Romancı ve gazeteci (D. 1892, İstanbul - Ö. 21 Ocak 1949,
İstanbul). İlk ve ortaöğrenimini özel olarak yaptıktan sonra Mercan İdadisi
(Lisesi) ve Mülkiye Mektebinden (Siyasal Bilgiler Okulu, 1912) mezun oldu.
Gazeteciliğe öğrencilik yıllarında başlayarak Yeni Gazete, Millî Ajans,
Servet-i Fünûn, Vatan (1924-25)
gazetelerinde çalıştı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Millî Ajansında görev aldı. 1918-28 yılları arasında Karagöz gazetesinin
yazı işleri müdürlüğünü ve başyazarlığını yaptı. Bu işi, Milliyet’te
çıkan bir yazısı yüzünden sona erdi (1928). Aynı yıl çıkardığı Köroğlu
gazetesini ölümüne kadar yayımladı. Son Posta gazetesinde de fıkra
yazarlığı yaptı. Ayrıca 1936-38 yılları arasında Ayvaz adlı mizahî bir
gazete çıkardı. 1946’da DP’den İstanbul Milletvekili seçildi, ancak mazbatası
TBMM Genel Kurulunca iptal edildi. Kabri, Zincirlikuyu Asrî Mezarlığındadır.
Konusunu Birinci Dünya Savaşı ve sonrası
yıllarının Türkiyesi’nde meydana gelen toplumsal değişmelerden alan popüler
romanlarıyla tanındı ve geniş bir okuyucu kitlesi buldu. Tefrika romancılığın
önde gelenlerindendir. Aktüel konuları işlediği eserlerinde halk kesimlerine
hitap etti. Romanlarının konuları İstanbul’da geçer. Batılı bir hayata imrenen
zengin ve sosyete çevrelerinin yaşam tarzını ve bu doğrultudaki insan
ilişkilerini anlattı. Sanat kaygısı gütmedi. En önemli amacı halk tarafından
okunmak ve böylece Cumhuriyet’ten sonra toplum hayatında ortaya çıkan
değişmelerden halkı haberdar etmekti. Romanları kırka yakındır. Türk basın
hayatında, doğrudan halkla ilişki kuran ve halka seslenen siyasi gazete türünün
ilk başarılı örneğini ortaya koydu.
“Bazı romanlarında işlediği konular
itibariyle târihe de ışık tutmuş olan Burhan Câhit, Cumhuriyet’le başlayan
değişim sürecini savunmak ve tanıtmak gibi bir misyonu yerine getirerek yeni
Türkiye’nin batı ile bütünleşme gayretlerinde çok önemli rol oynayan
yazarlardan biridir. En azından kendi gayesine ve yazarlık anlayışına uygun
olarak gazeteciliği ve edebiyatı devrinin aynası yapmaya çalışmış, bunda da
önemli ölçüde başarılı olmuştur.” (Mustafa Özbalcı)
“Romanın giriş kısmında kendini realist bir
yazar olarak konumlandıran ve eserinin edebî bir değer taşımadığını açıkça
söyleyen Burhan Cahit ‘aile hayatımızın son yıllarda geçirdiği İnkılabı’n farkında
olduğunu ve kitabı belli bir amaç için yazdığını belirtir: Batıdaki
ilerlemelerle Doğudaki geleneklerin duygulara değil akla dayalı bir
karşılaştırmasını yaparak elde ettiği sonucu okurlarına sunmak. Morkaya, amacı
kadar okur kitlesinin de farkında olan nadir şanslı yazarlardan biridir: Söz
konusu giriş kısmı özellikle ‘yetişen gençliğe’ hitaben yazılmıştır. Böylece
Morkaya’nın amacı eğitici bir boyut da kazanır; yazar, dokunulmamış, taze,
dolayısıyla eğitilebilir yeni bir nesle seslenmektedir.” (Tülin Kurtarıcı)
ESERLERİ:
ROMAN: Coşkun Gönül (1925), Aşk
Bahçesi (1925), Gönül Yuvası (1936), Kızıl Serab (1926), Ayten
(1927), Harb Dönüşü (1928), Hizmetçi Buhranı (1928), Komşumuzun
Romanı (1929), Aşk Politikası (1930), İzmir’in Romanı (1931),
Şeyh Zeynullah (1931), Köy Hekimi (1932), Bir Çatı Altında
(1932), Gazi’nin Dört Süvarisi (1932), Yüzbaşı Celal (1933), Düğün
Gecesi (1933), Mudanya-Lozan-Ankara (1933), İhtiyat Zabiti (1933),
Yalı Çapkını (1933), Gurbet Yolcusu (1934), Kır Çiçeği (1934),
Cephe Gerisi (1934), Dünkülerin Romanı (1934), Patron
(1935), Patron (1935), Kurşun Yarası (1936), Sevenler Yolu
(1937), Nişanlılar (1937), Yaprak Aşısı (1939), Köydeki Dost (1940).
FIKRA-HİKÂYE: Bu Yaştan Sonra (1919), Bizans
Akşamları (1922), Hüsam Efendi’nin Kızı (uzun hikâye, 1925), Karagöz’ün
Fıkraları (1926).
PİYES: Adam Sarrafı (1929), Gâvur
İmam (1933).
TARİH-İNCELEME: Gazi Mustafa Kemal (1930),
Mudanya-Lozan-Ankara (1933), O ve İki Cephesi (Atatürk’ün İki Cephesi,
1939).
MASAL: Uzun-Geniş Keskingöz (1930).
KAYNAK: İsmail
Habib (Sevük) / Tanzimattanberi I (Edebiyat Tarihi, 1942), İbrahim
Alâettin Gövsa / Türk Meşhurları Ansiklopedisi (1946), A. Baydar / “Morkaya,
Burhan Cahit” (Aylık Ansiklopedi, c. 5, 1946), Mücellidoğlu Ali Çankaya / Yeni
Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (c. III, 1968), Behçet Necatigil /
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (1983), TDE Ansiklopedisi (c. 6, 1986), Adalet
Ergenekon Çil / Cumhuriyetin İlk Yıllarında
Toplumsal Değişim ve Burhan Cahit Morkaya (Yayımlanmamış yüksek lisans
tezi, Yıldız Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 1990), Atilla Özkırımlı / Türk Edebiyatı Ansiklopedisi (c. 3, 1990),
Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Tülin
Kurtarıcı / Modern Millî ve Popüler Bir “Aşk Politikası” (Virgül, Mart 2000), TBE Ansiklopedisi (c. 2, 2001), Mustafa Özbalcı / Büyük Türk
Klâsikleri (c. 13, 2002), İhsan Işık / Resimli ve Metin
Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
“Nilüfer
hanımefendi;
“İşittim
ki bir hafta sonra nişanlanıyormuşsunuz. Bu nişanı ailenizin ısrariyle mi kendi
muvafakatinizle mi kabul ettiğinizi bilmiyorum. Yalnız sizin saadetinizi görmek
istiyen ve sizi küçükten beri, daha lisenin ilk sınıflarına gittiğiniz
yaşlardan beri bilen, seven ve takdir ve
sizin için iyi fikirler besliyen bir gencin bu sırada karşınıza hayatınız için
vereceğiniz kararlarda sizi biraz düşündürmeğe mecbur edişini mazur görünüz.
Kim olduğumu bilmemenize imkân yok… size
kendimi daha evvel tanıtmak lâzımdı. Sizi yıllarca bir gölge gibi takip
ettiğimi itiraf etmem lâzımdı.
“Fakat ne bileyim ki benim hayalimi dolduran
bu mahlûk, bu kadar çabuk hayata karışacak. Ne kadar haksız olduğumu itiraf ederim.
Çünkü senin gibi hilkatin bin bir itina ile yarattığı bir mahlûku elde etmek
için etrafında dolaşanlar pek çok olacaktı. Yalnız ben seni (affedersin, bu
kadar teklifsizce muhatap siğası kullanışımı samimiyetime bağışla) evet ne
diyordum, ben senin o kadar benim olduğuna inanmıştım ki aramıza bir başka
gölgenin girebileceğine ihtimal vermeden tarihi pek eski olan bu gönül davasını
açmakta gecikiyordum.
“Fakat nişanlandığını, hem de bir yeni kılıç
takmış zabite nişanlandığını haber alınca, bu gecikmede ne kadar hatâ ettiğimi
anladım ve yıllarca senden habersiz için için kaynıyan bu gönül macerasını
anlatmak için bu mektubu yazmağa karar verdim.
"Beni
tanıdın değil mi?
"Sen
lisede iken arasıra annenle bize gelirdin. Ben de o zaman fakülteye devam
ederdim. Hattâ bugün nişanlandığını söyledikleri Fikret de o zaman Kuleliye
giden haşarı, çapkın bir gençti. Hani şu büyük maç günleri stadyomda (yaşasın
Fenerbahçe!) diye bağıran ve mektep takımında santrfor oynıyan Fikret.
"O
zaman hemen hemen hepimiz çocuk sayılırdık.
"Benim,
mektebin dar çerçevesine sığmıyan ruhum, kalıp, formül nazariyelerine tahammül
edemedi. Terkettim ve Avrupaya gittim.
"Hayatı
tanımak için Avrupaya gitmekten başka çare yoktur. Anladım ki insan, Avrupada
okumasa, sadece orada bir zaman yaşasa," beş on üniversite diploması almış
kadar uyanacak ve açılacak.
"Ben
bunun fiilî tecrübesini yaptım.
"Avrupada
kaldığım müddetçe hayatı büsbütün başka buldum. Ve yaşamanın, muvaffak olmanın
ne demek olduğunu ve nasıl olduğunu öğrendim.
"Zeki
insanlar için kalın kitapların kapkara sayfalarından ahkâm çıkarmağa lüzum
yoktur. Onlara tabiat öyle bir imtiyaz vermiştir ki hayatın esrarını ve
dünyanın meçhulâtını kendi kendilerine keşfederler. Keşfederler, hem de onu
muvaffakiyetleri için âlet ederler, işte benim Avrupaya seyahatim böyle
neticelendi.
“İstanbula
döndüğüm zaman büsbütün başka bir insan olmuştum. Her şeyi başka görüyordum ve
bizim ulema, üdeba diye tanıdığımız mankenlerin sadece hümeka olduklarını
anladım. Memleket derin bir karanlıkta yüzüyor. Altın yığınları içinde aç ve
sefil yaşıyor. Gözlerini hayata ve hakikate kapamış, kör değneğini beller gibi
kuru ekmekten başka bir şey vermiyen mahdut işlere bağlanıp kalmış, kıvranıyor.
Babam
sözde doktordu. Fakat doktorluğu bir kazanç vasıtası değil, âdeta bir şefkat
vesilesi sayıp birçok müşterisine üstelik bedava İlâç bile verecek kadar dar
fikirli, zavallı bir adamdı.
"Halbuki
saadet ve servet zeki ve bilgili insanların tabiî haklarıdır. Yeter ki bu hakkı
almanın yolunu ve kolayını, bulsunlar.
"Maksattan
uzaklaşmıyayım. Bunları sonra başbaşa konuşabiliriz. Çünkü senin de zeki bir
kız olduğunu bildiğim için fikirlerimden uzak kalmıyacağından eminim. Çünkü
senin gibi hem zeki hem güzel bir mahlûk ciddî ve mes'ut olmağa lâyıktır. Ve
sen ancak seni mesut etmesini bilecek bir adama lâyıksın. Bunun için senin
hayatın için verdiğim kararın şeklini ve kuvvetini öğrenmek ihtiyacındayım.
Bugünkü vaziyetimi anlatmak ve maksadına izah etmek için müsaadeni rica ederim.
"Güzel
ve zarif Nilüfer
"İtiraf
ederim ki bugüne kadar sana vaziyetimden ve hislerimden bahsetmemekte büyük bir
hatâ işlemişimdir. Bunun acısını ve günahını gene kendim çekiyorum. Çünkü
hayalimi dolduran saadetin bugün bir başkasına nasip olması tehlikesi ile
karşılaşmış bulunuyorum.
"Fakat,
henüz ümidim vardır. Zamanımız vardır.
"Bunun
için seninle, kabilse, konuşmak isterim Nilüfer. Yegâne arzum seni mes'ut
görmektir, sana hayatın hakikî çehresini anlatmak fırsatını bana vermeni rica
ederim. Hayat zannettiğimiz gibi her zaman pembe renkli değildir. Hevesler,
hayaller çabuk gelir geçer, arkadan hayatın maddî ve hakikî çehresi çıkar.
Kılıcını İstanbul kaldırımlarında şıkırdatmaktan başka zevki olmıyan genç
mülâzımın sana çektireceği çizmesinden başka nesi olabilir?".
Yüzbaşı
Fikret, mektubun bu parçasını okuyunca, gülümsedi. Fakat bu gülüşünde öyle
zehir gibi bir İstihza vardı ki, bükülen dudakları bu hakarete benzer cümlenin
bütün mânasını boğup öldürmüştü.
Mırıldandı:
-
Züppe, kaldırım züppesi.
Ve
devam etti....
"Sana
lâyık olduğun yüksek hayatı vermek için hayatı anlamış ve o hayatı yaşatmağı
tasarlamış bir erkek lâzımdır. Eğer bu meziyetleri haiz bir hayat arkadaşı
ayrıca seni küçüklükten beri seven bir yakın dost ise bu, kaderin en hoş bir
tesadüfü telâkki edilmelidir.
"Aziz
Nilüfer. Müsaade et de sana o Nilüfer rengi gözlerinin tılsımına dalıp gittiğim
günden beri geçmiş hayatımı anlatayım.
"Doktorluğun,
yarı çenebazlık, yarı sihirbazlık olduğunu anladığım gün fakülteden ayağımı çektim. Babam beni, İsviçreye
gönderdi. Orada ilk zaman gezip tozarak, sonra istidadıma göre seçeceğim bir
ihtisas mektebine gidecektim.
"Altı
ay bütün İsviçreyi gezdim, dolaştım. Alman, İtalyan ve Fransız dillerinin ve
ırklarının bir arada kaynaştıkları bu memleket pek hoşuma gitti. İsviçre
hudutları haricinde birbirinin düşmanı olan bu üç millet İsviçre hudutları
içinde can ciğer kardeştirler. Ve bütün düşünceleri sadece kazanmaktır. Para
kazanmak.
"Bu, bize garip gelir fakat yaşamanın ilk
şartı para olduğunu anlamadığımız için garip geliyor.
"Biz bütün hayatı sadece kendi havamızın,
kendi mahallemizin, kendi semtimizin, nihayet şehrimizin ve memleketimizin
içindeki hayat zannediyoruz. Ne budalalık.
"Fakat bu budalalıktan kurtulmak için
önce düne, maziye ait duygu ve düşüncelerden kurtulmak lâzım.
"Atalarımız, babalarımız daracık bir
çerçevede yaşamışlar. Ecdadımız bile Viyana kapılarına kadar kılıçla gittikleri
halde kafalarını o âleme sokamamışlar. Avrupa ile her temasımız kılıç kılıca
olmuş. Kafa kafaya gelmemişiz. (….)
(Nişanlılar, 1937)