Gazeteci yazar, yazılım uzmanı, iş adamı. Erzurum'da doğdu. ODTÜ Matematik Eğitimi Bölümünden mezun olduktan sonra aynı bölümde yüksek lisansını tamamladı. Bu sırada iki sene Gazi Üniversitesi'nde araştırma görevlisi olarak görev yaptı. 1999 yılında Almanya'da Accenture firmasında Bilişim Teknolojileri analisti olarak çalışmaya başladı. 2003 yılında yurda döndü.
Aycell(Avea)'da
"senior developer", Sağlık Bakanlığı'nda "Dünya Bankası
Danışmanı" olarak çalıştıktan sonra 2006-2008 yılları arasında Türkiye Odalar
ve Borsalar Birliği'nde "Yazılım Müdürü" olarak görev yaptı.
2008-2011 yılları arasında çalıştığı
özel şirkette "e-sağlık direktörü" daha sonra "yazılım
direktörü" unvanları ile çalışırken Sağlık Bakanlığının Sağlık.Net ve
Merkezi Hastane Randevu Sistemi (MHRS) projelerini yönetti.
2011
yılında kendi firmasını kuran Salih Cenap Baydar, Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, İstanbul Ulaşım A.Ş.,
TÜRKSAT, Afet ve Acil Durumlar Başkanlığı (AFAD), İç İşleri Bakanlığı, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı gibi birçok kurumda
teknoloji danışmanlığı, yazılım mimarlığı ve proje yöneticiliği görevlerinde
bulundu. Baydar halen Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nde Sosyoloji doktorası
yapmaktadır.
Salih
Cenap Baydar, yazılarını Karar gazetesi ile fikircografyasi.com sitesinde
yayımlamaktadır.
KAYNAKÇA:
Yazarlar- Salih Cenap Baydar / Canavarın gözündeki karanlık (karar.com,
01.03.2022), Salih Cenap Baydar (fikircografyasi.com, 06.03.2022).
Kötülüğün,
karanlığın, korkuların yükselip ufukları kapladığı zamanlarda, normal şartlarda
gayet medeni, makul, ahlaklı bir hayat süren bazı insanların içinden adeta
birer canavar çıkıyor.
Bu
kimselerin en temel medeni değerlere nasıl sırt çeviriverdiklerini görmek,
içlerinde en ilkel korkulara besleyip büyüttükleri canavarın onları nasıl ele
geçirdiğine şahit olmak insanı sarsıyor.
Toplum,
değerler ve kurallar çerçevesinde kurulur.
Değerlerin
ve kuralların buharlaştığı anomi dönemlerinde “kaba kuvvet” tek belirleyici
“değer” haline gelmeye başlıyor.
Halbuki
bugün hep beraber istifade ettiğimiz medeniyet kazanımlarının sürebilmesi için
temel değerlere ve o değerlere istinat eden kurallara ihtiyacımız var.
Kaba
kuvvet o değerlerin yerine ikame edilemez.
Sabahları
okula yolladığımız çocuğumuzun yolda birtakım çetelerce dövülüp
öldürülmeyeceğinden, evimizin, iş yerimizin, okullarımızın, yollarımızın bir
takım paramiliter grupların, yahut mafya elemanlarının tehdidi altında olmadığından
emin olmak isteriz.
Hakkımızı
hukukumuzu arayabileceğimiz, adaletli bir ülkede yaşamak isteriz.
Zorbalardan
korunmanın tek yolu başka bir zorbanın “koruması” altına girmek olmuşsa,
“hukukun üstünlüğünün” yerini “üstünlerin hukuku” almışsa, yaşadığımız yer
artık cehennemdir.
Ukrayna
krizi, bir değer olarak sadece “kaba kuvveti” tanıyan tipleri ortaya çıkartan
bir turnusol kâğıdı vazifesi görüyor.
Rusya’nın,
beynelmilel antlaşmaları, sözleşmeleri hiçe sayarak Ukrayna’yı işgal etmesi
sonrasında insanların verdikleri tepkiler, kaba kuvvet sahibi zorbaların
belirlediği bir düzeni kolayca içselleştirebilecek kişilerin sayısının hiç de
az olmayabileceğini gösteriyor.
Yükselen
tehlike karşısında birçok kimse korku ve panikle kendisine kudretli bir koruyucu,
bir savaş beyi (warlord) arıyor.
Ancak
aradıkları savaşçı, koktukları şeytanların karşısına hak uğruna dikilecek bir
adalet savaşçısı değil!
En
az o korktukları şeytan kadar “kötü” başka bir “şeytan” arıyorlar.
Çünkü
bu insanlar aslında adâlete, doğruluğa, iyiliğe, hukukun üstünlüğüne
inanmıyorlar.
Şu
argümanla yaygın şekilde karşılaşıyoruz:
Ukrayna
lideri Volodymyr Zelensky komedyenmiş, yönetmenmiş, senaristmiş…
Buna
karşılık Vladimir Putin ise KGB ajanıymış, istihbaratçıymış.
Almanya
Dışişleri bakanı Annalena Baerbock yeşiller partisindenmiş, aktivistmiş,
entelmiş!
Joe
Biden çok yaşlı ve pasifmiş, acı kuvvetini kullanmaktaki tereddüdü
iradesizliğine işaret ediyormuş.
Boris
Johnson komik tipiyle, her daim dağınık saçlarıyla düşmana korku salmaktan
uzakmış.
Emmanuel
Macron çizdiği hanım evladı memur imajı ile zaten durmadan zayıflık sinyali
veriyormuş.
Böyle
“hümanist kimlikli siyasetçilerden, şeytani bir kurmay aklı bekleyemezmişiz”...
Bu
iddiaların hedefi aslında açık: Böyle düşünenler, Putin gibi gözü kara, kural
tanımaz, öngörülemez, acımasız, ahlaki sınırları olmayan düşmanlara karşı bir
şansımızın olabilmesi için, başımıza onların karakterinde liderlerin gelmesi
gerektiğini düşünüyorlar.
Fakat
bu “şeytanla ancak başka bir şeytan başa çıkabilir, o yüzden biz de kendi
başımıza bir şeytanı getirmeliyiz” argümanı son derece “şeytani” bir argüman.
Ancak
“Hakk’a” değil “güce” tapanların benimseyebileceği türden bir kanaat!..
Kendilerini
güvende hissedebilmek için, bizzat iblisin kendisinin arkasında saf tutmakta
mahzur görmeyenler ezik, aşağılık, omurgasız, ahlaksız kimselerdir.
Şeytanı
başımıza getirirsek şeytanla mücadele etmenin imkânı ve anlamı kalır mı?..
Kötülüğü
ortadan kaldırmanın yolu daha çok kötülük yapmak olabilir mi?..
Kan
lekesi, üzerine daha çok kan dökülerek temizlenebilir mi?..
Nietzsche’nin
meşhur sözünü hatırlayalım:
“Canavarlarla
savaşanlar bu süreçte canavarlaşmamaya dikkat etmelidirler. Eğer bir uçuruma
uzun süre bakarsan, uçurum da sana bakar.”
Kötülüğün,
karanlığın gözlerinin içine çok uzun süre baktık.
Hakkın,
adaletin, doğruluğun, iyiliğin aydınlığını unutmaya başladık.
Silkinip,
kendimize gelerek, bakışlarımızı tekrar aydınlığa çevirmemiz gerekiyor.
Yolsa
eninde sonunda hepimiz birer canavara dönüşeceğiz.
KAYNAK:
Salih Cenap Baydar / Canavarın gözündeki karanlık (karar.com, 01.03.2022),