Muazzez Tahsin Berkand

Roman Yazarı, Yazar

Ölüm
04 Ekim, 1984
Eğitim
İstanbul Fevziye Lisesi
Diğer İsimler
Meryem Muazzez (asıl adı)

Romancı (D. 1900, Selânik  - Ö. 4 Ekim 1984, İstanbul). Asıl adı Meryem Muazzez. Özel hocalardan Türkçe, Fransızca ve İngilizce öğrendi. İstanbul Fevziye Lisesi mezunu. Bir süre Kumkapı’daki Fransız rahibelerinin okulu olan Saevrs d’Assomption’da okudu. Dârülmuallimât’ın (Kız Öğretmen Okulu) açtığı öğretmenlik sınavını geçerek öğretmenlik belgesi aldı. Üsküdar’daki Refet Kadın ile Kasımpaşa’daki Numune mekteplerinde öğretmenlik yaptı. Henüz on yedi yaşında iken Halide Edip ile Suri­ye’ye giderek Beyrut Kız Sultanîsi ve Dârülmuallimâtında iki yıl Türkçe ve Fransızca öğretmenliği, Suriye dönüşü de birkaç yıl Şişli Terakki Lisesinde Türkçe, Fransızca ve ahlâk dersleri öğretmenliği yaptı. Çeşitli yabancı kurum ve bankada mü­tercim olarak çalıştı. Osmanlı Bankası’nda yirmi beş yıl çevirmen olarak görev yaptı. Hiç evlenmedi.

Yazdığı elli iki romanının tümünde aşk ve nefret konusunu işledi. Eserleri, çoğunluğu kadınlar olmak üzere, geniş bir okur kitlesi topladı. Birçok romanı sinemaya uyarlandı. Kitaplarının bir bölümü adaptasyon olup “nakleden” notuyla yayımlandı. Dergi ve gaze­telerde çıkan küçük hikâyeleri dışında elliden fazla roman yazdı. Sanat değeri zayıf popüler romanlar yazan döneminin diğer yazarları gibi geniş kitlelere ulaştı. Romanları, gelenek­sel İstanbul kültür ve yaşayışından izler taşır.

Sönen Yıldız (1956), Bülbül Yuvası (1961, 1970), Küçük Hanımefendi (1961, 1970), Mağrur Kadın (1962,1970), Çiçeksiz Bahçe (1963), Gençlik Rüzgârı (1964), Günah Bende mi? (1964), Yılların Ardından (1964), Aşk ve İntikam (1965), Garip Bir İzdivaç (1965), Sevgim ve Gururum (1965), İftira (1968), Kezban (1968), Sabah Yıldızı (1968), Sarmaşık Gülleri (1968), Saadet Güneşi (1970), Bir Genç Kızın Romanı (1971), Muallâ (1971), Aşk Fırtınası (1972) kitapları belirtilen tarihlerde filme alındı.

“Bir solukta okumuştum Bülbül Yuvası’nı. Bellek öylesine şaşırtıcı ki, birçok sahnesini unutmamışım. Araya onca zaman girmiş, aşk romanları okumayalı hani, yine de ‘Şimdi şu olacak, şimdi şu olacak...” diye okudum Bülbül Yuvası’nı, bir kez daha. Nerime ile Feridun’un sevda serüvenlerini yeniden nice düşlerle yaşadım. Bu peri masalı beni hiç sıkmadı.

“Mualla, aşkın ilk bakışmada başlamadığını anlatıyor. Birbirlerini görür görmez deli gibi seven bir kadın ve erkek yok bu romanda. Aşk, çilesi çekile çekile erişilen bir duygu fırtınası.

(Sonsuz Gece), sürpriz sona, aşk romanları için pek beklenmedik bir sona yaklaşırken, kuşkusuz, ekonomik özgürlüğün sağladığı ayakta kalma gücünden yararlanıyor. Kadınla erkeğin bir arada yaşamaları ve eşit koşullar içinde ayakta durmaları Sonsuz Gece’nin gizli bir mesajı gibi okunabilir.” (Selim İleri)

ESERLERİ: 

ROMAN: Sen ve Ben (1933), Aşk Fırtınası (1935), Bahar Çiçeği (1935), Sonsuz Gece (1937, yeni bas. yay. haz. Selim İleri, 2002), Bir Genç Kızın Romanı (1938), O ve Kızı (1940), Kezban (1941), Muallâ (1941, yeni bas. yay. haz. Selim İleri, 2002), Dağların Esrarı (1943), Bülbül Yuvası (1943, yeni bas. yay. haz. Selim İleri, 2002), Perdeler (Kızım ve Aşkım, 1943), Aşk ve İntikam (1943), Aşkla Oynanmaz (1944), Garip Bir İzdivaç (1944), Kalbin Sesi (1944), Sa­bah Yıldızı (1944), Saadet Güneşi (1944), Küçük Hanımefendi (1945, yeni bas. yay. haz. Selim İleri, 2001), Nişan Yüzüğü (1945), Lâle (1945), Çiçeksiz Bahçe (1947), Büyük Yalan (1948), Çamlar Altında (1949), Aşk Tılsımı (1949), Gönül Yolu (1950), Sarmaşık Gülleri (1950), Sevmek Korkusu (1953), Kırılan Ümitler (1957), Bir Rüya Gibi (1958), Mağrur Kadın (1958, yeni bas. yay. haz. Selim İleri, 2002), Sevgim ve Gururum (1959), Yılların Ar­dından (1960), Işık Yağmuru (1962), Gençlik Rüzgârı (1963), Kıvılcım ve Ateş (1963), Bir Bahar Akşamı (1966), Bulutlar Dağılınca (1966), İlk Aşk (1967), Uzayan Yollar (1967), Bir Gün Sabah Olacak mı? (1972), İki Kalp Arasında (1972), Uğur Böceği (1974), Yabancı Adam (1980).

BAŞLICA ÇEVİRİLERİ: Ateşli Kalp (Magali’den, 1939), Safo (Alphonse Daudet’den, 1940), Hemşireler (A. J. Cronin’den, 1944; Nöbetçi Hemşire adıyla 1957), Jezabel / İhtiyarla­mayan Kadın (İrene Nemirowsky’den, 1943), Ev­leniyorum (J. Foldes’ten, 1945).

HAKKINDA: Murat Uraz / Kadın Şâir ve Muharrirlerimiz (1940), Ömer Nida / Kadın Romacılarımız - Başlangıçtan Günümüze Kadar 1892-1991 (1991), Agâh Özgüç / Geçmişten Günümüze Türk Sinemasında Edebiyat Uyarlamaları (Varlık dergisi, Ocak 1996), Hakkı Süha Gezgin (Haz. Beşir Ayvazoğlu) / Edebî Portreler (1997), N. M. Öztürkmen / Edîbeler-Sefîreler-Hanım Efendiler (1999), TBE Ansiklopedisi (c.1, 2001), Mustafa Özbalcı / Büyük Türk Klâsikleri (c. 13, 2002), İhsan Işık / Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006).

AŞK TILSIMI

Saat altıda, kapıcının oğlu, kara gözlü bir delikanlı, mühendis Fahir Solakoğlu'nun odasına yavaşça girdi, Fahir’in bir gece evvel temizlenmek üzere kapının dışına bıraktığı ayakkabılarını itina ile dolabın önüne koydu, pencerenin perdelerini çekti, camı açtı.

Bahçenin deniz ve çiçek kokularıyla karışık temiz havası, tatlı bir buğu halinde, odaya doldu.

Niyazi yatağa yaklaştı, sesini hafifçe kısmağa çalışarak:

— Beyim, dedi. Saat altıyı geçti.

Genç mühendis uyumuyordu. Gözleri yarı açık, zihni uyuşuk, vücudu yorgun bir halde delikanlının hareketlerini takip etmişti. Onun, odanın sessizliği içinden yükselen kaim sesiyle büsbütün uyandı, tembel tembel esnedi, etrafına baktı ve nihayet kat'î bir hamle ile doğruldu, yatağın üstüne oturdu.

Yorganını ayak ucuna doğru fırlatırken, uzaklaştırıldıkları için öfkelenmişler gibi, düşünceler birdenbire zihnine hücum etti ve Fahir'in uyku sersemliğini hemen aldı, götürdü. Tıpkı bir ev sahibinin, yalnız evine girmek için kapının kilidini açışı... Trak!

Fahir'in eli yorgan üzerinde hareketsiz kaldı... Şimdi, bir gece evvel yatağında sağa sola dönerek tekrarladığı ve nihayet kendisiyle birlikte uykunun şifalı uyuşukluğuna gömdüğü o müthiş hakikat yeniden karşısına dikilmişti:

“Bugün son gün... Bu gece yarısına kadar beş bin lirayı bulmalıyım!” Fakat nasıl? Nereden? Beş bin lira?..

Zavallı genç ve idealist mühendis, fabrikadan aldığı maaşıyla ancak ayın sonunu güçlükle getiren Fahir! Belki de başkaları için ehemmiyetsiz bir para olan bu beş bin lira, onun gözünde muazzam bir servetti.

Tam bir haftadan beri bu kâbus içinde yaşamakta idi, o akşam, bir arkadaş davetinde, lüzumundan fazla yiyip içmişler, sonra da içlerinden birinin ısrarına dayanamıyarak bir kumarhaneye dalmışlardı. İşte Fahir, başı dumanlı, ne yaptığını, nerelere sürüklenmekte olduğunu pek anlamadan orada, yabancılar arasında, ömründe ilk defa bir çılgın gibi oynamış, oynamış, sabaha kadar kudurmuş bir ihtirasla masa başında kalmış ve tam beş bin lira borçla kalkmıştı. Ne arkadaşlarının ısrarı, ne de baba dostu Nahid Beyin tavsiyeleri onu bu uçuruma doğru çılgınca koşmaktan men edememişti.

Acemi ve mağrur bir kumarbaz hırsıyle, düşünmeden oynamış ve kaybetmişti. Cebinde beş lira yokken beş bin lira kaybetmek! Beş bin lira, ne büyük bir servet!

“Bu gece yarısına kadar parayı bulmalıyım. Son müddet bitiyor.”

Bunu kimden istiyebilirdi? Hem istese de nasıl ve ne vakit ödeyecekti?.. Önünde uzun bir vade, aylar hatta seneler olsa bile maaşından beş bin lira tasarruf etmesine imkân yoktu. Ne kadar büyük mahrumiyetlere katlanırsa katlansın bu parayı biriktiremezdi.

      Bir faizciye gitmek? Fakat artık satacak bir şeyi kalmamıştı. Maaşını rehin etse de, bu para ancak faizini ödemeğe yarayacaktı. Ödemek gününü muvakkat bir zaman için uzaklaştırmaktan başka bir şey değil bu...

“Kumar borcu, namus borcudur. Söz verdim. Bir şey yapmalıyım.” diyordu.

Durup dururken, şüphesiz ki içkinin getirdiği bulanık düşüncelerin şevkiyle kendisini bu müthiş duruma sokmuştu!

“Oyun senin nene lâzımdı! Sen, bir fen adamı, genç bir tayyare mühendisi, başının içi icad projeleriyle dolu Fahir, bu gülünç ve korkunç vaziyete nasıl düştün!”

Dünyada yalnız sayılacak kadar kimsesizdi. Babası, annesi, akrabası yoktu. Yalnız altmışlık bir halası vardı: Babasının en küçük kardeşi, evlenmemiş, kuruya kalmış ihtiyar bir kız...

Fahir, babasından kalan para ile İngiltere'de tayyare mühendisliği tahsil ettikten sonra bu halayı görmeğe bile gitmemişti. Çocukluğunda çok fedakârlıklarını gördüğü bu akrabası sonradan onun bütün iğlerine karışmağa kalkıştığı için ondan kaçmaktaydı. Ona kalsa, bugün Fahir bir ticarethanede bir kâtip, yahut devlet kapısında bir memur olacaktı.

Bir haftadan beri Fahir bu borcunu ödemek için birçok kimselere müracaat etmek istemiş, sonra vazgeçmişti. “Arkadaşlara mı başvursam? Onların da benim gibi cebi delik. Hem bir insan hiçbir şeye güvenmeden, sonunu düşünmeden kendini böyle bir felâkete atarsa arkadaşlarını da güç duruma sokmaktan kaçmalıdır. Namus ve vicdan bunu emreder. O zavallıların parası olsa belki bir netice çıkardı ama üstelik hepsi de benim kadar... Hem... velevki zengin olsunlar, beş bin liraya sokağa mı atacaklar! Onlara nasıl bir teminat gösterebilirim? İstikbalde icad edeceğimi umduğum motoru mu? Güleyim bari! Bu gidişle işimiz iş...”

Fahir, kendisi de itiraf etmek istemediği halde, mağrur bir adamdı. Hatta lüzumundan fazla mağrurdu. Birisine gidip avuç açmaktansa ölmeyi tercih ederdi. Böyle iken, iki gün önce, senelerden beri aramadığı halasına bir mektup yazmak zorunda kalmıştı. Ölmeden evvel son ümit kapısını çalmak doğru olurdu.

Evet, Fahir, borcunu ödemezse kendisini öldürmeye karar vermişti. Bir tabancanın tetiğine dokunmak, bir patırdı... Sonra bitti. Fakat yirmi sekiz yaşında, önünde bütün bir ömür varken, gülünç bir ihtiras uğruna gençliğini feda etmek pek kolay da değildi.

Halbuki onun ne emelleri vardı!... Başının içinde kaynaşan projeleri bir araya toplayacak, hem kendisine, hem de memleketine hayırlı olabilecek bir iş yapacaktı.

Bu projelerin sonunda ona şöhret, şan ve... para gelecekti.

Fahir para harisi bir genç değildi ama paraya dudak büken sahte hisli bir adam olmaktan da uzaktı. O, parayı, getirdiği rahatlık için istiyor ve bekliyordu.

Varını yoğunu tahsil uğruna sarf ettikten sonra bugün henüz yeni hayata atılmış bir mühendis sıfatiyle, ancak bir maaşı vardı ki bununla ayın otuz gününü geçirmek güçtü.

Arnavutköy'de, mütevazi bir apartmanın iki odalı bir dairesinde oturmakta idi... Rahatça çalışabilmek için evinde yalnız olmaya ihtiyacı vardı. Bu sebepten, başka bekâr arkadaşlarından biriyle müşterek bir ev tutmamış ve yine bu yüzden, Beyoğlu'nda bir pansiyona yerleşmek istememişti. (….)

                                                                                                              (Aşk Tılsımı, 1981)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör