Eğitimci, yazar, çevirmen. 19 Mayıs 1931,
Filibe / Bulgaristan doğumlu. Filibe Üstüna Köyü İlkokulu, Filibe Saint
Augustin Fransız Koleji, Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü mezunu. Vize,
Pehlivanköy ve İstanbul’daki orta dereceli okullarda öğretmenlik ve
yöneticilik, İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğünde müdür yardımcılığı görevlerinde
bulundu.
Yazı ve öykülerini 1950 yılından itibaren Ant
(Buca) ve Cumhuriyet (köşe yazarı 1982) gazeteleri ile Amfora
dergisinde yayımladı. Cumhuriyet gazetesinde “Öğretmen - Öğrenci
Sorunları” sayfasını hazırladı. Alexis Carel, Georges Ohnet, Emile Zola,
Tolstoy gibi yazarlardan elli civarında çeviri yaptı. Meydan Larousse’un ek
sayısının yazı kurulunda görev aldı. Gelişim ve Meydan Larousse’ta,
telif ve çeviri pek çok madde kaleme aldı. Büyükşehir dergisinin yazı
işleri ve genel yayın müdürlüğünü yaptı. Türkiye Yazarlar Sendikası ile Türkiye
Turizm Yazarları Derneği üyesidir.
ESERLERİ:
TELİF: Çocuk (1961), Bu Meçhul (1961),
Siz ve Çocuğunuz (1961), Ekmekçi Kadın (1961), Çocuklarda
Başarının Sırları (1982).
ÇEVİRİ:
Savaş ve Barış, Ekmekçi Kadın, Demirhane Müdürü, Çocuk Bu Meçhul,
İnsan Bu Meçhul, Dreyfüs Olayı, Sefiller, Son, Çocukluk Anıları, Babamın
Gururu, Aşka Doğru, Aşk ve Cinsellik, Dominik, Çocuklarda Başarının Sırları,
Siz ve Çocuğunuz.
KAYNAK: İhsan Işık / Resimli ve Metin
Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
Anadolu’da
büyük uygarlıkların bıraktıkları kalıt, dünyanın hiçbir bölgesinde göremiyeceğimiz
ölçüde zengin bir mozaik oluşturur.
Beynin
uzantısı olan insan elinin alet yapmaya başladığı Yontma; Taş döneminden bu
yana, gelmiş geçmiş tüm Anadolu insanlarının yapıtlarına her yörede
rastlarsınız. Adım başına sizi zaman tünelinden geçirecek bir kafa ve emek
ürünü çıkar karşınıza.
Yazık
ki, Anadolu’nun son ve kesin sahipleri olarak bu eşsiz zenginliğin değerini
yüzyıllar boyu bilemedik.
On
yıl kadar önce Berlin Müzesi’nde tarifsiz güzellikte bir kadın başı görmüştüm.
Arkaik dönemden günümüze ulaşmış. Demek yaklaşık iki bin altı yüzyıl önceden.
Şimdi Berlin Müzesi’nin malı. Üstün sanat niteliği bakımından kendi türünde
dünyadaki sekiz on yapıttan biri olan bu baş, “devri saltanat’ta Almanlar
tarafından Didim’de bulunmuş ve padişahın “İradesi” ile Berlin Müzesi’ne
götürülmüş.
Osmanlı
döneminde, Sarayı hangi devlet etkisi altına alabildiyse o devletin görevlileri
eski yapıtlarımızı ülkelerine kolaylıkla götürme olanağını elde ediyorlardı.
Osmanlı
Sarayı 1850’lerde İngilizlerin, 1870’lerde ise Almanların etkisine girmişti.
Ama ne önemi vardı? Osmanlı kafası için bu tarihsel yapıtlar birer “taş parçasından
başka bir şey değildi.
Abdülhamit döneminde Aydın Valisinin başından geçen olay son derece ilginç ve ibret verici: Zamanın Aydın valisi, yurtseverlik duygusuyla, ulusal değerlerin yağmalanıp dışarıya kaçırılmasından rahatsız olur. Tarihsel yapıtların il sınırlan dışına çıkarılmasını yasaklar. Bunun üzerine, o yörede kazı yapan Almanlar, büyükelçilikleri kanalıyla valiyi padişaha şikayet ederler. Padişah küplere biner. Valiye ferman gönderip “Memaliki Osmanide taş mı noksan ola ki, bir edna kafire çok göresüz” (Osmanlı ülkesinde taş mı noksan ki, bir alt düzey kafire çok göresiniz} diye çıkışır. Ayrıca Almanların istedikleri “taşların “tiz” verilmesini ve “Dersaadet”in durumdan “haberdar” edilmesini buyurur.
Yabancıların yaptıkları kazılar için konulan “taş çıkarsa sizin olsun altın çıkarsa bizim...” kuralı Osmanlı kafasının ne güzel bir tanımı.
Berlin’i görenler Pergamon Müzesi denilen dev yapıtı bilirler. Bergama uygarlığının en büyük yapıtlarından biri olan sunak, Almanların malı şimdi. Bergamalıların Galatlara karşı kazandıkları zaferin anısına diktikleri bu eşsiz sanat yapıtının, ne yazık ki, iki ufak parçası İle büyükçe bir resmi var elimizde. Almanlar 19. yüzyılın sonlarında bu büyük yapıtın da tümünü parça parça Berlin’e götürüp orada yeniden kurmuşlar. Bizlerse şimdi, dünyada benzeri bulunmayan kabartmalarıyla o tarifsiz güzellikteki Anadolu ürününün resmiyle avunuyoruz.
Bu olayın acısını ömrü boyunca yüreğinde taşıyan ünlü müzecimiz Osman Hamdi Bey, Alman İmparatoru Wilheim’in İstanbul’u ziyareti sırasında Arkeoloji Müzesine geleceğini haber alınca, İskender lahdini sardırıp sarmalatır, İmparatorun lahdi alıp götürme isteğine “Padişahımız efendimizin karşı duramayacağını bildiği için...
UNESCO “her eski yapıt yerinde kalmalıdır” ilkesini getirmiş. Ama bu ilkeye ne denli uyuluyor?
Anadolu’yu çekici kılan kültür ve sanat. değerlerimizdir. Dünyanın dört yanından insanların ülkemize gelmesini sağlayan en büyük etken tarihsel zenginliklerimizdir. Bu paha biçilmez hazinelerimizi ne denli değerlendirebiliyor, ne denli koruyabiliyoruz? Kuşkuluyuz. Yağmalama, eskisinden farklı boyutlarda da olsa, bugün hâlâ sürüyor.
Ne
var ki, eskisi kadar umutsuz değiliz. Hükümetin son dönemde gerek kaçırılmış
yapıtlarımızın geri getirilmesi, gerekse eski yapıt kaçakçılığının engellenmesi
konusunda attığı enerjik adımları, almakta olduğu önlemleri beğeniyle
karşılıyoruz. Parasal olanakların yetersizliğine karşın bir şeyler yapma çabası
gözden kaçmıyor. Umarız, bu tutum giderek artan bir etkinlikle sürer.
(Amfora dergisi, Eylül 2002)