Fıkra ustası, bürokrat (D. ?, İrincil köyü / Diyarbakır - Ö.
1633). 1. Sultan Ahmed devrinde yaşadı. Saray musahiplerindendi. Adı, kişiliği,
yaşadığı devir tartışmalıdır. Süreyya Beye göre adı Mehmed veya Mustafa olup 4.
Murad zamanında (1623-1640) yaşayan Divan-ı Hümâyun emektarlarındandı. Mezarı
Sultanahmet’te Firuzağa Camii haziresindeydi. Nâimâ Tarihi’nde 1626’da İran’a
elçi olarak gönderilen İbrahim Çavuş’la birlikte giden Selâm Çavuşu Mustafa’nın
İncili Çavuş olduğu yazılmıştır. Ahmed Rıfat’a göre de Şah Abbas’a elçi olarak
gönderildi.
Adının Mustafa Muhammed olduğu
belirtilen bu zatın Kanunî devrinde (1520-1566) yaşayan Firuz Ağa olduğunu
ileri sürenler de vardır. Sivaslı olduğu, padişahın serpuşuna taktığı inciden
dolayı bu sanı aldığı, Diyarbakır’ın İngi köyünden olduğu da söylentiler arasındadır.
Abdülbaki Gölpınarlı, Türk Ansiklopedisi’ne yazdığı İncili Çavuş
maddesinde, devrin şeyhülislâmına yazılmış biri Türkçe, diğeri Arapça iki
risalesi bulunduğu yazılmış olup, bunlardan sanının İncili olduğu
anlaşılmaktadır. Padişah musahibi olduğu için fıkralarından çoğu saray
hayatıyla ilgilidir. Saray ve çevresini alaya alan, gülünçleştiren fıkraları
ile halkın bu çevre hakkındaki duygu ve düşüncelerini dile getirdi. İyi bir
eğitim gördüğü, Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiği, nükteli konuşan,
gerektiğinde dinleyenleri kahkahalara boğan olgun bir siyaset ve devlet adamı
olduğu anlaşılmaktadır.
Son yıllarda İncili çavuş'un
Diyarbakırlı olduğunu kanıtlayan yeni bilgi ve belgeler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bu bilgilere göre İncili Çavuş'un doğduğu yer kabul edilen İrincin köyü
Diyarbakır merkez Tilalo köyünün batısına, Polis kolejinin kuzeyine Silvan
yolunun soluna inşa edilmiştir. Arazisi 1970’de istimlak edilerek Dicle
üniversite kampusüne dahil edildi. Bu köy İncili Çavuş’un köyüdür, asıl adı
Mustafa’dır.
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA:
Osman Rasih / Letâif Paketi (1924), İncili Çavuş (1929), Süleyman Tevfîk
Özzorluoğlu / İncili Çavuş’un En Güzel Latifeleri (1939), Daniş Remzi Korok /
İncili Çavuş Latifeleri (1940), N. Sanerk / İncili Çavuş’un En Güzel Fıkra ve
Hikâyeleri (1943), İncili Çavuş (1944), İbrahim Hakkı Konyalı / İncili Çavuş ve
Fıkraları (Tarih Hazinesi, sayı: 2, Aralık 1950, s. 76-77), İncili Çavuş ve
Resimli Hikâyeleri (1964), Necdet Rüştü Efe / Türk Nüktecileri (tsz.), M. Âdil
Özder / İncili Çavuş Kimdir Nerelidir? (Yeşil Artvin, sayı: 7, Mart 1974) -
Türk Halkbiliminde İncili Çavuş (Türk Halk Bilim Araştırmaları Yıllığı, 1977,
1979), Dursun Yıldırım / Türk Edebiyatında Bektaşî Tipine Bağlı Fıkralar (1976,
s. 24), Z. Abidin Çiçek /
Diyarbakır’ın Fethi Tarihi ve Kültürü (1977, s.126), TDE
Ansiklopedisi (c. 4, 1981, s. 391), M. Sabri Koz / En Güzel Bekri Mustafa ve
İncili Çavuş Fıkraları (1982), Erdoğan Tokmakçıoğlu / Bütün Fıkralarıyla İncili
Çavuş (1923), Ekrem Uyar / İncili Çavuş Fıkraları (1985), Ayhan Yalçın / İncili
Çavuş (1985), Şevket Beysanoğlu / İncili Çavuş’un Hayatı ve Seçme Fıkraları
(1990), TDOE –TDE Ansiklopedisi 5 (2004), İhsan Işık / TEKAA
(2006) - Diyarbakır Ansiklopedisi (2013).
GÜZEL BİR CEVAP
İncili Çavuş, birkaç sene hizmet-i
padişahide bulunduktan sonra mezuniyet alarak, memleketine gitmiş.
Orada o zamanlar müsellim namı
verilen, Kaymakam-ı Kaza'nın zalim, mütekebbir, muharib bir adam olup, halkı türlü
türlü işkence ve mezalim ile soymakta, kasıp kavurmakta olduğunu görmüş.
Bir gün ziyaretine gelmiş olan
mu’teberan ve eşraf-ı mahalliyeye : “Bu zalim müsellim için neden valiye
şikayet edip, tebdil ve tahvili zımnında çalışmıyorsunuz? " diye sormuş.
Onlar da: “Efendim, faidesi
yoktur. Çünkü müsellimimiz valinin pek ziyade sevdiği bir adamdır. Ne kadar
şikayet etsek dinlemeyecek, bu da benden şikayet ettiler diye zulmünü
artıracaktır.” Cevabını vermişler.
İncili, “Böyle sükut edip oturmak
olmaz. Herhalde bir teşebbüs lazımdır. Bana kalır ise yarın bir kaçımız
birleşerek Merkez-i Vilayete gidip Paşa'ya keyfiyyeti bilataraf anlatalım,
şikayet edelim, olmaz ise İstanbul’a arz-ı şikayet ederiz.” Demekle eşraf-ı
belde, buna muvafakat etmişler ve ertesi günü İncili ile beraber dört, beş zat
Merkez-i Vilayete azimet eylemişler.
Müsellim bunların gittiklerini
haber alınca, keyfiyyeti derhal Vali'ye iş’ar ve ihbar eylemiş. Şikayetlerine
ehemmiyet vermemesini arz etmiş.
İncili ve rüfekası Merkez-i
Vilayete vasıl olduklarının ertesi günü, doğruca Valinin ziyaretine gitmişler.
Paşa’ya kendisini görmeye geldiklerini haber verdirmişler.
Vali misafirlerini huzuruna kabul
edip, hürmet ve iltifat göstermiş ve oturduklarını müteakip ilk söz olarak:
“müselliminiz ne haldedir? İnşallah rahat ve afiyettedir. Kendisini pek severim
çünkü müstakim, muktedir, faal, adil bir zattır. Orada bulunduğu iki sene
zarfında kazanıza büyük hizmetler ifa ettiğine eminim.” Demiş.
İncili ve rüfekası valinin bu
sözlerine karşı:
“Efendim, yanılıyorsunuz! Bu adam
zalim, gaddar, cahil, muharrip bir adamdır” demeye cesaret edememişler ve
şaşırıp bakakalmışlar ise de, İncili heyet namına derhal söze başlayarak: “Evet
efendimiz, müsellimimiz buyurduğunuz gibi, hatta daha fazla bile muktedir ve
müstakim bir zattır. Kendisinden bütün kasabamız halkı son dereceye kadar
memnundurlar. İki seneden beri memleketimize cidden hizmette muvaffak oldular.
Biz de bilhassa mumaileyhten dolayı zat-ı alilerinize teşekküre geldik. Ancak
şu ciheti düşünüyoruz. Memalik-i Osmaniye yalnız bizim kazamızdan ibaret
değildir. Her yer adalete, islaha, terakkiye, hizmete muhtaçtır. Bu zatın
iktidar ve müzayasından iki senedir kazamız müstefid oldu.
Şimdilik bu kadar istifade kifayet
eder. Diğer kazalardaki ahali, kardeşlerimiz olduğundan, onların da istifade
etmelerini cidden arzu ediyoruz. Binaenaleyh, müsellim gayur ve müstakimimiz
mi? Diğer bir kazaya nakil etmenizi rica ediyoruz.” Cevabını vermiş.
Bu cevaba karşı Paşa gülerek,
müsellimi diğer bir mahale nakil ve tahvil ile o kazanın başından bu belayı
kaldırmıştır.
-----
müsellim: Zamanın mülkiye
kaymakamı, nahiye müdürü
mütekebbir: Kibirli
muharib: Savaşçı
mu’teberan: İtibarlı, şerefli
eşraf-ı mahalliyeye: Mahallenin
eşrafına
azimet eylemek: gitmek
rüfeka: refakatçiler, yanındakiler.
mumaileyhten: Adı geçen adamdan
Memalik-i Osmani: osmanlı
memleketleri
müstefid oldu: İstifade etti
---------------------------
ELLİ DEĞNEK
Bir gün padişah-ı zaman, musahibi (1)
bulunan İncili Çavuş’a hitaben:
“Sen artık ihtiyar olmaya başladın.
Vazifeni ifada(2) eskisi kadar faaliyet gösteremiyorsun. Bahusus sana bir emr-i
hak vaki(3) olursa, burada yerini tutacak diğer biri yoktur. Onun için sana bir
müddet-i münasip(4) mezuniyet veriyorum.
Memleketin her tarafında dolaş,
senin yerini tutacak bir adam bul getir”
Demiş ve Çavuş da bu emre binaen
seyahate çıkmış idi.
Anadolu’da bir çok şehir ve
kasabalarda dolaştıktan sonra, Adana vilayetinde bir köye varmış ve oradaki
imamın hanesine misafir olmuş. İmamın gayet nekre-gu(5) , hazır cevap, tam
padişahın istediği gibi bir adam olduğunu gördüğü cihetle, onu “zihnen” beraber
götürmeye karar vermiş ve fakat bir kere daha imtihan etmek fikrine düşerek
demiş ki:
“imam efendi, benim tabiatım gayet
fenadır. Yattığım yatak ve yorganın hiçbir top sesi işitmemiş, barut kokusu
duymamış olmasını isterim. Sende böyle yatak var mıdır?”
İmam efendi derhal cevap vermiş:
“Sayenizde vardır efendim. Siz hiç
merak buyurmayınız.”
Bir müddet sonra yatma zamanı
gelince imam bir yatak getirip sermiş. Sonra uzun bir kamış getirerek yatağın
yanına koymuş. Bu kamışın ne olacağını anlayamayan İncili sormuş:
“Hoca bu kamış ne olacak?”
Hoca:
“Efendim sizin gibi erbab tabiatta
bir misafir geldiği zaman böyle bir yatak ister ise, işte bu yatağı sererim.
Evel zaman bu kamışı da yanına koyarım. Misafir yattığı zaman kamışın bir ucunu
topun ağzına koyar, diğer ucunu yorgandan dışarıya bırakır. Uyku halinde
atacağı topun sesi de, barut kokusu da o kamıştan çıkarak dışarıya çıkar; yatak
ve yorgana dokunmaz.”
Ertesi gün İncili imamı karşısına
alıp kendisinin gibi olduğunu, padişah tarafından bir nedim(6) aramak üzerine
memur edildiğini, onu beraberce İstanbul’a götüreceğini söylemiş ve imamdan
muvafakat cevabını aldıktan sonra:
“Fakat seninle bir mukavele
yapacağım. İstanbul’a vasıl olup da, huzur-u hümayuna çıktığın zaman, tabi
padişah sana ihsan(7) verecektir. Her ne alır isen nasıfı(8) sana, nasıfı bana
olacaktır. Bu şartı kabul ediyormusun?” demiş ve imam da kabul eylemiş.
İncili imam ile beraber İstanbul’a
vasıl olup saray-ı hümayuna gelince, doğruca huzura çıkıp, kendi gibi birini
bulup getirdiğini arz etmiş. İmamı huzura ithal eylemiş.
Padişah imamla görüşerek, onun
hakikaten değerli, nedim olmaya layık ve şayeste(9) bulunduğunu görüp memnun
olmuş. Ve imama hitaben:
“Benden ne istiyorsan iste
bakayım” demekle, hoca:
“Efendimizin sağlığını isterim”
cevabını vermiş. Fakat padişah. “Hayır, başka bir şey iste” demiş ve hoca da:
“Efendim, ferman buyurunuz da bana
elli değnek ursunlar, bunu isterim”
Bu garip talepten düçar-ı
hayret(10) olan padişah:
“Hoca bu nasıl şey? İsteyecek
başka bir şey bulamadın mı? Para iste, ihsan iste” demiş ise de hoca talebinde
ısrar ile:
“Ben elli değnek isterim, başka
bir şey istemem, madem ki istediğimi vereceksiniz, ferman buyurunuz da bana
elli değnek ursunlar” demiş.
Padişah bunda herhalde bir mana
olduğunu hissederek, hocaya elli değnek vurulmasını emretmiş. Ve emir mucibince
imama değnekler vurulmaya başlamış. Değnek yirmibeş olunca yattığı yerden
kalkıp, elini kaldırarak, dur! Diye bağırmış. Bu hali seyretmekte olan olan
padişah sebebini sorunca, hoca: “Efendim, şerikim (11) var. Nasıf da ona icab
eder.” Cevabını vermiş. Padişah hayretle: “Şerikin kimdir?”
“Efendim, İncili Çavuş kulunuz.
Bizim köyde iken İstanbul’a vasıl olduğumuz zaman, padişah bana ne verir ise
yarı yarıya paylaşmak üzere mukavele ettik. Şimdi elli değnek nasıfı benim,
nasıf-ı diğeri onundur.”
Orada hazır bulunan ve bu
mukaveleyi istemiş olduğu cihetle, imamın değnek talebinde bulunmasını hayretle
temaşa eden İncili, derhal savuşmak istemiş ise de, padişahın işaretiyle
kaçmasına meydan verilmemiş. 25 değnek de o yemiştir.
---
1: sohbet eden, arkadaş
2: yerine getirme
3: ölürsen(kısaca)
4: uygun bir süre
5: gülünç şeyler anlatan, komik
6: meclis arkadaşı
7: bağış
8: ikiye bölen
9: yaraşır, uygun
10: hayrete kapılmış
11: ortak
---------------------------
MİNAREYİ KESERİM HA!
Divanenin biri her nasılsa
tımarhaneden firar ederek, doğruca Süleymaniye Camii şerifinin minaresine çıkmış.
O esnada ezan okumakta olan müezzini belinden yakalayarak:
-Haydi hazır ol! Tevbe ve estağfir
et, seni buradan aşağıya atacağım. Paldır küldür nasıl yuvarlandığını göreceğim
der.
Divanenin beline sarıldığını gören
müezzin, korkusundan tir tir titremeye başlamış ve kendisini kurtarmak için,
derhal hatırına divaneyi aldatmak hususu geldiğinden, demiş ki:
-Peki efendim, beni aşağıya atmayı
arzu ediyorsanız atınız. Ben buna razıyım, ancak henüz ezanı bitirmedim. Ezan
kalır ise herkes bundan kuşkulanarak buraya gelir. Sizi görerek tutarlar.
-Öyle ise ne yapalım?
-Müsaade ediniz de ezanı okuyup
bitireyim. Sonra ne isterseniz yaparsınız.
-Pek ala! Haydi çabuk ol.
Divanenin bu muvafakatı üzerine
müezzin ezanı okumaya başlar.
-Allah-u ekber, Allah-u ekber.
Minarede deli var. Eşhedu en lailahe illallah, can kurtaran yok mu?
-Bu ezan ne kadar uzun sürdü,
çabuk bitir, işim var gideceğim.
-Peki efendim, işte bitiyor.
Eşhedu enne Muhammeden Resulullah, yetişiniz deli var.
-Bitti mi?
-Şimdi bitiyor, biraz sabredin.
Müezzin bu süratle ezanı okumaya
ve istimdad (imdat) etmeye devam eder. O sırada çevreden duyanlar minarenin
dibine yaklaşırlar. Yukarıda divane ile müezzinin bulunduğunu görürler.
Kalabalıktan biri :
-Haydi minareye çıkalım. Diğer
biri:
-Biz çıkıncaya kadar deli müezzini
atar ise? Bir üçüncü:
-Hem de atar, bizim yukarıya
çıktığımıza şüphesiz kızar.
-O halde ne yapalım?
-Bunun çaresini bulup deliyi
aşağıya indirelim.
O sırada oradan geçmekte olan
İncili Çavuş, gördüğü bu telaşlı kalabalığın yanına gelerek, ne için toplanmış
olduklarını sorar. Seyirciler durumu ayrıntılı hikaye ederler. İşi anlayınca
der ki:
-Siz telaş etmeyiniz, divaneyi ben
şimdi aşağıya indiririm.
-Sakın minareye çıkayım deme,
sonra felaket olur. Biçare müezzini aşağıya atar.
-Merak etmeyiniz, merak etmeyiniz,
minareye çıkacak değilim. Şimdi görürsünüz.
İncili derhal cebindeki ufak
çakıyı çıkarıp açarak, minarenin dibine gelmiş ve divaneye hitaben bağırmış:
- Hey oradaki adam bana bak!
Deli aşağıya bakarak:
- Ne istiyorsun be?
- Haydi aşağıya in bakayım!
- İnmeyeceğim işte!
- İnmeyecek misin? Sonra fena
olur.
- Ne olacak, ben senden korkmam
ki...
- Ne mi olacak? Şimdi şu çakı ile
minareyi dibinden kesip, devireceğim...
- (telaşla) Rica ederim, sakın
yapma!
- Öyle ise çabuk aşağıya in.
- İşte geliyorum.
Divane, müezzini bırakıp minareden
koşarak aşağıya iner ve ahali tarafından tımarhaneye geri götürülür (www.uluforum.com)