Osman Öztürk

Uygarlık Tarihçisi, Yazar

Doğum
Ölüm
01 Aralık, 2014
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Medeniyet tarihçisi, yazar (D. 1944, Adana – Ö. 1 Aralık 2014, İstanbul). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi (1966) mezunu. 1967 yılında asistan olarak Hacettepe Üniversitesine girdi. Bir süre İstanbul İmam Hatip Lisesinde öğretmenlik (1969-72), İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünde öğretim üyeliği (1972-79) yaptı. Daha sonra Sakarya Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisine geçti, 1985 yılında profesörlüğe yükseldi.

Bir süre İstanbul Özel Fatih Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Danışmanı olarak görev yaptı. Çalışmalarını İslami Edebiyat Vakfı Kurucu Başkanı ve Kırklareli Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak sürdürdü. Makaleleri; İslâmi Edebiyat vb. dergilerde yayımlandı.

İslami Edebiyat vakfı kurucularından yazar ve akademisyen Prof. Dr. Osman Öztürk, 1 Aralık 2014 günü İstanbul’da vefat etti. Cenazesi, 2 Aralık 2014 Salı günü Fatih Camiinde kılınan ikindi namazının ardından İstanbul’da Karacaahmet Mezarlığında toprağa verildi. Cenaze törenine Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte büyük bir kalabalık katıldı. Türkiye Millî Kültür Vakfı, Dünya İslâm Alimleri Birliği (İslâmabad / Pakistan) üyesiydi.

ESERLERİ:

Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle (Mecelle-i Ahkam-ı Adliye, doçentlik tezi, 1973), Cumhuriyet Devrinde Yayınlanan İslâmî Eser­ler Bibliyografyası: 1923-1973 (Bekir Topaloğlu ile, 1975), Tarihimizde Vakıf Müessesesi (1976), Basic Principles of Primary Schod Educationin Ottoman Empire (1978), Osmanlılarda Yüksek Teknik Eğitim (1979), İslâm Türk Medeniyeti Tarihi (1980), Bir Nefes Sıhhat (2005), Siyaset Üstü Siyaset (2009).

KAYNAKÇA: İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013). Erdoğan’dan hocasına son görev (Milliyet.com.tr, 2.12.2014).

“SADIKLAR"LA BERABER OLMA MECBURİYETİ

“Ey iman edenler, Allah'tan kor­kun da; "sâdıklar"la beraber olun”. (l)

İlâhi mesajın tehditkâr ifadesinden çok net olarak anlaşılıyor ki, "sâdıklar"la bera­ber olmak mü'minim diyenler için bir mec­buriyet olup bu hususta muhayyerlik yok­tur. Yani "sâdıklar"la beraber olsam da olur, olmasam da olur tarzında bir hareket ve davranış serbestisi İslâmi açıdan düşünüle­mez. O halde "sâdık" ve "sâdıklar" kimler­dir ki, Rabbimiz bu beraber oluş mecburi­yetini getirmiştir?

İki ana kaynağımıza, yani Kur'an ve Sünnet'e baktığımızda sâdıklar olarak: Özü sözü bir olanları, sözünün eri, samimi ve dürüst olanları, mutemed/güvenilir olanla­rı, yalan, hile ve hud'ası olmayanları (karşı­sındakiler! aldatmayanları) görmekteyiz.

Çokça kullandığımız sadakat, sâdık, sıddîk, tasdik., "sıdk" kaynaklıdır. Hatta es­kiler "sıdk u sadakât" şeklinde kullanırlardı. Yani ikinci kelime bir manada birinci keli­meyi açıklamış olurdu.

"Sıdk u sadâkat" deyince de aklımıza ilk olarak Yaratıcımız'a tâ ezelde verdiğimiz; "belâ" (evet) sözü gelir. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" ilahi hitabına karşı; "elbette evet" şeklindeki taahhüdümüze gösterece­ğimiz "sadâkat" sâdıklığın temelini ve özü­nü teşkil eder. "Rab" kelimesinin muhtevâsı en geniş manâsı, "Yâ Rabbe'l-Beyt" (Ey Kâbe'nin sahibi) kalıbındaki manadır. O bi­zim Rabbimiz yani sahibimiz biz ise O'nun kul ve köleleriyiz. Kölenin sahibine isyanı düşünülebilir mi? İsyan edip etmediğimi­zi gösteren iki "mihek taşı" var: Kur'an ve Sünnet...

Eğer, düşünce - söz - fiil - davranış ve amellerimizde bu iki temel kaynağa muha­lefet varsa; köle efendisine isyan ediyor de­mektir. Meseleye bu vâdiden yaklaştığımız­da manzaranın hiç de iç açıcı olmadığı akıl sahiplerince kabulde zorlanılacak bir husus olmasa gerektir. Çaresi; ciddi manada bir "tevbe" ve samimi "istiğfar"dır. "Gafur" ve "Rahîm" olan Rabbimize sığınmaktan baş­ka çaremiz mi var? itirâfı ile bu faslı hitama erdirelim.

Gelelim "Kur'an-ı Mübin"imizden mev­zu ile alâkalı diğer bilgilenmeye:

HakTeâlâ Hazretleri, En'âm Sûresi 146. ve Zümer Sûresi 74. âyetinde bizzat ken­disinin, sözünü yerine getiren manasın­da "sâdık" olduğunu beyan buyurur. Nisâ Sûresi 122. âyetinde ise "Allah'tan daha doğru sözlü kimseler olamayacağı" ferman buyurulur.

Peygamberlerin "sâdıklar" olduklarına Yûsuf Sûresi 51. âyetinde; Meleklerin sa dakatine, Hicr Sûresi 64. âyetinde temas buyurulduktan sonra mü'minlerin de sonu ölüm de olsa sadakat ehli olmaları vurgu­lanır. (2)

Allah yolunda cihad edenler "sâdıklardandır. (3)

İş ciddiye bindiğinde sadâkatin ehem­miyeti; Muhammed Sûresi 21. âyetinde

vurgulanır.

Allah'a ve Peygamber'e yardım eden­lerin "sâdıkların" tâ kendileri olduğu beyan buyurulur.(4)

Bakara Sûresi'nin 177 âyeti ise; "sâdıklar"ı şöylece sıralar:

1.Allah'a iman edenler

2. Âhiret Günü'ne iman edenler

3. Meleklere iman edenler

4. Kur'an'a iman edenler

5. Peygamberlere iman edenler

6.Sevdiği servetinden; yakınlarına, ye­timlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihti­yacını arz edenlere, köle ve esirlere infak edenler

7. Namazını ta'dîl-i erkânla kılanlar

8. Zekâtını hakkıyla verenler

9. Andlaşmalarına sâdakat gösterenler

10.                   Sıkıntı, kıtlık, elem, keder zamanla­rında sabredenler.

Peygamber Efendimiz ise; "sâdık tica­ret erbabının; Peygamberler, şehidler ve sâlihlerle beraber olacağını haber verir.(5)

Bütün bunlardan sonra bize kalan söy­lenecek söz: "Âmennâ ve saddakna" (İman ettik ve tasdikledik) demektir.

Niçin "sâdıklarla" beraber olacağımız anlaşıldığına göre, gelelim nerelerde bera­ber olacağımıza: "Sâdıklarla nerede bera­ber olacağız? sorusunun cevabı: "Her yer­de" şeklinde olacaktır. Zira "sâdıklar"dan olmanın ölçüleri yukarıda işaret ettiğimiz âyet-i kerimelerde vuzûha kavuşmuş oldu­ğuna göre, mezkûr evsafa sahip olanlara zâten "sâdık" denilmektedir. Böyle olunca da böyleleriyle her hususta ve her yerde beraber olunmak mecburiyeti vardır.

•Dostlarımızı "sâdıklar"dan seçeceğiz.

•Sâdıklarla hem-meclis olacağız.

•Evlilikleri "sâdıklar"la yapacağız.

İş ortaklarımızı "sâdıklar"dan seçeceğiz.

•Alış-verişleri "sâdıklar"dan yapmaya

gayret edeceğiz.

•Âile dostlukları kurarken, çocuklarımıza okul ve arkadaş seçerken aynı hassasiyeti göstereceğiz.

Komşuluklar, yolculuklar ve her türlü yakınlık ve beraberlikler "sâdıklar'la ola­caktır.

Mânevi vasatın ziyadesiyle kirli ve bo­zuk olduğu günümüzde oldukça zor bir kul­luk vazifesinden bahsettiğimizin farkında­yız. Ancak şu iki kaideyi unutmayalım:

1.                       Tamamına ulaşamadıklarımızın, ta­mamını terk etmemiz gerekmez. Yapabil­diklerimizi yapar, yapamadıklarımız için af- fımızı niyaz ederiz

2.                       "Her zorluğun mukabilinde bir kolay­lık vardır", zahmet rahmetsiz olmaz. Bunun da karşılığı rızây-ı Bârî ve Cennet'tir.

"Sâdıklar'la dünyada da Cennette de beraber olmak duâ ve niyazı ile...

KAYNAK: İslami Edebiyat (Mart – Nisan – Mayıs 2015, Sayı: 65).

 

(1) Tevbe, 10/119.

(2) bkz. Ahzâb, 33/23-24 ve 35.

OSMAN OZTURK HOCA İLE SON SÖYLEŞİ

Kendinizi tanıtır mısınız?

1943 senesinde Tarsus'ta dünyaya gelmişim. İlkokula başlamadan evvel Kur'an-ı Kerîm'i hatmettim. 1948-1949 yılları idi. O günlerde Kur'an öğretmek ve öğrenmek yasaktı. Adana Şeyhoğlu Camii imamı merhum Ahmed Hoca yasağa rağmen; cami bitişiğindeki imam odasında Kur'an ve Arapça dersleri verirdi. 1956da İstanbul'a nakl-i ikamet eyledik. Bir taraftan ortaokul ve lisede okurken diğer taraftan da hafızlıkveulûm-uŞer'iyye tahsiline çalıştım. O yıllarda İstanbul'da Osmanlı bakıyyesi ho­calar vardı. Kimisinden hususi ders aldım, kimisinin ders halkasına oturdum, kimisinin de makamlarına ve evlerine giderek feyz al­maya çalıştım. Bu hocaefendilerden vehle-i ûlâda isimlerini hatırladıklarım şunlardır: (Hafızlık ve talim hocam) Hilmi Toros, Ömer Nasûhî Bilmen, Bekir Hâkî Yener, Seyyid Şefik Arvâsî.. Ayrıca; Ali Yakub Cenkçiler, Emin Saraç, Ahmed İnce hocalardan âlet ve âlî ilimler tahsil ettim. 1964 de Şam'da kendisinden özel ders aldığım Molla Rama­zan Efendi başta olmak olmak üzere,
muhtelif ders halkalarına oturdum ve pek çok hocadan ders okudum.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri Bölümü mezunuyum. 1972 de "doktor", 1979da "doçent" ve 1984de "profesör" oldum. Türkiye'de beş üniversitede hocalıkyaptım. Halen KIrklareli Üniversitesinde hocalığa devam ediyorum. 1974 senesinden beri de Mâhir İz Hocamın emri üzerine haftalık sohbetlerimize devam ediyorum.

Üniversiteyi bitirdikten sonra hemen akademik çalışmaya başladınız mı, yoksa bazı işlerde çalıştınız mı? Neler?

Hemen başladım ve Hacettepe Üniver­sitesine asistan oldum.

Doktora ve doçentlik tezlerinizin ko­nusu nelerdi ve kitaplaştı mı?

Doktoram, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye hakkında, doçentlik tezim ise, Mühen- dishânelerin Eğitim-öğretim tarihimizdeki yeri ile alakalı idi. Edebiyat zevkinizin muharrik sebebi nedir, kimdir?

Edebiyatı lisedeyken de severdim. Fakat gerçek manada edebiyat aşısını ve bağlılığını Mehmed Âkif merhumun talebe­si ve dostu rahmetli Mahir İz Hoca'dan almış oldum.

Edebiyat alanında ilk yazdıklarınız nelerdir? (şiir-hikaye-deneme vs.)

Hemen her heveskâr genç gibi şiirle başladım. Hece vezni ile yazmaya çalışıyordum. Fakat beğenmediğim için yayınlamayı düşünmedim. Sonra da zaten bu heves geçti.

Size edebi zevki aşılayan zatın kimliği, menşei ve ülkedeki mevkii neydi? İlmini ve sanat zevkini kimden devşirmiştir?

Yukarıda ismini verdiğim Mahir iz hoca, "İslâmî edebiyat"ın Türkiye'deki son temsil­cisi idi. Arapça, Farsça ve Türkçe mahfûzatı müthişti. Müşâarelerine şahid olmuştum. Yani karşısındakilerle Şiir okuma yarışması ki, sizin okuduğunuz mısraın son harfi ile diğer müsabık ilk harf olarak başlayacak, sonra diğeri varsa daha sonrakiler aynı usulle devam edecekler. Arapça-Farsça- Türkçe olabilir. Bu mahfûzâta bir de inşâd eklenince okudukları sizin hafızanıza âdetâ nakşolunurdu. Safahat başta olmak üzere, pek çok Arabî, Farisî divan ve müntehabat mecmuaları adeta ezberinde idi. Osmanlı Döneminin insanı idi. Dolayısıyla o bereket­li devrin üdeba ve şuarası ile hem-meclis olmuştu.

Mecelle-i ahkam-ı adliye üzerindeki çalışmanızı kim telkin etti ve tezinizi kim yönetti?


Bizim üniversite talebesi olduğumuz yıllarda konferans ve sohbetleri­ni dinlediğimiz insanlarda pek çoğu Mecelle'nin ilk 100 maddesinden bazıları ile istişhad ederlerdi. Mesela: Berâet-i zim­met asıldır(Md.8), Mevrid-i nassda içtiha­da mesağ yoktur(md,14), Şekk ile yakîn zail olmaz(md.4)... gibi.

Mahir Bey hocamız da bunlardan birisi idi. Hocalarımızın bu istişhadları bende merak uyandırdı ve "Mecelle" ne­dir? Konusunu biraz araştırdım ve iki şeyle karşılaştım: Birincisi Mecelle'nin İslam Hu­kuku ile alakalı bir kanun çalışması olup dünyanın muhtelif ülkelerinde tatbikatta oluşu ve İkincisi de Mecelle'nin 1926 da ilğa edilmesinden dolayı bu konunun üzerinde durulmasından devletin hoşlanmadığıdır. Bu itibarla Mecelle konusuna üniversiteler­in dahi sıcak bakmadığını öğrenmiş oldum. Benden önce hukuk fakültesinde bu ko­nuda doktora yapmak isteyenlere müsaade olunmadığını öğrendim. Ve konuya tarihi açıdan yaklaşıp işin hukuki cephesine temas etmemek şartıyla İstanbul Edebi­yat Fakültesi Tarih Bölümünden Mecelle ile ne maddi ne manevi hiçbir yakınlığı ol­mayan Prof. Tayyip Gökbilgin ile mutabık kaldık ve çalışmalarıma Başbakanlık Osmanlı Arşivinde 1967 de başlayıp 1972 de merhum Profesör Dr. Muhammed Hamidullah hocanın da bulunduğu bir jüri önünde "doktor" payesini ihraz etmiş ol­dum.

Hiç şiir yazdınız mı, ya da edebi türden neler yazdınız, hikaye, deneme, tercüme-i hal, tenkit, tanıtma vb. ?

Yukarıda bahsettiğim gibi gençlik saikasıyla bazı şiirler yazdım. Deneme, ter ceme-i hal, tenkid ve tanıtma konularında bir hayli yazı yazdım. Bunların bir kısmı üniversite ve akademik dergilerde de yayınlandı. Halen İslâmî Edebiyat Der­gisinde yazı yazmaya devam ediyorum.

İslami Edebiyatı tarif eder ve özel­liklerini sayar mısınız?

İslâmî Edebiyat:          İslâmî Prensipler

ve hassasiyetlere dikkat ederek kaleme alınmış edebi eserler; İslâmî Edebiyatı oluşturur. Tariften de anlaşıldığı gibi bir yazı ve şiirin İslâmi Edebiyat çerçevesi içerisinde yer alması için İslâm'dan bahsetmesi icab etmez yeter ki; İslâmi prensipler ve hassa­siyetlere aykırılık olmasın.

İslami şiir (sizce) hangi hususiyete sa­hiptir veya olmalıdır?

Önce hikmet-âmiz olmalıdır yani hafızada kalıcı ve bir şey öğretici bir metin, manada derinlik, sonra da vezin ve kafiye aranmalıdır.

Türkçe veya diğer muhtelif dillerde yazmış ve eserlerinin bütünü göz önüne alındığında İslam şairi diyebileceğiniz kim­leri sayabilirsin?

20. Yüzyılı düşündüğümüzde Mehmed Âkif Ersoy, Kemal Edib Kürkçüoğlu, Ne­cip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Cahid Öney,Mehmed Âkif İnan ilk akla gelenlerdir.

20. asır sonuna kadar İslami Edebiyat geleneğini kimler devam ettirmişlerdir?

Yukarıdaki isimler ve bu kafileye dâhil diğer edip ve şâirler İslâmi Edebi­yat geleneğini günümüze kadar devam ettirmişlerdir. Ali Nar 20. yüzyıldan 21. yüzyıla bu geleneği devam ettirenlerdendir.


Modern dönemde üslup ve söyleyiş (vezin, kafiye, ahenk, muhteva) bakımın­dan kimleri şair saymak mümkündür?

Sezai Karakoç, Erdem Bayezid, Ba- heedddin Karakoç, Özcan Ünlü, Müştehir Karakaya, Abdülvehhab Akbaş

Münacat ve naat sahasında en güçlü ve tam şiir yazan kimselerden örnek verir misiniz, şiirlerinden en güzel iki-üç tane­sinin adını yazar mısınız?

Muallim Naci, Şinasi, İsmail Safâ, M. Âkif Ersoy, Kemal Edib Kürkçüoğlu, Arif Ni- had Asya ...

İslami şiirde "hikmet"ten söz edilir: Her yönüyle hikmetli ve sanatlı birkaç bey­it kaydeder misiniz? Bunlar içinde mısrâ-ı berceste örneği var mıdır?

"Sadhezârân dâneden teşkil eden bir harmeni

Sadhezârân harmen ilkâ eylemiş bir dâneye" * * *

"Hudâ divar-ı devlethâne-i erbâb-ı ikbâli Gehî bir lâne-i güncüşk-i bîârâm için saklar"

Bir şiir, neden (hangi yönden) sanat eseri sayılır?

Ses ahenk ve muhtevayı kendisinde bulduğumuz mana ve hayal derinliğine sa­hip manzum metni, sanat eseri sayarız.

Divan olarak ve şiir olarak; Türkçe'den Arapça'ya çevrilmesini tavsiye edeceğiniz eserler nelerdir?

18.Fuzûlî, Bâkî, Şeyh Galib'in divanları ve Mehmed Akif'in Safahât'ı.

Teşekkür ederiz Hocam.

Ben teşekkür ederim.

KAYNAK: İslami Edebiyat (Mart – Nisan – mayıs 2015, Sayı: 65).

 

Yazar: SİYAMİ AKYEL

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör