Siyaset ve devlet adamı, kaymakam,
vali, müsteşar, bakan. 1 Mart 1946’da Aydın’da doğdu. İlkokulu Aydın’da
bitirdikten sonra orta öğrenimini İzmir Özel Türk Koleji'nde tamamladı. Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1969 yılında mezun olduktan sonra;
Ulubey, Nusaybin ve Bayındır'da kaymakamlık, Siirt ve Giresun'da valilik,
Konya'da Emniyet Müdürlüğü yaptı.
Bir dönem Ankara Büyükşehir
Belediyesi Başkanı Melih Gökçek'in Genel Sekreterliğini de üstlenen Koç,
İçişleri Bakanlığı Müşavirliği ve Refahyol Hükümeti döneminde Başbakanlık
Müsteşarlığı görevinde bulundu. 22. ve 23. Dönemlerde AK Parti listesinden
Aydın milletvekili seçildi. 59. Hükümet döneminde, 21 Şubat 2005'te Erkan
Mumcu'dan boşalan Kültür ve Turizm Bakanlığı'na atandı. Evli ve 3 çocuk
babasıdır.
“Toplu mekânlarda da zuhur eden uyuklama problemi ile basının özel
dikkatini çeken Atilla Koç'un sonradan ABD'de yaşayan bir Türk doktorun
uyarması ile polisomnografi çektirmesi sonucunda uyuklamaların tıkanmaya bağlı
uyku apnesi hastalığından kaynaklandığı ortaya çıkmış olup, uygun tedaviyle
uyuklamaları kesilmiştir. Kendisi de bunu NTV'de bir canlı yayın sırasında
belirtmiştir.” (wikipedia)
KAYNAK: Ayşe Arman’ın Atilla
Koç’la röportajı (Hürriyet 7 Mayıs 2006), İhsan Işık / On Ülkeden Gezi
İzlenimleri (2014), Atilla Koç (tbmm.gov.tr, 18.7.2015).
MAARİF NAZIRI
EMRULLAH EFENDİ DE HEP UYURDU AMA ÇOK BÜYÜK ÂLİMDİ
Murat BARDAKÇI
Kültür
ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un hangi toplantıda olursa olsun hemen uykuya
dalması ve nádiren uyanık bulunduğu anlarda ‘Ruslar yeni zengin gibiler’ yahut
‘vergisini veren vatandaş yolunmuş tavuğa benzer’ gibi sözler etmesi, bana 20.
asrın ilk yıllarının meşhur Maarif Nazırı Emrullah Efendi’yi hatırlattı.
Emrullah
Efendi de hemen her toplantıda uyur, uyumadığı zamanlarda da hálá hatırlanan
şakalar yapardı. Meselá, şimdilerde ciddi anlamda söylendiğini zannettiğimiz
‘Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim’ esprisi, ona ait idi. Ama,
Emrullah Efendi’nin Atilla Bey’den küçük bir farkı vardı: Zamanının en büyük
álimlerindendi. İşte, iktidar koltuğuna 90 küsur sene arayla oturan siyasilerin
yaptıkları esprilerdeki mizah çizgisinin nasıl seyrettiğinin küçük bir
örneği...
KÜLTÜR
ve Turizm Bakanı Atilla Koç hangi toplantıda olursa olsun hemen tatlı bir
uykuya dalıyor, uyanık bulunduğu anlarda söyledikleriyle haber oluyor ve
sözleri günler boyu tartışılıyor.
İşe
Rus turistlerin ‘sonradan görme’ olduklarını anlatmakla başlayan bakan, önceki
gün de ‘vergisini veren vatandaşların yolunmuş tavuğa benzedikleri’ beyanında
bulundu, derken konuyu sık sık yaptığı şekerlemelere getirdi ve ‘Bundan böyle
gözlerimi dinlendirirken güneş gözlüğü takacağım, dolayısıyla gazeteciler
fotoğraflarımı çekemeyecekler’ dedi.
Atilla
Koç’un bu uyku düşkünlüğü, bana 20. asrın ilk yıllarının meşhur Maarif Nazırı,
yani Milli Eğitim Bakanı Emrullah Efendi’yi hatırlattı.
YOLU BİLE
ŞAŞIRIRDI
Emrullah
Efendi de hemen her yerde uyuyup gitmesiyle tanınırdı ama günümüzün
politikacılarından bir farkı vardı: O devrin önde gelen álimlerinden ve
yenilikçilerinden biri sayılmış, eğitimde modernleşmenin öncüsü olmuştu.
Türkiye’de eğitimin o zamanın ölçülerine göre çağdaş bir seviyeye çıkması için
elinden geleni yapmıştı ve bütün bu faaliyetinin yanı sıra dalgınlığıyla ve
uykuculuğuyla da meşhurdu.
Konuşmaya
başladığı anda zamanı ve mekánı unutup gider, kürsüde günün en mühim meselesi
hakkında konuşacak olsa konu şiire yahut eski hikáyelere kadar uzanır; yolda
rastladığı bir dostuyla sohbete girse, geldiği yolun tersine dönüp yürümeye
başlar, katıldığı toplantının uzaması halinde de horul horul uykuya dalardı.
Emrullah
Efendi’nin dalgınlığı ve uykuculuğu, zamanının karikatürcüleriyle hiciv şairlerine
ilham vermiş, hakkında bol bol yazılıp çizilmişti. Ama günün birinde söylediği
bir söz yüzünden ilmi de, dalgınlığı da, uyku merakı da geri plana düşmüş ve
adı, günümüze kadar bu sözü sayesinde devam edegelmişti: ‘Şu mektepler
olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim’ sözü sayesinde...
Maarif
Nazırı Emrullah Efendi’nin bir dost meclisinde şaka maksadıyla söylediği bu söz
zamanla ‘cehalet eseri’ diye yorumlanır, eğitimde bir problem yaşandığında
mutlaka hatırlanır ve alay maksadıyla teláffuz edilir oldu. Dolayısıyla, sözün
sahibinin nasıl bir yenilikçi olduğu, Türk eğitim sistemine ne kadar önemli
hizmetlerde bulunduğu unutuldu, gitti. Ona göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda
ilköğretimin yaygınlaşması için en az üç neslin geçmesi gerekiyordu ama yüksek
öğrenimin bekleyecek hali kalmamıştı ve 1912’nin 8 Nisanı’nda yayınladığı bir
nizamname ile İstanbul Üniversitesi’nde köklü bir değişiklik yaptı.
Üniversite’deki fakülte sayısını üçten beşe çıkardı ve ders programlarını
yeniden düzenledi. Sonra, liselerde felsefe ile ekonomiyi mecburi ders haline
getirdi, bu arada ilkokulların programına da tarih, coğrafya, fen bilgisi, köy
ekonomisi ve köy sağlığı derslerini koydurdu.
MİZAH EĞRİSİ
İNİYOR
Kültür
ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un uykuculuğu bana hem Maarif Nazırı Emrullah
Efendi’yi hatırlattı, hem de iktidar koltuğuna 90 küsur sene arayla oturan
siyasilerin yaptıkları esprilerdeki mizah çizgisinin seyrini göstermek istedim.
Meselá ‘Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim’ gibisinden
asırlar boyu unutulmayacak olan şakaların yerini ‘Güneş gözlüğü takarım,
uyurken resmimi çekemezsiniz’ ifadesinin almış olmasını...
Üniversiteyi
adam etmesi için sürgünden çağırılmıştı
LÜLEBURGAZ’da
1858’de doğan Emrullah Efendi, Mülkiye’yi bitirdikten sonra imparatorluğun
çeşitli viláyetlerinde maarif müdürlüklerinde bulundu. Bir ara siyasi
faaliyetleri yüzünde İsviçre’ye sürgüne gitmek zorunda kaldı ama zamanın
hükümdarı İkinci Abdülhamid tarafından affedildi ve Maarif Meclisi üyesi
yapıldı.
1908’de
İkinci Meşrutiyet’in ilánından sonra Kırklareli Milletvekili olan Emrullah
Efendi, 1910’da Maarif Nazırlığı’na yani Milli Eğitim Bakanlığı’na getirildi.
Bir yıl sonra istifa etti ama 1912’de yeniden aynı makama tayin edildi.
Bakanlıktan ayrıldıktan sonra üniversitede ders vermeye başladı ve 1914’te
Yeşilköy’deki evinde öldü.
Emrullah
Efendi, bakanlığı sırasında birçok tartışmanın kahramanı olmuştu. Meselá
Galatasaray Lisesi’nin müdürü olan şair Tevfik Fikret’i derslere kasten
gelmeyen öğretmenlerin aylıklarından kesinti yapmadığı için görevden almış,
yerine matematik bilgini Salih Zeki Bey’i getirmiş ve tayin yazısında
kullandığı ‘şairin yerine álimi getirdim’ ifadesi, o günlerde çok gürültü
koparmıştı.
Osmanlı
birliğinin geleneklere bağlı kalınarak batılılaşmakla ve bunun yolunun da
dinamik eğitimden geçtiğine inanan Emrullah Efendi, ‘Medeniyetçiler’ grubunun
önde gelen mensuplarındandı. ‘İlköğretim Kanunu’nu çıkarmış, o zamanki adı
‘Dárülfünun’ olan üniversitede önemli reformlar yapmış, ‘Muhitü’l-Maarif’
adıyla bir ansiklopedi yayınına başlamış ve başta Ziya Gökalp olmak üzere çok
sayıda düşünürü büyük ölçüde etkilemişti.
Uğur keşki
alaturka değil klasik müzik yapsaydı!
TÜRK
Müziği’nde çello’ yani ‘viyolonsel’ dendiğinde akla tek bir isim gelir: Mesud
Cemil...
Alaturkacıların
hiddetleneceklerinden eminim ama açık söyleyeceğim: Türkçesi’ne, müzisyenliğine
ve bilhassa tanburuna tutku derecesinde hayran olduğum Mesud Bey’in çellosu
bana biraz yavan gelir, birkaç çello plağı doldurmuş olan babası Tanburi Cemil
Bey’i de bu işte hayli amatör bulurum ve alaturka camianın en başarılı
viyolonselcisi, benim için Şerif Muhiddin Targan’dır.
Ama,
son 20 yılda yıldızı gittikçe parlayan bir başka çellocu, Uğur Işık, bana göre
şimdi bütün bu isimleri geride bıraktı. Fakat seneler önce, daha işin
başındayken önemli bir hata etti, sahip olduğu yeteneğiyle ve parlak musiki
zevkiyle klasik müzik yapması, yani Batı Müziği çalması gerektiği halde,
sanatını çok sevdiği alaturka ile sınırladı.
Uğur’un
geçen haftalarda çıkarttığı ‘Cello Unveils Anatolian Spirit’ yani ‘Viyolonsel,
Anadolu Ruhunun Örtüsünü Kaldırıyor’ isimli CD’sini dinleyince, klasik çalmış
olsaydı nasıl dünya çapında bir isim olacağını hayál ettim. Uğur Işık, CD’sinde
son derece temiz ve müzikal bir icranın yanısıra, eski eserlerde várolan ve
bugün birçok müzisyen için artık maalesef sır haline gelmiş bulunan melodik ve
ritmik incelikleri de aksettiriyor, günümüzde basmakalıp çalınan eserlerin
yüzlerindeki örtüyü kaldırıyordu.
Bu
CD’yi dinlediğiniz, meselá Eyyubi Mehmed Çelebi’nin ‘Arazbar Peşrevi’ne, Ermeni
bestekár Parseğ Ganaçyan’ın ‘Ninni’sine, Kırım Prensi Çoban Giray’ın ‘Rast-ı
Sagir Peşrevi’ne kulak verdiğiniz takdirde, Türkiye’de giderek pespayeleşen
müzik ortamında birilerinin hálá ciddi ve çok güzel müzik yapmaya inatla devam
etmekte olduğunu farkederek şaşıracaksınız.
KAYNAK:
Murat Bardakçı / Maarif Nazırı Emrullah Efendi de hep uyurdu ama çok büyük
álimdi (hürriyet.com.tr, 01.05.2005).