Şair. 15 Mayıs 1960, Boyabat / Sinop
doğumlu. İstanbul Şişli Lisesi’ni bitirdi. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar
Akademisi birinci sınıf öğrencisiyken tutuklanarak (1980) idam istemiyle
yargılandı, yedi yıl hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra yayınevlerinde
çalıştı, daha sonra arkadaşlarıyla Om Yayınevi’ni kurdu ve yönetti.
Nevzat Çelik,
cezaevinde yazdığı şiirlerden oluşun ilk şiir kitabı Şafak Türküsü’nü
1983 yılında yayımladı. Bu kitap edebiyat ortamında olumlu tepkilerle
karşılandı. Sonra da ardı ardına Müebbet Türküsü, Suda Seken Hayat, Yağmur
Yağmasaydı ve Sevgili Yoldaş Kurbağalar adlı kitapları yayımladı. Şafak
Türküsü kitabı ile Akademi Kitabevi 1984 Şiir Ödülünü, serbest bırakıldığı
yıl da Müebbet Türküsü adlı ikinci şiir kitabıyla Hasan Hüseyin ve
Poetry International şiir ödüllerini kazandı (1987). Pen Club American Center
tarafından onur üyeliğine seçildi.
Nevzat Çelik İçin Ne Dediler?
“Genç bir
şair kitap çıkarmadan önce genellikle dergilerde şiirlerini yayımlar, adı
kulaklara tanıdık gelmeye başlar, kitap daha sonra yayımlanır. Cezaevine çocuk
denecek yaşta düşen ve şiir yazmaya orada başlayan Nevzat Çelik’in böyle bir
şansı zaten yoktu. “Şafak Türküsü” adlı şiir 1984’te Akademi Kitapevi Şiir
Ödülünü kazanarak yayımlanınca ve şairin kimliği öğrenilince daha önce edebiyat
çevrelerinin hiç duymadığı Nevzat Çelik adı birdenbire şiir gündeminin
neredeyse en ön sırasında yer aldı.” (Ataol Behramoğlu)
***
“1983 yılına
kadar, Nevzat Çelik’i tanıyan kitle böylesine yaygın değildi; duyanlar,
sevenler vardı elbet, ama bu denli çoğun bir kitleyi arkasına takması şu
dizelerden sonra oldu: ‘beni burda arama anne / kapıda adımı sorma / saçlarına
yıldız düşmüş / koparma anne.’ (Şafak Türküsü, 1983) Burada okuyan çoğunluğun
ilk yanaştığı; cezaevinde bu güzel duyguları yeşerten bir gencin, annesiyle
sıcak diyaloğu. O dönemleri hatırlıyorum, herkes annesinin saçlarına biraz
yıldız düştüğünü görmeye başlamıştı bile. Bu sözlerle Nevzat Çelik okur
kitlesini çoğalttıkça çoğalttı.” (Hüseyin Peker)
ESERLERİ (Şiir):
Şafak
Türküsü
(1983), Müebbet Türküsü (1987,
2000), Suda Seken Hayat (1990,
2005), Yağmur Yağmasaydı (1990,
2005), Sevgili Yoldaş
Kurbağalar (1998), Bağışlanmış Hüzün (2005), Leke (2011).
HAKKINDA:
Enver Ercan / Nevzat Çelik’le söyleşi - Ataol Behramoğlu / Nevzat Çelik’in
Günümüz Türk Şiirindeki Yeri - Sunay Akın / Şairini Arayan İskele - Akgün Akova
/ Yani Şimdi Nevzat Çelik Yeni Bir Şiire Dursa... (Cumhuriyet Kitap,
3.12.1998), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999),
Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Hüseyin
Peker / Toplumcu Şiirin Yürek Atışları (Cumhuriyet Kitap, 17.8.2000), TBE
Ansiklopedisi (2001), İhsan
Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish
Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür
Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye
Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013).
1
Beni
burada arama anne
Kapıda
adımı sorma
Saçlarına
yıldız düşmüş
Koparma
anne
Ağlama
Kaç
zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim
şafak bekledim
Uzarken
ellerim
Kulağım
kirişte
Ölümü
özledim anne
Yaşamak
isterken delice
2
Bugün
görüş günü
Günlerden
salı
Islak
Sarı
bir yağmur
Ülkemin
neresine bakarsa ay
Orada
yitik bir anne ağlıyor
Sen
aralıyorsun yağmuru
Acıdan
sırılsıklam alnına siper edip elini
Sonra
bir umut koşuyorsun
Yüreğin
avcunda
ısırırken
çırpıntı
gözlerini
(ah
verebilseydim keşke
yüreği
avcunda koşan
herbir
anneye
tepeden
tırnağa oğula
ve
kıza kesmiş
bir
ülkeyi armağan
koşma
anne
birdenbire
batacak olan
düş
denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa
benim için gece
ışık
hızıyla koşan
kısa
ve soğuk bir zamandır
bu
yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve
korkak
3
sanırım
baytardı
yüreğimin
depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir
raporu veren beyaz önlüklü doktor
boşver
hipokrat amca
üzülme
ne olur
sen
de anne
sen
de üzülme
hücremin
dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde
yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve
korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak
kahraman gecelerimi
düşlerimle
sınırsız
diretmişliğimle
genç
şaşkınlığımla
çocuk devrederken sıradakine
usulca
açılıverdi
yanağımda
tomurcuk
pir
sultan'ı düşün anne
şeyh
bedrettin'i
börklüce'yi
torlak
kemal'i düşün anne
hala
kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı
bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde
ölümüne pervasız yürüyen
ince
bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
deniz'i
düşün anne
her
mayıs şafağında uzun
uzun
döverken darağaçlarını
ve
o şafaktan doğma
onbir
yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları
düşün anne
düşün
ki yüreğin sallansın
düşün
ki o an
güneşli
güzel günlere inanan
mutlu
bir yusufçuk havalansın
4
sıcak
omuzlar değerken omzuma
buz
üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar
ve türkülerle
kopunca
memelerinden o mükemmel yaşama
kurşunlar
sıktılar alnıma
açık
alanlarda ağır
kartalların
konup kalktığı
yalçın
kayalardan biriydim
ölüp
dirildim yeniden
güneşli
güneşsiz akşamlarda
mutlu
yarınlar adına
özgürlük
adına ekmek adına
üstüne
vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip
dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan
atların boynuna çıplak
ölümlerle
yatmasın diye çocuklar
aç
gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik
adına
havadaki
kuş denizdeki balık adına
yürüdüm
yıllar boyu
dönüp
bakmadım arkama
ıraktı
gözlerim çok ırak
izim
kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa
da silinir gider
yalnızca
bir ağıt gibi çakılır
ardımca
gelenlere gözlerimi yaktığım yer
5
tören
adımlarıyla ölmek
ne
garip şey anne
kanlı
karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
bütün
gözler üstümde
sürüyor
gecenin karnında şafağa bakan oyun
masa
üstünde üşüyen bir sigara
yanında
küçücük bir cam bardak
içinde
rengi bu gecenin
cılız
titrek bir kibrit
kağıt
kalem
sandalye
geride
flu
yağlı
büküm
büküm bir ip
ve
çingene kuralına uygun
değişmez
dekoru mudur
idam
mahkumunun
6
kırılacak
cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde
zoraki çatılmış bir hüzün
oysa
birazdan boynumu kıracaklar
pul
pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün
ben
ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin
kara killi ellerinde gördüm
anladım
ki küllenen sigaradır
soğuyan
bir bardak çaydır benim ömrüm
yani
benim güzel annem
alacaşafağında
ülkemin
yıldız
uçurmak varken
oturup
yıldızlar içinde
kendi
buruk kanımı içtim
7
ne
garip duygu şu ölmek
öptüğüm
kızlar geliyor aklıma
bir
açıklaması vardır elbet
giderken
darağacına
8
geride
masa
üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla
beni güzel annem
oğul
tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri
değsin istemedim
gözleri
değsin istemedim
ağlayıp
koklayacaktın
belki
bir ömür taşıyacaktın koynunda
usul
adımlarla yürüdüm ömrümü
karşımda
kurum kurum-laşan darağacı
(tarlakuşu
korkmaz ki korkuluktan
ökse
de olsa dört bir yanı)
birdenbire
acıdı boynum
gelecekler
var birbiri ardınca genç
yakışıklı
ne
olur işçi kadınım
az
yumuşak dik
şu
kefenin yakasını
9
yaşamak
ağrısı asıldı boynuma
oysa
türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri
kokmak ırmakları akmak
yaz
boyu çobanaldatanlara aldanmak
su
başlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra
bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca
kayalıklarına tırmanmak isterdim
o
güzel günleri görenler arasında
bir
soluk ben de yaşamak isterdim
bir
de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken
siya-u jakond'u tebessümünden
işte
o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir
de yirmibeş kilometreden görebilmek
nazım'ın
gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı
ölmek
ne garip şey anne
bayram
kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef
kakmalı bir kutu içinde
vermek
isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra
benim güzel annem
damdan
düşer gibi
vurulmak
isterdim bir kıza
10
künyemi
okudular
suçumuz
malum
gecenin
kıyısında durmuşum
kefenin
cebi yok
koynuma
yıldız doldurmuşum
koşun
çocuklar çocuklar koşun
sabah
üstüme
üstüme
geliyor
yanlış
mı duydum yoksa
erkenci
bir horoz mu ötüyor
keskin
bir acı bilenmiş
gitgide
yaklaşıyor sonum
iri
sözlerim yoktu söyleyecek
usulca
baktım yüzlerine
bin
yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü
ayaklarının dibine
korkutamadılar
beni anne
avlunun
ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir
zaman rüzgarda
saçını
tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki
kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
sarı
sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle
anne
o
çingene
bir
çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra
çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi
mi çılgınca
11
kurulmuş
tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler
zindanlar hücreler
savunmak
yok mutlu tok bir yaşamı
açlık
grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme
karşı
kısacası
bir
çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek
umut etmek özlemek
ya
da mektup beklemek
gözleri
yatırıp ıraklara
ölmek
ne garip şey anne
artık
duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın
umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak
bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba
olamayacağım örneğin
toprak
olmak ne garip şey anne
ceplerimde
el yerine balyoz taşırken
korkunç
bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve
yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek
ne garip şey anne
uçurumlar
ki sende büyür
dağdır
ki sende göçer
ben
yaprak derim çiçek derim
çam
diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül
yanaklı çocuğa benzer
yine
de
oğlunu
yitirmek kimbilir
ne
garip şey anne
12
beni
burada arama anne
kapıda
adımı sorma
saçlarına
yıldız düşmüş
koparma
anne
ağlama
kırıldıysa
düş evinin kapısı
bütün
kırık kapıların çağrılışıyım
kızların
yanaklarında çukurlaşan
biten
başlayan aşkların ortasındayım
her
kavgada ölen benim
bayrak
tutan çarpışan
her
kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem
benim kavga benim aşk benim
bekle
beni anne
bir
sabah çıkagelirim
bir
sabah anne bir sabah
acını
süpürmek için açtığında kapını
umarım
kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
çam
ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o
zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece
kalkar uykudan şalterler
dişleyip
tükürmeden sigaralarını
türkü
tadında giyinirken işçiler
bir
sabah anne bir sabah
acını
süpürmek için açtığında kapını
adı
başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda
çiçekler
çiçekler
içinde bir ülke getirirler
başlarını
koymak için yorgun dizine
sen
hazır tut dizini anne
o
mükemmel güne
Nevzat
ÇELİK