Muallim Naci

Yazar, Şair

Doğum
Ölüm
11 Nisan, 1893
-
Diğer İsimler
Ömer (asıl adı)

Şair ve yazar (D. 1850, Saraçhanebaşı / İstanbul - Ö. 11 Nisan 1893). Asıl adı Ömer’dir. Giritli Aziz Efendinin Muhayyelât adlı eserinde yer alan “Kıssa-i Naci” hikâyesinin kahramanı Naci’nin adını olarak mahlas aldı. Babası saraç ustası Ahmet Ağa’nın oğlu Saraç Ali Efendi’dir. Annesi Fatma Zehra Hanım, 1828-29 Osmanlı-Rus Harbinin çıkması üzerine Varna’dan İstanbul’a göç eden bir muhacir ailenin kızıdır. Bir süre İstanbul’da Fevziye Mektebinde okudu, Kur’ân-ı Kerim’i ezberledi, daha sonra babasının ölümü üzerine annesiyle birlikte gittiği dayısının memleketi Varna’da medrese öğrenimi gördü. Varna’da Müftizade Abdülhalim Efendiden Arapça ve yazı dersleri aldı. Hocasının verdiği Hulûsî mahlasıyla sülüs (bir yazı türü) levhalar ve bir Kur’ân-ı Kerim yazdı. Burada, rüştiyenin (ortaokul) açılması üzerine Abdülhalim Efendi bu okulun öğretmenliğine getirilirken onun referansıyla Naci de muallim-i sâni (vekil öğretmen) olarak rüştiyede (1876) görev aldı.

Varna Rüştiyesinde öğretmenlik yaparken tanıştığı mutasarrıf Kürt Sait Paşa’nın özel kâtibi (1876) olarak Rumeli ve Anadolu’nun birçok şehrini dolaştı. Sait Paşa, yeni bir görevle doğuya giderken onu da yanına aldı. Halep, Diyarbakır, Elazığ, Sivas, Erzurum, Trabzon vilayetlerinde dokuz ay süren bu yolculuktan sonra Akdeniz Adalarına vali olan paşanın yanında Mektûbî Kalemi Mümeyyizi (özel kalem görevlisi) olarak Sakız’a (1881) gitti. Buradaki görevi, Paşa’nın Hariciye Nazırlığına (bakanlık) getirildiği 1883 yılına kadar sürdü. Sait Paşa bakan olunca Naci de Dışişleri Mektûbî Kalemine girdi. Sait Paşa, Berlin’e elçi olarak tayin edilince onu da götürmek istedi, ancak Naci İstanbul’da kalmayı yeğledi.

Muallim Naci, 1883’te Tercüman-ı Hakikat gazetesinin edebiyat sayfasını yönetmeye başladı. Ahmet Midhat’ın deyişiyle “Tercüman-ı Hakikat’in tek adamı” oldu. 1884’te Ahmet Midhat’ın kızı Mediha Hanım’la evlendi. Bu yıllarda Fransızcasını ilerletti, çeviriler yapmaya başladı. Gazetede yayımladığı aşk şiirleri yüzünden Ahmet Midhat Efendi ile araları açıldı ve gazeteden ayrıldı (Ağustos 1885). Gazetecilik mesleğine Saadet ve Mürüvvet gazetelerinde devam etti. Şeyh Vasfî ve birkaç arkadaşı ile İmdâdü’l-Midâd’ı çıkardı. Daha sonra Selanikli Tevfik ile Te‘âvün-i Aklâm’ı (1886) yayımladı. Ayrıca bu arada geçim sıkıntısı nedeniyle Galatasaray Sultanisi (Galatasaray Lisesi) ve Mekteb-i Hukuk’ta (Hukuk Fakültesi) edebiyat öğretmenliği yaptı. Bir yandan da Mecmua-i Muallim’i (1887) yayın hayatına soktu. Ölümünden iki yıl önce yazdığı Ertuğrul Bey Gazi adlı manzum eserini 1891’de Sultan II. Abdülhamid’e sundu. Padişahın takdirini kazandı ve “Tarih-nüvis-i Selâtin-i Âl-i Osman” unvanıyla ödüllendirildi. Bu güçle Osmanlı tarihini yazmaya niyet etti, ancak 13 Nisan 1893 günü gelen ani kalp krizi bu arzusunu gerçekleştirmesine fırsat tanımadı. Cenaze masrafları padişahın buyruğu ile Hazine-i Hassadan (padişah hazinesi) karşılandı. Namazı Ayasofya’da kılınarak cenazesi Sultan Mahmut Türbesi hazîresine (çevresine) defnedildi.

Muallim Naci, dili kusursuzca kullanan bir şair olarak gösterilir; ancak Tanpınar’a göre, “muhayyile denen şeyden de hemen hemen mahrumdur.” Eski şiirin hayal unsurları yanında hayattan kaçış, mutsuzluk, karamsar bir ruh hali onun şiirinin temel özelliğidir. Tercüman-ı Hakikat çevresinde oluşturduğu harabat (sefahat) havası yüzünden yenilik adımlarından uzaklaştı. En başarılı olduğu şekil aruzdur. Şiirden başka edebî eleştiri türünde yazdıkları ve gazeteciliği ile de tanındı. Edebî eleştiride, konunun estetik ve sanat yönünden ziyade dil ve üslûp yönleri ile uğraştı. Tiyatro ile de ilgilendi, ayrıca dille ilgili çalışmalar yaptı.

Döneminde yaptığı edebiyat tartışmalarında Recaizade Ekrem ve Abdülhak Hamit’e karşı Divan şiiri geleneğine bağlılığı savundu. Aruzu ustalıkla kullandığı şiirleri ve edebiyat anlayışı ile özellikle Servet-i Fünûncuları etkiledi. Türkçeyi doğru kullanmak konusuna özen gösterdi, sözlük çalışmaları yaptı. Arapça, Farsça ve Fransızcadan çevirileriyle birlikte kırk kadar eseri bulunan Muallim Naci, şiir kitaplarının yanı sıra Demdeme adlı eleştiri, Istılahat-ı Edebiye adlı edebiyat terimleri konulu kitapları ve Lugat-ı Naci adlı sözlüğüyle ünlüdür.

 “Tanzimat edebiyatının ikinci dönemi içinde yer alan Muallim Naci, Şinasi ile başlayan ve Namık Kemal ile geliştirilmeye çalışılan, Hâmit ve Ekrem tarafından savunulan yenilik edebiyatının karşısında gibi görünmekle birlikte bütünüyle de yeniden kopuk değildir. Onu böylesine bir tavır almaya götüren sebepler arasında, Ekrem’le biraz da şahsiyyata kadar uzanan gereksiz çatışmasını da göstermek mümkündür. Hatta bu durumun biraz da inatlaşmadan kaynaklandığını da gözden uzak tutmamak gerekir. Aslında o dönemde geniş bir okuyucu kitlesine seslenmesi, yeni yetişen pek çok genci yanında tutabilmesi ve bir otorite olarak kendini kabul ettirmesi hiç de küçümsenecek bir durum değildir. Öte yanda yetişme ve yaşayış tarzı ile yorumlayabileceğimiz eski edebiyat zevkini benimseme ve savunma, bir anlamda yenileşen edebiyatın içinde onun bir ölçü adamı olduğu gerçeğini de ortaya koymaktadır. ‘Edebiyatta neye, kime ve hangi kritere göre yenileşme söz konusu olacaktır?’ sorusunu çözümlemede şüphesiz Naci’nin varlığı inkâr edilemez. Üstelik bu yolda da gene onun bir denge unsuru olduğunu açıkça belirtmekte yarar vardır.” (Prof. İsmail Parlatır)

ESERLERİ:

ŞİİR: Terkib-i Bend-i Muallim Naci (Bağdatlı Ruhi ile Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend’lerine nazire, 1874), Ateşpâre (Ateş Parçası, 1883), Şerâre (Kıvılcım, 1884), Fürûzan (Pırıltılar, 1886), Sünbüle (1890), Mir’at-ı Bedayi (1896, 54 beyti Sultan II. Abdülhamid’e medhiye olmak üzere, toplam 90 beyit), Yadigâr-ı Naci (vefatından sonra Şeyh Vasfî tarafından toplanan şiirleri, 1897), Musa b. Ebü’l-Gâzân Yahut Hamiyyet (destan denemesi. Endülüs İslâm kahramanının savaşları ve şehadetini anlatır, 1882), Ertuğrul Bey Gazi (destan denemesi, 1894).

ELEŞTİRİ-SÖZLÜK: Yazmış Bulundum (gazete yazıları, 1884), Muallim (gazete yazıları, 1886), Demdeme (Recaizade’nin Zemzeme’sine cevabî yazıları, 1886), Müdafaânâme (aleyhindeki yazılara cevapları, 1886), Osmanlı Şairleri (1890), Esâmî (İslâm dünyasının tanınmış şahsiyetlerinden 850 kadarı hakkında bilgi veren ansiklopedik bir eser, 1891), Istılahat-ı Edebiyye (edebiyat terimleri ve yazı kuralları hakkında, Dr. Alemdar Yalçın-Abdulkadir Heyber tar., 1891), Lugat-ı Naci (sözlük, 1891, bu eseri “fetva” maddesine kadar yazdı, sonra müsveddeleri Müstecabîzade İsmet düzenleyerek yayımladı, 1901, 1978).

MEKTUP: Şöyle Böyle (Şeyh Vasfî ile yazışmalarından oluşan 6 mektup, 1886), Mektuplarım (muhatabı bilinmeyen 79 mektup, 1886), İntikad (İlk Türk Pozitivisti Beşir Fuad’la karşılıklı mektupları, 1887), Muhaberat ve Muhaverat (Ahmet Midhat’la karşılıklı 12 mektubu, 1894).

OKUL KİTAPLARI: Talim-i Kıraat (çocuklar için okuma kitabı, 1885), Mekteb-i Edeb (Talim-i Kıraat’a yazdığı bazı açıklamaları, 1885), Vezaif-i Ebeveyn (anne ve babanın görevleri anlamında, eğitim ve terbiye konusuda, 1887).

TİYATRO: Musa bin Ebi’l-Gazan yahut Hamiyyet (manzum dram, 1882), Zâtü’n-Nitakayn (Konusunu İslâm tarihinden alan manzum bir trajedi denemesi, 1889), Heder (trajedi, 1910).

ROMAN: Define (sad. Ferit Ragıp Tuncor, 2003).

DİĞER ESERLERİ: İ’caz-ı Kur’an (Kur’an’ın mucize olduğu hakkında, 1885), Medrese Hatıraları (1886), Yâdigâr-ı Avni (Yenişehirli Avni ile tanışma ve 15 beyitlik bir çeviri şiir hakkında, 1886), Nevadirü’l-Ekâbir (çeşitli eserlere ilişkin notları, 1887), Mehmed Muzaffer Mecmuası (A. Hamdi Tanpınar’a göre bu eser Şeyh Galib’in hayat hikâyesidir, 1889), Sünbüle / Ömer’in Çocukluğu (sekiz yaşına kadarki hayat hikâyesi, 1890, M. Ertuğrul Düzdağ tar.,1969), Necm-i Saadet (gazete yazıları, 1890).

BAZI ÇEVİRİLERİ: Hurde-Furuş (1885), Muammâ-yı îlâhî (1885), Sâib’de Söz (1886), Sânihatü’l-Arab (1886), Emsâl-i Ali (1887), Hikemü’r-Rüfâî (1887), Hulâsatü’l-İhlâs (1887), Mütercem (1887), Sânihatü’l-Acem (1887), Ubaydiya (1888), Nümûne-i Suhan (1891), İnşâ ve İnşâd (1891), Thérése Raquin (Zola’dan, 1891).

KAYNAKÇA: Mehmet Kaplan / Şiir Tahlilleri 2 (1963), Kenan Akyüz / Batı Te’sirinde Türk Şiiri Antolojisi (1970), Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı Müellifleri II (1972), Celâl Tarakçı / Muallim Naci Efendi (Hayatı ve Eserlerinin Tedkiki) (Doktora tezi, Erzurum 1973), Abdullah Uçman / Muallim Naci, Hayatı-Şahsiyeti-Eserleri (1974), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), İbnülemin Mahmud Kemal İnal / Son Asır Türk Şairleri (c. 3, 2000), Mehmet Nuri Yardım / Edebiyatımızın Güleryüzü (2002), Birsen Pekçolak - Zeki Büyüktanır / Homeros’tan Günümüze Anadolu Destanları (2002), İsmail Parlatır / “Muallim Nâci” Büyük Türk Klâsikleri (c. 8, 2004), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013). 

GAZEL

Gördüm âsârın baharın oldu sahrâlar benim

Olmamak mümkün mü en şiddetli sevdâlar benim

 

Verdi cevlân-ı diğer feyz-i tabîat fikrime

Aldı ârâmım bu rûh-efzâ temaşalar benim

 

Arz eder bir başka âlem şimdi her sahrâ bana

İnşirahım şerh olunmaz, gayri dünyâlar benim

 

Olmasın da tab'-ı rindânem kim olsun neşvedâr

Tâze sâkîler benim, lebrîz mînâlar benim

 

Çeşm-i âlem kimde görmüştür bu mes'ûdiyyeti

Bak bütün karşımdaki âyîne-sîmâlar benim

TERKİB-İ BEND’den

Bülbüller eder âteşe düşmüş gibi nâle

Zîr-i şakkadan güller eder hande bu hâle

 

Ayrılmamağı câmdan eyler sana işrâb

Bir dem bırakır mı nazar et sâgarı lâle

 

Kilk-i ezelin ettiği taksîmde düşmüş      

İbrik-i vuzû’ zâhide ayyâşa piyâle

 

İster isen olmak kalak-ı kalbden âzâd

Her kârını Rabbü'l-felâk'a eyle ihâle

 

Âfâkta âyâ bulunur mu aranılsa

Bir merd ki meyl eylemeğe cah ile mâle

 

Noksân u kemâli ile uğraşmaya halkın

Hasr eyleye evkâtını tahsîl-i kemâle

 

Âkillere âlemde olur akdem-i âmâl

Tedrîc ile zâtındaki noksânı izâle

 

Hep hâlinı ıslâha çalış ehl-i şu'ûr ol

Ben şâ'ir-i vaktim diyerek dalma hayâle

 

Bir subh seyâhatte iken uğra nesimâ

Arâmgeh-i Hüsrev ü iklîm-i cemâle

 

Hicriyle neler çektiğini Nâci-i zârın

Arz ile nihayetçe cevâp al bu su 'âle

 

(Terkibi Bend’den)

HAKKINDA

Naci'nin şairler hakkında verdiği hükümlerin birçoğu oldukça isabetli olup, günümüz edebiyat tarihlerinde aynen tekrarlanmaktadır. Bunların bir kısmını hatırlayacak olursak, ona göre Ahmed Paşa Osmanlı şiirinin ku­rucularındandır. Bakî devrine kadar eski tarz edebiyatın en meşhur hocası odur. Bakî, eski tarz şiiri zaman uygun olduğu ölçüde yenilemeye ça­lışmış, millete lisan muallimliği etmiştir. Şeyhülislâm Yahya şairlikçe Ebussuud ve İbni Kemâl’den üstündür. Onun şiiri Bakî tarzında dakik mazmunlar ihtiva eder. Seyyid Vehbî'nin şairliği Sünbülzâde'ninkinden daha iyidir. Fakat, Ziya Paşa'nın «asrında reis-i şâirândır» hükmü doğru değildir. Nev'izâde Atâyî’nin nesri nazmından kuvvetlidir. Kalemle hizmet bakımından da babasından ileridedir. Münif, Nâbî mukallidi ol­makla birlikte, kasidelerini ondan daha iyi yazmıştır. Nahifî tabiat kuvveti cihetiyle İstanbul'un yetiştirdiği en büyük şairdir. Fransızlara göre Alfred de Musset ne ise, bize göre de Şeyh Galip odur. Neylî ve Usûlî, istidadı müsait olduğu kadar eser bırakamayan şairlerimizdendir. Sabit'in şi­irlerinden güzelleri nazire kabul etmez; âdileri tanzire tenezzül edilmez. Sâbit'in takipçisi Vâsıf ise tuhaf söylemek ister, fakat bir türlü onun gibi söyleyemez. Sabit söyler ekseriya güldürür, beğendirir; Vâsıf söyler, beğendiremez, yalnız güldürür. Fıtnat'ın sözleri kusursuzdur, ama «tekârir-i mezâmin» den uzak değildir. Râgıp Paşa şiiri külfetli söyler, fakat Sâmî gibi lezzetten boş bırakmaz. Nâbî gibi irsâl-i mesele mâyildir. Bu da İran eserleriyle uğraşmasından, hususiyle Sâib'i örnek almasından kaynaklanır. Nailî-i Kadîm hem külfetli, hem âşıkane söylemeyi başaran nâdir şairlerdendir. Cevrî'nin lisanındaki düzgünlük asrının hemen hiç bir şairinde görülemez. Hâletî, en mahir fâzıllarımız, en fâzıl şairlerimizin birincisi de­ğilse ikincisidir.

Bunlar, Naci'nin kendi hükümleridir. Kitapta,-bir kısmı münakaşa edilebilecek-bunun gibi değerlendirmelere rastlanmaktadır. (Meselâ, Nev’î’yi Bâkî'den sonra zamanın en büyük şairi olarak görür. Aynı asır­daki Zâtî ve Hayalî için de benzer ifadeler kullanır.) Bununla beraber, bir kısım hükümlerin ne kadar isabetli olduğu ehlince kabul edilecektir.

Naci, bir şair hakkında hüküm verirken başka, şairler ile mukayese yoluna gider. Meselâ, Nailî-i Kadîm ile Hoca Nailî, Nev'î ile Bakî, Vâsıf ile Sâbit, Hayalî Bey ile aynı mahlâslı diğer şairler, Münif ile Nâbî, Abdullah Vassâf ile Şeyh Galib, Seyyid Vehbî ile Sünbülzâde Vehbî, Seyyid Vehbî ile Nef ‘î, Şeyhülislâm Yahyâ ile Ebussuud ve İbni Kemâl... Bu değerlendirmelerde şaire yazılan nazîre ve övgüler de önem taşır. Meselâ, Bakî için Nef’ î, Sabit; Şeyhülislam Yahyâ için Nef’î, Sabrî; Sabit için Nâbî; Şeyh Galib için Esrar Dede; Esrar Dede için Şeyh Galib vs.

Yazar, bazı beyitlerin benzerlerini tesir ve tevârüd ihtimaline dikkat çekmek maksadı ile zikreder.

Naci, Acem mukallidi şairleri şiddetle tenkit eder (Meselâ, bkz. Râgıp Paşa). Fakat, hiç bir zaman ölçüyü elden bırakmaz. Klâsik şi­irimizin kurucularından sayılan Ahmed Paşa'nın Hafız'ınkilerle ben­zerlik gösteren beyitleri için «.... duruma göre tecrübe, deneme ka­bilinden olarak böyle iktibaslarda bulunması tabii olan şairi tenkitte ileri gitmek haksızlık olur» şeklinde yumuşak bir ifade kullanır. Farsçayı çok iyi bilen ve öğretenlere, hususiyle kalem erbabına karşı da hür­metkardır (bkz. Hoca Neş'et, Avnî Bey).

Yeri gelmişken Naci'nin sade Türkçeye verdiği önemden de bah­setmek lazımdır. O, Avnî Bey’in bu husustaki fikirlerini naklederken, kendinin de aynı kanaatte olduğunu hissettirir. Burada onun Avrupa ede­biyatı karşısındaki tavrını da görmek mümkündür: «Avnî Bey alafranga denilen yolda şiir tanziminin aleyhinde bulunmakla beraber, es­kilerin dilinin asrın tabiatına göre ıslahını arzu edenlerden idi. Ken­disine 'garp edebiyatının bazı güzellikleri inkâr olunamıyor. Bun­lardan niçin iktibas etmemeli? Böyle şeylerde taasup etmek, terakki etmeyelim demek değil midir?’ denildikçe, terakki edelim, fakat genç­lerimizin bazı eserlerinde olduğu üzere iktibas nâmiyle mânâsız söz söylemeye alışmayalım» cevabını verirdi.

Naci, Bakî'den bahsederken de, «Şimdi eski saydığımız bir takım kelimeleri ve tâbirleri kullandığı için kendisi tenkit edilemez. Bilakis, bunları zamanında mümkün olduğu kadar azaltmaya çalıştığı için te­şekkür etmek gerekir. Bir zaman gelir ki, bizim bugün kullanmakta olduğumuz kelimeler ve tâbirlerden bazıları da bizden sonrakilere eski görünmeye başlar.» sözleriyle konuşulan Türkçeye bağlılığını dile ge­tirir. O, aynı zamanda dilin devamlı gelişen, kendini yenileyen bir varlık olduğunun farkındadır. Bakî'yi millete lisan muallimliği yaptığı, eski tarz şiiri mümkün olduğu kadar yenilemeye çalıştığı için takdir eder. Demek ki Naci taassupla eskiye bağlı değil, eski şiirin ve dilin yenilenmesinden yana olan bir insandır.

Yazar, Hayâlî'nin şiirleri için «Eskilerin ekser-i eserleri gibi, Hayalî'nin de ekser-i şiirleri şimdiki şivemize tatbik kabul etmez. Bununla beraber, kendisini daima seçkin bir üstat olmak üzere kabul ederiz. Dilimizin Abdülhamid Han sayesinde göstermekte olduğu gü­zelliği Kanunî Süleyman devrinde görmek istemek hayalî bir ar­zudur» diyerek, kendi devrinde Türkçenin sadeleşip, güzelleşmekte ol­duğunu belirtir.

Yukarıdan beri naklettiğimiz fikirlerinden Naci'nin Acem tak­litçiliğine karşı, konuşulan Türkçe yolunda edebiyatın kendini ye­nilemesini isteyen, tahsilin yaygınlaştırılmasını arzu eden, milliyetçi, ileri görüşlü bir insan olduğu anlaşılmaktadır.

Muallim Naci, imlâ ve gramer kuralları ile aruzun doğru kul­lanılmasına çok önem verir. Bu konulardaki hataları affetmez. Bu husus adeta tenkitlerinin merkezini meydana getirir. Kendi şiir ve yazılarında böyle kusurlar yoktur. Cevrî'yi lisanındaki düzgünlük asrının hemen hiç bir şairinde görülmez diye beğenir. Bakî'yi yukarıda bahsettiğimiz gibi be­ğenmekle birlikte, «şiirlerinde zihaftan ziyade imâle görülür; nadiren galat, hatta rabıtasızlık dahi bulunabilir» demekten kendini alamaz. Nev’î ve Şeyhülislâm Yahyâ'nın şiirlerindeki imâleleri devrin icabı ola­rak görür. Hoca Neş'et'in divanını «lafzî ve manevî noksanlar mecmuası»na benzetir. Şeyh Galib'in Hüsn ü Aşk'ını, dilimizde mesnevi tarzında ya­zılan eski şiirlerin en güzeli kabul ederse de, «galattan, haşivden salim» olmadığını da belirtir. Zâtî'nin şiirlerinde gerek söz, gerekse mânâ ba­kımından kaba tâbirler bulunduğu kanaatindedir. Vâsıf’ın bir şiirinde geçen «nevk-î diken» terkibini kaideye uygun bulmadığı için tenkit eder. Râgıp Paşa'nın aruzda «vasl-ı ayn»ı hoş görmesini, sakin harfi ha­rekeli okumasını, takdim-tehir hataları yapmasını affetmez. Fakat, yine de «her sözü lafzî ve manevî ayıplardan arınmış olarak söy­lemek kime nasip olmuş?» diyerek koca şairin hakkını teslim eder. (…)

                                                   (Osmanlı Şairleri, Cemal Kurnaz’ın Sunuşu, 2004)

Yazar: Prof. Dr. CEMAL KURNAZ
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör