Aylık edebiyat dergisi. 1976-1990 yılları arasında çıkan aylık edebiyat dergisi. Aralık 1976 - Haziran 1984 arasındaki ilk doksan bir sayısı Ankara’da, daha sonra İstanbul’da yayımlanan derginin kurucuları Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Mehmet Akif İnan, Alaeddin Özdenören ve Ersin Gürdoğan’dır. Bazı özel sayılarının birkaç ay birleştirilerek, 96. sayının iki aylık olarak (Kasım-Aralık 1984) yayımlanması dışında genelde düzenli bir neşir seyri olmuştur. Dergi 1990 yılına kadar yayımını sürdürmüş, ardından kapanmıştır (görülebilen son sayı Ağustos 1990’da çıkan 164. sayıdır).
Son dönemindeki sahibi Bahri
Zengin, genel yayın yönetmeni İhsan
Işık’tır.
Mavera’nın ilk sayısında
kurucular adına Rasim Özdenören’in kaleme aldığı “Mavera” başlıklı yazıda önce
“mâverâ” kelimesinin anlamı üzerinde durulmuş, kelimenin bilginin deneysel
olmayıp sezgisel olduğunu ifade eden felsefî bir görüşü de içine aldığına
dikkat çekilmiş ve edebiyatın, amacı kendinden ibaret olan bir çalışma alanı
olarak görülmediği belirtilmiştir. Çıkış amacı ise “son birkaç on yıldır çok
büyük aşamalardan geçerek bugün reddi mümkün olmayan bir düzeye ulaşan yerli
düşüncemizin edebiyatına yeni açılımlar getirmek” olduğu ifade edilmiş,
“Mavera, bir yaşama biçimi halinde öz uygarlığımızı yeniden yürürlüğe koyma
davasını güdenlerin edebiyat alanındaki bir buluşma yeridir” denilmiştir (nr.
1, Aralık 1976, s. 46).
Dergiye yön verici isimler, sahip
çıktıkları yerli düşünce anlayışını ve Batılı yazarları da izleyerek
kazandıkları modern edebiyat zevkiyle biçimlendirdikleri orijinal ürünler
ortaya koymuşlardır. Bu açıdan bakılınca şiir ve hikâyelerin yanında ilk
sayılardan itibaren yayımlanmaya başlanan Cahit Zarifoğlu’nun “Yaşamak”
başlıklı günlükleriyle Rasim Özdenören’in derginin fikrî arka planını veren,
ortaya koydukları edebiyatın teorisine ilişkin yazıları önemli çalışmalardır.
Edebiyatla uygarlık arasındaki paralelliğe dikkat çekilen “Ruhun Romanı”,
“Ruhun Malzemeleri”, “Aşkın Edebiyat”, “Malzemenin Ruhu” gibi başlıklar taşıyan
bu yazılarda Rasim Özdenören “İslâmî edebiyat” kavramı üzerinde de durarak ilgi
çekici yorumlar yapmıştır. Bu yazılarda klasik İslâm edebiyatı ürünleriyle
çağdaş İslâmî duyarlıklı yazarların eserleri karşılaştırılmakta, bugünkülerin,
konusundan yazarlarının eleştirici tavrına kadar birçok bakımdan o dönem
eserlerinden farklı olacağı ifade edilmekte, klasik edebiyatla bugünkü edebiyat
arasında mukayese yaparken de eserin muhtevası yerine yazarın yazıya yansıyan
İslâmî tavrına bakmanın daha anlamlı olacağı belirtilmektedir (“Yazarın Tavrı
Önemlidir”, Mavera, nr. 8, Temmuz 1977). Dergide daha çok kavramlardan yola
çıkarak yazdığı yazılarda yeni fikrî ayrıştırmalar yaptığı görülen Rasim
Özdenören’in gelenek kavramını yorumladığı, dile bakış açılarını izah ettiği ve
kendileri hakkındaki bazı polemiklere cevap vermek üzere yazdığı yazılar da bu
bağlamda anılması gereken çalışmalardır.
Dergide şiir, hikâye, günlük,
deneme, eleştiri türündeki ürünlerin yanında farklı kişilerle yapılmış konuşmalara,
edebiyat, sanat, kültür, politika konularındaki açık oturumlara da yer
verilmiş, bu açık oturumlarda edebiyatta evrensellik ve yerellik, çağdaşlık
kavramı, siyaset ve sanat, millî sinema, mimari, hat sanatı ve hikâye sanatı
gibi konular tartışılmıştır. İlk sayıdan başlayarak derginin gövdesini
oluşturan ana bölümden sonra yer alan “Çeşitlemeler” kısmında edebiyat ve
sanatın aktüel konu ve olaylarına değinilmiştir. 17. sayıdan itibaren Cahit
Zarifoğlu bu kısımda açtığı “Okuyucularla” sayfalarında, gelen mektupları
değerlendirmiş, kendine has üslûbuyla bu sayfaları derginin merakla okunan bir
bölümü haline getirmiştir.
İlk yıllarda hemen bütünü sanat
ve edebiyata ayrılan dergide zamanla aktüel ve politik konular da yer tutmaya
başlamış, İslâm dünyasında olup bitenlere geniş yer ayrılmıştır. Böylece
kalabalık bir okuyucu kesimine hitap etmeye başlayan derginin tirajı dört beş
binlere doğru yükselmiş, bazı yazarlarının da katıldığı bir Afganistan
seyahatinden sonra renkli orijinal fotoğraflar kullanılarak hazırlanan ve iki
baskı yapan “Afganistan Özel Sayısı”yla (nr. 62, Ocak 1982) tiraj 10.000’e
ulaşmıştır.
Ölümleri dolayısıyla Fethi
Gemuhluoğlu (nr. 12, Kasım 1977), Necip Fazıl Kısakürek (nr. 80-82,
Temmuz-Ağustos-Eylül 1983) ve Cahit Zarifoğlu (nr. 129, Eylül 1987) için özel
sayılar hazırlayan derginin 46. sayısı “Hikâye”, birleşik 92-95. sayıları
“Tasavvuf Özel Sayısı” olarak çıkmıştır. Televizyon kültürü üzerine geniş bir
fikrî yelpazeden isimlerin katılımıyla gerçekleştirilen soruşturma 71. sayıda yayımlanmıştır.
Başlangıçta çeviriden çok
yazarlarının ürünlerine dayanan bir dergi olması kararlaştırılan Mavera
yayımladığı üç dört çeviri yazı dışında uzun süre bu ilkesine bağlı kalmış,
derginin geçmiş sayılarının değerlendirildiği 100. sayıdan sonra Thomas S.
Eliot ve Ezra Pound’la yapılmış uzunca iki konuşmanın çevirisi 101 ve 108.
sayılarda çıkmıştır. Derginin bu döneminde Bilge Karasu ile sanatı üzerine
yapılmış bir konuşma ve “Kapitalistleşme Sürecinde Edebiyat Dergileri” konulu
bir soruşturma, “İnsan-Makine İlişkileri” ile Sezai Karakoç’un “Fecir Devleti”
şiiri üzerine yapılan oturumlar bulunmaktadır. Dil konusunda süregelen
tartışmalara taraf olmayacağı belirtilen dergide orta bir yol izlenmiştir.
Çekirdek kadroyu oluşturan ve
daha önce Diriliş, Edebiyat gibi dergilerde de yazmış olan kurucu yazarların
yanı sıra aralarında Osman Sarı, İsmail Kıllıoğlu, Mehmet Maraşlıoğlu, Mehmet
Kahraman, Mehmet Atilla Maraş, Kadir Tanır, Atasoy Müftüoğlu, Bahri Zengin gibi
isimlerin de bulunduğu çok sayıda yazarın katkılarıyla yayımına devam eden
Mavera’da 40’lı sayılardan itibaren Mustafa Çelik, Recep Seyhan, Ramazan
Dikmen, Adnan Tekşen, Âlim Kahraman, Ali Haydar Haksal, Mustafa Özçelik, Osman
Özcan gibi isimlerden oluşan yeni bir yazarlar kuşağı belirmeye başlamıştır. İhsan
Işık, Mehmet Ocaktan, Alaeddin Soykan, Mustafa Ruhi Şirin, Necmettin Turinay,
Fehmi Koru, Mehmet Çağlar, Meral Maruf, Seyfettin Ünlü, Ömer Lekesiz, İlhan
Kutluer, Osman Bayraktar, dergide ürünleriyle görülen diğer belli başlı
isimlerdir. Ayrıca Hasan Aycın çizgileriyle, Özkul Eren hazırladığı kapak
desenleriyle dergiye katılmıştır.
Mavera
dergisinin, mutfağını oluşturan ofisine geçmeden önce derginin çıkışında
beslendiği kaynaklar ve yayın politikasına kısaca değinmemizde yarar
bulunmaktadır.
Sebilürreşat’la
başlayan İslami dergicilik anlayışı, Büyük Doğu, Serdengeçti ve Diriliş dergileri
ile aksiyoner yayınlarını sürdürmeye devam ettirirler. 1969 yılında onların
çizgisinde, fakat edebiyat alanının daha geniş yelpazesini kapsama iddiası
taşıyan “Edebiyat” dergisi yayın hayatına başlamıştır. Nuri Pakdil’in
yönetimindeki Edebiyat dergisinin yazar kadro çekirdeğini Maraş ekolü
sayılabilecek yeni edebiyatçılar oluşturmaktaydı. Gerçi önemli yazarları arasında
Urfa mektebinden yetişmiş Akif İnan gibi bir yazar olmasına rağmen. Lise
yıllarından itibaren onunla da Maraş’ta birlikte oldukları düşünüldüğünde
tamamını Maraş ekolü olarak nitelemek mümkündür. Ancak yine de İnan’ın Urfa
ekolünün hamasi, aruz ve lirik normunu yazım yaşamının sonuna kadar koruduğunu
söyleyebiliriz. İnan daha sonra büyük bir memur sendikasının genel başkanı
olacaktır.
Nuri
Pakdil diğerlerinden birkaç yaş daha büyük olduğu için onların ağabeyi
konumunda ve edebiyatta örnek aldıkları önemli bir idolleriydi. İstanbul’daki
üniversite yıllarında ve Ankara’daki çalışma yaşamlarında birliktelikleri hep
devem etmiştir. Bu birliktelik edebiyat sohbet arkadaşlığı yanında, aralarında
önemli bir grup dinamizmi oluşmasını da sağlamıştır. Grubun Pakdil’in dışında,
iki ağabeyleri daha vardı ki, sadece onların değil İstanbul’da üniversite
eğitimi almış veya Marmara Kıraathanesi çevresinde bulunmuş, belirli bir
kesimin tamamının ağabeyleriydi. Bunlar Türk düşünce yaşamında oldukça büyük
etkisi bulunan iki dost, Fethi Gemuhluoğlu ve Sezai Karakoç’tur. Büyük bir
düşünsel güç, değerli bir sohbet adamı ve hatip olan Gemuhluoğlu sanat ve
edebiyat çevrelerinde üzülerek söylemek gerekirse fazlaca tanınmamaktadır.
O,
bütün bu güzel özelliklerinin yanında, 1950 ve 60’lı yıllarda İstanbul
Üniversite gençliğinin önderi olarak pek çok eylem ve öğrenci hareketine
katılmıştır. 1960’lı yıllarda İstanbul’da Üniversite okuyan Nuri Pakdil ve
diğer genç edebiyatçı Maraş grubu ondan ve Sezai Karakoç’tan oldukça
yaralanmışlardır. Gemuhluoğlu daha sonraki Ankara yıllarında da onlarla beraber
olmuştu. Beraberliklerinde sabahlara kadar süren sohbetleri, edebiyat ağırlıklı
olmak üzere Sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi gündemin tamamı kapsamaktaymış!
Nuri
Pakdil, “Bağlanma” adlı eserinde onunla olan dostluğunu anlatmaya çalışır.
Kitabın başında İstanbul`da bulunduğu 1964 yılında, yurtdışında bulunan Fethi
Gemuhluoğlu’ndan aldığı bir mektuptan bahseder, “Onurlandığım mektuplarının
birinde, bir sanat dergisi çıkartmamı, birtakım arkadaşlarla bu derginin
çevresinde toplanmamızı buyuruyordu (Edebiyat dergisinin tohumu belki de
1964`lerde düşmüş oldu içime).” der. O yıllarda Diriliş dergisi yayınına ara
vermiştir. Fakat Pakdil’in bu arzusunu gerçekleştirmesi sosyo-ekonomik
nedenlerle Ankara’da bulunduğu yıllara sarkacaktır. Yine “Bağlanma”da,
“Gemuhluoğlu kişi düştüğü yerden ayağa kalkar, derdi bana, sanatla başladı
yurdumuzda yabancılaşma, gene sanatla atılacak yurt dışına.” der ve ekler,
“Sanatla kalkacağız ayağa.” (s.25)
Sonunda
Maraş grubu, Diriliş dergisinin yayınına ara verdiği dönemlerinin birinde
aralarında tartışarak, Edebiyat dergisini çıkarmaya karar verirler. Bize göre
Türk dergicilik yaşamında bir kavşak noktası olan Nuri Pakdil’in Edebiyat dergisi,
önemli işlevler yüklenmiştir. Yazının formatını aşacağından, o konuya burada
girmeyeceğiz. Ancak şunu belirtmemizde yarar var. Diriliş dergisi yazarlarının
baba ocağı, Edebiyat dergisi de kaba bir benzetmeyle Mavera dergisinin ana
rahmi olarak tanımlanabilir.
Tekrar
başa dönecek olursak, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat ve Mavera dergileri,
birbiri içlerinden doğmuştur. Ondan sonraki yayın yaşamına giren yeni kuşak
dergilerde de Mavera’nın genlerini görmek mümkün. Ancak kesin yargıyı, ilerde
karar verecek edebiyat tarihçilerine bırakmak en doğru yöntem olacaktır.
Mavera
Dergisinin Doğuşu ve Akabe Kitaplığı
Edebiyat
dergisi de aynı misyondaki kendisinden önceki dergiler gibi tek elden yönetilen
dergilerdendi. Pakdil’in arzusu ve ilkelerine göre yayımlanırdı. Bu nedenle
yayın yaşamı çoğunlukla ekonomik bazen siyasi konjonktür, bazen de bilinmeyen
nedenlerle son bulurdu. Bu konum okuyucu üzerinde olumsuz etkiler bırakır,
-deyim yerindeyse- okuru boşluğa düşürürdü. Okuyucu bundan şikâyetçi olduğu
gibi konuyu karşılaştıkları yazarlara da aksettirmekteydi. Şikâyetler çoğalıp
Ankara dışından da mektuplar gelmeye başlayınca yazarların yeni arayışlara
girmeleri kaçınılmaz olur.
İşte
böyle bir süreçte Rasim Özdenören, Akif İnan, Erdem Bayazıt ve yazar olmayıp
Maraş gurubunun sohbet arkadaşları olan Hasan Seyithanoğlu bir araya gelerek
konuyu tartışırlar. Birkaç görüşmeden sonra yeni bir dergi çıkarma konusunda
görüş birliğine varırlar. Askerlik dönüşü İstanbul’a geçerken Ankara’ya
kendilerini ziyarete gelen Maraş Lisesinden arkadaşları şair Cahit Zarifoğlu’na
açtıklarında o da bu girişimi memnuniyetle karşılar. Böylece üniversite
yıllarında dağılmış olan Maraş grubu, yeniden birleşmiş olur. Yazarlar hazır
olmasına hazırdır ama dergiyi çıkarabilmek için gereken finansmanı memur
bütçeleriyle nasıl karşılayacakladır? Geceler boyu bunu düşünmeye başlarlar.
Grubun niyetini Rasim Özdenören’in DPT’den arkadaşları Bahri Zengin ve Ersin
Gürdoğan’a açtığında onlar da memnuniyetle karşılarlar. Acelece Cahit
Zarifoğlu’na Ankara’da tutabilmek için Kamu’da bir iş bulunur.
Haftalar
boyu grup üyeleri parayı bulmak için çabalar, fakat bulamazlar… Bir akşam,
buluştuklarında Cahit Zarifoğlu “Derginin idare yeri için bir mekân buldum.”
cümlesi ile söze başlayınca, arkadaşlarının yüzünü sevinçle hüzün arası bir
ifade kaplar. Zarifoğlu eş dost yardımıyla, Kızılay Bayındır Sokak’ta bir yer
bulmuş, anahtarı da eline almıştır. Mekânı gördüklerinde, büyük bir sevinç
yaşamaya başlarlar. Sağdan soldan toplanan masa ve sandalyelerle büro döşenir.
“Bir nal bulunmuştur, sıra gelir üç nal ve bir at bulmaya…” Sonunda pamuk eller
ceplere atılır, küçük küçük birikimler toplanarak mütevazı fakat bereketli bir
miktara erişirler.
Artık
bir mekânları vardır, orada toplanarak planlama yapmaya başlarlar. İlk
görüştükleri konu derginin isminin ne olacağıdır. Uzun müzakereler sonunda,
Rasim Özdenören’in teklifi olan “Mavera” ismi kabul edilir. Yayınevi ismi olarak
da “Akabe” öne çıkar. İslam kültüründe her iki isim de önemli simge
konumundadır. Bu nedenle büyük ve iddialı mesajlar taşımaktadırlar. Kurucuların
amacı o mesajların toplumsal bellekte yer etmesini sağlamaktır. Ankara’da ve dışında
bulunan bütün tanıklarına durumu anlatan mektuplar yazarlar. Gelen cevaplar
olumlu olunca rahat nefes alacaklardır.
Şirket
kurulduktan sonra Mavera 1 Aralık 1976 tarihinde ilk sayısı ile okuyucuyla
buluşur, ilgi beklenenden fazla olur. Bu durum dergi yönetimine büyük cesaret
verecektir. Yönetici dedimse yazarlar aynı zamanda derginin hem yazarı hem de
yöneticisidir. Erdem Bayazıt Muhasebe işleri ile meşgul olurken, Cahit
Zarifoğlu sorumlu Müdürdür. Rasim Özdenören de editörlük ve yazı toplama
işlerini yürütmektedir. Dergide sahip yönetici egemenliği bulunmadığından
kararlar demokratik yöntem ve ikna sonucu alınmaktadır.
Dergi
kurucuları gerek yazdıkları yazılardan gerekse Akabe’de yayınlanan kitaplardan
gelir beklemedikleri gibi, ortaya çıkan acil masrafları, çoğu zaman
çoluk-çocuklarının ekmeklerinden kestikleri paralarla karşılarlar. Kâr amacı
gütmeden sonuna kadar tüm mesailerini vererek amatörce çalışmayı da
kendilerine ilke edinmişlerdi. Bu nedenle Cahit Zarifoğlu’nun yazdığı Yedi Güzel
Adam şiiri, yedi kurucunun üzerine tam oturmuştur.
Dergi
dizini şiirle başlayıp, öykü ve denemeyle devam ediyor, son bölümünde de
serbest yazılar yer alıyordu. Okuyucudan gelen mektup, şiir ve öyküler çoğalınca
1978 yılında Cahit Zarifoğlu dört yıl sürecek Okuyucuyla dizisini oluşturarak
derginin okuyucuya daha yakın olmasını sağlamıştır.
1979
yılına kadar künyesindeki “Aylık Edebiyat ve Düşünce Dergisi” kimliğini koruyan
dergi, bu tarihte Yazar Erdem Bayazıt’ın gerçekleştirdiği İran, Pakistan ve işgal
güçlerine karşı gerilla savaşının verildiği Afganistan gezisi sonrası, yeni bir
misyon yüklenecektir. Dergi değişen konseptiyle Afgan Mücahitleri başta olmak
üzere İslam coğrafyasındaki kanayan yaralara parmak basacak o bölgelerle ilgili
özel dosyalar yayımlayacaktır. Bununla da yetinmeyerek Afgan Mücahit
liderlerini davet ederek Mavera okuyucusu, ve diğer cemaatlerle tanışmalarını
sağlayacaktır. Ayrıca Adapazarı’nda Müslüman halkların dayanışmasını sağlamayı
amaçlayan uluslararası “Sakarya Mitingi”ne Yazar Akif İnan aktif görev üstlenerek
konuşmacı olarak katılacaktır.
Akabe
Kitaplığına gelince, o yıla kadar kendi yazarlarının kitaplarını yayımlayan
Akabe Yayınevi, yeni konseptle pek çok Müslüman âlim ve yazarın önemli
eserlerini yayımlamaya başlamıştır. O güzide eserlerle Akabe kitaplığı
oluşmuştur.
Maveranın Mutfak
ve Ofisinin Özgün Yapısı
Mavera
dergisi ile tanışmam 1977 yılının ilk aylarında sanırım 4. sayı ile olmuştu. O
yıl İstanbul’da B.Ü son sınıftaydım. Dergiyi üniversite kütüphanesinin “süreli
yayınlar” bölümünde gördüm. Elime alarak incelediğimde yazarların pek çoğunun
Edebiyat dergisi yazarı olması, zihnimde Edebiyat Yayınlarının yan ürünü olduğu
hissini uyandırdı. İncelemeye koyulduğumda yeni bir dergi olduğunu anlayarak
sevinç duydum. Okul sonrası Adıyaman’daki görevimin yoğunluğu nedeniyle kitap
ve dergi okuma fırsatı bulamadım.
1979
sonlarında Eskişehir’e atanınca iş arkadaşlarından bir grup beni Mavera
mektebinin Eskişehir ekolüne yaklaştırdı. İşyerindeki arkadaşların birinin elinde
dergiyi görünce, oldukça sevinmiştim. Onlar da eski bir Mavera okuyucusu
bulduklarına sevinmiş olmalılar. Edebiyat üzerine başlayan o günkü sohbetimiz,
akşam mesai bitimi Akabe Kitabevinde noktalandı. (İsmi daha sonra teknik
nedenlerle Evs ve Hazrec olacaktı.) Kitapçı dükkânı Eskişehir’in merkezindeki
Yediler Parkı’nın karşısındaydı. Dükkânda Mavera ve diğer edebiyat dergileri
yanında pek çok İslami yayınevinin çıkardığı yerli ve tercüme eserler
pazarlanmaktaydı. Üniversite gençliği ve aydınların önemli bir uğrak yeri ve
ayaküstü sohbet yaptıkları bir mekândı. O günden sonra Akabe Kitabevi pek çok
iş çıkışı ve hafta sonu uğrak yerim oldu.
Mekânın
sürekli müdavimlerinden birisi de, Mavera yazarlarından Atasoy Müftüoğlu idi.
Sohbetlerin çoğu onun çevresinde gerçekleşirdi. Mekân kalabalıklaşınca
karşıdaki çay bahçesine (Yediler Kafe) geçilerek orada sohbete devam edilirdi.
Müftüoğlu saf, doğal, ipek gibi, bir insandı. Edebiyat ve pek çok İslami konuda
kendini yetiştirmiş bir ağabeyimizdi. Ankara’da oturan Mavera yazarlarından pek
çoğu ile o mekânda tanışarak sohbet etme fırsatı buldum. Daha sonra Afgan
mücahit liderleri Eskişehir’i ziyaret ettiklerinde de yanlarında Mavera yazarları
bulunuyordu. Daha doğru bir ifadeyle konerans ve sohbet toplantılarını Mavera
ekibi düzenlemekteydi. Daha sonra 1 Nisan 1980’de düzenlenen “Sakarya
Mitingi”nin de, düzenleyicisi ve konuşmacıları arasında Mavera dergisi yazarları
bulunmaktaydı. Oldukça büyük bir katılım sağlanan mitinge, biz de Eskişehir’den
birkaç otobüslük grupla katılmıştık.
Ankara’ya
gelişlerimde fırsat buldukça Mavera’nın yönetim merkezine de uğrardım.
Eskişehir’den geldiğimi söylediğimde söz Atasoy Müftüoğlu’ndan açılırdı. Yazarından,
okuyucusuna herkes Müftüoğlu’nu yakından tanıyordu. Uğradığım kısıtlı süreler
genellikle öğlen arasına denk geldiğinden büroda adım atacak yer bulunmazdı.
Yine de bir sandalye bularak oturmama özen gösterirlerdi.
Yazarlar
o kadar tevazu içerisindeydi ki dışarıdan gelen birisi eğer onları tanımıyorsa
kimin yazar, kimin ziyaretçi, kimin çaycı olduğunu anlamakta zorlanırdı. Bazen
hararetli tartışmalara tanık olacağınız gibi bazen de orada bulunan herkesi
kahkahalara boğan şaka ve espriler yapılırdı. O küçücük bürodan reisicumhur,
başbakanlar, milletvekilleri, bürokrat ve teknokratlar gelip geçti. Sayılarını
tespit etmek oldukça zor. Bu nedenle oraya dergi bürosu demek yanlış olur. O
dergide yetişen yazarlar o kadar çok ki bugün, TYB ve diğer yazar vakıflarında
kiminle karşılaşsanız ya o büroda fahri olarak çalışmış ya da sohbetlere katılmıştır.
Yahut Mavera ve Akabe Kitaplığı okuyucusudur. O nedenle Mavera dergisi İslamî kesimin
yaşamında önemli bir dönüm noktası olmuştur.
KAYNAK:
Halit Özdüzen / Dergicilikte Mavera Mektebi (hayatedebiyat.com, 1 Mart 2014)