Necati Zekeriya

Çevirmen, Yazar, Şair

Ölüm
10 Haziran, 1988

Şair, yazar ve çevirmen (D. 1929, Üsküp / Makedonya - Ö. 10 Haziran 1988, Üsküp / Makedonya). Yugoslavya’da öğretmen okulunu bitirdikten sonra bir süre Türk okullarında öğretmenlik yaptı. Üsküp’te çıkan ve yirmi yıl yönetimine katıldığı Sevinç ve Tomurcuk adlı dergilerde çıkan şiirleriyle tanındı. 1969 yılından itibaren Birlik gazetesinin başyazarlığını üstlendi. Türkçeden Sırpçaya ve Sırpçadan Türkçeye yaptığı çevirileriyle iki ülke edebiyatını Türk ve Yugoslav okuyucularına tanıttı.

Çeviri, şiir ve yazıları Türkiye’de sık sık Varlık, Türkiye Yazıları, Milliyet Sanat vd. dergilerde yayımlandı. 1950’de Makedonya Halk Cumhuriyeti Hükümeti Ödülü ile ödül alan ilk Makedonya Türk yazarı oldu. Yugoslav çocuk yazarı Tınay’ın çeviri yoluyla tanıtılmasındaki katkısından dolayı 1983 Tınay Ödülünü de kazanmıştı. Kitaplarının çoğu Makedonca-Türkçe basılmıştır.

ESERLERİ:

ŞİİR: Şiirler (1950), Okul Çanı (1952), Silahşör Tavşan (1953), Nerde Olsam (1953), Gelincik (1954), Kırmızı Küpeler (1958), Ninniler (1964), Sevgi (1965), Damlalar (1967), Yeşil Nerde (1975), Lorca Soyutlaması (1976), Ağaçlar Dile Gelse (1985), Harfler Ne Yer (1988), Çayhane Şiirleri (1989), Otuz Dört Sone, Ablama Sevda Şiirleri.

ÇOCUK ÖYKÜSÜ: Bizim Sokağın Çocukları (1961), Eski Sokağın Çocukları (1967), Yeni Sokağın Çocukları (1967), Güzel Nedir Çirkin Nedir (1968), Bizim Sokağın Romeo ve Jülieti (1979), Eskiler Alırım Yeniler Satarım (1981).

ÇEVİRİ: Gül Ülkesi (Radovan Pavlovkski’den 1973), İçimizdeki (Vasko Papa’dan 1974), Sunu (İzzet Sarayliç’ten, 1974).

SEÇKİ: Nobelcilerden Çocuk Hikâyeleri Antolojisi (1969), On Makedon Ozanı (1971), Çağdaş Yugoslav Hikâyeleri Antolojisi (1975), Çağdaş Makedonya Şiiri (1978).

KAYNAK: TDE Ansiklopedisi (c. 8, 1976-98), Seyit Kemal Karaalioğlu / Resimli Türk Edebiyatçılar Sözlüğü (1982), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Hasan Mercan / Balkanlarda Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi (2000), TBE Ansiklopedisi (2001), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

KÜÇÜK DOST KEMANCI

Onu yağmurlu bir günde tanımıştım. Durgun ve düşünceliydi. Koltuğu altında kemanı, ev eşyasıyla yüklü arabanın önünden ağır ağır yürüyordu. Araba bitişikteki evin kapısı önünde durdu, o bundan habersiz başını biraz daha aşağıya eğmiş ilerliyordu.

— Durmuş, ey Durmuş, diye babası çağırmasaydı, kim bilir nereye kadar öyle yürüyecekti.

Döndü. Evin kapısını açtı, içeriye girmeden:

— Baba, burası mı? diye sordu.

Babası eşyalar üstündeki sicimi çözerken:

— Evet, oğlum, burası. dedi. Haydi. Haydi, kemanını şöyle bırak da, anan gelince eşyaları içerde bulsun.

O, birkaç dakika öyle kımıldamadan yerinde durdu. İlkin koltuğu altındaki kemanına baktı, sonra da bunu bırakmak istediği kapının eşiğine. Ama bırakmadı, öbür eliyle arabadan sobayı alıp götürmek istedi. Fakat babası:

— Ah, dedi, olmadı, böyle olmaz. Bırak onu, sırça değil ki, kırılsın.

Yanına sokuldum:

— Bana ver, dedim, ben ona bakarım.

Baktı, tepeden tırnağa beni süzdü, yüzünde ikircimli bir gülümseme belirdi: Dişleri bembeyazdı, kuzgûn kara saçları, kapkara yüzü kömür gibi gözleri vardı.

Kendi kendime: “Anlaşılan çingene.” dedim.

Nedense bir fena olmuştum. Aksine anamın da sözleri kulaklarımda zonklayıverdi: “Sakın, sokağa yalnız çıkma, çingeneler tutarsa karışmam. Bak, çuvala bağlayıp, nehre atarlar.”

Demek çingenelerle komşuluk yapacağız. Hayır, bu olamaz, kapıcığı kapatacağım...

Böyle düşünürken, babam her vakitki güler yüzüyle karşımızda beliriverdi. Durmuş’u tanıyormuş gibi:

— Yavrum, baban nerede? diye sordu.

Babamın çok sevdiği birkaç çalgıcı çingene arkadaşı vardı. Durmuş başıyla içeride olduğunu söyledi.

Babam bana dönerek:

— Ah, dedi, benim oğlum Orhan. İyi birer dost olacaksınız, değil mi?

Bu kez onun kapkara yüzünde gerçek dostluğu belirten bir gülümseme belirdi. Bembeyaz dişleri bütün olarak meydana çıktı.

Ama, ben dayanamadım:

— Bu Çingene parçasıyla mı dost olacakmışım? Hayır dedim.

Onun yüzü birden bire değişti. (Onların bu yüzden sık sık ev değiştirdiklerini çok sonraları öğrendim).

Babam da çok değişmişti. Ben başka söz söylemedim, kemanı ona uzattım, eve koştum. Odamda yalnız başıma kalınca, ettiğimden pek memnun değildim, sanki. Gülemiyordum, bir tuhaf olmuştum. İştahım da kesilmişti. Hele babam sofrada:

— Orhan, sana çok kırgınım, deyince büsbütün küçülmüş, yüreğimden yaralanmıştım.

O gece nedense uyku pek gözlerime girmiyordu. Sabahleyin uyandığım zaman tatlı keman sesleri kulağıma geliyordu. Keman sesleri, ilkyazda öten bülbüllerin sesleri kadar güzeldi, yanıklıydı. Kendi kendime: “Babamın keyfi yerinde, keman çalıyor” sanmıştım. Barışmak isteğiyle çabuk elden dışarıya fırladım, ama babam çalmıyordu, sofrada oturmuş o da büyük bir dikkatle dinliyordu. Kendi kemanı ise dizleri üstündeydi. Beni görünce:

— Orhan, bak bak dedi, işte o çingene parçası...

Başımı eğdim. Babam yumuşak bir sesle:

— Yavrum dedi, onlar çalgı ve türkü için yaratılmışlardır, bunu unutma ki, onlar da insandırlar.

 *

Daha o gün kendisinden özür dileyecektim. Fakat Durmuş görünürlerde yoktu. Onu görürüm diye, sık sık sokağa fırlıyor, çok kezler de isteyerek topumu onların avlusuna fırlatıp atıyor, kapıcığı ardına kadar açık bırakıyordum. Aşağı yukarı bir ay hep böyle yaptım ama, o sanki yere gömülmüş, görülmez olmuştu. Keman sesleri ise aksine sabahları hep aynı vakitte kulaklarıma geliyor, beni yüreğimden yaralıyordu.

 *

Sünnet olacağım gün çatageldi. Beni erkeklere götürdüler. Babamın bütün dostları buradaydı. Odaya götürüp sünnet ettiler. Beni karyolaya yatırdılar, Ağzımı lokumla doldurdular. Bir şey duymuyor duyduğum ağrılardan ağlıyordum. Alnıma soğuk bir el dokundu, gözlerimi açınca başucumda babamı gördüm. Gözleri parlıyordu. Savaş başladığı günden beri, ilk kez babamı böyle görmüştüm. Yüzünde kıvanç vardı. Çok şendi. Alnımdan öptü, saçımdan okşadı; sonra da tatlı sesiyle:

— Yavrum, dedi, gayret, gayret, haydi sen benim aslanımsın.

Kendimi toparladım. Tam bu sırada sabahları duyduğum keman sesleri, ama bu kez çok yakından, sanki bizim sofadan kulaklarıma geliyordu.

Babama dikkatle baktım. O beni anlamıştı. Başını salladı:

— Evet, dedi, o, kendisi, Durmuş. Senin için gelmiş. Hem de çağrılmadan.

Kendimi tutamadım, ağlamaya başladım. Ama bu kez ağrılardan değil kıvançtan ağlıyordum, kıvançtan.

Ertesi gün, gelen armağanları, Durmuş’la birlikte süslü karyolam üstünde gözden geçiriyorduk. Evimiz bombalardan yıkılıncaya kadar, eski sokaktaki çocuklardan en yakın dostum Durmuş olmuştu.

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör