıyla uyuşur
gövdem
Anlatsam sana şimdi sırtımda
taşıdığım o
Hint kralını,
Kutsallığı
Kervanları, ipekleri,
altınları...
Bütün bir dünyanın
ihtişamıyla geçerim
O yoldan,
Bir destanı yaşamak mı?
Yoksa kâdim doğuyu aşmak
mı?
Sonsuz kaynağında
O evren
Bir yanardağın içinde
lavlaşan,
Sulara, ateşlere yazılı
Bir ırmak mı?
Tanrıyı mı arar
O dârıdünyada bir suret
Heryerde
İnsan ihsan mı?
Boşlukta tiz çığlık
Yitenin yankısıyla
beliren
Unuttuğum sessiz kalmış;
Bir gölgenin izi gibi
Üzerimizde...
Sürüde doğum ve tek başına ölüm
İşte sonumuz
Ağır adımlarla ezilen
toprak
İçerliyor olana
Oysa önüne geçilmeyen işte
o
Uzak zamanlara, geçmişe,
geleceğe
Yazılı
Buluşur bizlerle hep yeniden...
18.06.2010 (ilk yazım)
(Akköy dergisinde yayınlandı-2013)
İçinden bir trombon,
Bir saksafon,
Bir piyano…
Bir orkestra çıkacak şimdi;
Seni peşinden boğazda bir
vapura doğru sürükleyecek
O vapurda bir cümbüş,
harcı âlem, yandan çarklı:
Ermeni, Kürt, Yahudi, Rum,
Türk, Arap…
Birkaç zenci, eh tabi bir
de Avrupalılar olacak,
Caddeden geçen bir
kamyonun
Türk usulü klakson
sesleri martıların çığlıklarına karışacak,
Ve sen boğazda güneşin
batışında
Kendi şarkısını söyleyen
bir solist gibi
Her şeyde bir “Caz” ı
endam bulacaksın:
Önce sesleri
kanıksayacaksın, birbirine karışan kokuların, insanların içinde…
İstanbul’un bir başka
müziğini böyle duyacaksın!
Sonra bir gece vakti
yolun Beyoğlu’na düşecek,
Ara sokaklarda birkaç
ölüyle tanışacaksın,
“Hayal Kahvesi”
içeceksin,
Seni bir orkestra
karşılayacak “Babylon” da:
Balkanlar’a ufak bir yolculuk
yapacaksın,
Beklide bir çocuk
olacaksın: Babacım, balonmuş bu hayat!
Ha patladı ha patlayacak!
Bir iğneye mi kalmış
işimiz?
Uçur beni de gökyüzüne peşinden
şimdi bir uçurtmayla
Kanatlanıp dönüşeceğim
bir kuşa; özgürlüğe
Mutlu olacağım, en iyi
yaşam “Trio” sunu kuracağım,
Sonra bu şehre çaresiz
geri döneceğim:
Bir “Caz” tramvayı
geçecek içinizdeki o en kalabalık caddeden;
Eski bir sevgili gibi
Özgürlüğün çıkmaz
sokağına bu kayıp şehir bırakarak;
O şehir ki içinde bin bir
seyirle, bir hayal perdesinde “Şehri Hayat” :
Der ki: Sevgilimdi Şehrazat!
Bir opera sanatçısının
sesinde öldü O,
Rey kardeşlerin bir
müzikalinde,
Münir Nurettin Selçuk’un
bir bestesinde,
Bir Anadolu senfonisinde,
Sonra bugün O’nu yeniden
duydum tıpkı şu kayıp şehri duyduğum gibi;
Stan Getz’i, Sarah
Vaughan’ı, Leyla Gencer’i anımsarken
Bir aşığın sazı oldum,
Bir neyin içine uzandım,
Mevlevihane’de bir
dervişe konuştum
Sessiz seslerin
nefeslerin içinden geçerek
Çalgılarla, çalgıcılarla,
çalan hep çalan
Çalınmış hayatların
içinden,
Eski taş plaklardan, aynalardan,
o unutulan kadınlardan
Görünen zamanların,
salınan ruhların içinden geçtim.
Teflerle, zillerle,
şarkılarla, fasıllarla, eski bir saltanat kayığında
Zevklerle içli içice içki
içinde, senden bildiğin o oynak
Tutku içinde, kendine
kefil, sefil ve rezil: Sarhoşluk içinde
Yürürken
Kibirle salınarak
Dönüp baktım şu hayatına!
Ahir zamana; gelecek çağa;
Ruhun saflığını yeniden çağıran
o sesi duydum:
“Git yıkan tas su tamam!
Dünyadır: Hamam içinde
hamam,
Dışarıda yürürken bir
Haham,
Terlersin elbet ruhunun kirlerinden
kurtulmak için!
Kel bir İmam, belki de sakalı
uzamış bir Papaz olursun, duyarsın
Çan üstüne çan!
Kubbelerden kubbelere yankılanırken Ezan!
Her sonlu gibi sen de
çağrılınca;
İnancın eğilir, yıkanır,
uzanır
Yatarsın bir mezar taşına,
Sesler yükselir yeni
seslere karışarak
Kafam patlar sanki
sarsılarak;
Yarılana dek bütün yeryüzü
sanki çatlar
Günahlarından arınmak
için!
Bu dünyadan sıçrayıp
atlamaya varsa bir hacet! ?
Sorarım kendime bulur
muyum atlayacak bir hendek?
Uçuşan binlerce
zerrecikle,
Işıklar ışıkların içinden
geçerken;
Boğazdan bir vapur geçer
Ben kendimden, bu
dünyadan geçerim
Affet beni Tanrım derim:
Artık şimdi ne caz kaldı
ne de makam-ı hicaz!
Eğer ki yükselirse huzur
içinde ruhum,
Buğusu yükselen bir deniz
gibi; sadece ben buyum.
Erkut Tokman.
(Zalifre Yazıları-2013 de yayınlandı.)
Dostuma,
Bir fareyi öldürmek için serenat
Bir bulmacanın harfleri
gibi dolan karelere
Dostluğun sözcükleriymiş
içine taşıdığın
Çözmek için gizli dilini o
gönül dağının
Bir yanardağ alevidir yükselen
bağrından
O dağa bakınca, tırmanır
Bir patika gizlenmiş
yükselere dolanan
Bir bilgenin
sakallarından dökülen gümüş misali
Sözcüklerdir ki hiç
bitmez o yolu aydınlatan
Dağa çöken sislerle
göremezsin belki önünü
Yine de kavrarsın ve
anlarsın yönünü
Bir fare girer dağın içine,
yolunu keser
Direnir sonsuz sezginin
ateşine
Oysa dağa bakar bir kedi
Anlar dağdaki fare ne
halt yedi
Bir umudun acılarını
kemiren dişleri
Ölümünü büyüten dünyevi
işleri
Şimdi dağın yüreğinde sonsuzluğu
çağırır bir gizem
Gözlerinden bir dünya
bakar düşünen
Bilgine içinde binlerce
beyaz gül konuşur
Dağın sesi dünyalar
arasında yankılanır durur
Herkes anlarken o seste
kendi sesini
Sağır eder o ses maalesef
bir fareyi
Tedirgin dağın içinde
sorar kendine ne hata ettim?
Fare hisseder bakışını
kedinin
Dağın bin bir rengi
vardır,
Bin bir ruh hali gibi
değişen
Bin bir insan girer çıkar
içine
Dağ yine de dağdır, bilir
kendi rengini
İçinde bin bir gün doğar
ruhuyla sevişen
Sonra bir yürek açılır
dağın sezgisine
Bin bir kedi toplanır
dağın çevresine
Hepsi de bin bir cinsten rengârenk
Dağın içindeki fareye
bakarlar bekleyerek
Mistiktir bu bakışlar, ey
sen Dervişin oğlu
Toprağı göklere
birleştiren ulu ellerin vatanı!
Baktıkça daha derin
düşerim toprağa
Bir gözyaşı damlası gibi
doğan çiğ tanelerinin içine
Yaprakların serinliğini
koyarım
Dervişler dönen dağlardır
içimde,
Senin, benim, herkesin…
Bir beklediği vardır
elbet gelecek olan düşlerine…
Dağlar buluşur düşler
düşlerine kavuşur
Masum olan insanın içindeki
ilahi felsefe
Kendi ateşiyle tutuşur
Ben sana dönerim kendi
etrafımda deli divane
Kediler sana döner
Dağ kendi içine döner,
Döne döne yerin içine
girer,
Döne döne yeniden çıkar
yeryüzüne
Kedilerin sonsuz
bakışında, fare ölür
Acılar beyaza boyanır güllerin
gizli diliyle
Bir beyaz güvercin iner
dağın kalbine
Sonra binlerce beyaz
güvercin,
Sonra milyonlarca,
milyarlarca olmuş…
Hepsi orada kalmış
yüzyıllarca uyumuş
Bitmez bir huzur inmiş
sanki yeryüzüne göklerden
Orada bir dağ doğmuş
sanki yeniden
Dağ anlamış dağın varlığı
ne demekmiş,
Dağ demek dağları
bilmekmiş
Dağ sensiz dağ bile
değilmiş
İçini kemiren kötülük bitince
Dağ yeni bir güne uyanmış
İçinden havalanan
milyarlarca güvercinden
Sonsuzca ruhu okşayan
bembeyaz tüyleri kalmış…
14.11.10 (yeniden)/Erkut
Tokman.
(Kedi Şiirleri
Antolojisi-2014-Yasak Meyve Yayınları)