Birsen İnal

Eğitimci, Yazar, Şair

Doğum
17 Haziran, 1954
Eğitim
Diyarbakır Erkek İlköğretmen Okulu
Burç

Eğitimci, şair ve yazar. 17 Haziran 1954 tarihinde Diyarbakır’da doğdu. İsmet Paşa İlkokulu ve Diyarbakır Kız Enstitüsü orta kısmını bitirdikten (1974) sonra, Diyarbakır Erkek İlköğretmen Okulundan mezun olarak meslek hayatına başladı. Daha sonra 1988’de Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi ön lisansla eğitimini tamamladı. Bingöl, Sakarya, Diyarbakır’da sınıf öğretmenliği ve yöneticilik yaptı. 1997’de özel sektörde çalışmak üzere emekli oldu. Diyarbakır örf ve adetlerini özünde benimseyerek tam bir Diyarbakırlı gibi yaşadı. İkisi kendisi gibi eğitimci olan üç çocuk annesidir. Hâlen Özel Dicle Fırat Kolejinde sınıf öğretmeni olarak çalışmaktadır. Korumalı Öğrencileri Koruma Derneği (başkan), Dikdumder ve Ditav üyesidir.

İlk şiiri (Çiçek Bahçem), 1993'te Milli Eğitim Dergisi'nde yayımlanmıştı. 40-50 yıl öncesinin Diyarbekir’inde günlük yaşamı Diyarbekir ağzıyla anlattığı şiirleri, deneme, öykü ve anılar ile eğitim konusundaki makaleleri, gezi notları; Güney, Diyarbakır Haber, Malabadi, Yeniyurt, Milliyet Blog, Edebiyat Defteri, Amedinsesi, Habersim,  Renkahenk, Malemê, Edebiyatevi, Amedinsesi gibi dergi, gazete ve internet sitelerinde yer aldı. 2011 yılında Kastal dergisinin genel yayın koordinatörlüğünü yaptı. Çoğunluğu Diyarbakırlı olan sanatçı, yazar ve yöneticilerle yaptığı söyleşileri Güney dergisinde yayımlandı. Arkadaş adlı şiiri Mustafa İlhan tarafından bestelenmiştir.

ESERLERİ:

 

Şiir: İssiz Çıra (2012), Simurg’un Ahı (2019).

 

Anı-Anlatı: Özümsen Diyarbekir (2013), Cemile Çarkın Kırıla Felek (2018).

 

KAYNAKÇA: İbrahim Evirgen / Birsen İnal’ın İssiz Çıra yapıtı büyük beğeni topladı  Yeniyurt gazetesi, 11 Şubat 2013), Pirşeng Şirin Baran / Özümsen Diyarbekir’le Geçmişe Keyifli Bir yolculuk  (Özümsen Diyarbekir içinde, Mayıs 2013), Recep Yılmaz / Bir Söyleşinin Ardından  (Özgür Haber gazetesi, 18 Kasım 2013), Mevlüt Mergen / Diyarbekir’i Özümseyen Şair: Birsen İnal!.. (Yeniyurt gazetesi, 21.08.2013), İhsan Işık / Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) – Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2020).

GEL HELE LÊ

Bacî heyran

Gel hele, gel lê

 

Esmer Diyarbekir'imizin

Yüzümüzü kavuran

Dudaklarımızı çatlatan

Kızgın güneşinin batışıyla

Şöyle Dicle'ye karşı

Taxta oturax

Oturax da

Yüreğimizde yaşattığımız

Eski Diyarbekir'imize gidax lê

 

Gün batımıyla birlikte

Islak bazalt taşlı hêwşlerimizin serinliğini

Toprax damlarımızı

Damlarda kurulan taxtlarımızî

Yad êdax seninle

Gel hele lê

Başan qurban

Ne têz unuttun o günleri?   

 

Sıcak yaz akşamlarında

Dolunayın aydınlattığı hêwşlerde

Doyumsuz sohbetleri

Yuxarı başta oturan nenemizi

Evimizin direği babamızı

Erivan radyosunda

Meryem Xan'ı

Komşu evlerden

Yükselen Arif Cizrawi'nin sesini

Kalaylı paxır siniyi

Etrafında dizili

Tüm aile efradını

Kardaş-bacı, dayı–bibî

Nasıl unuttun lê

Uzanırken eller aynı sehene

Ekşi de olsa baldan tatlı meftüneye

Şükürlü gegirtilerle Elhamdülillah

Derken dertten, kederden uzax...

Gel hele bacî, başan qurban

Seninle bir bir qonuşax

Qonuştukça göz yaşmızı ipek marxamaya axıtax

 

 

Dinlenirdi ajans

Yorumlar sadece babadan

Karışmazdı söze uşaxlar

Oyuncaxlarî peçiç on dört taş

Pisik yalanırdı yavaş yavaş

Unutulmazdı payı, artan aş

Gel hele bacî heyran

Kuridi gözlerim axmaz ki yaş

 

Taxtlarda beyaz stare

Yıldızlara yakışırdı

Qızlar birbiriyle

Tenteneleriyle yarışırdı

Serilirdi yataxlar

Çatlardı hebeneler

Hamravat suyu şeb-u şeker

Çox uzaxlardan gelirdi

Cümbüş ile darbuka sesi

Gökteki yıldız tek şahit

Taxt etrafında ki sevdalara

Oxunurdî ucî yanıx mektuplar

Nişanlıydı kızlar

Yaxındı toylar

Ay ışığında

Nakş edilirdi adı nişanlının

Marxamaya, boxçaya

Sevgiler derin ama safça

Her taxta yazılırdı ayrı bir sevda

Harcanmazdı duygular asla

Kıyılmazdı insana hoyratça

 

Baxtan düşmişem bacî

Uzatma arayî

Özkemedin mi sen hêç Diyarbekir'i

Taxt bulamasax

Otururuğ Dicle'ye karşî

Sakın söleme kelek hanî

Kelegi de, hülleyi de

Zalım felek sildî süpürdî

Bax düşürdün xatrıma çayda çırayî

Oy hewar! Ongözlü’de yükselen bir gazel

Bağrıma batar

Bırax batarsa batsın bacım

Doktor hekim istemez

Zaten yanıktır bahtımız da bağrımız da

Êlê degil başan qurban?

Gel bacî heyran, gel hele lê lê lê…

İSSİZ ÇIRA

....

İsimsiz issiz bir çıra

Yalnızca

Birazcık mahzunca

Kâh karlı dağlarda

Bir yaban

Bir asi isyan

Kâh Mezopotamya’da

Sarı sıcak güneşi

Pembeye boyayan

Durağan değil çağlayan

Çocukça oyunu

Şakacıktan oynayan

Namlu uçlarına

Ebruli çiçekler takan

Bomba yerine

Halka şekerler saçan

Barışa umutla

Yürek çırpan...

NEDEN?

Gökyüzü turnalarla

Toprak yağmurlarla

Karanlıklar yıldızlarla

Kavimler sevgiyle

Birlikte iç içe

Kardeşçe yaşarken

İnsanın insana kavgası N E D E N ?

 

Ceylanlar dağlara

Balıklar sulara

Bülbüller güllere

Mem Zin'e

Tacdin Sitê'ye

Divane aşıkiken

Beko Evanların arabozuculuğu N E D E N ?

 

Dicle Fırat'la

Karacadağ koçerle

Ben-u Sen usta çırakla

Evli Beden güvercinlerle

Suzan- Suzi Kırklar Dağı'yla

Aşk-ı sevdayla buluşurken

Türkülerde çekilen havarlar N E D E N ?

  

Ali, Agop'la

Çocukça oynarken

Mari abla, anamla

Ekmeğini bölüşürken

Moşê dayî, bibime

Mor menevşe satarken

Zadik yumurtaları

Bayram çörekleriyle

Sofralarımızı süslerken

Duvarlarla örülen kapılarımız ardında

Vêran avlularımızdaki ölüm sessizliği  N E D E N ?

  

Duvağım süsü, Janet'in gelin çiçekleriyle

Gelinliğim Terzi Jülyet'in mahir ellerindeyken

Türkülerle, zılgıtlarla

Kınalar çevrilirken

Mübarek ola, mübarekiyle

Halaylar, omuz omza oynanırken

Ezan sesleri çan sesleriyle

Gök kubbede karışırken

Kavimler kenti DİYARBEKİR'İMİN

Dar küçelerindeki bu renksizlik N E D E N?

"ÖZÜMSEN DİYARBEKİR"den

Özümsenmemişse yaşanmışlıkları, yitikse değerleri; bitiktir özü, sözü, kapalıdır kalp gözü o diyarın…

                                                                     Evlatlarım Volkan, Erkan ve Esra’ya…

 

 

Diyarbekir’de kesintisiz bir hayat yaşardık iyisiyle, kötüsüyle demeyeceğim çünkü kötü pek yoktu ki kötülük yaşayalım. Her gün mutlaka yapacak güzel bir şeyimiz vardı. Hiçbir şey yoksa heyecanla beklediğimiz resimli romanlarımız, Tommiks, Teksas’larımız vardı. Mahallede bir kişi alır elden ele dolaşa dolaşa, büyüklerimizden gizli saklı okuya okuya parçalanmış hali kalırdı ellerimizde. İyi bir radyo dinleyicisiydik. Gazete bulduğumuzda yutarcasına okurduk. Dünyayla tek iletişim aracımız bazı evlere her gün gelen yine mahalleyi dolaşan günlük bir gazete ve radyoydu. Gazeteler okunduktan sonra mahalle bakkallarına çirêzle yapıştırdığımız torba qağızî olarak geri dönerken yerine ya qırıx leblebi olarak cebimize girer ya da bir qülleh aqide şekeriyle evin yolunu tutardık. Amerika’nın Sesi Radyosu’ndan ajanslar, Erivan Radyosu’ndan Mehemed Arifê Cizrawî, Hesen Cizrawî, Kavus Axa, Meryem Xan, Fatma İsa, Susika Simo, Zadina Şekir dinlenirdi tüm aile fertleriyle birlikte. Arkası yarınlar radyo tiyatroları saatlerini iple çekerdik. Aya insanın ilk ayak basışını büyük bir heyecanla yine radyodan dinlerken nenem hayretler içinde radyoyu gösterek; “Oğul bu ne iştir? Dünyanın soni geldi. Dünyanın öbür ucunda bî şê olî, bî kaç sêet sora biz işitiyığ ha bu qutîdan. Böyüklerimiz sölerdi inanmazdığ. Dünyanın sonunda demirlerden ses gelecağ, demirler seslenecağ. Başlarınî kaldıradîlar, baxadîlar şimdi. Qıyametin êlametidir hepî bunar.” demişti. Rahmetli Sıddık dayım nenemi daha da çok hayret içinde bırakarak; “Ana bu bir şey değil, gün gelecek ses gelen bu demirlerde konuşanı da göreceğiz.” diyerek televizyonu tarif edişinden olsa gerek ilk televizyonla karşılaştığımda ses gelen o koca kutunun camında konuşanı görünce arkasını açıp konuşanları kutunun içinde görebilir miyim düşüncesine kapılmıştım…

Sinema günlerimiz vardı. Dört yonca diye adlandırılan beyaz perdenin dört ası Fatma Girik, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın’ın filmlerini izlerken beyaz perdeden içeri girip filmin baş aktiristiyle yer değiştirecek kadar bizi cezbederlerdi. Platonik âşıktık Yılmaz Güney’e Tarık Akan’a. Salı cuma kadınlar matinesinde Güneş, Yenişehir, Dilan, Melek ve Nilgün sinemaları dolar, taşardı. Sinemaya gidilecek günler sabahın erken saatlerinde kalkılır, işler aceleyle bitirilirdi ki kaynananın söyleneceği ya da akşama oğlunu dolduracağı bir şey olmasın diye. Kocaların gönlü yapılır, bir buçuk lira sinema parası koparılırdı mı kimse tutamazdı o hanımı. Çocukların elini kaptığı gibi tutardı sinemanın yolunu. Sinema kapısında girmibeş quruşa qağız qülleh içinde karpuz çekirdeğini alır, on yaşındaki çocuğunun altı yaşında olduğunu bilet kontrolcüsü rahmetli İhsan Avcil’den geçirdikten sonra geriye parası arttıysa bir şişe Ünal Gazozu alır sağdan soldan tanıdık simalarla hoş beşlerle yerine oturdu mu ondan mutlusu olmazdı. Hele bir de locadaysa değmeyin keyfine. Ağa da paşa da oydu. Sinema parası bulamayan birinin dolmayı tenceresiyle eskiciye satış öyküsünü bilmeyenimiz yoktur. Bu denli sinema tutkunuyduk eski Diyarbekir’de… (...)

BİRSEN İNAL’IN İSSİZ ÇIRA ADLI YAPITI, BÜYÜK BEĞENİ TOPLADI

HABER: E.EVİRGEN

D.BAKIR- Eğitimci-Şair Birsen İnal’ın ‘İssiz Çıra’ adlı ilk şiir kitabı, büyük beğeni topladı.

Birbirinden güzel şiirlerin akıcı ve sürükleyici bir üslupla yazıldığı ‘İssiz Çıra’ adlı kitabın yazarı Birsen İnal, kimi zaman kendisinin bizzat tanık olduğu olaylara, şiirsel bir üslupla kitabında yer vermiş.

‘Her insan farklı bir renk ve farklı bir dünyadır’ diyen eğitimci-şair Birsen İnal, ‘Elbette her yola çıkışta, kadirşinas yol arkadaşları olur. O arkadaşlar, dostlar da unutulmamalıdır. Şiir yolculuğumda bana adeta yoldaş olan, yüreklendiren değerli dostlarıma ne kadar teşekkür etsem azdır. Şiirlerimi kitaplaştırma sürecinde bana destek olup, yol gösteren yazar ve şair Şeyhmus Diken’e, kara kalem resim çalışmalarıyla şiirlerimi adeta taçlandıran Eğitimci, çağdaş ressam Mehmet Kapçak’a, yazarlar Ezeli Doğanay, Ayse Secgin Erdoğmuş, Bedriye Babaoğlu Yakut, Sabiha Tosun Kaptan, Birsen Akıllı Kapukaya, Necat Uslu, M.Sıddık Kurul, Nazan Devletli, Cemal Bilge Kapçak, Nuran Bilen’e ve İssiz Çıra’nın isim anası Safiye Ekmen’e ne kadar teşekkür etsem azdır’ şeklinde görüşlerini belirtti.

‘Sanatın, içsel duyguların sevgiyle aktarılması’ olduğunu belirten Eğitimci-Şair Birsen İnal, ‘Sanat, ruhu salıvermektir. Çaba göstermektir aynı zamanda sanat. Ben de kendi duygularımı, hislerimi dizelere dökerek, kitap dostlarıyla paylaşmak istedim’ şeklinde duygularını ifade etti.

‘İssiz Çıra’ adlı şiir şiir kitabı, 4 ayrı bölümden oluşuyor:

‘I/ÇİÇEKLERİME,

II/ CANLARIMA,

III/ EZİLENLERE

IV/KARANLIĞA SESSİZ

ÇIĞLIK ATANLARA’ başlıklı

4 ayrı bölümden oluşan kitapta, birbirinden güzel şiirler yer alıyor. Birsen İnal’ın kitabına ismini verdiği ‘İssiz Çıra’ adlı şiirinden bir bölümü sizlerle paylaşıyoruz.

İSSİZ ÇIRA

....

İsimsiz issiz bir çıra

Yalnızca

Birazcık mahzunca

Kâh karlı dağlarda

Bir yaban

Bir asi isyan

Kâh Mezopotamya’da

Sarı sıcak güneşi

Pembeye boyayan

Durağan değil çağlayan

Çocukça oyunu

Şakacıktan oynayan

Namlu uçlarına

Ebruli çiçekler takan

Bomba yerine

Halka şekerler saçan

Barışa umutla

Yürek çırpan...

BİRSEN İNAL KİMDİR?

Birsen İnal, 1954 yılında Diyarbakır’da doğdu. 1974 yılında Diyarbakır Erkek İlköğretmen Okulu, daha sonra Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Önlisans Eğitimi aldı.

Bingöl, Sakarya, Diyarbakır’da sınıf öğretmenliği ve yöneticilik yaptıktan sonra, 1997’de emekli oldu.

Birsen İnal, halen Özel Dicle Fırat Koleji’nde sınıf öğretmeni olarak görev yapmakta.

Birsen İnal’ın, şiirleri, deneme, öykü, anı türündeki metinleri, eğitim makaleleri, gezi notları, Diyarbakır ağzıyla yaşanmışlıklara dair yazıları, çeşitli kültür edebiyat sitelerinde ve dergilerde yayımlanmakta.

‘İssiz Çıra’ şairin ilk kitabıdır.

Şair İnal, kitabıyla ilgili olarak ‘Edith Wharton, ‘ışığı yaymanın iki yolu vardır; Mum ya da yansıtan Ayna olmak’ diyor.

Ben mumun ulaşamadığı yerlerde issiz çıramı yaktım, otuz sekiz yıl önce Diyarbakır Hani Hürriyet İlköğretim Okulu’nda.

Işığım yeterli geldi mi bilmem; ama ‘İs’im olmadığını biliyorum’ şeklinde duygularını dile getirdi.

İbrahim EVİRGEN / Yeniyurt Gazetesi

Yazar: İBRAHİM EVİRGEN

DİYARBEKİR’İ ÖZÜMSEYEN ŞAİR : BİRSEN İNAL!..

Kendisiyle 25.07.2013 günü Erzurum Radyosunun çekim yapacağı merhume “Esma Ocak” hanımefendinin evinde tanıştım, ne yalan söyleyeyim daha önce adını duymamıştım, hem sonra “insanlar bilmediklerinin cahilidir” denmez mi, bizimde bu konudaki cehaletimiz hoş görülsün.

Bir Diyarbekir’li Hanım öğretmen “Birsen İnal” öğretmenlik mesleği gibi zor bir işi yürütürken bile yazmayı önceleri sanki düşünmemiş ama kendi ifadesiyle: “ sözünü tuttum ustam başlığı ile yazdığı önsözünde: “Mıgırdıç Margosyan ‘sen neden yazmıyorsun? Yaz, seneye fuarda imzalı kitabını istiyorum, deyince bakışlarımı yazım hayatımda bana her zaman yol gösteren, ışık tutan  ve destek veren ustam Şeyhmus Diken’e çevirdim. ‘Yazıyor, yazar’ dedi. Sonraki diyaloglarımızda ‘olabilir mi, yazabilir miyim?’ gibi sorularıma ‘evet yaz neden olmasın..’ gibi yüreklendirici ve yol gösterici yaklaşımlarla bu kitabı yazmama vesile oldular” diyor.

Aslında sohbetimin başlığına “Diyarbekir’i özümseyen bir yazar” ibaresini kullanmalıydım, ancak kendisini şiir okurken  gördüğüm için ilk intibaım “şair”lik yönü istikametinde oldu “şair ve yazar Birsen İnal’ın”

Pırşeng Şirin Baran: “Kürt edebiyatı için yeni bir yüz” diyor Birsen İnal için ve kitabı için de “Özümsen Diyarbekir ise Kürt Halk Bilimi için bir hazine” görüşünde olduğunu vurguluyor.

Birsen İnal’ın “Özümsen Diyarbekir’imden: “Diyarbekir’de kesintisiz bir hayat yaşadık iyisiyle, kötüsüyle demeyeceğim çünkü kötü pek yoktu ki kötülük yaşayalım. Hergün mutlaka yapacak güzel bir şeyimiz vardı. hiçbir şey yoksa heyecanla beklediğimiz resimli romanlarımız, Tommiks, Teksas’larmız vardı.” Biz de bu amaçla yazmadık mı “bibi’nin diyarbekir feryadını?”

Bir zamanların Diyarbekir’in gündelik yaşamındaki argümanları böylece dile getiren İnal, 

Bugün özlemini çektiğimiz “okuma zevkini” adını andığı kitapları okuyarak edindiğini de böylece itiraf etmiş oluyor ki, o günlerin insanlarından kime sorarsanız sorunuz aynı cevabı alırsınız, ilginçtir o günleri yaşayanlar bugün hatıralarını dile getirmek için böylesi kitaplar yazıyor, dünü bugüne taşıyor.

Acaba diyorum, bugününü gençleri bu şehri anlatırken böylesi duyguları taşıyabilecekler midir, izledikleri dizilerden etkilenişlerini anlatabilecekler midir ve bunlarda bir Diyarbekir sevdası sergileyebilecekler midir?

“Gazete bulduğumuzda yutarcasına okurduk. Dünyada tek iletişim aracımız bazı evlere her gün gelen yine mahalleyi dolaşan günlük bir gazete ve radyoydu.. Gazeteler okunduktan sonra mahalle bakkallarına “çirezle” (çireş olması gerekir)  torba Qağızi (torba kağıt) olarak geri dönerlerken yerine ya qırıx (kırık) leblebi olarak cebimize girer ya da bir küllah aqide (akide) şekeriyle evin yolunu tutardık.”

Diyarbekir’in dününü anlatan sözlerinin isterdim hepsini sizlere aktarayım ama, siz siz olun o kitabı alın ve okuyun diyeceğim için fazla alıntı yapmıyorum. Sanırım kitabının ismini belirlerken “Abdülkadir Nur Gördük’ün” yine Diyarbekir’i terennüm eden “benim iki gözümsen Diyarbekir”inden esenlenmiş Birsen İnal ki bu da gayet normal ve doğaldır, çünkü herkes bir şekilde bu şehrin sevdasını dile getirmek ister..

Birsen İnal, kadın olması hasebiyle kızlık günlerini yaşadığı zamanlarda yine kendilerine has olan bir sözcüğü başlık yapmış kitabın bir bölümündeki anlatımlarına ve “Qynana çimdiği” demiş, biz kaynana çimdiğini duymadık ama, dediğim gibi o günlerin kadınlarının dünyasında daha bilinmeyen bir çok şey var ki sanki gizli bir hazinedir de bulunmayı ister.

Örneğin çocukluk günlerimden hatırlarım, hamile kadınların doğuracakları çocukların cinsiyeti hep merak edilirdi de bir yöntem kullanılırdı bilmek için, şöyle haşlanmış bir yumurtanın kabuğu soyulur, hamile kadının saçından uzun bir tel çekilir ve o yumurta o telle ikiye bölünürdü, eğer yumurtanın sarısının ortası yaş ise çocuk kızdı, değilse erkekti” bu yöntem ne kadar tutardı, ya da tutmazdı bilmem ama bu yöntem kullanılırdı bazı kadınlar arasında.

Birsen İnal’ın hatıralarını dediğim gibi sizlere bir çırpıda aktarmam olası değil, olası olan o kitabı sizlerin de edinmesi ve okumasıdır.

Birsen İnal’ın şiirinden bir örnek sunmadan sözüme nokta koyamayacağım anlaşılan:

 

“SEVDALANIRSA DİYARBEKİR’Lİ.

Yar, seni yüreğime mayın

Habersiz patlamalarıma kumanda

Yürek yangınlarıma kan kırmızı şarap

Bedenimi saran alazlarıma

Karacadağ’ın doruklarından akan hamravatım

Yapardım ki yangınlarımı söndürsün diye…

 

Yar, seni canımın canı

Damarlarımın kanı

Kanımın rengi al, dalımın rengi yeşile

Yeşil kırmızı boyar

Bedenimi örümcek ağı gibi saran damar nabzım

Yapardım ki sensizliklerimde benim ol diye.

 

Yar, seni kuzguni gecelerime fer

Fer arayan yıldızıma ışık

Dünyanın gölgesinde kalan aya eş

Ay ile yıldızı sevdalandırır

Sevdalıları öylesine sarmalaştırırdım ki

Yıldızlara uzanan kadehime mey olsun diye…

 

Yar, seni yetmiş iki dilde yazı

Yazılarda hece

Hecelerde ses

Seslerde özgürlük

Özgürlüğün şarkılara dönüştüğü

Bir lügat yapardım ki

Her nakaratında sevdamız Diyarbekir olsun” der..”

Editörlüğünü Şeyhmus Diken’in yaptığı “Özümsen Diyarbekir” kitabı anılardan ve şiirlerden oluşuyor, karton kapak içinde tam 334 sayfa, dünün Diyarbekir’ini merak edenler için yazarının kendi gözüyle gördüklerini okuduklarında sanırım kendileri de hatırlayacaklardır anlatılanların bir kısmını, tabii aynı yaşta ve aynı iklimde iseler hepsini hatırlayacaklar ve “he vallah bizde aynını yaşadık” diyeceklerdir..

“Güzel kusursuz olmaz” derler, biz de güzel olarak gördüğümÜz bu kitapta br kusur gördük ki o da şudur: kitapta “İçindekiler” yok, kişi bir konuyu tekrar okumak istese, veya birine anlatmak istese bütün sayfaları karıştırmak durumunda kalır eğer “içindekiler” olmazsa..

Yoksa vardı da biz mi görmedik?..

Tebrik etmek kalemimizin borcudur öğretmen-şair-yazar  Birsen İnal hanımı..

Selam ve dua ile.

 

 

Mevlüt MERGEN / YENİYURT GAZETESİ

Yazar: MEVLÜT MERGEN

ÖZÜM SEN DİYARBEKİR’LE GEÇMİŞE KEYİFLİ BİR YOLCULUK

Kürt Edebiyatı için yeni bir yüz olan Birsen İnal ilk kitabı olan “İssiz Çıra”daki şiirleriyle büyük beğeni toplamayı başardı. İkinci kitabı olan “Özüm Sen Diyarbekir” ise Kürt Halk Bilimi için bir hazine. Eminim Halk bilimcilerin kaynakçaları arasında yer alan bir kitap olacaktır. Birsen İnal, çocukluğundan günümüze yörenin şahit olduğu gelenek ve göreneklerini kalemiyle dile getirerek bu anlamda ilk olma özelliğini de kazanmış oldu.

“İssiz Çıra” da makiniste benzettiğim şairle yine rayların üzerinde ilerliyoruz. Yolculuğumuz hamile kalmak için uğraşan kadınların hikâyesiyle başlıyor. Çocuk için ziyaretlerde adanan adaklar, sonrasında ise acı tatlı hatıralar…

         Bakın bir gelin kızın hevesi nasıl dökülmüş sözcüklere.

“Gelin kızın şerbette giyeceği kıyafet diktirilirdi. Genelde mavi ya da pembe renkte saten düşes kumaşından, göğüs kısmı damla boncuklarla işli, kolları organizeden şerbet elbisesi Ermeni ya da Süryani bayan terzilere diktirilirdi. Güzel diktikleri için bu terziler tercih edilirdi. Benim de düğün kıyafetlerimi yaşıyorsa Allah selametlik versin, ölmüşse Allah rahmet etsin Süryani komşumuzun kızı Aysel abla dikmişti.

Son hazırlıklar yapılırken zılgıt sesleri akşamın alaca karanlığında tüm sokakta yankılardı. Zılgıt sesi öylesine güçlü olurdu ki sokak sakinlerinin tümünü kapıya, pencereye koşuştururdu. Hele bir de zılgıtı çekende Araplık varsa beş dakika sürerdi bu zılgıtın sesi. Böylece mahallenin en güzel kızının arıyla, namusuyla yuvadan uçacağını duymayan kalmazdı.

-Âllah'î sevîsen tilî liiiiiîîî çek lê.

-Oğlan tarafî geldiiiii!”

 

 

Kadının çekmiş olduğu acıyı en iyi yine kadın anlatır. Bedensel acıların yanında bir de toplumsal kuralların yükü ile iyice ezilmiş kadınlar bu kitabın başkahramanlarıdır.

 

 “Cahil civan idim bilemedim

Kem göze kurban oldum

Döndü üstüne dediler nefselik

Vardı üç muradım bacım

Kaldı gözümde

Evlendim kocama

Ev yaptım evime

Doğdum kızıma

Doyamadan hiç birine

On sekizimde ana

On dokuzunda kara toprağın oldum…”

 

Bir ucu Mezopotamya’nın tarihine saklı diğer ucu geleceğe bağlanan bu köprüdeki yolculuğunuzda anlatıcının kadın oluşunun vermiş olduğu farklı bir tatla Anadolu’nun on milletinin on gözü olduğu tarihi Diyarbekir köprüsünden geçtiğinizi iliklerinize kadar hissedeceksiniz.   

….

 Sülüklî Xan'da

Bir akşamüstî

Mevsim güz

Tarih daşlarda giz

Ermeni, Süryani

Belki de bir Keldani

Sus be saqî

Bozma ortamî

Batar birazdan Amed'in güneşi

Şemsilerde ibadettedir

Xuş ile Laleş Êzidî

…..

O on göz de  o on millet de bulur kendini sevgili Birsen’in imge ile süslediği vagonlarında…

 

 

MEZOPOTAMYA'DA BAHARAT KOKULUDUR AKŞAMÜSTLERİ

Baharat kokuludur

Akşamüstleri Mezopotamya'da

Kara sevdalara tütsülüdür

Bacalardan gökyüzüne yükselen

Zencefil, tarçın, kekik kokuları

Baharatların en nadidesi karanfildir

Toprak damlı evlerin

Pencere kenar süsü

Başlar secdeye giderken

Şükürlü kokular yükselir semaya

Sarı cıcak güneş yerini bırakırken

Sahra serinliğine

Toprak damlı evlerin

….

                               Baharat kokulu Mezopotomya’da keyifli yolculuklar…

Yazar: PIRŞENG ŞİRİN BARAN

BİR SÖYLEŞİNİN ARDINDAN

Çoğu insanın olduğu gibi; ben de sanatı, sanatçıyı severim. Hele, o sanatta Diyarbekir varsa, hele o sanatçı Diyarbekir’i anlatıyorsa, ben onları omuzlarımda taşırım. Hiç off demem kitabıma.

Sosyal medyadan öğrendim Birsen İnal kardeşimin, hemşerimin, Ahmed Arif Edebiyat Müzesi Kütüphanesinde son kitabının tanıtım ve imza günü düzenlediğini.

“Bacî xeyran” diye başlayan,

Ve:

“Taxtlarda beyaz stare

Yıldızlara yakışırdı

Qızlar birbiriyle

Tenteneleriyle yarışırdı

Serilirdi yataxlar

Çatlardı xebeneler

Hamravat suyu şeb-u şeker

Çox uzaxlardan gelirdi

Cümbüş ile darbuka sesi.

…..

Bax çayda çıra düşti xatrıma

Ongözlüde yükselen bir gazel

Battı bağrıma

Bırax batsın bacım

Doktor hekim istemez.” diye devam eden şiirini okudum. Kah Diyarbekirimin dünü gözlerimin önüne geldi, kah anamın evimizin havuşında şehriye kesmeleri aklıma geldi, kah gözlerim doldu, yüreğim kabardı.

O güzel şiirine bağlı olarak, duygu yüklü yazıısını okudum. Çok duygulandım. Aynı zamanda onurlandım.

Keşke dedim, keşke o gün Diyarbekir’de olsaydım. O yağmurda ben de ıslansaydım. Okunan şiirlerinizi ben de duysaydım. Keyiflenip siz sanatseverlerle birlikte omuz omuza, el ele, kol kola halay çekseydim. Ne çare o gün Diyarbekir’de yoktum. Oysaki daha birkaç gün önce oradaydım. Haber eden de olmadı. Hiç olmazsa bir mesaj atardım, aynı gün.

O güzel duygularla, o güzelim, sevdalısı olduğum kentin, Diyarbekir’imi bu kadar güzel anlatan ozanın yanında olmak mümkün olmadı.

Gönlüm; Diyarbekir’i her kim seviyor ve yadediyorsa, dününü bu güne tüm gerçekliği ile taşıyorsa, Diyarbekir’i bilmezlere haddini bildirircesine anlatıyorsa, kendi özelindeki çirkinliği, Kadim kentim Diyarbekir’ime taşımıyorsa, evet gönlüm hep onların yanında olacaktır.

Ne yapayım seviyorum işte. Toz konduramam Diyarbekirime, toz konduranlara tahammül edemem.

Sonuç:

Seni kutluyorum hemşerim Birsen İnal kardeşim.

Ve seni, taa İstanbul’dan alkışlıyorum, değerli öğretmenim.

Başarılarının daim olması dileğiyle…

Dostça kalın…

 

 

   Recep YILMAZ   /   ÖZGÜR HABER

Yazar: RECEP YILMAZ

CEMİLE Çarkın Kırıla Felek

İster mutlu, huzurlu, güzel bir hayat; ister mutsuz, sıkıntılı, kezzaplı bir hayat; bir zaman sonra bizim için bildik, ezberlenmiş, hatta tüm ihtişamına rağmen kendini tekrarlar durur. Gün gelir ihtişam bile boğar insanı. Mutluluklar yerini mutsuzluklara bırakır, hiç beklenmedik misafir gibi gelir başköşede çöreklenir.

Hayat, bulanık bir sergüzeşte dönüşür. Elimizde eskimiş, parlaklığını yitirmiş bir zaman parçası kaldığını düşündüğümüz bir anda, duvarda asılı duran siyah-beyaz bir fotoğrafa gözümüz takılır kalır. Çerçeveden içeri duvar çatlağından mağara karanlıklarına sızan bir demet ışık huzmesi gibi dalar gideriz...

Canlanıverir gözlerimizde ölümsüz bir an -o an/ı- ki bütün bir hayat boyu unutulmaz, anımsandıkça burnumuzun direği sızlar. Genzimizden soluk borumuza, bronşlarımızdan ciğerlerimize dek duman yutmuşçasına yanık bir acı kaplar içimizi...

Ve “Çarkın kırıla felek, öyle bir çark çevirdin ki başımıza; 100 yıl geçse de anlatılacak, nenelerimizin hêkatlarî.” diyerek bitiremeyiz ne anıları ne de anlatıları…

Cemile Çarkın Kırıla Felek, Birsen İnal, Anı, 201 sayfa, Lîs Yayınları, 2018,

Diyarbakır

ISBN: 978-605-81407-7-6

Yazar: Tanıtım Bülteni

SİMURG’UN AHI


 

Kitap üç bölümden oluşmaktadır. Kent/Diyarbekir, Kentin Kalbi/Sur ve Yaşam

Membaı/Kadın.

“Özüm var dizelerimde. Bazen mutluluğum, bazen özleme dair buruk da olsa bir

gülümseyişim ama çoğu zaman acılarım, gözyaşlarım, kederlerim ve ahlarım var. Hemen hemen hepsinin içinde ben varımdır. Zira rüyalarıma giren eski Diyarbekir’im, mutlu çocukluğum, aşık olduğum babam, yüzünü görmediğim anam, var oluş nedenim nenem, dayım, teyzelerim, kadim komşularımız, arkadaşlarım var bu kelimelerde. Kent var. Kentin kalbi Sur var. Sur’da yaşam var. Sur’da acı var, Sur’da yıkım var, Sur’da yok oluş var, hatta Sur akreplerinin yası bile var… Akrepler yas tutar mı bilmem ama Sur’da Berfin demişti: Akrepler yasta!…”

Şehir (Diyarbakır), kadın ve sosyal yapı içinde İstanbul ağzı-Diyarbakır şivesi şiirlere renk katmıştır. Dil zenginliği, anlam ve anlatım biçimi kuralların dışında bir güldestedir. Anka kuşunun kanatlarının gölgesinde kelimeler şiirleşmiş, bazen bir resim bir ağıt bazen bir portre olmuştur Simurg’un Ahı’nda.

 

SİMURG’UN AHI, Birsen İnal, Şiir, 128 sayfa, Lîs Yayınevi

İSBN: 978-605-7535-34-4

Yazar: Tanıtım Bülteni

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör