Kıbrıslı Türk mimar, heykeltıraş. 1951, Larnaka / Kıbrıs doğumlu. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümünden 1976’da mezun oldu. 1963’ten beri Mağusa kentinde yaşamakta. Gazimağusa İskân Dairesi’nden emekli oldu. Heykel sanatçısı olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Baki
Boğaç, aşka aşık… Aşkla yaşarken “savaşa da hayır” diyor ama şimdilerde
savaşmak zorunda… Savaştığı şeyse bir hastalık, ‘Parkinson’. “Onu mutlaka
yeneceğim” diyor Baki Boğaç… O bir heykeltıraş ve aşık. Sanata aşık, heykele
aşık, eşine aşık, Mağusa’ya aşık ve denize aşık. Reenkarnasyon’a (ruhun başka
bedenlerde hayat bulması) inanıyor. Kendini, yaşama merhaba dediği Larnaka’nın
Tuzla köyünde, daha 6 yaşında iken köy camisinin resmini yaparken hatırlıyor.
İlkokul 2. sınıfta Tabiat Bilgisi dersinde hocası Hasan Karabiber’in gösterdiği
kıyma makinesinin aynısını 2 gün sonra süt kutularından yapmış. 8 yaşındayken
okul bahçesinde bulup su ile karıştırdığı ve şekil vererek bir insan figürüne
dönüştürdüğü toprağın kil olduğunu ise yine hocasından öğrenmiş. O gün eline
aldığı kili hiç bırakmamış. Bu yıl profesyonel olarak 30. yılını kutlamaya
hazırlanıyor.
Kıbrıs’ta
7 kişisel heykel sergisi açan Baki Boğaç, 30 aşkın karma, 4 de uluslararası
sergiye katılmış. 1988-2001 yılları arasında 5 kez Devlet Resim Heykel Sergisi
ödülü almış. Baki Boğaç’ın eserleri, çeşitli devlet kuruluşlarında, Türkiye,
Almanya, Fransa ve Amerika’daki bazı özel koleksiyonlarda yer alıyor.
Heykellerinde
soyut çalışmayı seven Baki Boğaç son dönemde kinetik heykeller yapmaya başladı.
Antik çağdan günümüze tüm savaşları reddeden sanatçı, savaşların, emperyalizmin
doyumsuz para hırsından çıktığını irdeleyen hareketli heykeller yapıyor.
2001’de
“Baki Boğaç Heykel Sergisi”adlı kataloğu yayımlanmıştır.
KAYNAK:
Bener Hakkı Hakeri / Kültürümüzde Sanatçılar ve Yazarlar İsimler Sözlüğü
(2004), Her şeye aşık… (Söyleşi, yeniduzen.com, 15 Nisan 2013).
Baki
Boğaç, aşka aşık… Aşkla yaşarken “savaşa da hayır” diyor ama şimdilerde
savaşmak zorunda… Savaştığı şeyse bir hastalık, ‘Parkinson’. “Onu mutlaka
yeneceğim” diyor Baki Boğaç… O bir heykeltıraş ve aşık. Sanata aşık, heykele
aşık, eşine aşık, Mağusa’ya aşık ve denize aşık. Reenkarnasyon’a (ruhun başka
bedenlerde hayat bulması) inanıyor. Kendini, yaşama merhaba dediği Larnaka’nın
Tuzla köyünde, daha 6 yaşında iken köy camisinin resmini yaparken hatırlıyor.
İlkokul 2. sınıfta Tabiat Bilgisi dersinde hocası Hasan Karabiber’in gösterdiği
kıyma makinesinin aynısını 2 gün sonra süt kutularından yapmış. 8 yaşındayken
okul bahçesinde bulup su ile karıştırdığı ve şekil vererek bir insan figürüne
dönüştürdüğü toprağın kil olduğunu ise yine hocasından öğrenmiş. O gün eline
aldığı kili hiç bırakmamış. Bu yıl profesyonel olarak 30. yılını kutlamaya
hazırlanıyor.
Kıbrıs’ta
7 kişisel heykel sergisi açan Baki Boğaç, 30 aşkın karma, 4 de uluslararası
sergiye katılmış. 1988-2001 yılları arasında 5 kez Devlet Resim Heykel Sergisi
ödülü almış. Baki Boğaç’ın eserleri, çeşitli devlet kuruluşlarında, Türkiye,
Almanya, Fransa ve Amerika’daki bazı özel koleksiyonlarda yer alıyor.
Heykellerinde
soyut çalışmayı seven Baki Boğaç son dönemde kinetik heykeller yapmaya başladı.
Antik çağdan günümüze tüm savaşları reddeden sanatçı, savaşların, emperyalizmin
doyumsuz para hırsından çıktığını irdeleyen hareketli heykeller yapıyor.
Kıbrıs’ta ilk olan bu çalışmalarını da önümüzdeki aylarda sergilemeyi planlıyor.
Baki
Boğaç, “Savaşa Hayır” diyor ama şimdilerde savaşıyor. Savaştığı şeyse bir
hastalık ‘Parkinson’. “Onu mutlaka yeneceğim” diyor ve devam ediyor. “Yaklaşık
10-12 ay inanılmaz acılar içinde yaşadım. Bu süreçte kullandığım ilaçların yan
tesiri ile boyun kasılmalarım oldu. Sanatsal üretimden fiziki olarak uzak
kaldım. Doktorumun ‘bu ağrılar hastalığın rutini, senin manevi gücün aldığın
kimyasallardan(haplardan) daha önemli’ sözü üzerine kendimi revize etmeye karar
verdim. Kısa süre içinde bir başka aşkım olan denizin de etkisiyle parkinsonun
defterini düreceğime inanıyorum.”
Boğaç,
“acılar içinde kıvrandığı dönemde sanatsal üretimden uzak kaldım” diyor ama bu
doğru değil. Heykel yapmamış ama başka sanatsal faaliyetlerle uğraşmış.
Geçtiğimiz yaz, deniz sahilinden topladığı irili ufaklı deniz kabuklarından
heykeller, küpe, kolye ve yüzükler yapmış. Ama onları saymıyor. “Üretimsiz
geçen bu aylar bana kuluçka dönemi oldu. Şimdi heykeller damlaya damlaya değil,
şelale gibi gümbür gümbür gelecek” diyor.
Adres
Kıbrıs sordu, Baki Boğaç anlattı;
1951
Larnaka-Tuzla doğumluyum. 6 yaşındayken arkadaşlarım alfabe öğrenirken ben
çizgi ve resimle uğraşıyordum. Ruhun yeni bir bedende devam etmesine
(Reenkarnasyon) inanırım. Bana çok iyi bir karma yapı geldi. Babam deri
fabrikasında işçiydi. İşe yaramaz kösele bıçaklarını bana getirirdi. Tahtaları
yontar, lastikleri keser hep bir şeyler yapardım. O dönem western filmleri
vardı. Çocuk aklımla kızılderililerin haksızlığa uğradığı gerçeğini
kavramıştım. Tahtadan silah, kılıç, kalkan, torbadan kızılderili kıyafeti yapar
boyardım. Arkadaşlarım beğenince motive oldum. Onlara da yaptım. Ama oyunlarda
ben hep Kızılderili oldum..
Kendi
içimdeki çocuk o kadar açtı ki 62 yaşına geldim, şu anda bile hala doymuş
değil. Sanatçı olmamın en büyük motivasyonu bana bu oldu. Sınırsız hayal gücü
ve çok iyi bir gözlem yeteneği.. Yaşadığım Tuzla köyü Larnaka’ya çok yakındı.
Ailem Larnaka’ya gitmeme izin vermiyordu. Ben de “denize gidemezsem o bana
gelsin” diyerek kurumuş bir hurma gövdesini aldım. Testere, keser ve bıçak
kullanarak sandal yaptım. 12 yaşındaydım. İçini cam macunu ile sıvadım, deniz
mavisi boyayla boyadım, içini su doldurdum, bütün yazı, arkadaşlarımla bu suda
geçirdim.. Mağusa’ya gelişim, benim için büyük motivasyon oldu. Mağusa’nın
büyülü güzelliğinden çok etkilendim.
7
sanatı da içinde barındırdığı için mimarlık eğitimini seçtim. İTÜ’de Yavuz
Görey’den heykel ve tasarım, Şadan Bezeyiş’ten resim dersleri aldım. Tüm boş
zamanlarımı bu hocalarımın atölyelerinde geçirdim.
“Tüm
kültür sanat çalışmalarına maydanozum”. Mağusa’ya olan aşkımdan dolayı, tüm
kültür sanat çalışmalarına ‘maydanoz’um. Kıbrıs Sanat Derneğinin
kurucularındanım. Her çalışmaya katkı koymak isterim. Son dönemde Mağusa’ya bir
heykel müzesi kazandırma çalışmalarına da katkı koymaya çalışıyorum.. Bir şeyi
sevmek demek, o şeyi tanımak demektir. Aşık olduğum şeyi sürekli düşünürüm,
aklımda güzelleştiririm. Mağusa’yı çok iyi tanıdığıma inanıyorum. Kafamda
Mağusa’ya dair yapılmış onlarca proje var. St.George Latin Kilisesi, Othello
kalesi ve 2 yer altı kilisesi gibi.. 1972 yılında İstanbul’da Eczacılık
Fakültesi’nde okuyan eşim Sezin’le tanıştık. Sergilere yalnız gitmekten
kurtuldum. Asur Krallarının yüzüğünü taktılar.
Söyleşinin
tam da bu noktasında kendisi de bir sanatçı olan Sezin Hanım araya giriyor ve
“Ben ilk kez Baki’nin eserlerine aşık oldum. Namık Kemal Lisesi Mezuniyet
Sergisinde eserlerini görüp çok etkilendim. Kuzenime de tanışmak istediğimi
söyledim ama onu bulamadı. Daha sonra birkaç kez karşılaştık ama resimleri
yapanın o olduğunu bilmiyordum. İstanbul’da resmen tanıştıktan sonra öğrendim”
diyor.
Çiftin,
nişan yüzüğü hikayesi de çok ilginç. Kuyumcu’dan bir çift yüzük almak yerine,
birlikte gittikleri İstanbul Arkeoloji Müzesinde görüp beğendikleri Asur Krallarından
birinin yüzüğünün aynını kuyumcuya özel olarak yaptırıp parmaklarına takmışlar.
KAYNAK:
Her şeye aşık… (Söyleşi, yeniduzen.com, 15 Nisan 2013).