Şeyh Hamidu Kan

Senegalli Romancı

Doğum

Senegalli romancı. 1928'de Senegal'in Pöl bölgesinde doğdu. Bu bölgede yaşayan Pöllerin 11. Yüzyılda Habeşistan'dan Senegal'e geldikleri sanılmaktadır. Bir grubu yerli halkla karışarak melezleşmiştir. Müslüman olan Pöller, Senegal dahil, Afrika'nın bir çok yerinde zaman zaman ayaklanarak kendilerine ait küçük devletler kurmuşlardır.

Şeyh Hamidu Kan, medrese usulü bir öğrenimden sonra Fransa'da felsefe okudu. İlk basımı Türkçeye 1976 yılında “Hayat Çıkmazı” adıyla çevrilmiş 1982’de “Mahrem Macera”, adıyla yayımlanan tek romanı, onun bu öğrenim ve düşünce çatışmasının bir ürünüdür. Bu romanıyla Afrika edebiyatında kendisine sağlam bir yer edinmiştir.

Mahrem Macera, ülkesi değiştirilmeye çalışılan ve bu değişimin bizzat içinde büyümüş bir çocuğun hikâyesini konu alıyor.

Batılı edebiyat eleştirmenleri roman için "başka hiçbir romana benzemeyen, oldukça çarpıcı felsefi bir roman" demişlerdir. Otobiyografik özelliği olan eser roman baş kişisi Sambo Diallo'nun şahsında bir çatışmayı ve bunun doğurduğu bunalımı anlatmaktadır. Romana eski okul/yeni okul çelişkisi biçiminde yansıyan çatışma genelde İslam ile batı zihniyetinin karşılaşmasıdır bir bakıma…

"Siyah bilinc"i, "siyahların kültürel gelişiminde aşılmış bir dönem" olarak görmekte, siyahiliği kültür ve inanç planında anlamaktadır. Mahrem Macera'yla bu düşüncesi de ayrıca belirgin bir kimlik kazanmıştır.

 

Mahrem Macera’dan alıntı sözler:

 

Söz durur ama hayat durmaz.

*

Zahire egemenlik de zahirdendir.

*

Bildigim tek sey, bilmediklerimin ve inanmam gerekli olan olan seylerin alabildigine ucsuz bucaksiz oldugudur daha...

*

Bizim ilk hareketimiz onların yaptığı gibi yenmek değil sevmektir.

*

Gelecek kavramı var olduğu sürece her gerçek kısmi olacaktır.

*

Hayat hayattır, çok kısa sürmekten başka bir özelliği de yoktur.

*

Artık inananların egemenliğinin sona erdiği şu zamanda, Allah'ın adını duymak aç insanların öfkesine yol açıyorsa, bunda Allah'a inananların hiç mi suçu yok?

*

O günkü kadar hiçbir gün bana otomobiller -halbuki onları önceden de biliyordum- asla bu kadar hükümran ve kudurmuş, böylesine sinsi ve itaatsiz görünmemişlerdi.

Geçtikleri yerlerden hiçbir insan yürüyemiyordu. Böyle bir manzarayı hiç görmemiştim üstadım. Orada insan topluluğu arasında oturmuş, karşımda alabildiğine uzanan, insanların giremediği, insandan yoksun bir alanı seyretmek nasip oldu.

*

'Biliyorsunuz, biz siyah öğrencilerin yazgısı, biraz da posta tatarinkine benziyor. Evimizden çıkarken, kesinlikle görüş dönüp dönmeyeceğimizi kestiremiyoruz.'

KAYNAKÇA: İhsan Işık / Samba Diallobeler Olmasın (Kültürümüzün Kimliği, 2018), Şeyh Hamidu Kan (internet kitapçıları, 2018).

 

YENİ SAMBA DİALLOBE’LER OLMASIN

YENİ SAMBA DİALLOBE’LER OLMASIN

 

İhsan IŞIK

 

Samba Diallobe’nin ülkesi güzel geleneklerin süre gittiği bir ülkedir başlangıçta. Zengin ve yoksul bütün çocuklar Kur’an Okulu’nda eğitilmektedir. Bu okulda Üstad, öğrencilerine Allah sevgisini ve korkusunu, Allah’a imanla ulaşılan erdemli yaşayışı, bu yaşayışın güzelliklerini öğretmektedir. Öğrencilerden biri Samba Diallobe, ülkenin en tanınmış ailesindendir. Üstad’ın ülke geleceğini düşünerek özel ilgiyle yetiştirmeye çabaladığı bir öğrencidir o. Sadece Üstad değil, herkes Samba’nın geleceğinden umutludur. Ve Samba, kendi geleceği ile ülke geleceği arasında yakın ilgi kuranları, bu ümidi besleyenleri yalanlamayan ve utandırmayan bir öğrenim başarısıyla gelişip serpilmektedir. Her geçen gün biraz daha kişiliğini Müslümanlaştırmaya başlamaktadır. Öğrendiği kavramları yerlerine oturtmak üzeredir. İyi bir yetişmenin yolundadır Samba, Kur’an Okulu sıralarında.

Ancak, İslam’a daha çok biçimsellikte önem verilen, işlerin Allah’ın gösterdiği “İstikamet”te görülmediği bu ülkede hayat değişmekte, eski ve yeni sorunların zehirli çiçekleri yükselerek boy vermektedir. Ülkenin doğal sorunları yanı sıra sömürgecilerin sinsi ve güçlü çabaları da su yüzüne vurmaktadır.

Ülke yöneticilerini aldatmayı başaran Avrupalıların kurduğu Yabancı Okul, nedense daha çok önemli ve değerli sayılabilmiştir. Diallobe ülkesi “Reis”inin kız kardeşi Soylu Sultan, ülke çocuklarının Kur’an Okulu’ndan alınıp Yabancı Okula yönelmesini kaçınılmaz, zorunlu bulmaktadır. Onu bu görüşe iten ise “Yabancıları üstün kılan özellikleri öğrenip onlara böylece karşı durabilmek” düşüncesidir. Soylu Sultan, bu düşünceyi yabancılardan öğrendiğini önemsememektedir.

Kur’an Okulu’na sırt çevirmeye gönlü razı olmayan, fakat birikmiş ve artan sorunlara yeni bir okulla çözüm bulunacağına inandırılan Reis başlangıçta karasızdır. Ülkenin manevi lideri durumundaki Üstad, bu tercihe karşı olmakla beraber, “Hayır, olmaz”, diyecek gücü kendisinde bulamamaktadır. Bu, baskı altında tutulmasından çok, problemleri çözümleyici öneriler getirememesindendir. Ders verdiği ve tarlada çalıştığı saatler dışında sürekli bir inziva içindedir. Bilgilerini yenileyici ve geliştirici çabalara, okulunun ve çalıştığı tarlanın dışındaki dünyaya gözlerini kapamış, yeni yollar göstermeye mecali kalmamıştır.

Öbür yandan Diallobe ülkesinin sakinleri gitgide daha çok başvurmaktadır Reis’e. “Her geçen gün biraz daha vücutlarının eciş bücüş kemiklerinden, konutların dayanaksızlığından” yakınır olmuşlardır. Ülkede doğumdan çok ölüm, sevinçten çok acı vardır. Reis ve Soylu Sultan, “evet” demek zorunda oldukları kanısındadırlar. Yabancı Okul böylece açılır.

İlk uygulama olarak, Kur’an Okulu’ndan alınan Samba Diallobe kaydedilir Yabancı Okula. Yeni okuluna başladığı ilk günlerde Samba, hâlâ Üstadın Kur’an okuduğu vakitlerin lezzetini hatırlıyordu. Oldukça değişik bir çevreye girmişti ya namazını yine huşû içinde kılıyordu. Fakat farkında olmasa da geçen günler kendisinden bir şeyler eksiltiyordu, bir şeyler alıp götürüyordu sanki. Aradan aylar geçince, yavaş yavaş uzaklaştığını farkettiği eski zamanlarına dönmeyi çok isteyecek, ama bunu başarmak bir türlü mümkün olmayacaktı. Ve yeni okulunu bitirdiği gün de gelip çattı. Bu okulu başarıyla bitirenler Fransa’ya gönderiliyordu.

Samba’yı Yabancı Okul’un anavatanına uğurlayan Soylu Sultan, en akılsız sözünü o zaman söylemişti:

 - Git, onların ülkesinden haksız yere yenme sanatını öğren.

Samba Diallobe, eğitimini Fransa’da tamamlayan öğrenciler içinde en dayanıklılarından sayılır. İnancını koruyacak, alkollü içki ve benzeri haramlara iltifat etmeyecektir. Fakat bu sonuna kadar böyle sürmez. Yeni tanıştığı halde nefsine çekici gelen Batılı yaşayışın etkileri kuşatmaya başlar. Yeni yaşayış biçimi aslında ona yeni bir hayat anlayışını bir bütün olarak kabul ettirememiştir ama, eskisine yabancılaştırmıştır.

Fransa’da tanıştığı insanlar Samba’ya düşünce ve inanç tartışmalarında bir üstünlük kabul ettirememişse de, Samba’nın kendisi yeni hayatında kişilik ikiliğinin bunalımına düşmüştür ve bu kaostan çıkmayı başaramamaktadır. Acılar içinde kıvranıp durur. Hatta Fransa’da hayatının anlamını yitirdiğini düşünür uzun uzun. Diallobe ülkesinde, kendi yurdunda hayatın belirgin ve hatta yüce bir anlamı olduğunu hatırlar. Fakat eski Samba’ya yabancılaşmasının büyüklüğünden ürkerek umutlarını yitirmiştir. Ülkesinin Fransa’laşmaya başladığını da düşününce uçsuz bucaksız bir gurbette hisseder kendini. Uzaklarda bile olsa gidip yaşamayı deneyebileceği bir sahilin görünmediği okyanuslar ortasındaki bir adada tek başınadır sanki.

Babasının çağrısı üzerine ülkesine dönerken, eski Samba olmadığının, bunu çok iyi hissetmenin acıları içindedir. Fransız arkadaşına şu açıklamayı yapar:

  - Lucienne, bu dekor yalan aslında. Gerisinde bin kere daha güzeli, kat kat gerçek olanı var. Ama o dünyaya giden yolu yitirdim bir defa, bulamıyorum artık.”

  Yıkık bir moralle ülkesine dönen Samba Diallobe, değişimine razı olmayan eski bir arkadaşının trajik saldırısıyla vurularak ölür.

  Bu biçimde sona eren yukarıdaki öykü, bir çeviri romandan yaptığım özetlemeydi. 1976’da Türkçe’ye “Hayat Çıkmazı”, 1982 yılında ise “Mahrem Macera” ismiyle okuyucu karşısına çıkmış adıyla çevrilen romanın yazarı Şeyh Hamidu Kan (*) isimli bir Afrikalı Müslüman romancıdır. Kitaptaki açıklamadan, yazarın, Afrika’da Çad gölü ile Senegal kıyısı arasında yaşayan “Felatalar” diye anılan bir topluluktan olduğu anlaşılıyor.

  Şeyh Hamidu Kan’ın roman kahramanı Samba Diallobe, İslam ülkelerinden yüzbinlerce, belki milyonlarca genci simgelemektedir. Rabbimize şükürler olsun bütün gençlerimiz Samba’nın durumunda değildir ve hatta pek çok gencimiz onur duyacağımız bir kişiliğin sahibi olmuşlardır. Ne var ki toprağından koparılan fidanların sayısı hâlâ gönlümüzün razı olamayacağı bir çokluğu bildirmekte ve acılarını duyurmaktadır. Fidan koparma işlevindeki kültür zorbalığı, kozlarını oynamayı sürdürmekte; İslam dünyasının başına bela olmuş zorbalar, topraklarımızda yetişen bu dünya kadar değerli fidanların kıyılmasına sinsi bir şekilde yardımcı olmaktadır.

Samba Diallobe’ler manevi katliamlara terk edilenlerdir. Onları, mitolojilerde anlatılan insan yiyen canavarların, daha büyük felaketler göstermemek için halktan aldıkları kurbanlara benzetebiliriz. Halk korku ve çaresizlik içinde hep kurbanlar sunuyor, fakat canavar hiç “yeter” demiyor. Çünkü kurbanların böyle verilmesi gerekmiyor. Zalimden merhamet dileyerek, yalancı tanrılara armağan sunar gibi kurbanlar gönderme yerine, hep birlikte canavarlara yüklenerek “şehid”ler vermek gerekmektedir. Şehidler de kurbandır ama, bambaşka bir anlamda. O, zulme boyun eğişin değil, canavarlara direnişin yolunda canını feda ediyor. Şehid, canavara uzatılan köle boynu uysallığını değil, zorbayla boğuşarak ölmenin onurunu ifade ediyor. Samba Diallobe’ler, teslimiyetçiliği, şehid kavramına yabancılaşmanın çürümüşlüğünü, çağın modern canavarları olan kan emici despotlarının tarif ettiği biçimde “yaşamıyor gibi yaşama”yı ve istemedikleri bir ölümle dünyadan çekip gitmeyi simgeliyor.

Romandaki Diallobe ülkesinde, yabancı egemenliği ve kültür sömürgeciliğine karşı karalı bir mücadele yerine, propagandaya kolayca kanıp yelkenleri suya indirme tercih edilmiştir. Emperyalizmin tehdit edici güçleriyle ve yabancı okul olgusuyla karşılaştıklarında, Kur’an Okulu’nu sürdürmeye ısrar ederek, eksikleri bulup gidermeye kara vereceklerine, gençlerini kurban sunma gafletine düşmüşler. Diallobe ülkesinin geleceğini böylece kurtarabilmeyi ummuşlar. Çağın gereklerine uygun güçlenmeyi, emperyalistlerin kendisinden öğrenen bir kuşak yetişecek ve bu öğrenilenlerle sömürgeciliği karşı durulacak...

Elbette bütünüyle yanlış bir tavır ve hesaptır bu. Orijinalin yerini alamayacağının bilinmesi gereken taklit, ancak uzaklardan takibi bildirebilirdi. Nitekim Diallobe ülkesinin çocukları birer birer kesik fidanlara döndüler. Ülke ise Fransa’laşmaya çalışırken Fransa olmadığı gibi Diallobe’nin ülkesi gibi de kalamadı.

Öbür yanıyla Samba Dallobe’ler, çaresizlik duygusuna kapılışla mırıldanılan bir hüzün şarkısıdır. Bir ağıttır ağır ağır söylenen, her kelimesi ve her melodi kıvrımı kalbe acılar veren, gözyaşlarına yüklenen.

Samba Diallobe’ler, istenilmeyen bir yolculuğa çıkış, kendi toprağından koparılıp, bir gurbete götürülüştür. Artık her şey, herkes için herkes eskisi gibi ve olması gerektiği gibi değildir. Sürekli gurbettir yaşadıkları, kendi öz yurtlarında. Her bakışta yabancılığı duyuran biçimlenmeler gözlemlenmektedir.

Kendilerine rağmen, kendileri için başkaları tarafından hazırlanmış bir hayatı yaşamaya zorlanmışlardır.

Aile, aynı gurbette benzer ve ayrı acıları yaşayan akrabaları toplayan başkalaşmış bir kümedir artık. Burada gönül huzuruna değil, birbirini anlamayışı, birbirinden kopuk gelecekleri haykıran suçlamalara yer vardır. Ailede her üye için diğerleri, yeniden tamamlanmaya muhtaç anlaşılması güç tiplerdir. Böyledir birbirine karı ve koca, anne-baba ile çocukları. Çarşılarda satıcılar çok değişik malların adlarını sıralar müşterilere. Caddelerde yeni tabelalar, kente çöreklenmiş yeni kültür ikliminin yeni kelimelerle tanıtılabilen merkezlerini ve şubelerini gösterir.

Samba Diallobe’ler için sadece, yeni ve değişik olanlarla çıkılan gurbetler değildir acı veren. Artık kendisi için önemi kalmamış bir yerden özlemini duyduğu yeni bir dünyaya koşan insan, isteyerek geldiği yerden niçin mutlu olmasın? Özlemi gerçekleşen kişinin bir başka tedirginliği yaşamasına ne ad vereceğiz? Eğer “değişim”de anlam, yeniyle buluşma olarak sınırlanıp çözümlenseydi, sorun çıkmayacaktı hiç. Ancak, tarif edilen yerde bulunmayan aranılanlar ve sanki büyük bir pişmanlıkla kol kola girmiş hatıralar vardı. Yeni’nin unutturamadığı, silemediği parlaklıktaki bir geçmişin, kazınması imkânsız bir biçimde içte yer tutmuş zamanları vardı. Yeni, değişikti, ilk tanışmanın gizleriyle çekici ve çarpıcıydı. Fakat eski gibi bir bütündü yeni de. Ancak tümüyle yaşandığında kendini veren bir düzendi o da, her bünye gibi ancak özel şartlarına uyanlara kollarını açıyor, gülümseyebiliyordu. Kendisine tümüyle yabancılıktan kurtulmayanı, yabancı geldiği gibi yabancı duranı bir süre sonra dışlamaya başlıyordu. Bir çekip bir iterek sarsa sarsa sınayan bir iklimdi bu. Tanışmanın gizleri önemini yitirmeye başlayınca, boşalan yere eskinin unutulmaz hatıraları yeniden yerleşiyordu, sürgünden evine döner gibi. Eski ile birleşmek, kopukluğu onarmak arzusu yoğunlaşmaya başlıyordu. Fakat terk edilen ile şimdi arasındaki mesafe küçümsenmeye gelmiyordu.

Bu menzil doluydu. Bunu boşlama, yok sayma imkânsızdı; zaman kadehini boşaltmak kadar olağanüstülüğe yetecek bir güç donanımı istiyordu. Özleminin düş kırıklığına dönüşümünü yaşayana, ayrıldığı berrak sulara dönüş koşusu o kadar da kolay gözükmüyordu. Diallobe ülkesinin çocuğu Samba’ya ve diğer Samba’lara bu noktada daha ağır basan umutsuz gurbet duygusu oldu. Ömürlerin baharında, ömürlerin kışına çağıran bir duygu, bir umutsuzluk.

Samba Diallobe’ler, İslam gençliğine bilinçsizce yaşatılan acı tecrübelerdir. Çelikten kollarıyla Doğu ve Batı zorbalarının boğazını yakalamış gençlerimize özlemin çığlıklarıdır. Öbür dünya ve bu dünya için, henüz hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekemeyişin felaketleri ve acılarını anlatmaktadır. Bu acı tecrübeler bize, artık “Yeni Samba Diallobe’ler olmasın” diye seslenmekte, sorumluluğumuzun gereklerine çağırmaktadır.

 

Yazar: İhsan IŞIK
FOTO GALERİ