Öykü, oyun
ve senaryo yazarı, yönetmen, yapımcı. 7 Eylül 1965, İstanbul doğumlu. Tam adı
Mutlu Özen Yula’dır. ABD’de West Albany High School’da okudu, Hacettepe
Üniversitesi İktisat Bölümünü bitirdi. Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro
Bölümünde postmodernizm üzerine yüksek lisans ve doktora yaptı. Önce oyunlar
yazdı, daha sonra oyun yazarlığının yanında öykü ve romana yöneldi. İstanbul
Beyaz Rakı Rengârenk oyununu 1997 yılında “İstanbul’dan Bir Aşk Geçti”
adıyla yazdı ve 10. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivalinde “
Özen Yula,
Ay Tedirginliği adlı oyunuyla 2001 Afife Jale Tiyatro Ödüllerinde Cevat
Fehmi Başkut En Başarılı Oyun Yazarı Ödülüne layık görüldü. Arızalı Kalpler öykü
dosyasıyla 2001 Haldun Taner Öykü Ödülünü kazandı. 2001 yılında Afife Jale
Ödülünü aldı. 2001-02 sezonunda ise Bonn Bienaline katılarak Avrupalı
eleştirmenlerin beğenisini topladı. Toplu Oyunları 3’ün ilk oyunu Gayri
Resmi Hürrem, Şehir Tiyatrolarının 2002-03 sezonu için repertuara alındı.
ESERLERİ:
Öykü: Öbür Dünya
Bilgisi (1993), Kayıpkent Üçlemesi (1994), Buğuevi (1998),
Hayat Bir Kere (2000), Jartiyer, Kırbaç ve Baby Doll’ün Ötesindekiler (2001),
Hayattan Geçen Kadınlar (2001), Arızalı Kalpler (2002), Tanrı
Kimseyi Duynuyor (2005).
Roman: Hayat Bir
Kere (2001).
Oyun: Ay
Tedirginliği - Dünyanın Ortasında Bir Yer (1995), Toplu Oyunlar I (Ay
Tedirginliği ve Dünyanın Ortasında Bir Yer, 1996), Toplu Oyunlar
II (İstanbul Beyaz Rakı Rengârenk, Kırmızı Yorgunları, Gözü Kara
Alaturka, 1998), Gayri Toplu Oyunları 3 (Resmi Hurrem-Sahibinden
Kiralık-Yakındoğu’da Emanet, 2002).
Tiyatro Ödülleri:
Gayri Resmi Hürrem / İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri 2017 - "En İyi
Yönetmen"
Yönetmen ya da Yazarı Olduğu
Bazı Sahnelenmiş Tiyatro Oyunları:
Pusulasız / Yazar - 2021
Ay Tedirginliği / Yazar - 2021
Sahibinden Kiralık / Yazar - 2021
Rahvan Giden Atlılar / Yazar - 2020
Sahibinden Kiralık / Yazar - 2019
Beyaz / Yönetmen - 2018
İhanet / Yönetmen - 2017
Gayri Resmi Hürrem / Yönetmen / Yazar - 2016
Kadınlar, Filler ve Saireler / Yönetmen - 2016
Ben O İstanbul'u Çok Sevdim / Yönetmen / Yazar - 2015
Sait Faik / Yönetmen / Yazar - 2014
Bakarsın Bulutlar Gider… / Yönetmen / Yazar - 2014
Şems!.. Unutma!... / Yönetmen / Yazar - 2011
Dünyanın Ortasında Bir Yer / Yazar - 2010
Yala ama Yutma / Yazar - 2010
Yakındoğu'da İhanet / Yazar - 2008
Gayri Resmi Hürrem / Yazar - 2007
Dünyanın Ortasında Bir Yer / Yazar - 2007
Yakındoğu'da Emanet / Yönetmen / Yazar - 2004
Kırmızı Yorgunları / Yazar - 2002
Ay Tedirginliği / Yazar - 2002
80060 / Yazar - 1998
Ay Tedirginlği / Yönetmen / Yazar
Ân / Yönetmen / Yazar
Hayat Der Gülümserim / Yönetmen / Yazar
Senaryosunu Yazdığı Film ve
Diziler:
İkimizin Sırrı (TV Dizisi 2021)
Muhtesem Yüzyıl: Kösem (TV Dizisi 2016-2017)
Anmoment (Sinema Filmi 2017)
Keşanlı Ali Destanı (TV Dizisi 2011)
Sakin Kasabanın Kadını (Sinema Filmi 1997)
Yapımcısı Olduğu Film ve
Diziler:
Anmoment (Sinema Filmi 2017)
Özen Yula İçin Ne Dediler?
“Geçmişteki büyük tragedyalara has ama son derece çağdaş bir burukluk
var Özen Yula’nın kaleminde. Kelimelerin hangi anlama karşı, ne hızla yol
aldığını; neleri ifade edip, neleri etmediğini son derece iyi biliyor. Tam
orada, tam o anda, tam da onu kullanması gerektiğinin farkında. Genelde okuru
caydıran bir yazar zaafı olarak kabul edilen geniş zaman kullanımı bile Özen
Yula’da belli bir amaca hizmet ediyor. Ama o ‘yine de’ oyun yazarlığında yol
aldıkçadır’lardan ve dir’lerden vazgeçmiş sanki. İyi de olmuş. (...) Yazdıkça
belirginleşen, ‘sokak ve kitap zekâsı’nın sınırları ve farkındalıklarıyla
okuyucuyu şaşırtıyor. Öyküleri ve romanında olduğu gibi, repliklerinde de lirik
bir olgunluk var. Yer yer destansı bir dil kullanmasına rağmen ‘yerelliğin’
altını çizmiyor, pek sevimli sayılamayacak ‘ağdalı üslûp sınırı’na kadar da
dayanmıyor. (...) Yine Özen
Yula tarzının temel parçalarından biri diyebileceğimiz bir başka unsur ise
cinsellik. Dikkat edin tutku ve cinselliği ayrı ayrı telaffuz ediyoruz.
Cinsellikteki yoğunluk ve argo kullanımındaki ustalık, Özen Yula’nın okuyucuyu
en başarıyla sarsabildiği becerilerinden. Yula’nın kahramanları birbirine her
yaklaştığında adeta ortalıkta bir tür ‘pathos’ dolanmaya başlıyor. Tennessee
Williams oyunlarındakine benzer bir ‘brutal desire / hayvani ihtiras’, onda da
başköşeye yerleşiyor.” (Ilgın
Sönmez)
KAYNAK: Dilek
Öztekin / Yazmak… Hayatı Ölümle Kandırmak (Cumhuriyet Kitap, 3.9.1998), Akın
Sevinç / ‘Mesele’lerin Sufle Ettiği ‘Mesela’lar (Virgül, sayı: 31, Haziran
2000), Birhan Keskin / Söyleşi: Özen Yula (Virgül, sayı: 38, Şubat 2001),
Arızalı Kalpler / Özen Yula (Cumhuriyet Kitap, 11.4.2002), Turhan Günay / Özen
Yula Sennur Sezer / Edebiyata Dair Bir Adam: Özen Yula - Ömer Şişman / Yeni
Anlamlar Türetmek - Ilgın Sönmez / Kentlerde Huzursuz Ruhlar Vardır (Cumhuriyet
Kitap, 9.1.2003), İhsan Işık /
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2. bas., 2009), Özen Yula (tiyatrolar.com.tr, 14.08.2021), Özen
Yula (imdb.com, 14.08.2021), Özen Yula (sinematurk.com, 14.08.2021), Özen Yula (diziler.com,
14.08.2021), Özen Yula (beyazperde.com, 14.08.2021).
Islaklığı
hissetti. Küçük bir kabarıklık vardı. Kaygan, ışıltılı. Orada, otların çok
altında, iki tepeciğin arasında, yukarı kısımda bir yerde. Cilalanmış bir
fildişi gibi, ama toprağa gömülmüş, amma gömülmüş!
Burnunu bu kaygan tümseğe değdirdi.
Tümseğin, kardelen gibi kendisini aniden dışarı doğru itivermesine şaşırdı.
Başını ıslak otların içine iyice gömdü. Otların nemi yüzüne İşledi aynı anda.
Tümseğin kayganlığı burnunu gıdıkladı. Badem rengindeydi... tümsek, arsızdı.
Tenine değdikçe gözeneklerine işliyor, kendisini sunuyordu ziyadesiyle.
Üzerlik kokusu yayılıyordu otlardan.
Çocukluğundan beri duymadığı, neredeyse unuttuğu, o anda da bu kadar kolayca
nasıl hatırlayabildiğine şaşırdığı bir koku. Gücünü ateşten alan, kötülükleri
uzak tutan eski bir inanış. Sonra birden, otların neminde, amberin geniz
dolduran tatlı kokusunu hissetti. Dudaklarını araladı. Dili otların
üzerinde-gezindi.
Yukarıdan görüyoruz onu. Kuşbakışı.
Kıraç bir arazide bir parça otun üzerine dayamış ağzını. Susamış da, toprağın
derinliklerinde, kendisini ele vermeyen bir kaynaktan kana kana içmek ister
gibi.
Yaklaşıyoruz yeniden.
Dilinin altında kayıyor otlar. Bahar
güneşini ıslatıp yumuşatıyor diliyle. Güneş serinliyor otlarda. Ölgün hilal
geceyi bekliyor hükümranlığı için. Saklanmıyor. Maviyi sarıyor kendisine,
yakıştırıyor.
Dilini ağzına sokup bir tat almaya
çalışıyor... Mayhoş. Dolunayın tadı gibi. Serseme çeviren lodosta, kendisini
sakınmaya çalışan bir dolunay tadında. Tekrar tekrar yalıyor otları. Tümsek
ortadan kaybolmuştu. Yalnızca, ıslak otlar dilinin altında. Otları aralıyor.
Alttaki küçük tepeciği görüyor. İçeride, çoraklığın kalbine giden bir yarık.
Bereketin kaynağı. Dilini küçük yarığın içinde çevirmeye başlıyor. Aşağı
yukarı, sağa sola, içeri dışarı.
Baldırlarındaki kasılmadan rahatsız
oluyor. Biraz gevşemeye çalışıyor. Kasıklarındaki gerginliği iyiden
hissediyor. Bacaklarının arasında giderek sertleşen, toprağı zorlayan,
çoraklığa baskı yapan parçayı.
Acunun sırrı damar damar yürüdü
içinde, gelip o parçada durdu sessiz, beklentili, yalaza kesmiş.
Dili durmaksızın topraktaki yarığın
içine dalıp çıkıyordu. Bacaklarının arasındaki toprağın seğirmeye başladığını
hissetti. Dilini otların arasından çekti. Ağzında mayhoş bir tat. O tadı
yitirmek istemiyordu. Dilini çektiği yer ıpıslaktı. Hafif bükümlerle,
kıvrımlarla içeri çekilen tepecikler ıpıslak. Bir tenin ürperişi, akşamın
sessiz inişi, derken karga çığlıkları duyuluyor ileriden, uzaklardan, gitgide
yaklaşan. Zamanın geçmesi gerekiyor. Halbuki geçmeyen bir zaman var. İki saat
bile geçse kârdır.
Yukarıdan görüyoruz onu. Aniden
başını yukarı kaldırıp yüzünü göğe çeviriyor. Uzaklardan gelen kargaları
görüyor.
Yaklaşıyoruz. Bir acı okunuyor
gözlerinden. Üstündeki kıyafeti tamamlarcasına yemyeşil gözleri. Acı yeşil.
Kara, uğursuz kargalar. Sesleri birleşip kahkahaya dönüşüyor. Çınlıyor
bozkırda. Tellere çarpıp süzülerek dışarıdaki asfalta dökülüyor karga
çığlıkları.
Gövdesini yukarı doğru çekiyor.
Bacaklarını geriye uzatıp ıslak yeri bedeniyle ortalayarak uzanıyor.
Tepeciklerin arasına yerleşiyor iyice. Huzur içinde. Vücudunu aşağı yukarı
indirip kaldırıyor. Sonra aniden sürtünmeye başlıyor toprağa. Sert, sıkı, telaşsızca.
İki tepecik iyice ayrılıp içine kabul ediyor onu.
Ellerini yere dayıyor, önce
okşarcasına toprağı. Nemli tepecikler kıvranıyor gibi. Sonra ayalarını ve ayak
parmaklarını toprağın üzerine iyice yerleştirip aşağı yukarı inip kalkmaya
başlıyor. Dirsekleri kıvrılıp açılıyor, bütün vücudunun yükünü taşıyor. Yüzü
çorak toprağa değiyor, uzaklaşıyor, değiyor. İçinden sayıyor. Bir... iki... on
dört... yirmi üç... yirmi altı... yirmi dokuz.
Nefes nefese. Bacaklarının
arasındaki toprak gitgide açılıyor. Sanki tepeciklerin içinden derinliklere
doğru yol alıyor.
Toprağın derinlikleri ıslak. İçinde
kayıyor. Derinlikler, sertliğine hasret, kavrıyor onu. Sımsıkı. Kalkabilmesi
giderek zorlaşıyor. Yalnız yorgunluktan değil; toprağın onu koparmak, kendisinin
kılmak istermişçesine içinde tutmaya çalışmasından da. Önce zevki tattırırken,
gitgide bir düşmana dönüşüyor toprak. Hayat gibi. Derken, çıkmak istese bile
çıkamıyor derinliklerden. Altındaki tepeciklere tutsak olmuş. Artık, onlara
boyun eğiyor. Onlar nasıl isterse öyle olsun. O, o, o nasıl isterse öyle...
Bütün yorgunluğu ve diriliğiyle
kendisini bırakıveriyor. Tepecikler harekete geçiyor sanki. Daha derinlerine
çekip bırakıyor onu. Artık, o, toprağın istediği, arzu ettiği kadar var. Canı,
özü ağır ağır çekiliyor, emiliyor tepecikler tarafından. Gözenekleri
açılıyor... Canı yanıyor... İçinde patlayan bir fırtına... Ama fırtına öncesi
sessizlikten eser yok. Şiddet istiyor. Onu rahatlatacak kadar. Acı vermek
istiyor, acı duymak değil.
Arsız tümseğin kabardığını, giderek
büyüdüğünü hissediyor. Tümseğin üstüne bastırıyor. Huzur veren bir boşluğa
dalıyor ardından. Bu derinliğin sonu yok. Gitgide daralıp çevresini sarıveren
bir derinlik.
Yukarıdan bakıyoruz gene. Yüzüstü
toprağa uzanıp kendisini bırakmış. Kollarını iki yana açmış. Çarmıha gerilmiş
gibi. Yaklaşınca, yüzünün toprağa belendiğini görüyoruz. Dudakları aralanıyor. “Oh”
ve “of” heceleri birbirine karışarak çoraklığa saçılıyor.
Acunun sırrı toprakta, gevşeyip onu
bırakan, bir başka zaman diliminde tamamıyla kucaklayacak toprakta. Beyaz,
sıcak, peltemsi sır yayılıyor toprağa. Çorak toprak, yapışkan beyaz suyu
derinliklerine çekiyor ağır ağır.
“Kalk!” diyor tepesindeki adam. “Artık
aklın başına gelmiştir. Bir daha dik başlılık yapmaya kalkışmazsın!”
Canı çekilmiş gibi yatıyor
toprağın üstünde.
"Ne o? Bir altmış altı tane
daha mı çekmek istiyorsun?" diye bağırıyor adam.
Ses, bozkırın karşı tepelerinde
yankı bulup deli kargaların çağıltıları tarafından karşılanıyor.
Sır az önce durduğu yerde değil.
Sanki hiç olmamış öyle bir şey. Olmamış. Kardeş kavgaları, ihtilaller ve
idamlar tanığı toprakta sükûn hüküm sürüyor.
Ani bir ses, yerin altından. Kulak
kabartıyorlar. Yerin derinliklerinden acı bir çığlık, hayır, yırtıcı bir ses,
buyurgan. Avaz avaza atmak istiyor kendisini dışarı.
Gökyüzü kararıyor birden. Yağmurdan
kaçmaları gerek, ama vakit yok.
Görünmeyen bir saban bütün
yeryüzünü, üstünde sevişilen, nefretler beslenen toprağı altüst ediyor.
Bakmaktan başka bir şey gelmez
elden.
Açıklıktalar.
Kıvrılıp kırılan binaların sesleri
ve insan çığlıkları geliyor. Doğanın en sert ezgisi.
Yeşil gözler toprak rengi bakıyor
gökyüzüne.
(Arızalı Kalpler, 2002)