Şair ve
yazar (D. 14 Mart 1941, Bergama / İzmir - Ö. 9 Temmuz 1993, Ankara). Eleştirmen
ve deneme yazarı Füsun Akatlı ilk eşidir. İzmir Alibey İlkokulu (1953),
Karşıyaka Lisesi (1963), Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Felsefe Bölümü (1971) mezunu. Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü yayın
bölümünde 1979 yılına kadar memur olarak çalıştı. Ankara’da Fahir Aksoy’un
çıkardığı Köken (11 sayı, 1974-75) dergisinin yazı işleri
müdürlüğünü yaptı. Daha sonra Bingöl (1979-86) ve Genç (Bingöl) liseleri
(1986-87) ile Karaman İmam Hatip Lisesi’nde (1987-90) felsefe öğretmenliği
yaptı. Son görevinden malulen emekliye ayrılarak yerleştiği Ankara’da yazı
çalışmaları yaparak sürdürdü. Yaşamının son aylarında Aydınlık gazetesindeki
Karakutu köşesinde haftalık yazılar
yazıyordu.
Yazarlığın
yanında resim sanatıyla da ilgilenen Altıok, 1967 yılında Ankara Fransız Kültür
Merkezi’nde Orhan Taylan ile birlikte ilk resim sergisini açtı. Resimlerinin
bir bölümü ölümünden sonra da İstanbul ve Ankara’da sergilendi. Pir Sultan
Abdal Kültür Şenlikleri için gittiği Sivas’ta 2 Temmuz 1993 tarihinde meydana
gelen Madımak Oteli yangınında ağır yaralanarak getirildiği Ankara’da Gülhane
Askeri Tıp Akademisi Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Ankara Karşıyaka Mezarlığında,
Sivas’ta yaşamını yitirenlere ayrılan bölümde toprağa verildi. İki kez
evlenmişti. İlk eşi Füsun Akatlı’dan Zeynep Altıok adında bir kızı vardır.
Şiirleri
ve yazıları 1974 yılından başlayarak Dost, Köken, Soyut, Halkoyu, Türkiye
Yazıları, Türk Dili, Sesimiz, Varlık, Oluşum, Yazın Dergisi, Gösteri, Sombahar dergileri
ile Cumhuriyet ve Aydınlık gazetelerinde yayımlandı. Kuşağının en verimli şairleri arasında
gösterildi. Kendisiyle yapılan bir söyleşide, Bingöl‘de geçirdiği yılların
yaşamı ve şiiri için önemli bir dönemeç olduğunu belirtti. Şiirlerinde
kırgınlık, yoksunluk ve yabancılaşma temalarını işlerken kendisine özgü,
incelikli bir şiir dili oluşturdu. Halk şiirinden ve alttan alta Divan
şiirinden etkilenen şiirlerinde ortaya koyduğu ince duyarlılıkla dikkat çekti. Kendinin
Avcısı kitabı ile 1980 Toprak Şiir Ödülünü Ahmet Telli ile, İpek
ve Klaptan ile 1989 Halil Kocagöz Şiir Ödülünü Veysel Çolak ile paylaştı. Gerçeğin
Öte Yakası ile 1991 Cemal Süreya Şiir Ödülünü aldı. Anısına Edebiyatçılar
Derneği tarafından Metin Altıok Kitabı (1993) ve ölümünün onuncu yılında
kızı Zeynep Altıok tarafından Gölgesi Yıldız Dolu (2004) adlı bir kitap
yayımlandı. Sezen Aksu, ölümünden önce bir şiirini popüler müzik formunda
besteleyerek seslendirmişti.
“Elinde
altın kaplama bir şiir anahtarı var Altıok’un. Zorlamadığı hiçbir kapı da yok.
Hepsini açmasını beceriyor. Hem de kendini hep ikinci plana atarak. Ortalıkta
boy göstermemek için elinden geleni yapıyor sanatçı. Ama artık onu es
geçebilecek bir şiir ve edebiyat çevresinin bulunması mümkün değil bizce.
Hayatın ve şiirin kristalini kırmış, ama altın anahtarı elinden düşmeyecek
gözüküyor…“ (Orhan Kâhyaoğlu)
ESERLERİ:
Şiir: Gezgin (1976),
Yerleşik Yabancı (1978), Kendinin Avcısı (1979), Küçük
Tragedyalar (1981), İpek ve Klaptan (1987), Dörtlükler ve
Desenler (1990), Gerçeğin Öte Yakası (1990), Süveyda (1991),
Alaturka Şiirler (1992), Yel ve Gül (1993), Hesap-İşi Şiirler (1994),
Soneler (1994), Bir Acıya Kiracı (tüm şiirleri, 1998).
Deneme: Şiirin İlk
Atlası (1992).
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye
Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) -
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi,
C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Mazhar Candan /
Hesaplaşmalar (Sombahar, Ocak-Şubat 1991), M. Ahmet Kunter / Metin Altıok İçin
(Sombahar, Mart-Nisan 1993), Hüseyin Atabaş / Kanadı Kırık Kuğu ile Şiiri Öksüz
Kalan (Gösteri, Ağustos, 2003), Metin Altıok Kitabı (haz. Ahmet Say, 1993),
Ataol Behramoğlu / Büyük Türk Şiiri Antolojisi (C. 2, s. 664, 2001), Zeynep
Altıok / Gölgesi Yıldız Dolu (Ölümünün 10. Yıldönümünde Bir Armağan Kitap, 2004).
Kendini yollara vurdun, değişen çevreye kandın bir zaman
İçinde dönenen başıbozuk sıkıntı, geçer sandın bir zaman
Donmuş kentlerden geldin, sen bu kavruk yangın yerlerine
Ürperen yalnız yüreğini, kızgın gurbete bandın bir zaman
Düşündün geceler boyu, peşinden gelen tekinsiz geçmişini
Gönlündeki göçük aşkın oduna için için yandın bir zaman
Sonunda gide gide, adına uygun düşen, yalnızlığına kondun
Yorgun bedeninde zamana karşı, çırpınan candın bir zaman
Üzülme altıok metin, hüzünlerle geçen tarazlanmış ömrüne
Sen yoğun sis içinde sesi duyulan, uzak çandın bir zaman
METİN ALTIOK’tan ÜÇ ŞİİR
ORMANLARIN GÜMBÜRTÜSÜNDEN
bir
yüzük yaptım sana güvercin teleğinden,
Bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden.
Bir yüzük yaptım belli belirsiz,
Eski bir gramafon sesinden.
Bir yüzük serçe parmağın için,
Bulutsuz bir gecede kayan yıldız izinden.
Bir yüzük yaptım terli bir yüzük,
Avucumdan geçen ince hayat çizgisinden.
Yanmasını bilen bakır bir yüzük,
Evime akım taşıyan elektrik telinden.
Bir yüzük yaptım, bir yüzük ki;
Yıllardır dinmeyen ormanların gümbürtüsünden.
ÖLÜMDEN KONUŞACAKTIK
Evet
sırasıdır, ölümden konuşacaktık,
İntiharın ebruli ipliğiyle
Bir düğün gecesinde senin
Yakası işlemeli giysinden.
Kapı kapı dolaşıp, etamin ve goblen
Örtüler satan bohçacı ölümden.
Boynuna taktığın eğri taneli
İki sıra inciden konuşacaktık,
Seni ürküten tren sesinden
Ayı gölgeleyen tekinsiz gecede
Karşımıza apansız çıkıveren
O ihtiyar dilenciden.
Gel ölümden söz etmeden önce
Bir şeyler içelim seninle.
Buğulu bir bardağın içinde,
Buzlu ve limonlu votkayla birlikte
Konuşalım ölümden,
Bir samanyolu olsun masamızın üstünde.
Hadi gel konuşalım,
Sulanmış bir taşlığın serinliğinde.
Akşam sefaları içinde,
Bir masa, birkaç sandalye
Ve ikimiz ölümden konuşalım,
Senin ağzında gül, benimkinde menekşe.
Yarına var mısın söyle?
Doğacak çocuğa, çığlığa, ishak kuşuna,
Rüzgarın savurduğu tohuma,
Kavağın pamuğuna var mısın,
Bir ağacın kavına,
Deri değiştirmesine yılanın,
Kozadan çıkan kelebeğe,
Hatmiye, atkestanesine?
Hadi gel öyleyse ölümden konuşalım.
Belki de tümüyle aykırıdır gerçeğe,
Ama ne olursa olsun biz yine
Ölümden konuşalım seninle
Ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde.
Bir bardak çatlarsa durduğu yerde,
Bir aşk ansızın biterse,
Ayna kırılırsa yüzünle birlikte,
Zamanıdır konuşmanın ölümden.
Bir çiçek olağanüstü güzellikte
Açıvermişse bir sabah,
Bir topal aksamadan yürümüşse,
Hadi gel ölümden konuşalım;
Yüzünü al basmış hasetçiden
Ve onun elindeki kuru değnek bile
Filizlenir sevgimizden.
SİS
Özenle
boyadım ipliğini sevginin,
Gidip de bulamamanın incinmiş rengine.
Sisi gümüş bir rüzgarla tepelerden eğirdim,
Dokudum yalnızlığın bu serin kumaşını,
Sesime ayrılıklardan bir gömlek diktim.
Ölümü tastamam ezberledim de geldim,
Dilimde bu buruk türkü tadıyla
Bilmem ki buradan nereye giderim.
Sonunda kendime bir top yangın edindim,
Soluğumla besledim dudağımın ucunda.
Ömrümün külüydü savrulan hep ardımda,
Örterek yavaş yavaş bıraktığım izleri
Yanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla.
Koştum, durmadan koştum o küçük yangınımla,
Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya.
Metin ALTIOK'u anlatmak.. Şu an hiç kolay değil. Eşit ağırlıktaki iki ayrı duyguyu, aynı anda ve çok yaşıyorum. Metin ALTIOK eşimdi, arkadaşımdı, dostumdu. Bu yanıyla bu benim özel acım, yüreğime saplanan bir hançerin kanayan yarası. Öyle de kalacak.
Şairdi Metin ALTIOK!... Felsefeciydi, yazardı. Beyaz kağıtlara desenler çizer, dere taşlarını ince ince oyardı. Güzel şevler yaptı doğrusu, zor olanı başardı. Aydın bir sanatçısıydı bu güzel ülkenin. Şimdi, Pir Sultan Abdal dergisi için bu yazıyı yazarken, Metin ALTIOK'un Pir Sultan Abdal Derneği üyesi olmadığı geldi aklıma. Üye olmayı düşünmezdi de. Sivas'a gitti!... Giderken "Alevi-Sünni" kaygılar, düşünceler taşımıyordu. Pir Sultan Abdal derneğinin bu "şenliği (!)" düzenlemiş olması da Metın ALTIOK'un "muhalif" aydın kişiliğini hiç mi hiç etkilemedi. Etkileyemezdi de/ Pir Sultan deyişlerini, türkülerini severdi, doğru. Ama, Şivan Perwer'i de severdi, Hale Gür'den Ege türküleri dinlemeyi de.
Metin ALTIOK böyle bir durumda ne düşünürdü sorusuna yanıt arıyorum günlerdir. Üzülür, acı duyar, öfkelenirdi. Olayın şoku ile önce güzelce bir içer, sarhoş olurdu. Sonra da oturup AYDINLIK gazetesindeki "KARA KUTU" köşesi için şöyle bir yazı yazabilirdi:
"Türkiye'nin bu gün içinde bulunduğu toplumsal ve düşünsel yozlaşma, zorunlu olarak, bir aydın sorgulamasını da beraberinde getirdi. örneğin, son zamanlarda İslami fanatizmin yösterdiği tırmanışı yazar Aziz NESIN, Türkiyeli aydınların görevlerini yapmamalarına bağladı. Fanatizm hangi noktada uç vermişse, aydınların görevi, onu o noktada ezmektir' diyen Aziz NESİN aydınlan duyarsızlıkla suçladı, "
Metin ALTIOK böyle başladığı yazısını şu sözlerle sürdürürdü:
"... aydın olmaya giden yol muhalif olmaktan geçer. Muhaliflik ise tavır koyarak yapılır, Doğru adına, iyi ve güzel adına yanlışın, kötü ve çirkinin üstüne gitmeyen kişi aydın değildir. Türk aydım kimi muhaliflerin başına gelenlerden ürkmüş ve neme lâzımcı bir konuma düşmüştür. Bu konuma düşenler bir dereceye kadar bağışlanabilirler. Ama uzlaşmacı aydınlar (bu nasıl aydınlıktır bilinmez) her türlü değere musallat olan birer kültür zararlısına dönüşmüşlerdir.”
Metin'in evimizde oturduğu koltuk boş şimdi. Çalışma odası Sivas'a giderken bıraktığı gibi duruyor. Yukarda, tırnak içine alarak yazdığım satırları O'nun 24 Mayıs 1993 günü yayımlanan KARA KUTU’ sundan aldım.
Evet, Türkiye'li bir aydın, büyük bir sanatçıydı Metin ALTIOK...