Ziraat teknisyeni, duayen sahaf (D. 19 Aralık 1955, Erzurum’un Oltu ilçesine bağlı Terpink Köyü (Aşağı Çamlı) - Ö. 6 Ekim 2017, Ankara). Babası Hasan, annesi Zehra hanımdır. İlkokulu köyde, ortaokulu Oltu’da tamamladıktan sonra Erzincan Ziraat Meslek Lisesi’nde parasız yatılı okudu. Meslek liselerinin mezunlarını mesleksiz bırakmadığı zamandı. Mezuniyetinden hemen sonra Ziraat Teknisyeni olarak Kütahya’ya tayini çıktı (1973). Kütahya’dan Afyon’un Bayat ilçesine, oradan Emirdağ’a tayin oldu. Askerlik vazifesi için acemi birliği olarak Denizli’ye oradan Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı emrine dağıtım yapıldı. Terhis olduğunda “Emirdağı bir kere gitmeynen yol olmaz” dedi ve Ankara’ya tayin oldu.
1970’lerin
sonuydu. Ankara’da ona Hacı Bayram türbesi etrafında açılmış bir kucak vardı.
Geleceğini belirleyecek gündelik hayatın temelleri burada atıldı. Burası garip
gureba, cahil cühela, âlim ulema, fazıl fuzela vs. kelimelerinin müşahhas hale
geldiği insan tipleriyle doluydu.
Burası
sadece ancak kitaplarda, filmlerde, romanlarda görülebilir insan tipleriyle
karşılaştığı yer olmadı. Onu cezbeden Osmanlıca ve Arapça kitaplardı. Eski
yazıyı öğrenirken ilk talim yaptığı kişi kardeşi Muhsin, hep Kur’ân
okuyabilirliği seviyesinde kalırken Ethem Coşkun mekteplerin diplomasına
ihtiyaç duymadan da hoca olunabileceğini gösteren en dikkat çekici isimlerden
biriydi.
Osmanlıca
okuma ve öğretmenin ustası oldu. Onun bu yola girmesinde felsefeci Selahattin
Hilav’ın kardeşi meşahir-i meçhulden Necmeddin Hilav’dı. Ankara’da memuriyet
hayatı onun ikinci dereceden işi oldu. Huzur bulduğu ve nefes alabildiği
atmosfer kitaplar âlemiydi. Kitap ve kitapçılığın her cephesinde mevzi buldu,
saygı gördü.
Öğrencisinden
Profesörüne Herkesin Uğrak Yeri
Tarih
Vakfı, TBMM, Dil ve Edebiyat Derneği ile bir kitapçıda Osmanlıca seminerler,
kurslar verdi. Ankara Vilayeti Salnamesi 1325 (1907) [Kudret Emiroğlu, (Ahmet
Yüksel, Ömer Türkoğlu ile birlikte)], Neyzen Tevfik’in Hiç adlı şiir kitabı,
Nabizade Nazım’ın Zehra romanı, Nazende’nin Sergüzeşti gibi eski harfli
kitapları yeni harflere aktardı. Ayrıca Turhan Kitabevi’nin bastığı hukuk
tatbikat kitapları ile tarih kitaplarının tashihlerini yaptı. Sosyal ağda,
çeşitli Osmanlıca forumlarında belge okumaları yaptı. Çok sayıda öğrenciye tez
ve ödevlerinde eski harfli metin çözümlemelerine yardım etti. Ankara’da Gezgin
Kitabevi, Sanat Kitabevi, Adilhan Kitapçılar Çarşısı’nda yapılan kitap
müzayedelerinde münadilik yaptı. Ona en çok yakışan sahaflık mesleğine mekân
sahibi olarak girmesi emekli ikramiyesiyle oldu.
2002
yılında dükkânında oğulları Cantürk, daha sonra Ceyhan’ın da katılmasıyla, bir
kültür atmosferi oluşturdu.
Ethem
Coşkun, 6 Ekim 2017 Cuma günü Ankara’da vefat etti.
Vefatının
ardından çocukları Cantürk Coşkun ve Ceyhan Coşkun ve tarafından “Bir Sahaf
Öldü Diyeler – Etem Coşkun Kitabı” adlı bir kitap yayımlandı (Haz. 2019).
KAYNAKÇA:
Etem Coşkun'un Yanında H. Peter Kraus Kim! (Dunyabizim.Com, 5 Ekim 2012), Etem
Coşkun'dan Meraklısına : Muhâmi (Kafkassam.Com, 5 Nisan 2017), Duayen Sahaf Ethem Coşkun'a Veda
Ettik (Gazeteilksayfa.Com, 9 Ekim 2017), Fatih Yılmaz / Sahaf Abi’den Aşiyan’a Veda
(sabah.com.tr, 16.10.2017), Doç. Dr. Ahmet Özcan / Sahaf Ethem Coşkun’un Ardından: Tek Kişilik Üniversite (4 Kasım 2017), Cantürk
Coşkun ve Ceyhan Coşkun / Bir Sahaf Öldü
Diyeler – Etem Coşkun Kitabı (Haz. 2019).Ethem Coşkun (Eksisozluk.Com,
06.01.2020).
Ankara'nın
en büyük sahaflarının bir araya geldiği Adil Han'da Aşiyan Sahaf'ın sahibiydi
Etem Coşkun. Çoktan ak düşmüş saçlarıyla bir modern zaman dervişiydi. Selam
verene, huzur verirdi. Sadece bir sahaf dükkânı değil, bir konuk evi, kültür
evi, bir dergâh ve buluşma noktasıydı Aşiyan... Öyle ya "aşiyan"
evdi, yuvaydı… Giderek kalabalıklaşan ve diğer tüm metropoller gibi huzur
içinde yaşanılır olmaktan uzaklaşan şehri, bir beton yığını hüviyetinden
kurtarıyordu onun varlığı. Ankara'ya değer katıyor, bulunduğu mekâna anlam
kazandırıyordu. Talebeleri vardı, daha çok kişiye de "el" verecekti.
Ama elim bir hastalık onu bu dünyadan ve çok sevdiği yazma kitaplardan,
sevdiklerinden ayırdı. Her ölüm erkendir ya… O da beklenmedik bir anda göçüp
gitti aramızdan…
Gaz Lambası
Işığında Okumalar...
Erzurumluydu
Etem Coşkun… Dedesi, babası ve amcasının eski harfli kitaplarla olan
ilgilerinden hep bahsederdi. 1928 Harf İnkılâbından önce eski harflerle
eğitimin devam ettiği dönemlerde, okul hayatlarında Osmanlıca öğrenenler, sonra
gelenlere de birikimini aktarıyordu. Osmanlıca kitaplara olan ilgi henüz
kaybolmamış… Akşam hava karardıktan sonra, gaz lambasının ışığında, Envar-ül
Aşıkin, Muhammed Hanefi cenklerinden Taberiye Kalesi, Yılanlı Kale, Gazanfer
Kâfir ve Kerem ile Aslı'lar okunuyordu. Onların şevkle ve heyecanla bu
kitapları okuması Etem Coşkun'da da eski harflere olan muhabbeti artırdı. Hatta
bu kitaplardaki bazı pasajlar ezberden okunuyordu. Bu ve buna benzer
alışkanlıklar, onun çocuk dünyasında büyük izler bıraktı. Arapça ve Osmanlıca
sevgisine giden yol da buradan başladı.
'Gözlüğünü
Çıkardı Ve Yattı…'
Hastanede
geçirdiği 4 ay onun için büyük bir azap oldu. Eline hiç kitap almak istemedi.
Oğlu Cantürk Coşkun, "Hastanede yanında refakatçi bulunduğum sırada aldığım
yeni bir romanı gösterdim. Aldı, baktı, bir iki sayfasını okuyup bana özet
geçti. 'Güzel kitap bu, oku' dedi. Bunun haricinde 4 ay boyunca eline kitap
almadı. Osmanlıca bir beyit gösterdim, iki satır okudu. Gözlüğünü çıkardı ve
yattı" diyerek babası Etem Coşkun'un son anlarını anlattı. Hayatının son
3-4 yılında internette, sosyal medyada, Osmanlıca forumlarında öğrenmek
isteyenlere ücretsiz dersler veriyordu. Onun bıraktığı en büyük miras olan
Aşiyan Sahaf ekolünü devam ettirecek oğulları Cantürk ve Ceyhan da bu konuda
iyi bir birikime sahipler. Şükür ki emanet emin ellerde… Bu konuda Cantürk
Coşkun'a kulak veriyoruz: "Reşat Ekrem Koçu, Müsahipzade Celal, Malik
Aksel, kitaplarında eski İstanbul hayatını resmeden gazeteciler, dönemin
popüler tarihçileri… Bunların Ankara'daki karşılığı babamdı belki de. Bu konuda
çok da mübalağa ettiğimi düşünmüyorum."
Sahipsiz
Hazinenin Varisi Gibiydi...
Etem
Coşkun öncelikle bir memur emeklisiydi. Fakat eski kitap kokuları, ciltler ve
Osmanlıca, çocukluğundan bu yana onun içinde yaşayan bir hazineydi. İran- Irak
savaşında Türkiye'ye sığınan Kerküklü Muhammed Kasaboğlu, kapanan Pasinler
Kitabevi'nin sahibi Erzurumlu Vecihi Can ve Fatih dersiamlarından Mehmet Mihri
Hilav'ın oğlu Necmeddin Hilav Bey'le tanıştıktan sonra bu muhabbet hazinesi
daha da zenginleşti. Evi de bir kütüphaneye dönüştü. Duvarları tıpkı Adil
Han'da olduğu gibi kitaplarla örülüydü evinin. Koltuklar ve duvarlarda kitap
rafları… Akla gelebilecek Osmanlıca her türlü kitaba yer açılmıştı
kütüphanesinde. Gülistan, Bostan, sözlükler, hal tercemeleri, Nazmi-zade
Murteza'nın Bağdat tarihi "Gülşen-i Hulefa", İbrahim Müteferrika'nın
matbaasından çıkan "müteferrika" kitaplar… 20 bin civarında basılı
Osmanlıca kitabın yaklaşık 4'te 3'ü elinden geçmişti. "Görmediğim çok az
Osmanlıca kitap var" derdi. Yıllarca aradığı ve uzun uğraşlar sonunda
bulduğu "saray" cildi bir Osmanlıca kitap, onun için sevgiliye
kavuşma, vuslata erme hali gibiydi. Ortada bir vasiyetname olmasa da o,
sahipsiz bir hazinenin varislerindendi.
'Müfredatı
Olmayan Mektep'
Etem
Coşkun'u yakından tanıyanlardan biri de Çankırı Karatekin Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Hasan Ayrancı… Prof. Dr. Ayrancı, öğrencilik yılları ve ardından
gelen akademik ve entelektüel hayatında Coşkun'la sıkı bir dostluk kurmuş. Onu
şöyle anlatıyor Prof. Dr. Ayrancı: "Onun mekânında bir kelimenin
etimolojisiyle, tarihi bir şahsiyetle, okuyamadığımız Osmanlıca bir el yazısı
kelimeyle başladığımız sohbete, çaylarla kahvelerle ve yeni katılımcılarla
saatlerce devam ettiğimiz olurdu. Herkes gelirdi; Gençler, yaşlılar,
öğrenciler, hocalar… Ben orada yaşlıca insanların, kitabın, bilginin peşinde
nasıl çocukça gözlerinin parladığını gördüm. Biz Ethem Ağabeyle ilk
tanıştığımızda henüz araştırma görevlisiydik. Daha sonra Ankara Hukuk Fakültesi'nde
profesör ve şimdi Çankırı Karatekin Üniversitesi'ne rektör olduk. Yüksek
öğretim kurumlarımızın birinin yöneticisi olsam bile, bir arkadaşımızın
tabiriyle 'müfredatı olmayan mektep'lerde- ki Etem abi mekânını mektebe
dönüştüren nadir sahaflardandıgeçirdiğimiz günlerde elde ettiğimiz tecrübenin,
üniversitemizin akademik atmosferinde bilginin, düşüncenin, ideallerin cazibe
merkezine gelmesinde katkısı büyük olacaktır. Ethem Çoşkun ağabeyimiz güzel
adamdı, latifti, hoşgörülü idi. Allah rahmet etsin. Onun gibi sahafların
kültürümüze görünmeyen, bilenlerinse ufuklarını genişleten hizmetleri asla
unutulmamalıdır."
'Coşkun Bir
Gönüldü Etem Abi'
Eski
sahaf, Gezgin Kitabevi eski sahibi Doç. Dr. Ahmet Özcan da onu yakından tanıyan
isimlerden… Özcan da şu cümlelerle anlatıyor onu: Biz ondan çok şey öğrendik, o
benim bir bakıma bibliyografya ve sahaflık konusunda ustam oldu ama bir şey
hakkında hatalı veya eksik olan bilgisini görüp müdahale ettiğimizde hocamız
birden talebe gibi tavır alır, gözleri parıl parıl parlardı çocuk gibi. Gurur
yapmazdı, kızmazdı, âlim sıfatı taşıyan, unvanlarıyla gezen cahillere rağmen
hayatının sonuna kadar öğrenmeyi, öğretmeyi, dinlemeyi, anlatmayı seçti.
Ankara'da Osmanlıca yazıyı, o dersi veren birçok kişiden daha iyi okuması
vardı. Bu konuda lisans öğrencisinden profesöre kadar herkese karşılıksız
yardım ediyordu. Milli Kütüphane'den daha çok burası vardı onların aklında.
Coşkun bir gönüldü o. Rahmet-i Rahman'a kavuşmuş olsa da gönlünden akanlar
halen oğullarının devam ettireceği dükkânda çağlıyor."
KAYNAK:
Fatih Yılmaz / Sahaf Abi’den Aşiyan’a veda (sabah.com.tr, 16.10.2017).
Ethem
Coşkun vefat etti. Ethem değil “Etem” diye yazılmış nüfusta adı. Hiç
düzelttirme ihtiyacı duymadı ve adı başında olduğu gibi hep yanlış yazıldı. Bu
da farklı bir kader, adını insanlığın hizasına yazdıranlar için. Onu insanların
arasından görünür bir sıfatla ayırabilecek bir durum. O zaten her şeyiyle;
dikkat çeken renkli kılık kıyafetiyle, muhabbet ve nezaket dolu sohbetiyle,
yardımseverliğiyle, zaman zaman gözden kaçmayan celalliğiyle etrafından hemen
ayrılabiliyordu. Yaşına rağmen dağ gibi duruyordu, sesi de adı gibi iki
şekilliydi; celallendiği zaman Davudî, Osmanlıca okumaya yardım ederken veya
bir kitap bilgisini aktarırken Eyyubî.
19
Aralık 1955’de Erzurum’un Oltu ilçesine bağlı Terpink Köyü’nde (bugünkü adıyla
Aşağı Çamlı) doğdu. Babası Hasan, annesi Zehra hanımdır. İlkokulu köyde,
ortaokulu Oltu’da tamamladıktan sonra Erzincan Ziraat Meslek Lisesi’nde parasız
yatılı okudu. Meslek liselerinin mezunlarını mesleksiz bırakmadığı zamandı.
Mezuniyetinden hemen sonra Ziraat Teknisyeni olarak Kütahya’ya tayini çıktı
(1973). Kütahya’dan Afyon’un Bayat ilçesine, oradan Emirdağ’a tayin oldu.
Askerlik vazifesi için acemi birliği olarak Denizli’ye oradan Cumhurbaşkanlığı
Muhafız Alayı emrine dağıtım yapıldı.Terhis olduğunda “Emirdağı bir kere
gitmeynen yol olmaz” dedi ve Ankara’ya tayin oldu.
1970’lerin
sonuydu. Ankara’da ona Hacı Bayram türbesi etrafında açılmış bir kucak vardı.
Geleceğini belirleyecek gündelik hayatın temelleri burada atıldı. Burası garip
gureba, cahil cühela, âlim ulema, fazıl fuzela vs. kelimelerinin müşahhas hale
geldiği insan tipleriyle doluydu. Zannederim ileriki yıllarda Osmanlıca
derslerini verirken bu kelimeleri kullandığında aklına Hacı Bayram civarındaki
seyr-i sülûku gelmiştir.
Burası
sadece ancak kitaplarda, filmlerde, romanlarda görülebilir insan tipleriyle
karşılaştığı yer olmadı. Onu cezbeden Osmanlıca ve Arapça kitaplardı. Eski
yazıyı öğrenirken ilk talim yaptığı kişi kardeşi Muhsin, hep Kur’ân
okuyabilirliği seviyesinde kalırken Ethem Coşkun mekteplerin diplomasına
ihtiyaç duymadan da hoca olunabileceğini gösteren en dikkat çekici isimlerden
biriydi. Osmanlıca okuma ve öğretmenin ustası oldu. Onun bu yola girmesinde felsefeci
Selahattin Hilav’ın kardeşi meşahir-i meçhulden Necmeddin Hilav’dı. Ankara’da
memuriyet hayatı onun ikinci dereceden işi oldu. Huzur bulduğu ve nefes
alabildiği atmosfer kitaplar âlemiydi. Kitap ve kitapçılığın her cephesinde
mevzi buldu, saygı gördü. Tek bulamadığı mevzii bu işin maddi bedelle
ödenebilir tarafındaydı. Oraya da gönüllü olarak girmedi. Yaptığı iş bir
nesnenin kuru kuruya alım satımı değildi. Bu görünen kısmıydı, bilginin
pervasızca dolaştığı yerlerde onun alıp sattıkları görünürken karşılıksız alıp
verdikleri görülmüyordu. O pervasızca dolaşan bilgiyi, kendinde kalsın, puan
alsın, makale yapsın diye uğraşmadı pervasızca dağıttı, paylaştı.
Öğrencisinden
Profesörüne Herkesin Uğrak Yeri
Tarih
Vakfı, TBMM, Dil ve Edebiyat Derneği ile bir kitapçıda Osmanlıca seminerler,
kurslar verdi. Ankara Vilayeti Salnamesi 1325 (1907) [Kudret Emiroğlu, (Ahmet
Yüksel, Ömer Türkoğlu ile birlikte)], Neyzen Tevfik’in Hiç adlı şiir kitabı,
Nabizade Nazım’ın Zehra romanı, Nazende’nin Sergüzeşti gibi eski harfli
kitapları yeni harflere aktardı. Ayrıca Turhan Kitabevi’nin bastığı hukuk
tatbikat kitapları ile tarih kitaplarının tashihlerini yaptı. Sosyal ağda,
çeşitli Osmanlıca forumlarında belge okumaları yaptı. Çok sayıda öğrenciye tez
ve ödevlerinde eski harfli metin çözümlemelerine yardım etti. Ankara’da Gezgin
Kitabevi, Sanat Kitabevi, Adilhan Kitapçılar Çarşısı’nda yapılan kitap
müzayedelerinde münadilik yaptı. Ona en çok yakışan sahaflık mesleğine mekân
sahibi olarak girmesi emekli ikramiyesiyle oldu.
2002
yılında dükkânında oğulları Cantürk, daha sonra Ceyhan’ın da katılmasıyla, bir
kültür atmosferi oluşturdu. Bu atmosfer boşluk kabul etmiyordu, doldu, doldu
taştı. Binlerce insanla hatırası oluştu. Yaşarken hakkında söylenenler ölünce
değişmedi. Bir yiğidin, bir bilgenin, bir âlimin ardından ne söylenebilir ki
zaten yaşarken neyse öldüğünde de o.
Ethem
Coşkun 6 Ekim 2017 Cuma günü vefat etti. Nüfus kâğıdındaki 62 tevellüdüne göre
64 yaşındaydı. Her şeyden önce coşkun bir gönüldü Ethem Ağabey; gerisi laf ü güzaf
gibi geliyor bana. Bu coşkun gönülden akıyordu her şey. Biriktirdikleri,
onlarca yıldır biriktirdikleri, akacak mecra bulunca akıyordu. Onun bilgiyi
aktarma ve öğrenme biçimi muhabbetle dolu havalarda oluyordu. Sadece bir konuyu
araştırırken, eski yazı kimsenin okuyamadığı bir yazıyı çözmeye çalışırken
sessizliği ve yalnızlığı seçiyordu. Biz ondan çok şey öğrendik, o benim bir
bakıma bibliyografya ve sahaflık konusunda ustam oldu. Ama bir şey hakkında
hatalı veya eksik olan bilgisini görüp müdahale ettiğimizde hocamız birden
talebe gibi tavır alır, gözleri parıl parıl parlardı çocuk gibi.
Huzur
bulduğu ve nefes alabildiği atmosfer kitaplar alemiydi.Kitap ve kitapçılığın
her cephesinde mevzi buldu, saygı gördü.
Gurur
yapmazdı, kızmazdı, âlim sıfatı taşıyan, unvanlarıyla gezen cahillere rağmen
hayatının sonuna kadar öğrenmeyi, öğretmeyi, dinlemeyi, anlatmayı seçti.
Sohbeti -unvanı olsaydı- üniversitede ders diye tanımlanırdı. Ankara’da
Osmanlıca yazıyı o dersi veren birçok kişiden daha iyi okurdu. Bu konuda lisans
öğrencisinden profesöre kadar herkese karşılıksız yardım ediyordu. Ne garabet
bir sistem ki fakülte diploması olmadığı için onu Osmanlıca okutmanı olarak
üniversiteye alamamışlardı. Onun bu ustalığını bilenlerin teklifiydi.
Türkiye’nin en eski ve prestijli özel üniversitesi bile merkez kriterlerini
geçemedi. En iyi olmanın şartı diplomaydı memleketimizde nereden nasıl alındığı
belli olmasa da…
İstisnaları
görebilecek tanıyabilecek bir sistemimiz yoktu. O yüzden birçok değerimiz gibi
Ethem ağabey de sadece muhatap kitlesinin sınırlarında tanındı. Ama Türkiye’nin
her yerinden genç akademisyenler, araştırmacılar Ankara’ya geldiği zaman oraya
uğramayı bir vazife biliyorlardı. Milli Kütüphane’den daha çok burası vardı
onların aklında. Kütüphanelerin bürokratik eziyetle ve yoksulluk sınırlarında
dolaştığı bir memlekette sahaf tabii ki gerçek araştırmacıların uğrak yeri
olacaktı. Milli Kütüphane’yi KPSS –KPDS ve K ile başlayan bütün sınavların
çalışma merkezi haline getirdiğinizde sahafın kütüphaneciyle mukayese edilmez
kıymeti bir kez daha anlaşılacaktı. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin meşhur
kütüphanecisi İsmail Saib Sencer’in yerinde kütüphanece değil meşahir-i
meçhulden Ethem Coşkun gibi sahaflar bulunacaktı. Hikâye uzun, yer dar,
anlatmakla bitmez o yüzden. Dediğim gibi coşkun bir gönüldü O. Rahmet-i rahmana
kavuşmuş olsa da, gönlünden akanlar oğullarının devam ettireceği dükkânda
çağlıyor.
KAYNAK:
Doç. Dr. Ahmet Özcan / Sahaf Ethem Coşkun’un ardından: Tek kişilik üniversite (4 Kasım 2017),