İlâhiyatçı, akademisyen, ilahiyat
profesörü, araştırmacı-yazar, çevirmen (D. 1952, Konya – Ö. 23 Şubat 2019,
Konya). Konya İmam-Hatip Lisesi (1970) ve Konya Yüksek İslâm Enstitüsü (1974)
mezunu. Konya’da imam-hatip olarak (1971-75) görev yaptıktan sonra 1975 yılından
itibaren Konya Yüksek İslâm Enstitüsünde (Selçuk Üniversitesi İlâhiyat
Fakültesi) asistan olarak çalıştı.
Bu üniversitenin Sosyal Bilimler
Enstitüsünde “Resulullah’ın İslâm’a Davet Metodu” adlı teziyle doktora
(1985) yaptı. 1989 yılında doçentliğe yükseldi, 1994 yılında profesör oldu.
İslâm tarihi dersleri vererek öğretim üyeliği görevini sürdürdü ve idarî
görevler aldı. Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı oldu.
Makale ve denemeleri, 1972
yılından itibaren İslâmın İlk Emri Oku, Güldeste, Diyanet,
Altınoluk, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi dergilerinde
yayımlandı. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’ne
maddeler yazdı. Yurtiçinde ve yurtdışında sempozyumlara katılarak
bildiriler sundu.
Resulullah’ın İslâm’a Davet Metodu eseriyle 1981 Türkiye Millî
Kültür Vakfı Jüri Özel Armağanını kazandı.
Evli ve üç çocuk babası olan Prof.
Dr. Ahmet Önkal, en son Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde
Öğretim Üyesi olarak görev yapıyordu.
Vefatı:
Necmettin Erbakan Üniversitesi
(NEÜ) İlahiyat Fakültesi eski dekanlarından Prof. Dr. Ahmet Önkal, 67 yaşında iken,
kanser hastalığı sebebiyle 23 Şubat 2019 günü, Konya’da hayatını kaybetti.
3 çocuk babası Prof. Ahmet
Önkal'ın cenazesi, uzun süre dekanlık yaptığı NEÜ İlahiyat Fakültesi’nde Cuma
namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından Yediler Mezarlığına
defnedildi.
Önkal ailesini acı günlerinde Vali
Yardımcısı Mehmet Aydın, AK Parti İl Başkanı Hasan Angı, Konya Büyükşehir
Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, Fazilet Partisi Konya Milletvekili
Abdullah Gencer, AK Parti MKYK Üyesi ve Konya Milletvekili Ahmet Sorgun,
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Ekrem Keleş,
Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) Rektörü Prof. Dr. Cem Zorlu, Necmettin
Erbakan Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Muzaffer Şeker, Necmettin Erbakan
Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fikret
Karapınar, İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssettar Yarar, akademisyenler ile çok
sayıda vatandaş katıldı.
Prof. Dr. Ahmet Önkal’ın cenaze
namazını Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) Rektörü Prof. Dr. Cem Zorlu
kıldırdı.
ESERLERİ:
Araştırma: Resulullah’ın
İslâm’a Davet Metodu (2000, 2014), Hz. Peygamber'in İzinde (Adem Apak ve
Bünyamin Erul ile, 2013), Efendimiz (2015), İslam Tarihi 1 (2018), İslam Tarihi
2 (2018)
Çeviri: İbn-i Teymiyye Külliyâtı (Fetâvât-ı
İbn Teymiye’nin tahkikli ortaklaşa çevirisi, 1988).
KAYNAKÇA: İhsan
Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001,
2004) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007), Prof. Dr. Ahmet Önkal Vefat Etti
(haksozhaber.net, 21.09.2019), Ahmet Önkal kitapları (selamkitap.com,
kitapyurdu.com, 1000kitap.com vd., 21.09.2019).
PROF. DR. AHMET
ÖNKAL RÖPORTAJI
Prof.
Dr. Ahmet Önkal son röportajını islamtarihi.info sitesine vermişti.
1.
Bize kısaca
ailenizden, memleketinizden ve çocukluğunuzdan bahseder misiniz?
1952
yılında Konya’da doğdum. Hayatımın büyük bir kısmı hep Konya’da geçti. Konya
bugün dahi büyük şehirlerin birçok imkânlarına sahip, ama büyük şehirlerin
ulaşım, su, temizlik, güvenlik ve benzeri problemlerinden uzak, oldukça sâkin
bir şehir. Tabiatıyla eskiden daha sâkin ve özellikle mahalle halkının
birbirine daha tutkun olduğu bir şehirdi. Bu sebeple hiçbir zaman Konya’da
değil de falan şehirde olsaydım diye düşünmedim. Hatırladığım kadarıyla huzurlu
ve mutlu bir çocukluk geçirdim, Konya’da.
2. Eğitim
hayatınız ile ilgili bilgi verir misiniz?
Eğitim
hayatımla ilgili bilgilere müsaade ederseniz çocukluk yıllarımdan başlamak ve
belki de teferruat sayılabilecek bazı detaylara inerek temas etmek istiyorum.
Bunu yaparken -Allah şahit- övünmek ve gururlanmak için değil, gençlere veya
çocuk yetiştiren babalara bir fikir vermek niyetini taşıyorum. Daha ilkokula
yeni başladığım yıldan itibaren rahmetli babam beni Kur’an ve dinî bilgiler
öğretimi için mahalle camimizin imamına teslim etti. İmamımız Ahmet
Büyüksakarya -Allah rahmet eylesin- düzgün ve sağlam bir kıraate sahip,
disiplinli bir hoca idi. Daha sonra görev aldığı ve benim de bir süre devam
ettiğim Kur’an Kursu’nda tashih-i hurûf dersleri de verdi.
Hiç
unutmuyorum bir yaz dönemi camide hocamızla 20-30 kadar öğrenciyle ders
yaparken camiye birkaç kişi geldi. Hocayı bir kenara çağırdılar ve bir şeyler
konuşup gittiler. Meğer emniyet görevlileri imiş. Camideki bu kurs faaliyetinin
yasak olduğunu, bir daha öğrencileri toplamamak şartıyla bu kursa hemen
son verirse resmî işlem yapmayacaklarını, aksi halde hocanın zarar göreceğini
ihtar etmişler. Hocamız ağlamaklı bir ifadeyle bizlere, “Çocuklar! Kurs
bitti, artık bir daha ders yapmayacağız. Haydi şimdi evlerinize gidin ve
ailelerinize durumu bildirin!” dedi.
Ne
olduğunu anlamadan ama büyük bir üzüntüyle camiden ayrıldık. Esnaflık yapan
babam akşam işten eve dönünce durumu öğrenmek için yatsı namazından sonra Ahmet
Hoca ile görüştü. Allah razı olsun, Hoca, temel dibi komşu olduğumuz için
kimsenin dikkatini de çekmez düşüncesiyle sadece benim kuşluk vakitlerinde
evlerine gidip Kur’an öğretimime devam etmeme izin vermiş. Böylece bir süre
Hoca’nın evinde derslere devam ettim. İlkokulu bitirdiğim senenin yazında babam
beni Konya’nın kurrâlarından sayılan ve çok hâfız yetiştiren Ağazâde Osman
Efendi’nin kursuna götürdü. Kursa ancak birkaç hafta devam ettim. Çünkü Hoca,
hâfızlarla meşgul oluyor, bizi kalfalar okutuyordu ve sadece Kur’an okuyorduk.
Bu
arada İmam-Hatip Okulu Yaptırma ve Yaşatma Derneği tarafından İmam-Hatip
okuluna gidecekler ve oradaki öğrenciler için Arapça da öğretilen bir kurs
açıldığını duydum. Ben de İmam-Hatip’e gideceğim için bu kursun daha faydalı
olacağını düşünerek babamın izniyle Ağazâde’nin kursundan ayrıldım. Bundan
sonraki yaz dönemlerinde nerede bir Arapça kursu veya dersi varsa onları takip
etmeye başladım. İmam-Hatip Lisesi’nin son sınıfında, Yüksek İslâm
Enstitüsü’nün sözlü olarak yapılan, Arapça’nın da en başta yer aldığı sınavlara
hazırlanmak için 8-10 kişilik bir arkadaş grubuyla kendi kendimize Nedvî’nin
“Nahve’t-Terbiyye el-İslâmiyye” adlı kitabını okumaya başlamıştık.
Kitabın
henüz tercümesi yapılmamıştı. Takıldığımız yerler elbette oluyordu. Bunları
tespit edip ulaşabildiğimiz bazı hocalara soruyorduk. Bir gün bu çetrefilli
metinleri bir hocaya sormakla görevlendirdiğimiz bir arkadaşımız tehevvürle ve
me’yûsen yanımıza geldi. “Arkadaşlar! Doğru anladığımızı zannettiğimiz
birçok yeri bile yanlış okumuşuz. Bu iş böyle gitmez, bırakalım biz kendi
kendimize okumayı!” diyordu. Bir tartışmadır çıktı arkadaşlarımız
arasında. Ben, “Kitabı bize okutacak veya hazırlığımızı her gün dinleyecek
bir hoca bulursak tamam, onunla devam edelim. Ama bulamazsak bazı yerleri
yanlış anlasak bile kitabı tercüme edip yayınlacak değiliz ya, kendi aramızda
bir çalışma… Tamamen terketmektense aksak-yüksek de olsa devam etmek daha
iyidir.
Zamanla
geliştiririz.” diyordum. Birkaç arkadaş ayrıldı ama biz devam ettik. Konya
Yüksek İslâm Enstitüsü’ne kaydolduktan sonraki yıllarda da bazan hocalarımızın
rehberliğinde bazan kendi kendimize veya tek başıma tefsir, hadis, fıkıh, siyer
kitapları yanında fikrî İslamî metinler okuma işini sürdürdük. Hamdolsun,
“mine’l-mehd ile’l-lahd” sürecek bir çaba içinde olmaya gayret ettim; Cenâb-ı
Hak, sağlık verdiği sürece de bu gayretten bizi ayırmasın!
3. Neden
İslam Tarihi alanını ve akademisyenliği seçtiğinizi anlatır mısınız?
İmam-Hatip
yıllarından itibaren özellikle Peygamber (S.) Efendimizin hayatını ele alan
Siyer-i Nebî alanına ve bu alanda yazılan kitaplara özel bir ilgi hâsıl
olmuştu, bende. 1974’te Konya Yüksek İslâm Ensitüsü’den mezun olduktan sonra,
imam-hatip olarak öğrencilik yıllarında başladığım Diyanet görevine ara vererek
18 ay süren vatanî görevimi îfa ettim. Terhisimden kısa bir süre sonra o
zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı Din Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne bağlı birkaç
Yüksek İslâm Enstitüsü için asistanlık kadrosu ilan edildi. Bu Enstitüler
arasında Konya da vardı.
Hocalarımızın
teşviki ile ve Arapça Bilim Dalı için bir yönlendirme olmasına rağmen Arapça’yı
âlet ilmi olarak telakki ettiğimden ilan edilen 5 kadrodan birisi olan İslâm
Tarihi’ni tercih ettim. 1977-1980 yılları arasında “Rasûlüllah’ın İslâm’a
Davet Metodu” adlı Asistanlık Tezimi tamamladım. 1982 yılında Yüksek İslâm
Enstitülerinin YÖK’e bağlanarak İlâhiyat Fakülteleri’ne dönüştürülmesi ile bu
tezimi savunarak doktora derecesini aldım. 1987’de doçent, 1994 yılında da
profesör oldum, diyerek bir önceki soruda eksik bıraktığım eğitim serüvenimi de
ikmâl etmiş olayım.
4. Hocam,
doktora yaparken ne tür zorluklarla karşılaştınız?
Konya
Yüksek İslâm Enstitüsü’nde asistan olarak göreve başladığım zaman kadrolu bir
İslâm Tarihi öğretim elemanı mevcut değildi. Dolayısıyla hemen yoğun bir ders
yüküyle karşılaştım. Bir taraftan da uzun bir süreyi alan ve istişarelerle
şekillendirdiğim tez çalışmasını yürütmeye başladım. Enstitü’de alanımda
öğretim elemanı yokluğunun bir etkisi de rehberlik meselesi oldu. Ancak bu
problemi her zaman destek ve ilgilerini gördüğüm Sayın Prof. Dr. Mustafa Fayda
Hocam sâyesinde aştım.
Yüksek
İslâm Enstitülerinin doktora yaptırma yetkisi olmadığı için Ankara Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi’nde doktoraya başladım. Haftada bir gün muntazaman doktora
derslerine devam ettim. Bilimsel çalışma ve araştırmalarda en önemli
hususlardan birisi konu ile ilgili bütün kaynak ve çalışmalara âzamî ölçüde
ulaşmaktır. Bugün hamdolsun İslâmî araştırmalar için İSAM gibi bir nimet var. O
dönemde Konya Yüksek İslâm Enstitüsü Kütüphanesi, emsallerine göre oldukça
zengin idi.
Ankara
İlâhiyat Kütüphanesi’nden de istifade ettim. Ama kaynaklar elimin altında olsun
diye Arapça kitaplar idhal eden birkaç kitapçıyı takip ederek ve gerekirse
sipariş vererek kaynak teminine çalıştım. 1979 yılında öğrencilerimizle
birlikte kara yoluyla Suriye-Ürdün üzerinden yaptığımız bir umre ziyareti
özellikle Arap âleminde konum ile ilgili yeni çalışmaları temin açısından
oldukça faydalı oldu. Uğradığımız Suriye ve Ürdün şehirleri yanında Mekke ve Medine’de
dinî görevlerin îfasını takiben ilk gittiğimiz yerler kitapçı dükkânları ve
yayınevleri olmuştu.
Çeşitli
vesilelerle Mısır başta olmak üzere yurt dışına giden arkadaşlarımız bizim için
büyük bir fırsat oluyor, onlara külfet getirmeyecek ölçüde isimlerini önceden
tespit ettiğimiz bazı çalışmaları imkân olursa bizim için almalarını rica
ediyorduk. Elbette her çalışmanın kendine göre bir takım zorlukları vardır. Ama
bugün imkânlar eskiye göre çok daha arttı. Dijital ortamda bir çalışmaya -hem
de muvâfık li’l-matbû olarak- ve PDF’lerine bir tık ile ulaşılabiliyor.
5. Bize
çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Yüksek
İslâm Enstitüsü için asistanlık (daha doğru ve resmî bir ifade ile öğretim
üyeliği) tezimi bir taraftan hazırlarken, bir taraftan da devam ettiğim Ankara
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi doktora programı için de bir tez hazırlamam
gerekiyordu. Hz. Ömer dönemi ile ilgili çalışmaları ile Türkiye’deki İslâm
tarihi çalışmalarına yön veren ve danışmanım olan Prof. Dr. Mustafa Fayda
Hocam, benim için doktora tezi olarak Hz. Osman dönemini çalışmamı önermişti.
Konu ile ilgili elimizde ve kütüphanelerimizde mevcut matbu eserler yanı sıra
Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi, İstanbul Süleymaniye ve Beyazıt Kütüphaneleri ile
Bursa İnebey Kütüphanesi’ndeki yazma eserlerden epey bir malzeme topladım.
Bu
sırada YÖK, çıkardığı bir Yönetmelikle Yüksek İslâm Enstitülerinde bilimsel
araştırma usûllerine uygun olarak hazırlanan öğretim üyeliği tezlerinin yeni
bir jüri önünde savunulmak şartıyla doktora tezi olmasına imkân sağladı. Bu
yolla doktora derecesini alınca Hz. Osman ile ilgili çalışmam askıda kaldı. Bu
arada Enstitü’de müdür yardımcılığı gibi oldukça külfetli bir görev omuzumuza
yüklendi.
Maalesef
Hz. Osman ile ilgili fişlerim hâlâ raflarımda duruyor. Tabiî bu arada diğer
fakültelerde genç arkadaşlarımız bu konu ile ilgili çalışmalar da yaptılar.
Doçentlik ve profesörlük atamaları için gerekli çalışmalara da ister istemez
yönelmek icap ettiğinden bu tür çalışmalarım öne geçti. Bu arada Diyanet İşleri
Başkanlığımızın gerçekleştirdiği ve yayınladığı “İslâm’a Giriş” ve
“Evrensel Mesajlar” projelerine bölüm yazarlıkları ile katıldım. Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde 80’in üzerinde alanımla ilgili maddem
yayınlandı.
Diyanet
İşleri Başkanlığımızın hac ve umreye gidecek yurttaşlarımıza ücretsiz olarak
verdiği “Hz. Peygamber’in İzinde” kitabını Bünyamin Erul’un
editörlüğünde Âdem Apak kardeşimizle müştereken
hazırladık. “Efendimiz” üst başlığıyla daha ziyade gençler ve
Müslüman halkımız için neşredilen bir kitapçığımız, Türkçe neşri yanında
Boşnakça, Makedonca ve Arnavutça’ya da çevrilerek yayınlandı.
İslâm
Tarihçileri Derneğimizin “İslâm Tarihi ve Medeniyeti” başlığını
taşıyan hacimli projesinde “Râşid Halifeler” cildinin editörü “Siyer” cildinde
bölüm yazarı olarak yer aldım. İnşaallah bu önemli çalışma yakında Siyer Vakfı
Yayınları arasında çıkacak. Burada listesini vermemiz mümkün olmayan bilimsel
makaleler ve sempozyum bildirilerim de yayınlandı.
6. Hocalarınızın tarihçiliğiniz
üzerinde nasıl bir tesiri oldu?
Öncelikle
hocalarımdan vefat edenlere Cenab-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret, hayatta
olanlara sağlık ve mutluluk içinde bereketli ömürler niyaz ediyorum. Herkesin
üzerinde mutlaka birilerinin emek ve etkisi vardır. Aslında kötü örnekler bile
nelerin yapılmaması gerektiğini öğretir insana. Ama biz hocalarımızdan çok şey
öğrendik. Az önce de söylemiştim, İmam-Hatip ve Enstitü yıllarında Siyer ve
İslâm Tarihi derslerimize giren hocalarımız bize bu alanı sevdirmiş, bu alana
yönelmemizde etkili olmuşlardı.
Daha
sonraki yıllarda ilimlerinden, bakış açılarından istifade ettiğimiz
hocalarımız, bu arada yüz yüze görüşmesek, hatta Türkiye’de olmasalar bile
kitaplarından istifade ettiğimiz ilim ve fikir adamları elbette oldu. Bunlardan
ilmin önemini, araştırma sevgisini, bağımsız ve eleştirel bir bakış açısına
sahip olmayı öğrendik. Allah hepsinden razı olsun.
7. Size
göre Türkiye’de İslam Tarihi çalışmalarının ve İslam tarihçiliğinin
geldiği seviye nedir?
Hem
sevindirici ve ümit verici hem de üzücü ve can sıkıcı. Sevindirici, çünkü Siyer
ve İslâm Tarihi’ne ait çalışmalar önemli ölçüde hız kazandı. Akademik mahiyette
olduğu gibi serbest alanda da bir çok çalışma yapıldı, ciddi araştırmalar
yayınlandı; bilimsel araştırmanın yolu açıldı, yöntemleri belirginleşti. İnşaallah
önümüzdeki yıllarda nitelikli çalışmalar hızla artacaktır. Ama işin üzücü ve
can sıkıcı tarafı da bence şu: İlmî yeterliliğe sahip olmayan, alanımızın
gerektirdiği dil başta olmak üzere alt yapı ve en önemlisi bakış açısına sahip
buluunmayan birileri de İslâm tarihçiliğine tabir caizse soyundular.
Hamasî
duygular ön plâna geçti ve Siyer başta olmak üzere İslâm Tarihi’nin farklı
alanlarında, hiç abartmıyorum, yüzlerce kitap yayınlandı. İşin ilginç tarafı,
şüphesiz samimi duygularla Peygamber Efendimizi ve tarihimizi yüceltme
anlayışına sahip halkımıza bu tür eserler daha cazip geldi. Bu hususta bence
İslâm tarihçilerimize düşen önemli bir görev var: Halkımızın beklentileri ve
duygularını da hesaba katarak farklı alanlarda ilmî usûlleri ve bakış açısını
da esas almak sûretiyle çalışmalar ve yayınlar yaparak İslâm Tarihi ile
ilgilenenlerin bilgi seviyesini yükseltmek…
Umarım,
başlangıçlarını bugünlerde görmeye başladığımız hedef kitleleri belirlenmiş
eserler, edebî türde, çocuklara yönelik, popüler -ama popülist yaklaşımdan
kurtulabilmiş- yeni çalışmalar ilmî araştırmalarla birlikte daha da hız
kazanır.
8. Sizce
çalışmalarda eksik bırakılan yönler nelerdir?
Aslında
bir konuda çalışma yapan bir kimse eksik bırakmak istemez/istememelidir. Ama
her hâlükârda eksik kalan hususlar olur. Bu eksiklikleri çok farklı yönlerden
ve hadd-i zâtında her çalışmaya özel olarak ele almak uygun olur. Fakat burada
sıkça karşılaşılan bazı hususları kısaca belirteyim. Öncelikle ilmî yeterlilik
problemini ve bakış açısındaki ifrat ya da tefrit olarak karşımıza çıkan
şartlanmışlıkları göz ardı edemeyiz.
Dil
meselesinin önemli olduğunu ve mutlaka çözülmesi gerektiğini hep söylüyoruz.
Arapça, bir ya da birkaç Batı dili, Farsça yanı sıra aslında Türkçenin de iyi
bilinmesi ve iyi bir şekilde kullanılması gerekiyor. Bir çok çalışmada iyi bir
literatür taramasının yapılmadığını ya da kolaya kaçılarak birkaç kaynakla -o
da genellikle çevirilerinden alınmak sûretiyle- iktifa edildiğini görüyoruz.
Oysa ki bilimsel çalışmalarda konuyu iyice hazmetmek ve elden gelen tüm çabayı
sarfetmek gerekir.
9. Geriye
dönüp baktığınızda keşke şu konuyu çalışsaydım dediğiniz bir konu var mı?
Bu
konuyu değil de şunu çalışsaydım dediğim bir husus olmadı, hamdolsun. Ama her
araştırmacı gibi yapmayı arzuladığım ve plânladığım bazı projelerim var
elbette. Hak Teâlâ imkân ve sağlık verirse çalışmaya gayret ve
devam edeceğiz.
10. İslam
Tarihi alanında Yüksek Lisans ve Doktora yapan öğrencilere tavsiyeleriniz
nelerdir?
Öğrencilik
nihayete ermez aslında. Ama arkadaşlarımız adı üstünde madem öğrencilik
yıllarını yaşıyorlar, bu yılların kıymetini iyi bilmeli. Son yıllarda -iyi mi
kötü mü, onu bilemiyorum ama- özellikle yüksek lisansa başvurmak
neredeyse moda hâline geldi. Sebepleri belki uzun uzadıya konuşulabilir, şimdi bu
konuya girmeyeyim. Fakat şunu belirtmeliyim: Formalite olsun diye yüksek lisans
ve doktora öğrenciliği ve tezi yapılmamalı. Artık öğrencilerimiz bu yola ve
alana kendilerini baş koymuş addetmeli, bu gayret içerisinde olmalılar. Gerekli
gayret gösterilirse Cenâb-ı Hak da inşallah kolaylık yollarını açacaktır.
11. Sizce
öğrenciler tez konusu seçerken nelere dikkat etmeliler? İyi bir tez nasıl
yazılır?
Tez
aşamasında bence en önemli husus, uygun bir konunun seçilmesidir. Belki burada
herkesin bildiği ve söylediği şeyleri söyleyeceğim ama madem sordunuz ben de
bir daha söylemiş olayım: Tez konusu genellikle karşılaştığımız bir problem
olmak üzere sadece yüzeysel bilgilerin verildiği ve derleme durumunda olan çok
geniş bir konu olmamalı; aynı şekilde malzeme vermeyecek dar bir alana da
sıkıştırılmamalı. Spesifik ama araştırılmaya değer, tenkit ve tahlillerin
yapılabileceği, bilime katkı sağlayacak, okuyucu ve araştırıcılara faydalı
olacak, orijinal bir konu seçilmeli.
Orijinal
derken ille de üzerinde hiç çalışma yapılmamış olmayı şart görmüyorum. Ama
elbette düşündüğümüz konuda veya yakın hususlarda bir çalışma yapılmışsa
mutlaka onu görmek ve değerlendirmek gerekir. Önemli olan tekrardan
kaçınmaktır. Bir konu farklı yönleriyle birkaç kişi tarafından çalışılabilir.
Tekrarlara düşmemek için düşünülen konu ile ilgili eski-yeni literatür iyice
araştırılmalı, yapılan veya devam eden tez ve çalışmalar tespit edilmeli ve
mümkün olduğu kadar bol istişare ile konu seçilmelidir.
İstişare,
konu belirlendikten sonra da çalışmanın plânının oluşumundan bitimine kadar
devam ettirilmelidir. Bu husus tezin yazımını da yakından ilgilendiren bir
husustur. Benim benimsediğim usûle göre tez yazımında acele edilmemeli, henüz
değerlendirilecek epey malzeme varken zihnimizde şekillendiğini düşünerek bir
bölüm veya kısmın yazımına girişilmemelidir. Bu, bize zaman kaybettireceği gibi
bazı noktaların göz ardı edilmesine yol açabilir.
Bu
arada tezi yazarken veya bitiminde -genellikle Türkçe yazdığımıza göre-
Türkçesine güvendiğimiz bir arkadaşımıza tezi teslim etmeden mutlaka
okutmalıyız. Bu yardım ve desteği tezin içeriği açısından bu alanla ilgilenen
bir meslektaşımızdan da alabilirsek çok iyi olur.
Değerli
vaktinizi bize ayırdığınız için teşekkür ederiz…
Ben
de bu fırsatı bana verdiğiniz için teşekkür eder, çalışmalarınızda
başarılarınızın devamını dilerim.
KAYNAK:
Prof. Dr. Ahmet Önkal Vefat Etti (haksozhaber.net, 21.09.2019).