Edebiyat araştırmacısı, akademisyen, profesör, şair ve yazar. 1 Ocak 1953, Suruç / Şanlıurfa doğumlu. Gaziantep Saraymağara İlkokulu (1966), Suruç Ortaokulu (1969), Gaziantep Lisesi (1973), Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi (1978) mezunu. Yüksek Lisans çalışmasını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde (1981), Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde (1990) tamamladı.
Yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra1980-1990 yılları arasında Gülveren Lisesi, Halide Edip Lisesi ve Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı.
1985-1986 öğretim yılında Milli Eğitim Bakanlığı Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezi’nde Arapça öğrenimi kurslarına katıldı. 1988 ve 1990’da Milli Eğitim Şurası Üyeliği görevinde bulundu. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinde Eski Türk Edebiyatı öğretim görevliliği (1990-1991), Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinde öğretim üyeliği (1991-1993), aynı üniversitede Van Gölü Çevresi Tarihî Eserleri ve Kültür Değerlerini Araştırma ve ve Uygulama Merkezi Üyeliği (1993), Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi: Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü Başkanlığı ve dekan yardımcılığı (1993-1994), Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyeliği (Yrd. Doç. Dr., 1994) görevlerinde bulundu. 1994-1995 arası Manisa M. Salih Okutan Eğitim Merkezi’nde Türkmenistan Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğrencilerine Türkçe Öğretimi görevi yaptı. 1996 yılından itibaren Celal Bayar Üniversitesi Fen-edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığı Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanlığı görevlerinde bulundu. 2005-2006 arası Suriye Arap Cumhuriyeti Halep Üniversitesi Edebiyat ve İnsani İlimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Misafir Öğretim Üyesi oldu. Halen Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi, Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır. İngilizce bilmektedir.
Makaleleri 1991 yılından itibaren Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Eğitimde Yeni Çizgi, Erciyes, Akademik Yorum, İslamî Edebiyat, Yedi İklim, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Akademik Bakış, Türklük Bilgisi Araştırmaları, Hece, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Yeni Türkiye, Genç Yaklaşım dergileri ile sempozyum kitaplarında yayımlandı. “Şair ve yazar Necip Fazıl Kısakürek’in Türkçe’ye Hakimiyeti ve Türk Edebiyatındaki Yeri Paneli”, Türk Kültürü ve Edebiyatında Nevruz, Mevlana ve Mesnevî gibi konularda konferanslar verdi.
ESERLERİ:
ARAŞTIRMA-İNCELEME: Hayriyye-i Nabi (İnceleme-Metin, 1995, Doktora tezi),
Neşâtî Divanı (1996), Ahlâk Kitaplarımız (Malatya 2002), Deh Murg-ı Şemsî (İnceleme-Metin-Sözlük, Manisa 2003), Divan Şiirinin Kıyısında (2003).
ŞİİR: İntihar Kitabı (1984), Öksüz Kubbe (1994).
HİKÂYE: Benzemek Korkusu (1989), Aydınbaba Yokuşu (2001).
KAYNAK: Prof. Dr. Mahmut Kaplan (mahmutkaplan1.tripod.com, 24.06.2006).
Ölüm ,
insanoğlunun dünyaya gelişi ile birlikte hayat kadar önem taşıyan bir
gerçeğidir. İnsanın kendisini güzel ve etkili bir biçimde ifadesi olan sanatın
ve özellikle şiirin bu olguya bigane durması düşünülemez. Bu sebeple denebilir
ki şiirde en evrensel tema ölümdür. Bütün dünya edebiyatlarında ölüm
vazgeçilmez bir tema olarak karşımıza çıkar. Türklerin İslâm dinini kabul
etmelerinden sonra ortaya koydukları ve 20. Yüzyıla kadar devam eden Divan edebiyatında
ölüm bir çok şair tarafından işlenmiştir. Şairin dünyaya ve hayata bakışı ölüm
düşüncesini etkilemiştir. İslam medeniyeti çerçevesinde eser veren Divan
şiirinde ölüm, muhasebe düşüncesiyle ele alınmıştır. Yani şair, ölümü
sorgulamaz. Ölüm hayat kadar gerçektir ve kabul edilmiştir.
İslâmiyet’in
etkisinde Divan edebiyatı, tekke edebiyatı ve halk edebiyatı adları altında üç
koldan gelişen ve inanç temelleri aynı olan sanat hareketlerinin hepsinde ölüme
bakış bir takım nüanslar dışında aynıdır diyebiliriz. Özellikle tasavvufî
şiirlerde, insanların gaflete düşmemeleri için bir muhasebe unsuru olarak ölüm
düşüncesinin sıkça işlendiği görülür. Bu yazımızda bazı divanları tarayarak
Divan şiirinde ölüm düşüncesini ve şairlerin ölüm karşısında aldıkları tavrı
tespite çalıştık. Bu çalışmada,yazının çerçevesini zorlayacağından mesnevilere
başvurmadık. Aslında mesnevilerde de farklı bir tutum olmadığını söylemek
mümkündür.
|
Şairlerimizin
ölümle ilgili düşüncelerini anlayabilmek için önce dünya görüşlerini incelememiz
gerekmektedir.
|
DÜNYAYA BAKIŞ
Divanlarda ölüm
konusu daha çok mersiyelerde ve tarihlerde karşımıza işlenmiştir. Diğer nazım
biçimlerinde salt bir estetik unsur olarak ölüm yer almıştır. Daha önce de
belirtildiği üzere ölüm düşüncesi her şeyden önce dünya görüşü ile ilgilidir.
Bu açıdan önce divan şairlerinin dünya ile ilgili görüşlerini araştırmak
yararlı olacaktır . Dünyanın üç türlü görüntüsü vardır. Şair, dünyayı esmâ’nın
tecelli ettiği bir varlık olarak algılar. Yani dünya, Allah’ın isimlerinin tecelli
ettiği bir çeşit aynadır. Dünyayı esmâ’nın aynası olarak gören ‘ârif’ elbette
ki onun kaybından üzüntüye kapılmaz. Nâbî, bu düşünceyi şöyle dile getirir:
Cihan aks-ı
merâyâ olduğın fehm eyleyen ‘ârif
Zevâlinden
zülâl-i ‘âlemüñ endûhgin olmaz
Aşağıdaki
beyitlerde ise Nâbî, yer yüzünün bir kader yaygısı ,dünyanın Allah’ın
azametinin çadırı, sabit ve seyyar yıldızların kudret meşaleleri, cihanın
Allah’ın rahmet hazinelerinin cömertliğinin neticesi; yaratılış sayfalarının
ise yaratıcının hikmet nüshaları olduğunu söylemiştir:
Zemîn bisât-ı
kader çarh hayme-i ‘azamet
Nücûm-ı sâbit ü
seyyâr meşal-i kudret
Cihân netîce-i
cûd-ı hazâ’in-i rahmet
Sahâ’if-i
suver-i kevn nüsha-i hikmet
Yukarıda dile
getirilen düşünceler hemen bütün şairler için ortak bir görüş ve inanışın
ifadesidir. Aşağıdaki beyitlerde Cinânî, dünyanın yol üzerinde kurulmuş eski
bir konak olduğunu, buraya yerleşmenin anlamsız olduğunu, burada sevinç ve neşe
bulunamayacağını dile getirir:
Reh-güzâr
üzredür bu köhne ribât
İtme ey gâfil
anda bast-ı bisât
Dâr-ı gamdur bu
‘âlemün nâmı
Anda mümkin
degül sürûr u neşât
17. yüzyılın
usta şairi de dünyanın bir misafirhane olduğunu şu güzel beytinde dile
getirmiştir:
Misâfir-hâne-i
dünyâda hân-ı gussa-zâdımdur
Libâs-ı âfiyet
merdûd-ı çeşm-i şu’le-zâdımdur
Büyük şairimiz
Yunus Emre, zengin tasavvufî coşkusuyla dünyanın faniliğini, geçiciliğini
çarpıcı ifadelerle dile getirmiştir. Yunus’a göre dünya büyük bir şehirdir,
insan ömrü ise bir pazardır. Buraya gelip konan bir daha dönmemek üzere tekrar
yola çıkacaktır:
Bu dünyânın
meseli bir ulu şâra benzer
Velî bizim
ömrümüz bir tez pazara benzer
Her kim bu şâra
geldi bir lahza karar kıldı
Geri dönüp
gitmegi gelmez sefere benzer
Bir başka
şiirinde ise Yunus,gerçekte bir vehim,bir hayal olan bu dünya süsünün terk edilmesini
tavsiye ederek terk edilmesini tavsiye eder. Dünya vefasızdır çünkü ölüm
pusudadır. Ömür ise geçicidir. Bu hususta sultanlar en çarpıcı örnektir.
Dünyaya hükmeden,buyrukları ülkeleri itaat altına alan sultanların hepsi ölüp
gitmişlerdir:
Kogıl bu dünyâ
bezegin bu dünyâ yel durur hayâl
Ne vefâ kılısar
bize çün pusuda durur zevâl
İnanma fani ömre
kim bâkî degildir sevguisi
Görür iken
sultanları koyup giderler mülk ü mâl
Yunus’a göre
dünya insanları yalayıp yutan bir ejderhadır. Toprağa bakın der Yunus, nice has
insanları koynuna almış; bizi de bir gün koynuna alacaktır:
Bu dünya bir
evrendir âdemleri yuducu
Bize dahi
gelüben yuda doyuna bir gün
Görmez misin
toprağı hasları kuçmuş yatur
Bizi dahı anun
tek ala koynuna bir gün
XV. yüzyıl şairi
Şeyhî de dünyanın vefasızlığını, düzenbazlığını, hilekârlığını anlatır : Mamur
gibi görünse de dünya aslında bir harabedir:
Yâ Rab dehr-i
dûn nicesi bî-vefâyimiş
Mekkâr u
hîle-ger sitem ü pür-cefâyimiş
Bakma imâretine
ki mahzâ harâbdır
Bakma bekâsına
ki beküllî fenâyimiş
Şu beyitte ise
Şeyhî, dünyanın alçak olduğunu bilgili kimselerin ona bel bağlamayacağını ve
bunun bir rüzgâr gibi geçici olduğunu anlayanların dinlerinin saf olduğunu dile
getirmiştir:
Dünyâ denî durur
ana dânâ dayanmaya
Bâd anlayan bu
hâki zihî pâk-dîn ola
Aşağıdaki
beyitlerde 15. Yüzyıl şairi Ahmed Paşa, dünyanın faniliğini anlatır:
Dolâb-ı çarh
dökdügi seyl-i fenâ imiş
Bâg-ı zamâne
dopdolu hâr-ı cefâ imiş
......
Cân-ı azîze
Mısr-ı vücûdunda rûzigâr
Şerbet yerine
sunduğgu zehr-i fenâ imiş
Kimse bu dünyada
kendinden emin oturamaz,çünkü kimse bu zalimin elinden yakasını
kurtaramamıştır:
Zinhâr emîn
oturma ki âlemde kimse hîç
Bulmadı çarh-ı
zâlim elinden emân dahi
Madem dünya
geçicidir,o halde ona gönül bağlamayanlar mutludur. Dünya denilen varlığa yönelmek,
onu, dünya olarak, sevmek hatadır. Çünkü o, sonunda herkesi kefen beziyle,
padişah ve dilenci diye ayırmadan siler süpürür. Zaten bu yüzden zemine “yer”
demişler. O gerçekten insanları ve diğer canlıları yiyicidir:
Devlet anun ki
kendüyi dünyâya virmedi
Dünyâ diyene
meyl ü mahabbet hatâ imiş
Bir destmâl ile
siler âhir kefen bizi(bezi)
Demez ki bu gedâ
imiş ol pâdişâ imiş
Rûy-ı zemîne yir
didiler biz inanmaduk
Her yiri agız
olucı bir ejdehâ imiş
Necâtî Beg,
insanoğluna şöyle seslenir: Canını esirge, dünyaya gönül verme bela kuyusuna
kendini Hz.Yusuf gibi esir etme, dünyaya alıcı gözle bakma; onda sadece gözyaşı
vardır. Vücut eski bir elbisedir ona aldanma; bu kumaş beka çarşısında zarar
eder. Necatî Beg’e göre bu dünya , mala servete mağrur olan baykuşları uçuran
bir viranedir:
Mala magrûr olma
ey hâce ki dünyâ diyen
Sencileyin nice
baykuş uçuran vîrânedür
Şair Hamdullah
Hamdî, himmette huma kuşu gibi olan ruhun , sinek gibi bu dünya balına tenezzül
etmemesi gerektiğini şu çarpıcı beyitle anlatmıştır:
Düşmedi meges
gibi bu dünyâ aseline
Ey Hamdî can
murgı ki himmetde hümâdur
16.yüz yıl şairi
Usulî de kendisini hümaya benzeterek alçağa(dünyaya) konmaktan sakındığı
söyler:
Usûlî dâr-ı
dünyâdan güzer kıl
Hümâsın alçaga
konma hazer kıl
Gelibolulu
Ali’nin, dünyayı tasvir eden aşağıdaki beyitleri de dikkat çekicidir:
Dünya,gelen misafirlerini dehlize (kabre) atar ; kaybolur gider onlardan bir
daha haber gelmez.
Gelen mihmânını
dehlîze salar bî-nişân eyler
Güm olurlar
giderler hiç birinden bir nidâ gelmez
Hevâsından kuş
uçmaz yollarından kârvân geçmez
Geçen dönmez
giden bir dahi artuk bu yana gelmez
Bir çok şairin
üzerinde birleştiği husus bu dünyanın yol üzerinde bir konaklama yeri olduğu ve
burada sevince yer olmadığıdır. Hayalî Bey bunu şöyle ifade eder:
Dilâ bu menzil-i
vîrânı sanma cây-ı sürûr
Ki kasr-ı dehre
bulunur hezâr dürlü kusûr
Türk
edebiyatının en büyük şairlerinden olan Fuzulî , dünyanın emanet hayatındansa
aşk şehidi olup ebedîyet kazanmanın daha iyi olduğunu söyler:
Şehîd-i aşk olup
feyz-i bekâ kesb eylemek hoşdur
Ne hâsıl bî-vefâ
dehrüin hayât-ı müsteârından
Hayretî’nin
dünya tasviri genel bir inanışın ifadesidir: Dünya ihtiyar bir zalimdir; gece
gündüz işi tuzak ve hiledir; basiret sahipleri için çirkin bir kahpe, körlere
göre ise güzel bir kadındır:
Dünyâ didükleri
ne ne ‘aceb pîre-zâl imiş
Leyl ü nehâr
pîşesi mekr ile âl imiş
Ehl-i basîrete
göre bir kahbe-i kabîh
A’mâ yanında
dilber-i sâhib-cemâl imiş
Bu yüzden de bu
dünya kimse için güven ve emniyet yeri değildir. Akıllı kişi burada kendisini
güvende görmez. Kim devamı olmaya bu yerde yerleşmek ister?
Kim karâr eyler
beş on gün bu cihân dârında kim
Götürüp âhir
vücûdı noktasın kılmaz karâr
16.yüz yılın
sultanü’ş-şuarası Bâkî’inin aşağıdaki beyti gayet açıktır: Feleğin cazip
köşküne tutulma; bu fani saray bir çok mirasa girmiştir. Yani varisleri
sayısızdır.
Felegin kasr-ı
dil-âvizine meftûn olma
Nice mirâsa
girüpdür bu sarây-ı fânî
Dünyanın işi
eninde sonunda yoklukmuş ey Bâkî ne yapalım dünya hükümdarı sağolsun:
‘Akıbet yoklık
imiş kâr-ı cihân ey Bâkî
N’idelüm Şâh-ı
cevân-baht-ı cihân var olsun
Dünya
acımasızdır Rüstem gibi nicelereni öldürmüştür; herkesi çeşitli hastalıklarla
öldürür, Lokman bile elinden kurtulamaz:
Ey nice
Rüstemleri gûra koyup âlemlere
Eyledi destân bu
zâl-i bî-vefâ-yı rûzgâr
Dürlü emrâz ile
âhir dehr-i hâyin öldürür
Fi’l-mesel
Lokman olursa lokmahâ-yı rûzgâr
Bakî’nin medrese
arkadaşı şair Nev’î de dünyanın geçiciliğinden yakınanlar arasındadır: Dünyada
rahat yoktur;dünyanın mutluluk elbisesinde beka yoktur.Eninde sonunda atlas ve diba
da olsa bu kumaş yırtılacaktır. Yani dünya ve içindekiler geçicidir:
Ah kim bu
‘âlemüñ âsâyişinde yok bakâ
Râhat içün bir
nefes cennetde Adem kalmadı
Bî-bakâdur bu
kabâ-yı devlet-i dünyâ dirîg
Çâk olur ceyb-i
libâs-ı atlas u dîbâ dirîg
Ümmî divan şairlerinden
Enverî yiğitçe bir eda ile mert insanların dünyaya can için meyl etmemelerini,
kendisinin buna tenezzül etmediği hususunun bu dünya kocakarısından
sorulabileceğini söyler:
Erenler cân içün
meyl itmemek dünyâya erlikdür
Benüm erligüm iy
sûfî bu çarh-ı pîre-zenden sor
Bu geçici
dünyayı yine yokluk selleri yıkacaktır:
Yıkdı fenâ-yı
gönlümi çün cûy-bâr-ı eşk
Fânî cihânı
niteki seyl-i fenâ yıkar
Lamiî,dünyanın
yokluk seli üzerinde kurulmuş bir binaya (kabarcık) benzetir. Gök ise can
yutucu bir ejderhadır:
Mülk-i cihan ki
hâsılı bâd-ı hevâyimiş
Seyl-i fenâ
yüzinde yapılmış binâyimiş
Gök sandugun bir
evrenimiş cansitân bugün
Yir didügün
cihan yuducı ejdehâyimiş
Lami devamla
şöyle der: Bu devrin yeme içmesine aldanma. Çünkü dünyanın sunduğu şerbet
zehirlidir. Varlık iddiasında bulunan kişi uyandığı zaman bunun bir uyku
olduğunu anlar.
Mahremî bir
mersiyesinde dünyanın özelliklerini şöyle sıralar: Alçak dünya evi bir
yıkıntıdır, büyüleri ve yılanları bol fakat hazinesi olmayan bir harabedir.
İnsana gösterdiği elmas ve inciler kuşları avlamak için kullanılan buğday
taneleri gibidir. Bu dünya bir anda bir çok güzel çirkin şekiller gösteren iki
yüzlü bir kilisedir. Bu yokluk meclisinde ecel kadehi sürekli döner. Bu ne
şaşılacak bir kadehtir ki zengin fakir ayırmadan içer.
Dâr-ı dünyâ-yı
denî kim key aceb gam-hânedür
Pür tılısm u
mârı çok bî-genc bir vîrânedür
|
Dâma salmasun
seni la’l u cevâhir arz idüp
|
Key sakın magrûr
olma sana anlar dânedür
|
Niçe sûret arz
eder bir lahzada hûb u kabîh
|
Bu kühen deyr-i
dü-rengî bü’l-aceb kâşânedür
|
Bu fenâ bezminde
turmaz devr ider câm-ı ecel
|
Bay u yohsul nûş
ider anı aceb peymânedür
Şair Nef’î, bu
fani dünyadan el etek çekip vahdet köşesinde oturmayı tercih eder:
Ehl-i aşk olan
çeker bu bezm-i fânîden ayag
Nef’iyâ ger rind
isen ol kûşe-i vahdet nişest
Nâilî ,melekût
alemini bilenin bu düdünyaya meyletmesini cehalet olark değerlendirir:
Meylin bu
hâkdâna cehâlet degil midir
Ey hâce âlem-i
melkûtu alîm isen
Nâbî ölen bir
yakının arkasından şöyle seslenir: Sonunun yokluk olduğunu anlayıp bu geçici,
emanet dünya hazinesinden elini çekti.Ruhu dua gibi yüce aleme gitti; bu
aşağılık dünyayı çiy damlası terk etti:
Añlayıp
gencîne-i dehrüñ fenâsın ‘âkıbet
Çekdi genc-i
müste’âr-ı dehr-i fânîden eli
Gitdi rûhı
‘âlem-i ‘ulvîye mânend-i du’â
Jâleveş terk
eyledi bu hânedâñ-ı esfeli
Şaire Adile
Sultan, geçici dünyaya itibar edilmemesini,onun vefasız olduğunu,kimse için
güvenli bir yer olmadığını ,bu yüzden de gönlünün buna bağlanmaması gerektiğini
şu iki beyitte dile getirmiştir:
‘Arif iseñ etme
bu fânî cihâna i’tibâr
Görmedi kimse
vefâsın olmadı hîç pâyidâr
Kimseye bu dâr-ı
mihnet olmadı dârü’l-emân
Sen emîn olma
göñül bend etme zinhâr zinhâr
Çünkü bu dünya
bir konuk evidir; konan elbette bir gün göçecektir. Buraya insan çıplak
gelir,çıplak çıkar:
Çün
misâfir-hânedir konan göçer bî-iştibâh
Añladınsa oña
göre et tedârik kalma hâr
Gelen bu fâniye
‘üryân gelir gider ‘üryân
Metâ’ u mâl u
benûn hemân zîb-i cihânım var
Divan
şairlerinin dünyaya dair görüşlerini Râmî’nin aşağıdaki beyitleriyle noktalamak
sanırım uygun düşecektir. Bu beyitlerde Râmî, fani dünyanın ebedi bir yerleşme
yeri olamayacağını, buranın kimseye mülk olamayacağını; yokluk yolunun üzerinde
bir konak bir menzil olduğunu ve misafirlerini öldürdüğünü söyleyerek, ömür
tacirinin nereye giderse gitsin sürekli zarar ettiğini bu yüzden dünyanın
yüceliklerine aldanmamak gerektiğini çünkü sonunda insanı tuzağa düşürerek mevt
kuyusuna attığını söylemektedir:
Ebedî mesken
olur sanma cihân-ı fânî
Kimsenün mülkü
degüldür bu harâb eyvânı
Menzil-i râh-ı
ademdür bu ribât-ı köhne
Katl ider
zehr-gi ecel kim ki olur mihmanı
Tâcir-i ömr
ziyân itmededür subh u mesâ
Ne yana itse
sefer hemreh olur husrânı
Dehrün aldanma
sakın âkıl isen rif’atine
Çâh-ı mevte
düşürür hîle ile insânı
Bu bölümdeki
görüşleri özetle şöyle toparlayabiliriz: Bu dünya aldatıcı ve geçicidir. Alımlı
görünen bir kocakarıdır. Basiret sahipleri süslü yüzünün arkasındaki
çirkinlikleri ve faniliği görür.,ona aldanmazlar. Hayat alem-i ervahtan gelen
dünyaya uğrayıp tekrar beka alemine uzanan bir yolculuktur. Dünya bu yolculukta
insanların ağırlandığı bir muvakkat menzildir. Ancak uyanık olmayanları tuzağa
düşüren ve yanıltan, yolculuklarında zarara uğratan bir konaktır. İnsan ruhu
aslında hüma gibi yükseklerde, ulviliklerde uçmağa uygundur, bu yüzden zehirli
bir bal olan dünyaya bir sinek gibi konmamalıdır.
ÖMÜR:
Dünyaya gelen
her insanın belli bir ömrü vardır. Süresi değişmekle birlikte gün, ay ve
yıllarla ifade edilen bu süre şüphesiz sınırlıdır. Dünyayı “ahiretin tarlası”
olarak gören divan şairi sonu meçhul olan ömür süresine aldanmaması gerektiği
hususunda çok titizdir. Sonunda ölümün bulunduğu bir dünyayı istemeyen Yunus
bunu şu beyitle dile getirmiştir:
Gerekmez dünyeyi
bize çünki bâkî bünyâd degil
Bir kul bin de
yaşar ise ölicek bir sa’at degil
Bu ömür yüz bin
yıllık bile olsa sayılı olduğundan bir kuşluk vakti kadar bile olamaz:
Yüz bin yıllık
ömr olsa bir kuşlukça degildir
Geçtik bitmez
sağışdan anı yağmaya verdik
Yunus’un şu
beyitleri de ömrün tez tükenişi hususunda bir fikir vermektedir:
Ecel erer kurur
baş tez tükenir uzun yaş
Düpdüz olur dağ
u taş gök dürülür yer gider
Ömür yaya
gerilmiş bir oktur. Bırakıldı mı uçup gider ; geri dönmesi imkânsızdır. Sen onu
fırlattın say:
Ömrün delim bir
okdur yay içinde dop-dolu
Dolmuş oka ne
durmak ha sen anı attın tut
Şeyhî, beka
isteyen insanın iyilik yolunu tutmasını öğütler; çünkü insan dünyadan gider ama
iyilik, yani insanlık kalır:
Ömr-i bekâ diler
isen ihsân yolun gözet
Çün kalır
âdemîlik u âdem gelir gider
Ahmed Paşa ömrün
vefasızlığını şöyle dile getirmiştir:
Anı ki cân u
cihândan azîz sanırdık
Dirîg ömr gibi
bî-vefâ imiş bildik
Ümmî Sinan,
ömrünü yele verenleri uyarır,zikirle meşgul olmalarını öğütler:
Sen meger ömrini
yellere virüp kılduñ hebâ
Hak yolına zikr
ile dur andan oldun bî-haber
Ömür bahar
mevisimi gibidir; ansızın sonbahar rüzgârları esebilir:
Aldanma iñen
‘ömr bahârına i Hamdî
Bir gün irişür
bâd-ı hazân işte bilürsin
İnsan, ömrü
Hz.Nuh’un ömrü kadar da olsa sonunda ölüme yakalanacaktır:Vücut gemisi ölüm
tufanında batacaktır:
‘Ömr-i Nûh olsa
müyesser yok elinden hîç halâs
Fülk-i cismi
garka-i tûfân idersin ‘âkıbet
Nev’î’nin
aşağıdaki beytinde , zaman değirmeninin yıldız arpasını ölçüp dökerek
yaratılmışların ömrünü gece gündüz ölçtüğü güzel bir ifade ile dile
getirilmiştir:
Mümkinâtuñ
dâne-i ‘ömrin ögüdür subh u şâm
Asiyâb-ı çarh
encüm erzenin ölçer döker
1 6. yüzyılın
bir çok şaire hocalık yapmış ünlü ismi Zâtî, gece ile gündüzü insan ömrünü
tüketen iki fareye teşbih eder. Bahtına gururlanma der şair, zira bu dünya
geniş senin bile olsa ömür atının meydanı dardır:
İki dâne mûşdur
benzer bu eyyâm-ı dü-reng
Ömrümüz anbarını
düketdiler bir şûh u şeng
Bu geniş dünya
senün Tutalum ey çâbük-süvâr
Gırre olma
devlete ömr atının meydânı teng
16. yüzyılın
terkib-i bendiyle ünlü şairi Ruhî, ömrü akan bir suya benzetir:
Ömr bir sudur ki
akmakdur işi şâm u seher
Mevt bir yeldür
ki eyler her gelen andan güzer
Ömür böyle kısa
olunca ,Ruhî, insanların basit çıkarlar için kavga etmelerini anlamsız bulur :
Dost düşman deyü
itme halk ile ceng ü cidâl
Câhil olma iki
günlyük ömr içün gavgâyı ko
Usulî ömrü bir
ekine benzetir;ölüm yelleri bu ekini biçer:
Ölüm yelleri
esmezse ömr ekinini biçmezse
Ecel leşkeri
basmazsa kor muyum seni kor muyum
Bir gaflet
uykusu içinde geçen ömr için duyduğu üzüntüyü şu beyitle dile getirmiştir:
Bir hâb-ı gaflet
içre hayâl-i muhâlde
Geçdi nesîm-i
subh gibi ‘ömr-i nâzenîn
Hayretî ömür
sarayının varlığını tartışır: Bu saray temelsizdir;duvarına dayanmak yanlıştır:
Kasr-ı ömrüñ yok
durur bünyâdı gel dîvârına
Arka virme sanma
ey hâce esâsın üstüvâr
Fuzulî, nazenin
ömrün çabuk geçtiğini hatırlatarak fırsatların değerlendirilmesini ister:
Zayi geçirme
fursatını agla her nefes
Bu ömr-i nâzenî
çü bilürsin kılar şitâb
Fazlî, Allah’ın
“kâf-nûn” (kün) kalemiyle ömre sonsuzluk yazmadığını şu güzel beyitle dile
getirmiştir:
Yazmadı levh-i
ömre hatt-ı bekâ
Kalem-i kâf u
nûnla Yezdân
Kıvamî ise ömrün
geçiciliğini su ve hava benzetmeleriyle dile getirir ve ömürle mağrur olmanın
yanlışlığını vurgular:
İy dil bu ömr
esâsına magrûr olma kim
Kişi yile vü
suya dayanmak hebâyimiş
Hikemî şiirin
büyük temsilcisi Urfalı Nâbî, ömrün kat kat demir zincirle bağlansa bile geçip
gideceğini ve geride sadece esefler bırakacağını şu güzel beyitlerle dile
getirmiştir:
Sâ’at-ı evkât-ı
‘ömr-i nâzenîn durmaz geçer
Nâbiyâ baglansa
kat kat âhenîn zencîr ile
Sarf-ı ‘ömr
itdügüm esbâb-ı fenâ bunda kalur
|
Nakd-ı efsûsdur
ancak görinen mâ-hasalum
İnsan, ömür
defteri sona erince ahiret iklimine doğru yola çıkar:
Oldukda sâlik-i
reh-i iklim-i uhrevî
‘Ömr-i ‘azîzi
defteri buldukda ihtitâm
|
ÖLÜM
Yukarıda Divan
şairlerinin dünya ve ömürle ilgili görüşlerini tespite çalıştık. Artık bu
şairlerin ölümle ilgili düşüncelerini araştırabiliriz. Şairler ölümü insanlar için
adeta sevimli bir hale getirirler. Yunus emre, ölümü anınca içinin yandığını
ancak, ululara danışınca bu düşüncenin kendisine hoş geldiğini söyler:
|
Yanar içim
göynür özüm ben ölü(mü) anıcak
Ölüm endîşesi ne
hoş ululara danışıcak
Yunus ölüm
gününü şu çarpıcı tasvirle anlatmıştır: Sen gözünün bir şey görmeyeceği o günü
anmaz mısın? Vücudun toprağa düşecek,dilin konuşmaz olacaktır.Azrail’i ne
tutabilir; ana baba ona karşı bir fayda veremez; onun heybetine kimse
dayanamaz. Sana kılıcı canlar alan gelecek ; aman vermeyerek aklını başından
alacaktır:
Anmaz mısın sen
şol günü gözün nesne görmez ola
Düşe sûretin
topraga dilin haber vermez ola
Çün Azraili ne
duta assı kılmaz ana ata
Kimse döymez o
heybete halkdan meded ermez ola
Gele sana can
alıcı dahı cân alur kılıcı
Aklını başdan
alıcı bir dem aman vermez ola
Yukarıdaki
beyitlerde görüleceği üzere Yunus, tamamen islâmî bir perspektiften ölüme
bakmaktadır. Dışı son derece ürkütücü olan ölüm,aslında göründüğü gibi
değildir. Çünkü ölen, yitip giden sadece bu dünyaya ait olan bedendir. Ruh
ölümsüzdür:
Ten fânidir cân
ölmez çün gitdi geri gelmez
Ölür ise ten
ölür canlar ölesi değil
Ancak bedenin
çürümesi, gözler önünden yitip gitmesi görünüşte insanı dehşete düşürecek bir
durumdur. Gaflet perdesini yırtıp aralayan bu dehşetli olayı şair, ibret
alınması için bir uyarıcı olarak değerlendirir. Aşağıdaki beyitlerde Yunus bu
dehşeti dile getirmiştir:
Ey nice
arslanları alır aktarır ölüm
Azrail pençesine
bir yoksulca döyemez (Y.Emre Divanı,s.99)
|
........
|
Bir nicenin belin
büker bir nicenin mülkün yıkar
Bir nicenin
yaşın döker var gücünü üzer ölüm
......
Alır yiğidi
kocayı yakar ananın içini
Kızların sarı
saçını teneşirde çözer ölüm
Yunus râbıta-i
mevti divanının birçok yerinde anlatır. Aşağıdaki beyitte, öldüğünü, ellerinin
yanına konduğu,dilinin konuşamadığını ve ameliyle baş başa kaldığını
anlatmıştır:
Yanlarıma kona
elim söz söylemez ola dilim
Karşıma gele
amelim n’etdim ise görem bir gün
Bu tefekkür hali
şairi derinden sarsarken onu, iman ve Kur’an yoldaşlığını dileme noktasına
getirir:
Anıcağız şol bir
günü titrer mi Yunus’un cânı
İmân Kur’ân
yoldaş eyle son menzile yetmiş iken
Ölümü yokluk,
hiçlik, yitip gitmek olarak düşünmeyen Yunus, ebedî bir hayatın varlığına
duyduğu inançla şu beyti seslendirir:
Ölümden ne korkarsın
korkma ebedî varsın
Çünkim işe
yararsın bu söz fâsid davâdır
Çünkü Yunus’un
inancına göre âşıklar (Allah aşıkları) ölmez:
Aşık öldü diye
salâ verirler
Ölen hayvan
durur âşıklar ölmez ( Divan,s.103)
Hamdullah Hamdî,
ölümün zevk ve safayı nasıl acılaştırdığını şu beytiyle gözler önüne sermiştir:
‘Alem içinde
olmasa ölmek elemleri
Sürmek olurdu
zevk u safâyile demleri
.........
Aldanma
‘izzetine cihânuñ ki ‘âkibet
Hor u hakîr itdi
nice muhteremleri
Şeyhî, ölümü
tevekkülle karşılar: O, Allah’ın emridir; boyun eğmekten başka çare yoktur:
Yok yok ki sende
bizcileyin ‘âciz ü za’îf
Bu emr-i
Zü’l-celâldir ü hükm-i Kirdgâr
Necatî aşağıdaki
beyitte ölen bir kimsenin arkasından,yokluk diyarına tabut kayığını
sürdün,gözümün yaşını uçsuz bucaksız denize çevirdin ,diyerek ağlar. Burada
geçen “adem” mutlak yokluk anlamında olmayıp bırakıp gitme, bu dünyadan ayrılma
anlamında kullanılmıştır:
‘Adem diyârına
tâbût zevrakın sürdüñ
Gözümüñ yaşını
bahr-i bî-kenâr itdüñ
Aşağıdaki
beyitlerde Yahya, ölümü tasvir etmektedir:
Arkamuzı yire
getürür küştgîr-i mevt
Ya Rab ne
pehlevân-ı gazenfer-likâ imiş
Kaddüñ kemâna
döndügi ölüm nişânıdur
Cismünde her
kılun sana tîr-i cefâ imiş
Bir gün olur ki
menzilini bürc-i hâk ider
Dimez bunun yüzi
gün ana alnı ay imiş
Aşağıdaki
beyitlerde Türâbî adlı şair bir çocuğun ölümüne duyduğu acıyı dile getirirken
ölüme dair düşüncelerini de anlatmıştır:
Ma’sûm iken ki
kıldı sefer dâr-ı bâkiye
Merhûm idi ki
bakmadı bu dehr-i fâniye
Göz yumdı âlemün
şerr ü şûrından oldı pâk
Kıldı nazar o
pencere-i kasr-ı âliye
Bu dehr-i zulmet
içre karâr itmedügi bu
Gitdi çerâg-ı
nûr idi Hak Te’âliye
Yakın durur ecel
gözün ag u karası tek
İllâ ne vakt
idügi bilinmez kemâhiye
Yukarıdaki
beyitlerde küçük bir çocuğun ölümü güzel sebeplere bağlanarak anlatılmıştır:
Allah’ın rahmetine mazhar olduğu için bu çocuk, geçici dünyaya iltifat edip
bakmamıştır. Dünyanın kötülüklerine kavgalarına bulaşmadan tertemiz gitmiştir.O
bir nur meşalesi olduğu için bu karanlık dünyadan Hakk’a yürümüştür. Aslında
ölüm insana gözünün ak ve karasından daha yakındır ancak günü ve saati
bilinmez.
Beden ruhun
emaneten giydiği bir elbisedir.Onu diken terzi dilediği gibi keser,
biçer,uzatır,kısaltır. İnsanın bedenle övünmesi doğru değildir. Rahmî bu
düşünceyi,ki bütün müslümanlar buna inanır, şu beyitle anlatmıştır:
Rûhun beden ki
ariyetî bir libâsıdur
Akil gurûr ider
mi bu köhne kabâ ile
Dünya bütün
insanlar için ölümlüüdür. Bu konuda kimseye ayrıcalık tanınmamıştır. Dünyanın
hürmetine yaratıldığı Hz.Muhammed bile ölümden kurtulamamıştır:
Kanı Muhammed Mustafa
hükm etdi tâ Kaf’tan Kaf’a
Dünyâ kime kıldı
vefâ aldanuban kalanı gör
Ölüm karşısında
bütün insanlar eşittir; dilenci veya padişah arasında bir fark yoktur:
Pây-mâl olmada
âhır şütur-ı gerdûna
Pâdişâh ile
gedâsı hele yeksân ancak
Hamdullah
Hamdî’nin şu beyitlerinde, saltanata mağrur olmanın yanlışlığı anlatılırken
nice Cemler’in, Hüsrevler’in ölüp toprak oldukları dikkatlere sunulmuştur:
Magrûr olma
saltanat-ı bî-sebâta kim
Hâk oldı câm
eylediler niçe Cemleri
Seng eyledi
zamâne niçe Husrev’üñ tenin
La’l oldı mihnet
ile olan bagrı demleri
Gûşında la’l
oldugı Husrevlerüñ budur
Yâd ideler o
demleri olsa sitemleri
Kılma nazar
tarâvet-i dünyâya Hamdî kim
Virdi felek yile
niçe bâg-ı İremleri
Benzer bir
düşünceyi Hayali de şu beytiyle dile getirmiştir:
Bezm-i âlemde
fenâ câmın mukarrerdür içer
Ger gedâ-yı
sifle-perver ger emîr-i kâmyâb
Fuzulî, bu
geçici nakışlardan (dünyadan) el çekip bekâ alemine yönelmeyi tavsiye eder:
Arif isen
tutagör ser-rişte-i feyz-i bekâ
Terk kıl bu
sûret-i fânî vü nakş-ı zâ’ili
Ölüm zehirinin
panzehirini doktorlar bulamamıştır diyen Nev’î, ecel tuzağının, en hızlı kuşu
bile yuvasında yakaladığını dile getirir:
Hukemâ ittifâk
idüp hergiz
Bulmadılar bu
zehre tiryâkı (Divan.s.191)
Aşiyânında sayd
ider murgı
Ne kadar çâpük
olsa dâm-ı ecel
Kıvâmî, ecelden
kurtulmanın mümkün olmadığını söylerken,”Her nefis ölümü tadıcıdır” hükmünü
hatırlar ve eceli bir kurda benzeterek kimseye aman vermediğini şu çarpıcı
beyitlerle ibret nazarına sunmuştur:
Kurtulmag olmaz
imiş ecelden dirîg u âh
Her nefs ölüm
belâsı ile mübtelâ imiş
Gürg-i ecel ki
kimseyşe virmez aman dirîg
Aciz vuhûş
elinde zebûn ins ü cân dirîg
Rubaileriyle
ünlü şair Haletî ölüm karşısında kazaya rızadan başka çare olmadığına işaret
eder:
Sezâ budur ki
Hâletî virüp kazâya rızâ
Karîn-i hüsn-i
kabûl eyle hükm-i Yezdânı
Divan şairleri
ölüm için daha çok “rihlet” kelimesini kullanırlar. Onlara göre ölüm bir göç
etmedir; fani dünyadan baki aleme bir seferdir. Ölüm karşısında sorgulayıcı bir
tavır almamaları da daha çok bu hususla ilgili olmalıdır. Ölüm, sonsuz bir
hayatın başlangıcı kabul edilince dünyadaki kederler, acılar adeta
hafiflemiştir. Aşağıdaki beyitlerde bir çok şairin ölümü “rihlet” (göç) ve yine
bu kelimeden türeyen “irtihal” (göçme) ile ifade ettikleri görülmektedir:
Bu ribât-ı köhnede
sâlik nice kılsun huzûr
Dokunurken
gûşına âvâze-i kûs-ı rahîl (Usulî D.s.170)
|
Dâr-ı bekâya
rıhlet imiş çâresi hemân
Uruldı çün fenâ
üzerinebinâ-yı çarh (Usulî D.s.109)
|
Arif isen ol
azîzün rıhletinden hisse al
Varlıgun eyle
tarîk-i hazret-i Hakka sebîl (Ruhî, Acıyı Bal Eylemek,s.231)
Ahır çalındı
kûs-ğı rahîl itdüñ irtihâl
Evvel konaguñ
oldı cinân bûstânları
(Bâkî D.s.79)
Gam degül Bâkî
bekâ semtine kılsa irtihâl
Nice şehler bu
fenâ mülkinde bâkî kalmadı (Bâkî D.s.431)
Göz yumup bu
cihân-ı fâniden
Dâr-ı bekâya
irtihâl itdi
(Nev’î D.s.192.
Kulaguña sadâ-yı
kûs-ı rihlet çalınur âhır
Henüz irişmedin
nevbet inâbet kılsan olmaz mı (Nev’î D.s.199)
Adile Sultan bu
göçün Hakk’a olduğunu şu beyitle anlatmıştır: Çare yoktur,göçmem gerek; Celal
sahibi Allah’a kavuşmaya yönelsem gerek:
Çâre yokdur
irtihâl itsem gerek
‘Azm-i vasl-ı
Zü’l-Celâl etsem gerek
Sonunda
emanetlerini teslim ederek Allah’a göçtü; Kur’an nuru mezarını aydınlatsın.
‘Akıbek verdi
emânâtını göçdü Hakk’a
Medfen-i pâkini
tenvîr ede nûrı Kur’ân
Aşağıdaki
beyitlerde de rihlet kavramı tekrarlanmaktadır: İfeet fidanlığının gülü Afîfe
Kadın bu geçici dünya bağından beka bahçesine göçtü:
‘Afîfe kadın ol
verd-i nihâlistân-ı ‘iffet kim
Fenâ bâgından
itdi rihlet-i gülşengeh-i ‘ukbâ
Ah ol verd-i
nihâl-i nahvet
Kıldı gülzâr-ı
bekâya rihlet
Ah o nahvet
fidanının gülü beka gül bahçesine göçtü.
Ölümü bir “göç
etme” olarak algılayan divan şairleri göçün nereye yapıldığını da tam bir kanat
ile dile getirmişlerdir. Bu konuda yine Yunus’un beyitlerini dikkatlere sunuyoruz:
Yûnus ölürse ne
gam aşk içinde kardaşlar
Aşk yolunda
uyagan ma’şûk burcunda biter
Yunus’a göre
ölüm dosttan (Allah) gelen davete icabettir:
Aceb degül gider
ise sûreti terk ider ise
Yanlış yalan
gaybet degil dosttan haber geldi gider
Bu anlattıklarından
dolayı Yunus ölümden gam çekmez,çünkü gittiği yerde ölüm yoktur:
Ne gam bu
dünyâda bir kez ölürsem
Onda ölüm olmaz
ölmezem ayruk
Orada mesken
tutabilmek için Cinânî dünyada hazırlık yapılmasını tavsiye eder:
Hâlüñi agla
tedârük kıl kim
Dâr-ı ‘ukbâda
tutarsın mesken
|
Ruhî,
Hüsrev-zade İbrahim Çelebi için yazdığı mersiyede o’nun zevk ve safa ile
sonsuzluk ülkesine gittiğini,ancak bu ayrılığın ahbapları arasında velvele
çıkardığını söyler. O,alem-i ervahta cennete gitmiştir,ayrılık dostlarının
kalbine ateş düşürmüştür. O bu fani dünyada ikameti uygun görmediğinden ruhu
yüce aleme gitmiştir:
O gitdi zevk u
safâ ile mülk-i ukbâya
Giriv ü velvele
saldı firâkı dünyaya
Ol itdi âlem-i
ervâhda bihişte duhûl
Bırakdı firkati
âteş dil-i ahibbâya
Çü hâkdânda revâ
görmedi ikâmetini
Azîmet itdi
hemân murg-ı rûhı bâlâya
Bu beyitler
şairin ölümü ebedî bir aleme gidiş olarak algıladığını açıkça göstermektedir.
Ölümün kalanlara verdiği acı ise sadece geçici bir ayrılıktan dolayıdır.
KABİR
Ölümden sonra
cesedin ilk durağı kabirdir. Divan şairleri, özellikle mutasavvıf şairler
kabrin, kabirde cesedin durumunu insanların ibret almaları için bütün
çıplaklığıyla tasvir ederler. Cesetlerin bu zahiri dağılışı, parçalanışı ve
çürüyüp gitmeleri şairler için insanları tefekküre sevk etmek açısından önemli
imkânlar sağlamıştır. Özellikle Yunus Emre bu konuda çok canlı mezar tabloları
çizer. Aşağıdaki beyitler açıklama gerektirmeyecek kadar açık ve ürperticidir:
Sabahın sinlere
vardım gördüm cümle ölmüş yatar
Her biri bî-çâre
olup ömrün yavu kılmış yatar
Vardım bunların
katına baktım ecel heybetine
Nice yigit
muradına erememiş ölmüş yatar
Yimiş kurt kuş
bunı keler nicelerin bağrın deler
Şol ufacık
nâresteler gül gibice solmuş yatar
Toprağa düşmüş
tenleri Hakk’a ulaşmış canları
Görmez misin sen
bunları nevbet bize gelmiş yatar
Esilmiş inci
dişleri dökülmüş sarı saçları
Bitmiş kamu
teşvîşleri Hak varlığın almış yatar
Gitmiş gözünün
karası hiç işi yoktur durası
Kefen bizinin
paresi sünüge sarılmış yatar
Yunus âkil isen
bunda mülke sûret bezemegil
Mülke sûret
bezeyenler kara toprak olmuş yatar
19.yüz yıl
şairlerinden Rahmî-i Harpûtî’nin aşağıdaki şiiri de ölmüş bir insanı tasvir
etmektedir:
Nice bir nâz ile
perverde idersin bu teni
Nice bir bu zer
ü zîverle bezersin bedeni
Seni magrûr-ı
cemâl eyledi dünyâ-yı denî
Çıkarır bir gün
ecel câmeyi hem pîreheni
Seni üryân
ideler boynına takup kefeni
Gidesin kabre
hemân terk edesin bu vatanı
Ne imişsin hele
ol gün bilesin sen de seni
Sû-i a’mâle cezâ
eylese Mevlâ-yı Ganî
Yunus Emre
kabirde insanın öyle başı boş bırakılmayacağını yine İslâm inancına uygun
olarak sual meleklerinin geleceğini şu beyitlerle dile getirir:
Cân hulkuma
geldikde Azra’ili gördükde
Yâ cânımı
aldıkda âsân ola mı yâ Rab
Yunus kabre
vardıkda Münker-Nekir geldikde
Bana suâl
oldukda dilim döne mi yâ Rab
Ahmet Paşa,
ölmüş bir yakını hakkında, nazik tenini gülden elbise bile incitirken yazık ki
o gönül alıcı şimdi kara yerde yatmaktadır,derken şairane bir anlatımdan öte
kabir gerçeğini dile getirmiştir:
Nâzik tenine
zahmet ederken kabâ-yı gül
Girdi kara yere
yatar ol dil-rübâ dirîg
Kabir,insanın
ameline göre ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir
çukurdur. Ahmet Paşa bu inancı aşağıdaki beyitlerde dile getirmiştir:
Yâ Rab makâmı
ravza-i huld-ı berîn ola
Kabri enîsi
haşre degin hûr-ı iyn ola
Firdevsden
mezârına revzenler açılıp
Ervâh-ı kuds ile
dün ü gün hem-nişîn ola
Hayreti
aşağıdaki beyitte fakir zengin ayırt edilmeden herkesin eninde sonunda kabre
gireceğini, bu yüzden de zenginim diye övünmenin doğru olmadığını anlatır:
Kara yerdür çün
yeri bay u gedânuñ ‘âkıbet
Hâce-i dehrem
diyü itmek ne lâzım iftihâr
Adile Sultan
kabirde kendisine imanı yolda etmesi için Allah’a yakarır.Çünkü iman yoldaş
olursa sorgu meleklerine cevap mermesi kolay olacaktır:
Mezâra yalıñız
koyma bizi imânı yoldaş et
Su’âlimiz edip
âsân Hudâ çekdirmeye zahmet
İlâhî tâ
sehergâh-ı kıyâmet ‘Adilene’nin hem
Ser-i hâkinde
kıl îmânını kandîl-i pür-rahmet
HAŞİR
İnsanın aslında
uzun,dünya hayatında ise göz yumup açınca uçup giden hayat yolculuğu kabirden
haşre uzanır. Son durak haşirdir: İnsanların topluca muhasebelerinin yapılacağı
yeniden dirilme olayı. Divan şairleri bu konuda İslâm inancına uygun olarak
ölümün haşirle noktalanacağı konusunda hem-fikirdirler. Yunus Emre’den
başlayarak hemen her şair öldükten sonra dirilmeye olan inancını dile
getirmiştir. Yunus bunu şu beyitlerle şiirleştirir:
Yarın siyâset
kurula cümle halâyık dirile
Kimi emîr savan
birle kimi isiden yanışacak
Amâl vere anda
cevâp amâlsize olur itâb
Şol kişiye olmaz
azâb bunda âzâd oluşucak
Usulî ise şu
beyitlerde haşirde halinin ne olacağını sorgulamaktadır:
Yâ Rab hâlimiz
nola rûz-ı şümârda
Çün bî-şümâr
cürm ü hatâmız şümâr ola
Setr eyle afvun
ile eyâ sâtirü’l-uyûb
Çün gizli
aybımız gözüne âşikâr ola
Sonuç olarak
diyebiliriz ki Divan şairleri dünyayı geçici bir menzil olarak görmektedir.
Dünya geçici olunca mala, mülke, servete ve saltanata güvenmenin; bunlarla
övünmenin doğru değildir. Dünya Allah tarafından yolculukları esnasında durup
dinlenecekleri bir konaktır. Bu konak süsleri ve ihtişamıyla aslında bir
hayalden, bir görüntüden ibarettir. Akıllı olan bu vehimlere aldanmaz. Yolculuk
ebed ülkesinedir.
Allah’tan gelen
ruhun Allah’a gitmek için çıktığı yolculukta geçici bir konaklama yeri olan
dünya insanın Allah’a verdiği sözü tutup tutmama konusunda imtihana tabi
tutulduğu bir duraktır. Asıl menzil beka ülkesidir. Kabir de bir geçittir. Bu
karanlık geçidi aydınlatan iman ve kur’an nurudur. Şairler Allah’tan iman
nuruyla kabirlerinin aydınlanması dilerler. Kabir ya cennet bahçelerinden bir
bahçe ya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.
Ölüm,ebedî bir
hayata geçiş sürecidir. Öldükten sonra insanlar dirilecek ve yaptıklarından
hesaba çekileceklerdir. Bütün şairlerin dileği bu muhasebeden yüz akıyla
çıkmaktır.
Kısacası Divan
şairleri ölümü tevekülle karşılamış,onu yeni bir hayatın başlangıcı
saymışlardır. Bu konuda bir sorgulama şiirlerde karşımıza çıkmaz. Kabrin
dehşeti sadece gafletten insanları uyandırmak için bir uyarıcı olarak
anlatılır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Divan şairleri ölüm, kabir ve haşir
konusunda İslâm inancının içinde duygu ve düşüncelerini dile getirmişlerdir.
KAYNAK: Prof. Dr. Mahmut Kaplan (mahmutkaplan1.tripod.com, 24.06.2006).