Firdevs Tunçay

Araştırmacı Yazar, Edebiyatçı

Doğum
Eğitim
İzmir Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü

Edebiyatçı, Araştırmacı Yazar. 1946 yılında İzmir’in Ödemiş ilçesinde doğdu. Ailesi Rumeli asıllıdır. Rumeli’nde Kavala şehrinde yaşamış olan anne tarafı, 1924’te Mübadele nedeniyle Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştı. Mübadele dışı bırakılan Batı Trakya’nın İskeçe şehrinde yaşayan baba tarafı ise 1927’de yaşamlarını sürdürebilmek için kaçarak anavatana gelmişti.

Yazarın çocukluk ve ilk gençlik yılları Ödemiş’te geçti. İzmir Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü 1965’te bitirdi. Denizli-Buldan, Aydın, Diyarbakır, Balıkesir ve İzmir’de Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı.

1992 yılında emekliye ayrıldıktan sonra, öğrencilik yıllarından beri hiç ara vermediği okuma uğraşına yazı yazmayı da ekledi.

“Cumhuriyet Dergi Eki”nde gezi yazıları, Karşıyaka Karşıyaka, İzmir İzmir, Yeniden İmece, Birlik, Işığın Kaynağı dergilerinde ve “Kadın-gözü” adlı internet sitesinde anı, biyografi, öykü, deneme türlerinde yazıları yayımlandı.

İzmir-Karşıyaka’da yaşayan Firdevs Tunçay, “Lozan Mübadilleri Vakfı” onur üyesi, “Lozan Mübadilleri Vakfı Ege Bölge Şubesi” kurucu üyesi, “Uluslararası Kadınlar Dayanışma Derneği İzmir Şubesi (IWSA)” ve “KIBATEK” derneği üyesidir.

 

Eserleri:

 

1-) Firdevs Tunçay’ın mübadil ailesinin ve atalarının hatıralarından yola çıkarak yazdığı “Kalbim Rumeli’de Kaldı” adlı ilk eseri SAY Yayınları tarafından 2013 yılından bu yana üç baskı yapmış ve 2019’un ilk günlerinde 4. Basımı ile okurlarla buluşmuştur. Mübadele konusu ilk kez “Milli Eğitim Bakanlığı Ortaokul ve İmam Hatip Ortaokulu 8. Sınıf Türkçe Ders Kitabına” Yazar Firdevs Tunçay’ın Kalbim Rumeli’de Kaldı kitabından alınan bir parça ile 2020 yılında girmiştir.     

2-) Yazar, “Kalbim Anadolu’da Kaldı” adlı ikinci kitabını yazmak için Atina’ya gidip Anadolu Rumlarını bulmuş ve onlarla yüz yüze söyleşiler yapmıştır. Bu çalışmalarında “Mübadelenin Öteki Yüzü: Anadolu Rumları”nı anlattığı 2. Kitabını 2019’da yayınlamıştır.

3-) Firdevs Tunçay, “Hasretin Çocukları” adını verdiği üçüncü eserinde Rumeli muhacirlerine ek olarak Makedonya göçmenlerini de anlatmıştır.  2021 yılında yayınladığı bu 3. Eseri de diğer kitapları gibi (Mikro Tarih Belgesel Roman) tarzındadır.

Mübadeleye adanmış bir hayattır Firdevs Tunçay. 10 Ekim 2017 tarihinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hayata geçirilen “Buca Göç ve Mübadele Anı Evi” açılmadan önce atalarının Rumeli’den gelirken getirdikleri bütün arşivini ve anı eşyalarını Anı Evi’ne bağışlamıştır.   

Firdevs Tunçay, evli ve iki çocuk, bir torun sahibidir.

KAYNAK: Yazar Firdevs Tunçay ile Söyleşi (kemalyalcin.com, 12.12.2020), Kemal Yalçın (Bilgi teyidi, 12.07.2021), Firdevs Tunçay (teis.yesevi.edu.tr, 12.07.2021), Firdevs Tunçay Yazarına Ait Tüm Kitaplar (kitapyurdu.com, dr.com.tr, kidega.com, idefix.com, 12.07.2021), Yazar Firdevs Tunçay – Kalbim Rumelide Kaldı (kalbimrumelidekaldi.org, 12.07.2021), "Kalbim Nerede Kaldı" - Firdevs Tunçay-1 (YouTube · Kusadasi Mubadele, 12.07.2021).

 

 

 

 

 

 

KİTAPLARINDAN ÖRNEK BÖLÜMLER

 “KALBİM RUMELİ’DE KALDI-Sardunya kokan toprakların öyküleri”

 

Mübadil bir ailenin evladı olarak ailemin ve atalarımın hatıralarından yola çıkıp tüm mübadillerin acılarını, sevdalarını, umutlarını ve sıfırlanmış hayatlarını yeniden kurma uğraşlarını anlattığım bir kitaptır “Kalbim Rumeli ’de Kaldı-Sardunya kokan toprakların öyküleri.” Kitabım, 2013 yılında çıktı ve çok beğenildi. Kısa zamanda 4 Baskı yaptı. Bu ilk kitabımda Rumeli’nden gelen sekiz mübadil aile öyküsüne yer verdim. Bana hikâyelerini anlatanların çoğu aramızda yok artık. Kendilerini saygı, sevgi ve rahmetle anıyorum.

  Asırlık mübadele ilk kez KALBİM RUMELİ’DE KALDI kitabımla “Milli Eğitim Bakanlığı Ortaokullar, İmam Hatip Ortaokulu 8. Sınıf Türkçe Ders Kitabına” 2020 yılında girdi. Mübadelenin üzerinden 97 yıl geçmiş olsa da yine de bir ilkti. Mübadeleye dair umudum çoğaldı. Bana hatıralarını anlatan canlı tarihlerin anıları, öğrencilerimizin de hafızasına kazınacak ve ileride onların anılarında da yer alacak. Milli Eğitim Bakanlığı, kitabımda yazıp anlattığım “Sardunya Kokan Topraklar” öyküsünden “Mübadele Günleri, Buca’da Hayat ve Sekiz Yıl Sonra” bölümlerini almış. Ben sizlerle “Mübadele Günleri” bölümünü paylaşacağım.

 

Mübadele Günleri

Bir gün bakmışlar Pürsıçan sokaklarında hiç tanımadıkları insanlar… Bursa civarından gelmişler. Yeni bir memlekete gelmenin şaşkınlığı ve boşluğu içindelermiş. Mahalle muhtarı, Tük ailelerine evlerini boşaltmalarını ve başka bir Türk ailesinin yanlarına gitmelerini duyurmuş. Çaresiz boyun eğmişler. Zehra da iki çocuğuyla Ahmet Çavuşların evine gitmiş. Boşalttıkları evlerine Rumlar yerleştirilmiş. Zehra Hanımınkini de Hristo ve Despina adlı bir Rum çifte vermişler. Evlerini, hayvanlarını, kaşıklarına varıncaya kadar her şeylerini paylaşmışlar onlarla. Yeni gelenler Türkçe bildikleri için kolay anlaşıyorlarmış. Geçimleri iyiymiş. Birbirlerinin düğünlerine gidip eğlenirlermiş. Rumlar:

  “Yakında sizi de Türkiye’ye gönderirler.” diyorlarmış.

  Daha sonra ortalıkta mübadele söylentileri yayılmaya başlamış. İnsanın nesiller boyu yaşadığı memleketini terk etmek zorunda kalması, evinden barkından koparılması, atalarının mezarlarını bir daha ziyaret edemeyecek olması kolay mı? Türkler, kaygı içinde gelişmeleri takip etmişler. Ancak mübadele söylentileri gerçeğe dönüşüvermiş birden. Bir Türk, bir Yunan bir de Birleşmiş Milletler üyesinden oluşan Mübadele Komisyonu, Rumeli’deki Türklerin mal varlığını kayda almaya başlamış. Türkiye’ye gitmeleri kesinleşince, Selanik ve Kavala limanlarından ikişer ikişer kalkmış gemiler. Yollar, istasyonlar, limanlar mübadillerle dolmuş; ana baba günü olmuş her yer.

  Sene 1924.

 

  Ayrılık zamanı kapıya dayanmış!

  Zehra, gözyaşlarıyla hazırlamış yatak yorgan denklerini. Ah, Arif’i olsaymış yanında! O zaman zorluklara daha cesurca göğüs gerebilirmiş… Yıllar olmuş kocası Arif’ten haber almayalı; herkes öldü gözüyle bakıyormuş ona. Ama Zehra’nın içinde saklı bir umut varmış yine de… Bir gün onlara

döneceğini düşünüyormuş! Bu duygular içindeyken çocuklarının ve kendisinin giysilerini bohçalamış. Beline sardığı kemere saklamış altınlarını, kat kat elbiseler giymiş üstüne. Bütün ev eşyasını geride bırakmışlar, sanki döneceklermiş gibi. Çuval çuval unlar, pirinçler hep kalmış. Komşularıyla gözyaşları içinde vedalaşmış. Tam yola çıkacakken, son bir kez evini görmek istemiş Zehra Hanım. Evin yeni sahipleri Hristo ve Despina, onu güler yüzle karşılayıp odalarını gezdirmişler. İkramlarda bulunmuşlar.

  Avluda beyaz badanalı duvarlar boyunca uzanan allı beyazlı çiçek açmış sardunyalara takılmış Zehra’nın gözü. Annesinin diktiği çiçeklermiş bu sardunyalar. Hüzünle yanlarına gitmiş, memleketinin toprağını derin derin koklamış, sardunya kokuyormuş toprak! Gözyaşlarını tutamamış artık! Sanki çiçekler de ağlıyormuş…

  Zehra, Despina’ya bakıp: “Sardunyalardan bir dal verir misiniz? Memleketimden hatıra olarak Türkiye’ye götüreceğim,” demiş sesi titreyerek. Kadının kocası Hristo, Zehra’ya iki kök sardunya söküp vermiş hem kırmızıdan hem beyazdan… Despina da mutfaktan getirdiği ıslak havluya sarmış sardunyaları. İki kadın birbirine sarılıp ağlamışlar. Kapıda bekleyen at arabasına giderken, Zehra dönüp geride bıraktığı evine hüzünle bakmış uzun uzun! Sonra çocukları Mehmet elinde, Hüseyin kucağında arabaya binip Ahmet Çavuş’un ailesinin yanında denkler arasına sığışmışlar. Kedileri ve köpekleri, arkalarından ağlamışlar…

  Dağlar, tepeler aşarak zahmetli bir yolculukla Kavala Limanı’na ulaşmışlar sonunda. Kavala şehrinde limana yakın meydanda kurulan beyaz çadırlardan birine yerleşmişler. Kendilerini ana vatana getirecek gemiyi umutla beklemişler. Nihayet gemi sıraları geldiğinde, mahşer yerine dönmüş Kavala Limanı’nda memleketlerinden ayrılmanın acısını en derinden yaşamışlar! Dönmemecesine ayrılmışlar memleketlerinden. Doğup büyüdükleri bu topraklar, mübadiller için kaybolmuş memleket toprağıdır artık!

***

 

Kavalalı Ayşe Hanım öyküsünden İstanbul’dan Ödemiş’e bölümü. (Sayfa:50-51)

Ayşe Hanımlar, “Küçük İstanbul” dedikleri bir sahil şehri Kavala’dan sonra, dağların eteğinde kurulmuş sönük bir kasaba olan Ödemiş’e gelince memleketlerini çok aramışlar. Yazları çok sıcak geçen günlerde Ayşe Hanım: “Allah’ım, burası cehenneme yakın olmalı! Ah, nerede o güzelim mavi deniz? Püfür püfür esen yel nerede? Ah, havasına, suyuna can feda benim güzel Kavala’m!” der ağlarmış.

  Oğlu Süleyman da memlekette bıraktıkları çini sobayı hep anıyormuş: “Kavala’daki evimizde, üzeri mavi çiçekli beyaz çini sobamız vardı boyumla bir. İçi tuğlalarla döşeliydi. Ne güzel ısıtırdı bizi! Yaktın mı soğumak nedir bilmezdi. Şimdi Ödemiş’te teneke sobayla ısınmaya çalışıyoruz. Attın mı odunları hemen yanıyor, kısa bir süre sonra hemen geçiyor saman alevi gibi…” deyip hüzünlenirmiş.

  Çocuk yaşlarındaki Aliye ise memlekette bıraktığı arkadaşlarını çok özlüyormuş; bir de bahçelerindeki İstanbul narını... “Ah, bizim İstanbul narımız ne güzeldi! İri, kıpkırmızı taneleri vardı. Çok tatlıydı çokkkk!..” diyormuş.

  İnsanın doğup büyüdüğü, havasıyla suyuyla yoğrulduğu, damak tatlarına alıştığı, türkülerinin içine işlediği, dost sıcaklığıyla kalbinin ısındığı, yüzyıllardır kök saldığı memleketinden ayrılması ne acıymış, ah!

 

“KALBİM ANADOLU’DA KALDI-Gerçek mübadele öyküleri”

 

  Mübadele 20. Yüzyılın en büyük acılarından ve kültürel yıkımlarından biridir. 1912-1924 döneminde gerçekleşen Büyük Mübadelede altı yüz bin kadar Müslüman Türk ile bir buçuk milyon kadar Anadolu Rum Ortodoks’u karşılıklı olarak mecburi sürgüne tabi tutulmuşlardır. Rumeli mübadillerini anlattığım “Kalbim Rumeli’de Kaldı” kitabımdan sonra, ataları yıllar önce mübadele nedeniyle Anadolu’dan sürgün edilmiş Anadolu Rumlarıyla görüşebilmek için Küçük Asyalı Urlalılar Derneği’nin daveti üzerine İzmir’den kalkıp Atina’ya gittim. Beni Anadolu Rumlarının evlerine götürdüler. Hem Rum mübadil çocuklarıyla hem de mübadele dışı bırakılan İstanbul Rumlarıyla yüz yüze görüşmeler yaptım. Güler yüzle karşılandım, gözyaşlarıyla uğurlandım.

Sekiz Anadolu Rumunun insanı hüzne boğan anılarını yazdığım “Kalbim Anadolu’da Kaldı” adlı kitabımı 2019’da yayınladım. Bana hikâyelerini anlatan Rum kardeşlerime teşekkür ederim.

  

Büyükada Bir Masaldı öyküsünden Bizi Türk Komşularımız Kurtardı bölümü:

Naki Bey (Öykünün kahramanı Stefano Domata’nın takma adı), hüzün dolu sesiyle anlatıyordu: “Hayatımızı alt üst eden 6-7 Eylül Olayları hiç yaşanmasaydı keşke! 1955 yılıydı, on yaşımdaydım. Selanik’teki Atatürk’ün evine, Yunanlıların bomba koyduğu söylentisi duyulmuştu. Gazetelerde Rumlar aleyhine yazlar yayınlanıyordu. Çok üzülüyorduk. 6-7 Eylül’de başta Beyoğlu olmak üzere tüm İstanbul’da, Adalarda Rumlara karşı ayaklanma olacağını bilmiyorduk henüz.

Olayların olduğu gündü… Büyükada’da kadınlar her zamanki gibi kocalarını karşılamak için İskele’ye gitmişlerdi, tayyör etekli ve neşeliydiler. Akşamüzeri iş çıkışı saatiydi. Biz çocuklar da oradaydık. Vapuru beklerken oyunlar oynuyorduk. İskele’de şimdiye kadar hiç görmediğimiz tipten, İstanbullulara hiç benzemeyen kılıksız, kara yüzlü ve kara bakışlı birçok insan vardı. Kayıkla karşıdan gelmişler. Korkmuştuk! Babamın rakı arkadaşı Fikret amca, “Gidin evinize. Bu akşam olaylar olacak. Sakın çıkmayın evinizden. Türk bayrağı asın pencerenize,” diyerek uyardı bizi. Annem kardeşime hamileydi ve çok korkmuştu. Evimize gittik koşarcasına ve penceremize Türk bayrağı astık hemen.

Çocuktum. Uyumuşum. O gece yarısı kırılan cam sesleriyle uyandım. Ağlayanlar, bağıranlar, evlerden atılan eşyalar… Sesleri duyuluyordu evimizden. Annem, babam ağlıyorlardı. Pencereden baktık; İskele’de gördüğümüz eşkıya tipli adamlar, ellerinde bıçaklar, sopalarla kapıları, camları kırıyorlardı. Çok korkuyorduk. Birbirimize sarılmıştık ve hepimiz titriyorduk. Sonunda sıra bize de gelmişti. İşte, o kara yüzlü, hain bakışlı adamlar kapımızın önündeydiler! O anda, komşumuz Refika teyzenin canhıraş sesi duyuldu: “Orada Rum yokkkkk!.. Türk bayrağı asılıııı…”

Bu sesi duyan gözü dönmüş adamlar çekip gittiler. Evimizde sabaha kadar uyumadık. Bizi Türk komşularımız kurtardı. Komşularımızın bu iyiliğini nasıl unuturuz?” (Sayfa: 45-46)

***

 

Bir Sinasos Sevdalısı öyküsünden kısa bir bölüm (Sayfa: 218)

Yunanistan’ın Pire kentindeki Yeni Sinasoslular Derneği’nin eski Başkanı Kyriakos Vlasiadis: “İnsanları yerlerinden yurtlarından eden Mübadele’nin büyük hata olduğuna inanıyorum bugün. Paylaşamayacak hiçbir şeyimiz yoktu. Halklar çok güzel anlaşıyorlardı. Sinasos’a her gittiğimde Türklerden hiçbir kötü muamele görmedim. Devletler anlaşsa bu acılar çekilmeyecekti.” diyerek son sözlerini noktaladı.

 

“HASRETİN ÇOCUKLARI-Makedonya ve Rumeli Muhacirlerinin Gerçek Öyküleri”

 

  “Hasretin Çocukları” (2021) adını verdiğim kitabımdaki eksen “Balkanlar ve Anadolu” ile “Muhacir Hayatlar” üzerine kurulmuştur. Bu anı öykülerin kahramanları Balkanlar’dan ( Rumeli ve Makedonya’dan) gözleri arkada kalarak Anadolu’ya göç etmiş olan Osmanlı’nın son torunlarıdır. Hasretin Çocukları kitabımın 1. BÖLÜMÜ’NDE Selçuk, Şirince, Karşıyaka ve Buca’da yaşayan yedi muhacirin öyküsüne yer verdim. Bu öyküleri okurken anlatanların sandıklarında sakladığı fotoğrafları da göreceksiniz. Her fotoğraf bir anı, bir Balkan hatırası… Kitabımın 2. BÖLÜMÜ’NDE okurlarımı, 8.500 yıllık kadim tarihiyle beni çok etkileyen Efes Selçuk’la ilgili bir tarih, kültür ve sanat yolculuğuna çıkarmak istedim. Bu bölümü de fotoğraflar ve mitolojik özellikler eşliğinde sizlere sunuyorum. Efes Müzesi ile ilgili fotoğraflar Ankara Kültür Müdürlüğü izniyle alınmıştır.

 

Ay-Yıldızlı Bayrağa Yolculuk öyküsünden bir bölüm. (Sayfa: 19)

Çantasında yirmi dilim ekmekle bir bilinmeze doğru yola çıkmak hiç kimse için kolay değildi. Henüz 18 yaşında olan gencecik bir delikanlının; ailesini ve eşini, bebeğini geride bırakıp tek başına o sarp dağları yaya olarak aşarak Yugoslavya’da askere gitmemek için Türkiye’ye kaçan Ümmet Vardar’ın öyküsü, bana göçü anlatan bir Makedon türküsünü hatırlattı. Türkü bile isyan doluydu:

Aşadan gelir pampur yel tüte tüte

Biz vatandan ayrıldık bel büke büke

Gitme pampur gitme pişman olursun

Makedonya macırlarına kurban olursun

 

(Sayfa: 53) Ümmet amca: “ 1966’da asker oldum. 1968 yılı Kasım ayının 28’inde tezkere aldım. Benim tek isteğim, Türkiye’de Türk Ordusu’nda, Ay-Yıldızlı bayrağın altında askerlik yapmaktı. Bu idealime kavuşabilmek için canımı ortaya koydum. Esir kampları dâhil çok badire atlattım. Makedonya’dan kaçmam ile askerliğimi 24 ay yaparak bitirdiğim zaman tam 14 yılımı aldı ama sonunda emelime ulaştım. Allah’a çok şükür! Türk Ordusu’nda askerlik yaptım. Bununla teselli olurum.” diyerek uzun anlatısının son sözünü söyleyip sustu.

 

Anneanne Torun Efes Müzesi’nde öyküsünden Yamaç Evler ve Ev Buluntuları Salonu

 

  (2019 Ağustos’unda, İspanya’dan annesiyle-kızım-gelen on yaşındaki torunum Demir Diego’nun isteği üzerine Efes Müzesi’ne gitmiş, 8.500 yıllık bir tarihin sayfalarında gezinmiştik. Müze ziyaretinin bir bölümünü sizlerle paylaşıyorum.)

  Yamaç Evler ve Ev Buluntuları Salonu, Efes Müzesi gezimizin ikinci durağıydı. Demir, ‘Yamaç Evler’ yazısını görünce “Anneanneciğim, geçen yıl Türkiye’ye geldiğimizde annem beni Efes Antik Kenti’ne götürmüş, orada Yamaç Evleri de görmüştük.” dedi.  “Demirciğim, bu salonda Yamaç Evler kazılarında bulunan ve çoğu Roma Dönemi’ne ait eserler sergileniyor. Kentin yöneticilerinin, rahiplerin, ekonomik geliri yüksek olan kişilerin yaşadığı Yamaç Evler’de bulunan imparator ve tanrı heykellerinin yanında kadınların kullandığı takıları ve oyuncakları da göreceğiz,” dedim.

  “Görmek, öğrenmek için sabırsızlanıyorum.”

Bu aydınlık ve serin salonda, dünyaca ünlü eserler arasında tarihe yolculuk çok keyifliydi. Sokrates Başı ve Freski bizi çağırıyordu. Demir’e gösterip “ Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir, diyerek bize bilginin sınırsız olduğunu söyleyen bu değerli filozofu tanıyor musun?” diye sordum.

“Hayır anneanneciğim. Sen anlatırsan öğreneceğim. Bilgiye acıktım, bilgiye susadım.”

“Bir anlatıcı, iyi bir dinleyiciden başka ne isteyebilir? Sokrates’in öyküsüne gelince…

 

Demirciğim, Atinalı ünlü filozof Sokrates, zamanımızdan 2.500 yıl önce yaşamış, kendisi ve halkının ahlakça olgunlaşması için yaşamını adamış çok değerli bir düşünce adamı ve söz ustası. Onu anlayamayanlar, Yunanistan’a yeni tanrılar getirmeye çalışmakla suçladılar onu ve şikâyet üzerine hakkında dava açıldı. Savunmalarında ahlak ve erdemin yüceliğinden hiç vaz geçmedi, hiç af dilemedi! Zindana atıldı. Öğrencileri ziyaretine geliyor, onlarla birlikte sohbet ediyordu. Ölüme mahkûm edilmişti Sokrates. Öğrencileri onu kaçırmak istediler ama o kabul etmedi. İdam edilmeden önce karısı Xanthippe, Sokrates’e şöyle der:”Ama sen suçsuzsun; suçsuz yere idam ediliyorsun.”

  Sokrates de buna karşı şöyle cevap verir: “ Be kadın suçlu olarak idam edilmemi mi yeğlersin?”

  Sokrates, baldıran zehri içerek hayatına son verdi, dediğimde Demir, içini çekerek “ Kadere bak anneanneciğim!” dedi. “Ödül verilmesi gerekirken gelen ölüm…”

Salondan ayrılırken Demir’in “ Bu veda değil! Annemi de getireceğim size!” seslenişi; takılar, oyuncaklar, heykelcikler, imparator ve tanrı heykellerine birer birer dokunup geçti. Onlarda izi kaldı.

 

KALBİM RUMELİDE KALDI - 1

KALBİM RUMELİDE KALDI - 2

TÜRKÇE 8 DERS KİTABI

VATANDAŞLIK -1

VATANDAŞLIK -2

VAR OLDUĞUN TOPRAK, SÖNMEYEN HASRETTİR!

 Var olduğun toprak, sönmeyen hasrettir! Gözlerin arkada kalarak kopup geldiğin toprağın hasretini, yanında getirdiğin eskimeyen mendilinle silersin! Toprak çeker insanı! Görmesen de hayalinde yaşarsın!

Yazar Fidevs Tunçay, gözyaşlarını sildiği eskimeyen mendilinin üstüne yazmıştır ilk mübadele öykülerini. Bu öyküleri “Sardunya Kokan Toprakların Öyküleri-Kalbim Rumeli’de Kaldı” adlı kitabımda yayınlamıştı. Bu kitap çok insanı ağlattı, birçok mübadilin dert ortağı olmuştu. Çok yankı uyandırdı. 2019 yılında 4. Baskısı çıktı.

Ama mübadele tek taraflı değildir. Rumeli’den koparılan insanlar gibi, Anadolu’dan koparılan insanlar da çok acılar, çok ateşli hasretler yaşamıştır.

Mübadele bir bütündür.

Firdevs Tunçay bu bütünlüğü tanımak ve yazmak için Anadolu’dan koparılan Anadolu Rumlarının acılarını da Yunanistan’a gidip, gördü. Görüp yaşadıklarını kaleme aldı.  “Gerçek Mübadele Öyküleri – Kalbim Anadolu’da Kaldı” adıyla kendi imkânlarıyla yayınladı.

Rakamlar kurudur, gözyaşlarını, yürek acılarını, vatan hasretlerini ifade etmez! 1912-1924 döneminde gerçekleşen Büyük Mübadelede altı yüz bin karar Müslüman ile bir buçuk milyon kadar Anadolu Rum Ortodoksları karşılıklı olarak mecburi sürgüne tabi tutulmuşlardı.

Mübadele 20. yüzyılın en büyük acılarından biridir ve bu acılar günümüze kadar geldi. Yazar Firdevs Tunçay mikro tarih belgesel öyküleriyle Türk edebiyatına yeni bir tarz getiriyor. Mübadele ve sonrasını kapsan dönemdeki tek tek canlı tarihlerin gerçek öykülerini yazarak mübadele gerçeğini gözlerimizin ve yüreklerinizin önüne koyuyor.

Firdevs Tunçay, Kavala bölgesinden koparılarak getirilmiş olan mübadil bir ailenin evladıdır. Ailesinin başına gelenleri, mübadillerin gözyaşlarının dilini, bizzat yaşayarak öğrenmiştir.

Mübadele gerçekleri, mübadelenin acıları Firdevs Tunçay’ın kimliğinin temellerini atmıştır. Firdevs Tunçay’ın dünyası, mübadelenin dünü, bugünü içinde şekillenmiştir.

 “Kalbim Rumeli’de Kaldı” ve “Kalbim Anadolu’da Kaldı” birbirini tamamlayan iki kitaptır. Bu kitaplar mikro tarih belgesel edebiyat türünün yeni ve güzel örnekleridir.

Büyük Mübadeleyi anlamak, hissetmek için bu iki kitabı okumanızı öneriyorum.

Dün bugünün önsözüdür. Bugünleri anlamak için bu önsözleri okumak gerekiyor.

 

 Bochum, 28 Mayıs 2019, Kemal Yalçın

 

 

Yazar: Kemal YALÇIN

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör