Alev Ebüzziya Siesbye

Seramik Sanatçısı

Doğum
30 Ağustos, 1938
Burç

Seramik sanatçısı.  30 Ağustos 1938, İstanbul doğumlu. 1956-58 yılları arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde heykel ve Füreya Atölyesi’nde seramik çalışmaları yaptı. Daha sonraki yıllarda İstanbul Eczacıbaşı Seramik Fabrikası ve Kopenhag’da Danimarka Kraliyet Porselen Fabrikaları’nda çalışmalarını sürdürdü.

1969 yılında Kopenhag’da kendi atölyesini kuran Ebüzziya, 1987’de atölyesini Paris’e taşıdı. 1975-90 yılları arasında Almanya’da Rosenthal Porselen Fabrikası’nda tasarımcı olarak çalışan Ebüzziya, 1984’ten sonra da Kopenhag’daki Kraliyet Porselen Fabrikaları’nda çalışmalarına devam etti.

Kırk yılı aşkın bir zamandır seramikle çalışan ve bugün çeşitli kişisel ve kurumsal koleksiyonlarda üç bin eseri bulunan sanatçı, özellikle Danimarka ve İngiltere’deki Kraliyet Koleksiyonları, Japonya İmparatorluk Sarayı ve Ebüzziya’nın en çok eserine sahip olan Rotterdam’daki Boymans van Beuningen Müzesi dikkat çekiyor.

Alev Ebüziyya Siesbye, yurtiçinde ve yurt dışında çok sayıda sergiler açmış, çok sayıda ödüller kazanmıştır.

 

Başlıca Ödülleri:

 

1982- Tagea Brandt's Legat, Danimarka

1983- Eckersberg Medal, Danimarka

1988- Atatürk Sanat Ödülü, Türkiye

1988- Sanat Kurumu, Seramik Ödülü, Türkiye

1990- Louis Vuitton, Moët Hennessy « Science pour l'Art » Prize

1995- Prins Eugen Medal, Stockholm, İsveç

2000- Knight of Dannebrogordenen (şövalyelik ünvanı), Danimarka

2006- Anne-Marie Telmanyi-born Carl-Nielsen's Legate

2009- Chevalier de l'Ordre des Arts et des Lettres

2010- C.L David's Honorary Legate

 

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA: Garth Clark / Alev Ebüzziya Siesbye (Çeviren Zeynep Rona, 1999), Jülide Güngör / "Çanaklarla sürekli didişme halindeyim" (zaman.com, 6.12.2012), Ufuk Tolga Savaş / "Seramik Sanatında Boşluk" (Sanat ve Tasarım Dergisi, Sayı 3, ss. 105-116, 2009), Cumhuriyetin 91’inci yılında 91 sembol kadın  (hürriyet.com.tr, 29.10.2014), "Alev Ebüziyya Siesbye, bir seramik evreni / 1964- 2000" (arkitera.com, 25.12.2019), Alev Ebüziyya Siesbye (istanbulkadinmuzesi.org, 25.12.2019), Alev Ebüziyya Siesbye (koleksiyon.com.tr, 25.12.2019), Alev Ebuzziya (Röportaj, xoxodigital.com, erişim 25.12.2019).

Tigris Sürahi

TASARIMI YÜCELTTİ

 Estetik duygusu ona ilk aynaya baktığı gün yerleşmiş olmalı. Yarattığı seramiklere zarafetini, vakarını yansıttı. Genç bir seramik sanatçısı olarak önce Füreya Koral’ın ellerinde şekillendi. Sonra Almanya’da, sonra Danimarka’da. Kopenhag’da kendi seramik atölyesini kurdu, seramiğin mabedi olan Rosenthal Porselen Fabrikaları’nda tasarımcı olarak çalıştı. 1978 yılında bu kez Paris’te atölye açtı.

Türkiye’de tasarımın adının anılmadığı günlerde, Avrupa’nın en müşkülpesent eleştirmenlerinin yüreğini hoplatan tasarımlar yaptı.

1981 yılında Danimarka Kraliyet Akademisi üyesi olmuştu. Londra Victoria and Albert Museum, Zürih Musee Bellerive, New York Cooper Hewit Museum, Belfast Ulster Museum ve Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ni gezenler onun imzasını taşıyan çanaklarla karşılaştılar. İmzasını taşıyan dediğime bakmayın. Tek bir harf bile taşımasa, “Bunları Alev Ebuzziya yapmıştır” dedirtecek kadar karakteristiktir eserleri. Abidin Dino “Alev, çanakları aracılığıyla kimsenin bilmediği, duymadığı, var olan ya da icat edilmesi gereken bir töreyi haber veriyor bize” diyordu: “Hem kuzum, söyler misiniz, bu çanaklara ne koymayı göze alıyorsunuz? Nar taneleri mi, zencefil mi, kuş sütü mü yoksa?” Bugün Paris’teki atölyesinde çalışıyor, Kopenhag Kraliyet Fabrikaları’nda tasarımcı görevini sürdürüyor.

KAYNAK: Cumhuriyetin 91’inci yılında 91 sembol kadın  (hürriyet.com.tr, 29.10.2014).

Yazar: Cumhuriyetin 91’inci yılında 91 sembol kadın (hürriyet.com.tr, 29.10.2014).

ALEV EBUZZİYA (Röportaj)

Cinsiyet onun için ayrıştırıcı bir özellik olmasa da, onu yalın, duru, iddialı, tutkulu ve güçlü bir sanatçı ve bir kadın olarak anlatmak insana iyi geliyor. Sanatı da aynen böyle...

Alev Ebuzziya (Siesbye), anlatırken kelimlerin yetersiz kaldığı bir isim. Cinsiyet onun için ayrıştırıcı bir özellik olmasa da, onu yalın, duru, iddialı, tutkulu ve güçlü bir sanatçı ve bir kadın olarak anlatmak insana iyi geliyor. Sanatı da aynen böyle... Seramik ise onun en güzel kullandığı dil. Dünyanın gördüğü belki de en özgür ve güzel dönem olan ‘60lardan bu yana sanat üretimini sürdüren Ebuzziya’nın ruhunda o dönemin izleri hala var ve ne kadar güzel ki üretmeye devam ediyor...

 

Röportaj: Bahar Türkay - Şubat 2017

 

Fotoğraflar: Paloma Pineda XOXO için, Paris’te Alev Ebuzziya’nın evindeydi.

 

 

Kendinizi hiç tanımayan birisine nasıl anlatırsınız?

 

Bu çok zor bir soru. Açıksözlü, dürüst, insan ve hayvansever, haksızlığa tahammülsüz...

 

Yaşam hikayenizde bir dönüm noktası var mı?

 

Hem de bir sürü var... Babamın verem olup Türkiye’den gitmesi, denize hayran kaldığım gün, İngiltere’deki okul, Danimarka yılları derken çok hareketli bir yaşantım oldu diyebilirim. Bu nedenle çok fazla dönüm noktası var.

 

Kadın olmak bu hikayede nerede duruyor?

 

Kadın – erkek ayrımı olmayan bir ortamda büyüdüm. Kadın olmam kesinlikle hiçbir şeye engel olmadı.

 

Yeniden başlasanız ne farklı olurdu?

 

Ne mutlu bana ki yaşadığım hayattan dolayı hiç pişmanlık duymadım. Tek pişmanlığım piyano çalmayı bırakmış olmam.

 

Yaşamınızda İngiltere, Danimarka, Paris, İstanbul ve belki daha pek çok kent var. Bu kentlerden size neler işledi?

 

Her kent insana bir şey katıyor. Londra’daki lise yılları en mutsuz dönemimdi. Hasretten, eve 56 sayfalık mektup yazmıştım. Okulum Londra’nın güneyindeki Kent bölgesindeydi. Bazı tatillerde de Londra’ya giderdik ama bir türlü o şehri sevemedim.

 

Abidin Dino sizinle ilgili şu şunları söylemiş : "Alev, çanakları aracılığıyla kimsenin bilmediği, duymadığı, var olan ya da icat edilmesi gereken bir töreyi haber veriyor bize." Nedir bu töre?

 

Gelecek kuşakları düşünmediğimiz, yaşamı zor bir hale getirdiğimiz dünyamızda, gerçekle ilgisi olmayan bir sürü çirkin görüntü ve gereksiz bilgi bombardımanına tutuluyoruz. İnsanlar gittikçe yalnızlaşıyor. İcat edilmesi gereken bir töreye hepimizin ihtiyacı var. Küçük bir çanağa sığacak kadar bile olsa...

 

'60'larda Danimarka Kraliyet Porselen Fabrikalarında seramik tasarımcısı olarak çalıştınız. Orada çalıştığınız dönemi biraz anlatır mısınız?

 

Tasarım lafından fena bıktım. Seramik tasarımcısı değilim, sadece seramikçiyim. Danimarka Kraliyet Fabrikası’nın Stoneware (yüksek pişirimli seramik) atölyelerinde özgür sanatçı olarak, sadece tek parça (piece unique) üretiyordum.  Porselen bölümü için tasarladığım bir yemek takımı ve diğer kullanışlı işler ise üretime alınmıştı.Danimarka, görmeyi, kalitenin ne olduğunu öğrendiğim ülke, bu nedenle de meslek hayatımın kilittaşıdır. Orada çok önemli ustalardan çok şey öğrendim.

 

'60lar 70’ler sanatın altın çağı olarak anlatılır hep. Siz de öyle olduğunu düşünüyor musunuz? 2000'lerde üretime devam eden bir sanatçı olarak günümüzü nasıl görüyorsunuz?

 

Günümüzün sanatında olumlu-olumsuz büyük bir karmaşa olduğunu düşünüyorum. Hızla değişen teknoloji davranışlarımızı da değiştirdi. Artık makina hızıyla yaşamamız bekleniyor ve makina gibi de üretir olduk. Gittikçe daha fazla ve neye yarayacağı belli olmayan ürünler üretiliyor. Dünyamızı bekleyen tehlikeler karşısında neyi, ne için ürettiğimiz düşünülmüyor. “Ben yaptım oldu” anlayışıyla yetiniyoruz. Eleştiri ve kuşku yok oldu. Tasarım bir salgın hastalık gibi kapladı ortalığı. Tasarım olmayan, kendi halinde bir maşa görmek ne büyük mutluluk...

 

Sanatınızda kültürel bir kodun izleri var mı? Yoksa her bir parça bambaşka bir hikaye mi anlatıyor?

 

Bizi etkileyen her şey bir koda dönüşebilir. Her işin başka bir hikaye anlatması gerekmiyor. Aynı hikayenin katmalarla çoğalıp bir bütün teşkil etmesi önemli olan. Beni en çok etkileyen ise, eski medeniyetler, Mezopotamya ve Mısır medeniyetleri. Her gördüğümde anlatması zor duygular yaşıyorum.

 

Vazgeçemediğiniz bir renk var mı?

 

Gri, siyah ve lapis mavisi.

 

Son yıllarda dünyanın farklı yerlerinde retrospektif sergileriniz gerçekleşiyor. Retrospektifler size ne hissettiriyor?

 

Yaşarken retrospektif sergi açmak benim için çok yorucu ve düşündürücü oldu. Elin ayağın hala tutarken insanın bütün iş hayatının sergilenmesi ürkütücüydü. Ardından kocaman bir boşluğa düşmemek mümkün değil.

 

Geçtiğimiz yıl ECNP Galeri’de Alev’in Kilimleri by dhoku projesi kapsamında kilimleriniz sergilendi. Her ürünün hikayesi, emeği başka ama sanki kilim elde dokunan bir tür roman gibi... Bu proje nasıl şekillendi?

 

Kilimleri çizmek için işi gücü bıraktım, masamı renkli kalemlerle doldurdum ve çocuklar gibi eğlenerek çalıştım. Altını çizerek söylüyorum; tasarımcı değil, anti-tasarımcı olduğum için kilimlerin kolay kullanılır, her keseye uygun olmasıydı amacım. Kapalıçarşı’daki Dhoku mağazasına bir kilim bulmak için gitmiştim, istediğimi bulamayınca özel olarak dokunma imkanı olup olmadığı sordum. Cevap olumlu idi. Böylece bir seri yapma fikri doğdu. Sonuçta roman gibi olmaları söyle dursun, kısacık bir cümlelik halleri varsa ne mutlu bana.

 

Yalın ama çok güçlü bir kişisel stiliniz var. Stilinizin sizin için nasıl bir önemi ve sürekliliği var?

 

Stilim bana ya da ben stilime benzediğim sürece uzun zaman birlikte kalabiliriz.

 

Neşe mi size daha yakın bir ruh hali, hüzün mü?

 

Elbette ki hüzün...

 

Bu yıl için planladığınız heyecan verici projeler var mı?

 

Bu yıl biraz daha az çalışıp biraz daha çok dalga geçmek niyetindeyim. Bu benim için ender bir durum, dolayısıyla oldukça heyecan verici. Dalga geçmek kolay olmayacak...

KAYNAK: Alev Ebuzziya (xoxodigital.com, erişim 25.12.2019).

Yazar: Röportaj
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör