Nuray Tekin

Öykü Yazarı, Yazar, Şair

Doğum
02 Ekim, 1960
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç

Öykü yazarı, şair. 2 Ekim 1960, Hadim / Konya doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da gördü. 1989’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1989) mezunu. Uzun süre basın-yayın sektöründe, 2000-2014 yılları arasında ise ODTÜ’de öğretim elemanı olarak çalıştı.

Genellikle öykü türünde eserler veren Tekin’in öykü ve denemeleri Yengi Olgu, Edebiyat Eleştiri, Skylife, Dünyanın Öyküsü, Birikim, Kitap-lık gibi dergilerde yayımlandı.

 

ESERLERİ:

 

Kozmik Hüzün (Şiir, 2015).

Tanrı''nın B Planı - Düş Kayıtları (Deneme/Öykü, 2012),

Son El (Öykü, 2002),

Korkunun Yüzleri (Öykü, 1996.

Tek Kişilik Ölüm (Öykü, 1991).

 

KAYNAKÇA: Perihan Mağden / “Bir Kitap Okudum Hayatın Anlamını Buldum” (Yeni Yüzyıl, 3.11.1996), TBE Ansiklopedisi (2001), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009), Bilgi teyidi Aralık 2016).

 

SİNEK


                                                                                 - Türkân’a -

 

İşte güneş batmıştı bile. Günün bu en sevdiği saatleri şim-di ona bilinmedik olaylarla dolu bir gecenin hızla yaklaş-makta olduğunu fısıldıyordu. Yine de bu solgun ışığın tadını çıkarmaya çalıştı. Çocukluğunu hatırladı. Sokaktan eve dönüş zamanı... Ya da annenin üzerine bir kazak alması için seslendiği saatler. Bir an her şeyi unutup biraz sonra evine dönecek biri gibi sokaklarda dolaşmaya başladı. He-nüz perdeler kapatılmamıştı. Şimdi ev içleri bir başka görü-nüyordu ona. İşte bir kadın sofrayı hazırlıyordu. Çatal, ka-sık, tabak şıngırtıları insan seslerine karışarak sokağa yayı-lıyor, ruhunu erinçle dolduruyordu.

O böyle dolaşırken ışık giderek soldu, gölgeler silindi, gökyüzü o pürüzsüz koyu mavi renge büründü. Yavaş ya-vaş sahile doğru yürüdü. Sokakta geçireceği bu ilk gece için yatacak bir yer bulmalıydı.

Deniz sakindi. Açıktaki gemilerin neden öyle aylarca aynı yerde demirlemiş durumda beklediklerim düşündü. Anacaddeden karşıya geçti. Caddeyle deniz arasında, kilometrelerce uzunluğundaki tüm sahil boyunca uzanan ve genişliği değişen, kimi yerde üzerinde parklar buluttan bir alan uzanıyordu. Bu alanın genişliği bazı yerlerde yüz metreye yaklaşıyordu ama şu anda sahilin hangi noktasında olduğunu kestiremediği için böyle bir yer bulabilmek için yürümeye devam elli. Anacaddeden geçen otomobiller giderek azalmaya başlamıştı, hava da serinliyordu. "Bari çok soğuk olmasa" diye geçirdi içinden.

Sonunda aradığı yeri buldu. Burada caddeyle deniz arasında geniş bir mesafe vardı ve caddeden geçenlerin sahildeki birini görmesi imkansızdı. Deniz kıyısında ise dar bir şerit halinde uzanan bir bölüm daha vardı ve burası diğer bölümden bir adam boyu aşağıda kalıyordu. Yukarıdaki kısmı, ileride park yapılmak üzere düzenlenmiş ve öylece bırakılmıştı sanki. Toprak bir şeyler ekilmek için kazılmıştı ve orada burada öbekler halinde yığılmıştı. Tek tük ağaç ve sahile yakın bölümde de birkaç bank vardı. Birden sevindi. Gerçekten de burası tam aradığı yerdi. Banka oturdu, şarap şişesini açtı ve şaraptan küçük bir yudum aldı. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama caddeden geçen otomobillerin iyice azaldığını fark ederek gece yarısını çoktan geçmiş olduğuna hükmetti... Şarabı yarılamıştı. Yavaş yavaş da uykusu geliyordu. Banka uzandı, üstünü tekeliyle iyice örttü.

Birden uyandı. Çok üşümüştü. Gece havanın bu kadar soğuk olabileceğini tahmin edememişti. Kalktı. Biraz hareket etse iyi olacaktı. Olduğu yerde hoplamaya zıplamaya baş-ladı. Rüzgâr karadan esiyordu. Denizin kıyısında dar bir şerit halinde uzanan ve şu anda bulunduğu yerden daha aşağıda kalan kısma geçerse biraz ısınabileceğini, düşündü. Aşağıya indi. Toprağa sırtını verdi. Böylece rüzgardan biraz olsun korunabiliyordu.,

Biraz sonra birtakım ayak sesleri işitti, iki kişi kendisine doğru geliyordu. Yanına yaklaştıklarında biri onu selamladı. O da. karşılık verdi. Yanma oturdular. Biri, onu burada daha önce hiç görmediklerini söyledi. Sonra nereli olduğunu, nereden geldiğin, nerelerde takıldığını sordular. Yanından uzaklaşırlarken biri geri dönüp "Şu ileride tarihi kentin surları var, orada daha sıcak bir yer bulabilirsin" dedi. Te-şekkür etti. Adamlar iyice uzaklaştıktan sonra anacaddeye mümkün olduğu kadar yaklaşmamaya çalışarak kendisine tarif edilen yöne doğru ilerlemeye başladı. Tam o sırada anacaddeden geçen bir polis otosunu fark etti. Toprak yığınlarından birinin arkasına gizlenerek beklemeye başladı. Polis otosu geçip gittikten sonra ayağa kalktı, biraz ilerleyince surların heybetli kulelerinden birini gördü. Kulenin merdivenlerini tırmanırken bir kibrit yaktı. Kapıya geldiğinde içeriden sıcak havayla birlikte kesif bir esrar kokuşu geldi. Bu arada elindeki kibrit sönmüş, içeriyi görememişti. Bir kibrit daha yaktı, içeriye eğilip baktı. Kulenin daire şeklindeki zemininde, ortada bir ateş yanıyor, ateşin çevresinde ise yan yana sayamadığı kadar çok insan yatıyordu. O böyle kapıda durmuş bakarken içeriden bir ses "Kim o?" diye sordu. Hemen kibriti söndürdü. Biraz düşündü, sonra "Benim" diye seslendi. Merdivenleri hızla inerken neredey-se düşüyordu. Koşarak oradan uzaklaştı. Eski yerine dön-dü. Saat kaçtı acaba? Neden bir türlü sabah olmuyordu? Gece ne kadar da uzundu. Biraz daha oturdu. Soğuktan uyuyamıyordu.

Hava aydınlanmaya başlayınca kalktı. Anacaddeden karşıya geçti. Biraz yürüdükten sonra yıkık dökük bir kulübe gördü. Kapısı ve pencereleri yoktu. içeriye girdi. Sökülmüş kapılar duvara dayalı duruyordu. Birini alıp yere koydu, üzerine yattı.

Biraz olsun uyuyabilmişti. Birkaç saat geçmiş olmalıydı. Bu saatte insanlar tek tük de olsa uyanmaya ve hatta yollara düşmeye başlamışlardır diye düşündü. Dışarı çıktı. Yürümeye başladı. Bir hastanenin yanından geçerken aklına parlak bir fikir geldi. Doğruca kadın-doğum servisine gitti, bekleme salonuna girdi. Sıcacıktı. Hasta yakınlarından bir kısmı heyecanla doğumhanenin kapısında bekliyor, bir kıs-mı ise koltuklarda uyuyordu. O da bir koltuğa oturdu.

Uyandığında çevresine bakındı. Geldiğinde bekleyenler gitmiş, onların yerlerine yenileri gelmişti. Uykusunu biraz almış gibiydi. İyiden iyiye de ısınmıştı. Dışarı çıktı. Sokaklar işlerine yetişmek için uykulu yüzlerle hızlı hızlı yürüyen insanlarla dolmuştu. İşte, bir daha asla giremeyeceği dünya. Bir gece bu kadar uzun sürerse, aylar, yıllar nasıl geçerdi.

Birkaç günü daha aynı biçimde geçirdi. Sonraki birkaç gün İse sabahçı kahvelerinde, ikide bir çay getiren garsonun dürtüklemesiyle onlarca kez uyandırılarak sabahladı. Altıncı gün, öğle saatlerinde; sokaklarda amaçsızca dolaşırken çok eski bir arkadaşını gördü. Onun bir evi vardı. İçerdi. Arkadaşı ona kendisinde kalabileceğini söylediğinde gerçekten de çok sevindi. Üstelik konuşacak pek çok şeyleri vardı.

 

Heyhat balayı kısa sürdü. Ha, Ha! Hiç evden dışarı çıkmıyordu artık. Neden çıksındı ki? Arkadaşı arada bir çıkıyor, para kazanacak bir şeyler yapıp geliyordu. Anlattığına göre ufak tefek bir şeyler satıyordu. Bir süre sonra ona da Öğrete bileceğim söylüyordu. O da bekliyordu.

Aylar geçmişti. Günün büyük bir bölümünü geçirdiği ya-tağı pencerenin önündeydi. Bir gün bir vızıltı duydu. Kafasını kaldırıp baktı. Kocaman bir kara sinek, pencerenin pervazlarına konup bir uçuyordu. Havalar ısınmaya başlamıştı ama daha kara sineklerin ortaya çıkma zamanı gelmemişti.

Gövdesi yeşildi. Pencereden giren güneş ışığında bacaklarındaki kıllar bile görülebiliyordu. Bazen duruyor, arka ba-caklarını birbirine sürtüyordu ya da kanatlarını kaldırıp titretiyordu. Bunları niye yapıyordu acaba? Bazen de gelip eline ya da yüzüne konuyordu. O zaman hiç kıpırdamıyor, ona daha yakından bakabilme fırsatı doğduğu İçin seviniyordu. En çok vızıltısını seviyordu. Bu ses ona bir şeyler hatırlatıyordu ama ne?

Bir gün pencereyi açtı, ama o dışarı çıkmadı.

Artık her sabah onun vızıltısıyla uyanıyordu. Uykudan tam olarak uyanamadığı o anlarda, hatırlamaya çalıştığı şeyler daha bir yakınına geliyordu sanki. Yine de o buzlu cam bir türlü kırılmıyordu. Ama sonunda kırılacaktı, biliyordu. işte o zaman buzlu camın ardındakini görecekti. Si-lik bir anı mıydı, bir düşünce miydi, yoksa sadece bir duy-gu muydu, öğrenecekti. Sonunda bu olay kendisi için giderek bir iddia oyununa dönüştü. Bazen gözlerini kapatıp onun vızıltısını dinler, bir an buzlu camın kırılıvereceğini sanırdı. Bu, tıpkı dilin ucuna gelen bir ismin bir türlü hatırlanamayışı gibiydi.

Arkadaşının odaya girdiği an da gözlerini kapatmış onun vızıltısını dinliyordu. Onun odaya girdiğini anladı ama gözlerini açmadı. Tahta zeminden yükselen tok ayak sesleri arasında vızıltı bir an kesilir gibi oldu, sonra tekrar başladı, ama farklıydı. O garip vızıltının ardından da bir çıtırtı duydu, sonra vızıltı kesildi. Arkadaşı "Bu da "nereden çıktı?" diyordu. Anlaşmıştı. Gözlerini açtı. O çıtırtıyı hatırladı tekrar. Yattığı yerden “Ne yaptın sen” diyebildi sadece.

 

(*) Nuray Tekin, Korkunun Yüzleri, İletişim Yayınları, İstanbul 1996, ss: 51-56

 

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör