Necati Güngör

Gazeteci, Öykü Yazarı, Yazar

Doğum
27 Mart, 1949
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Burç

Öykücü, gazeteci, yazar. 27 Mart 1949, Malatya doğumlu. İlk ve ortaokulu Malatya’da okudu, Malatya Lisesini bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Yayınevlerinde redaktörlük, editörlük, gazetecilik ve reklam yazarlığı yaptı. Yer­yüzünde İki Gölge (1982) adlı kitabı nedeniyle sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı, kitabı toplatıldı. 1990’da TRT İs­tanbul Radyosunda altı ay süreyle “Edebiyatçılar Edebiyat Öğretmenlerini Anlatıyor” adlı haftalık bir program hazırladı. Bir özel televizyon kanalında haber redaktörü olarak çalıştı. Çalışmalarını İstanbul’da sürdürdü. Türkiye Yazarlar Sendikası, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Dil Derneği üyesidir.

İlk öyküsü 1968’de, Malatya’da çıkan Oluş dergi­sinde yayımlandı. Öykü ve yazıları sonraki yıllarda Yansıma, Yeni Dü­şün, Yeni Dergi, Negatif, Hürriyet Gösteri, Türkiye Defteri, Yaşasın Edebiyat, Cumhuriyet ve Hürriyet gibi dergi ve gazeteler ile sanat sayfalarını hazırladığı Politika ve Aydınlık gazetelerinde yayımlandı. Ko­nularını çocukluğunun geçtiği yörelerin gerçek yaşamından alan yazar, işlek bir dil ve duyarlı bir anlatımla gözlemlerini yan­sıttı. Şükran Kurdakul’un sözleriyle; “Sevgi Ekmektir (1978) adlı eserinde topladığı yedi öyküde yakın tari­hin belli olaylarından etkilenmiş kişilerin düzenden gelen olumsuzluklar karşısında ezilmişlikleri, ayakta durma ça­baları, savruluşları beceriyle işlenmiş göründü.”

Necati Güngör, Sevgi Ekmektir adlı kitabıyla 1979 Türk Dil Kurumu Ödülünü, Sinema Kuşu Sevgilim ile 1990 Ömer Seyfettin Öykü Ödülünü, “Umut Tanrı’nın Oğlu’nda” röportajı ile 1990 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülünü, Bir Taşralının İstanbul Nostaljisi kitabı ile de 1993 Abdi İpekçi Röportaj Ödülünü, İyiler Genç Ölür adlı eseriyle 1999 Yunus Nadi Ödülünü kazandı.

“İnsanın doğup büyüdüğü kentlerin ötekilerinden elbet ayrı bir yeri vardır. Çocukluğunun, ilk gençliğinin anıları kenti sanki dokunulmaz kılar. Ana babaların da bütün akraba ve sevilenlerden daha özel olduğunu söylemeye gerek bile yok. Yaşanması en zor günlerdir ana baba ölümleri. Sonunda doğduğu kentin topraklarına bırakılmışsa eğer ana baba, doğulan kent bir sevecenlik kazanır sanki. (...) Necati Güngör de ana babasını, doğduğu kenti ve bir dönemin yaşam anlayışını benzer bir biçimde öyküleştirmiş Annem Babam Malatya’da.

“Necati Güngör’ün yanlış kentleşme üstüne okul yıllarını geçirdiği İstanbul’dan gözlemleyip yazdığı yazılar, lirik gerçekçi diye tanımlanabilecek anlatımı Annem Babam Malatya’nın eleştirelliğine kolay okunurluk sağlıyor. (...)

“Necati Güngör, Malatya’yı çocukluk günlerini, aile kişilerini, komşularını, gelenek ve göreneklerini de tanımlıyor. Bu anlatım kimi zaman çağdaş kapitalizm öncesi esnaflık kurallarının anlatma biçimini alıyor, kimi zaman büyük aile dönemlerindeki sıcak içten yaşamın. Elbet bu sıcaklıkta anlatanın/yazarın erkek oluşunun da payı var. Apartmanlara gelin sultası yüzünden gitmeyen yaşlıları anlatırken gösterdiği duyarlığı, eski tip evlerin görmesi gereken bakımı anlatırken gösterdiğini söylemek zor. Daha doğrusu burada duyarlık yalnızca evlere ve yaşam tarzına. Bu işlerin büyük bölümünü yapacak genç kadının/kızın kendini nasıl geliştireceğinin yanıtı yok. (...)

“Necati Güngör, eski tip evlerin yaşam zorluklarını sıralarken, bunların karşılığındaki nimetler anımsatılıyor. Apartman yaşamının getirdiği hastalıklar da. Ama yalnız mimari ve kentleşmenin suçlusu ne dam loğlamaktan kaçınan genç kadınlar ne dam aktarmayı bilmeyen delikanlılar, işin kötüsü geri dönmenin de yolu yok... Ne Malatya’da ne de Türkiye’nin herhangi bir kentinde.

“Necati Güngör Malatya’yı, türküleri, türkücüleriyle anlatıyor. Bir tür gayrı resmi kent tarihi yazıyor. Örneğin, eski kiliseler, bu yapılarla ilgili hikayelerle sınıf arkadaşları ve kentin ustaları arasındaki Ermeniler ve Müslüman halkla hesaplaşma...” (Sennur Sezer)

“Necati Güngör, ‘İyiler Genç Ölür’ kitabında yer alan yedi öyküde -Necati Güngör’ün yayımladığı öteki kitaplarında da yedişer öykü vardır ve bu onun açıklamadığı bir gizi, bir gerçeğidir- yoksul ve orta sınıf insanlarının yaşamlarını didikler, o yaşamların ince, uzun, dar, loş, karanlık ve aydınlık bütün yollarında dolaşır. Saptadığı duyarlık merkezlerindeki nabız atışlarını, duyguları yoğunlaştıran devinimleri, gördüklerini, gözlemlediklerini, tanıklıklarını, işittiklerini, ‘İşte onlar böyle yaşıyor, böyle yaşadı’ dercesine sunar okura. Bunu da çok işlenmiş, üzerinde çok çalışılmış Türkçenin göz kamaştıran ışıltılar üreten bir elmasa dönüştüğü bir dille yapar... müziğin, resmin, görüntülerin, durum tepeciklerinin özlerinden sızdırdığı şiiri katar. Anlatımın etkisini güçlendirir.” (Muzaffer Buyrukçu)

ESERLERİ:

ÖYKÜ: Yolun Başı (1973), Sevgi Ekmektir (1978), Yeryüzünde İki Gölge (1982), Bu Sevda Ölmez (ilk iki kitabının birlikte basımı, 1983), Hayatımın Yedi Hikâyesi (ilk iki kitabındaki öykülere yedi yeni öykü ilavesiyle, 1984), Unutulmaz Bir Kadın Resmi (1986), Sinema Kuşu Sevgilim (1990), Masal Kuşu (hikâyelerinden seçmeler, 1992), İyiler Genç Ölür (1998), Hikâyemde Hayvan Var (2002).

ANLATI-RÖPORTAJ: Yeryüzünde İki Gölge (1982), Bir Taşralının İstanbul Nostaljisi (1992), Şehr-i Şirin İstanbul (1997), Bir Hayal İstanbul (1998), Annem Babam Malatya: Bir Kentin Yaşamöyküsü (2005).

ÇOCUK KİTABI: İstanbul’da Bir Hasan (1981), Babamın Sedefli Çakısı (1990), Babamın Sedefli Çakısı, (kitaplarından se­çilmiş çocuk konulu öyküler, 1991), Çocuklara Dede Korkud Öyküleri (1992), Papatya Gelin (2004).

DERLEME: Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, (C. Süreya’nın çocuk yazıları, 1996), Safiye Ayla’nın Anıları (1996), Şehr-i Şirin İstan­bul, (seyahatnamelerde İstanbul, 1997), İstanbul Fotoğrafları (1999), Boğaziçi Büyüsü (2000), Falaka / Ahmet Rasim (resimler: Yaşar Zeynalov, 2000), Hayvan Hikâyeleri (2000), Kaşağı / Ömer Seyfettin (resimler: Yaşar Zeynalov, 2000), Benim Annem Güzel Annem: Seçilmiş Anne Öyküleri (2002), Aşk Hikâyeleri Antolojisi ( 2004).

YAYINA HAZIRLAMA: Behiç Duygulu / Öyküler (2003), Muzaffer Hacıhasanoğlu / Öyküler (2003).

HAKKINDA: Seyit Kemal Karaalioğlu / Resimli Türk Edebiyatçıları Sözlüğü (1974),Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (c. III, 1978), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda Eser­ler Sözlüğü (1979), Yurt Ansiklopedisi (c. VIII, 1982-1983), Muzaffer Buyrukçu / Necati Güngör’den Yunus Nadi Ödüllü Öyküler: İyiler Genç Ölür (Cumhuriyet Kitap, 26.8.1999), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (6. bas. 1999), A. Özer / Necati Güngör ile Söyleşi (E, Temmuz 1999), Ömer Lekesiz / Yeni Türk Edebiyatında Öykü - 4 (2001), TBG Edebiyatçılar Ansiklopedisi (c. 1, 2001), Elif Yılmaz / Hikâyemde Hayvan Var (Cumhuriyet Kitap, 28.3.2002), Sennur Sezer / Malatya Güzellemesi (Evrensel, 27.10.2005). 

SEVGİ EMEKTİR’DEN

Havuzun çevresine güvercinler konardı. Tatlı bir şırıltıyla akardı su. Ortadaki gözden taşıp kocaman mermer havuzda birikirdi. Biri uçar, biri konardı kuşların. Cebimde, ninemden gizli getirdiğim ekmek kırıntılarını atardım onlara. Küçük, kırmızı ayaklarıyla ıslak mermerler üzerinde itişip kakışarak kaçırırlar ekmekleri. Ben de kuşlarla birlikte itişir, onlarla birlikte uçardım sanki. Namaz vaktine dek oyalanırdım öyle. İçlerinden biri topaldı. O, benim güvercinimdi. Topuzlu bir değnek gibi kütleşmişti parmakları. Seke seke yürürdü havuzun taşlarında. Gözleri ateş kıvılcımları gibi yanardı. Yürümüyor da sıçrıyordu hayvancık. Ama uçuşta, ötekilerden hiç de geri kalmazdı. Belki de acıyordum güvercinime. Acıdığım için seviyordum onu. Ekmek kırıntılarını kapışırken yiğitlenmesi bir hoştu... Hep ondan yana atardım ben de ekmeği. Daha güçlü olsun, kendini ezdirmesin diye.

Ninem öteki dilenciyle dertleşirdi. Eski günleri anlatırlardı birbirlerine. Savaş çıktığı zaman memleketlerinden kaçışlarını anlatırlardı. Asmalı Caminin başka dilencisi yoktu. Öteki, kendisi dilenmez de, tekerlekli bir sandık içindeki oğlunu dilendirirdi. Ben korkardım yaşlı adamdan. Bembeyaz saçı sakalı, bütün yüzünü kapatıyordu. Bin yaşında gibiydi. Ninem su istediği zaman kuşları bırakıp yanlarına giderdïm ancak. Hep önüne bakardı yaşlı adam. Sandığa zor sığıyordu oğlunun bedeni. Et yığınından öte bir şey değildi. Kocaman bir yüzü vardı. Şiş şiş olmuştu etleri. Göz kapaklarını aralamaktan başka kıpırtısı da yoktu. Göğsünün ortasına yerleştirilmiş tabağa para atıyordu gelip geçenler.

Ak sakallı adam, araba içindeki bu et külçesiyle bir ilişkisi yokmuş gibi uzakta duruyor, sonra kendiliğinden kalkıp oğlunun yüzündeki sinekleri kovuyordu. Aslında adam, hiç kimsenin yüzüne bakmıyordu. Onu öyle görenler, oğlunun o hale düşmesi, adamın suçu sanırdı.

Ninemle konuşurlarken duymuştum: Yıllarca önce, karısı ölmüş adamın. İkinci bir kadınla evlenmiş. O da bırakıp kaçmış. O gün bugün, felçli oğluna kendisi bakıyormuş. Gençliğinde mezbahada kasaplık yaparmış. Yaşlanınca işsiz kalmış. Mahalledeki camide ezan okuyarak geçinmek istemiş; ama sesi güzel değil diye istememiş mahalleli; ikide bir yüzüne vurmuşlar sesinin çirkinliğini. O zaman canı sıkılmış adamın. Ezan okumayı bırakmış. Ölmesi için gece gündüz Tanrı'ya yakardığı oğlunu, dışarı çıkarıp dilenmeye başlamış...

Ak sakallı adam ağlardı bunları anlatırken. İlk karısının iyiliğini söylerdi boyuna. O ağlarken, ninemin de ağladığını görürdüm. Oğlunun ölmesini istediği için, yüreğinin yandığını söylerdi adam. (...)

MALATYA GÜZELLEMESİ

“İnsanın doğup büyüdüğü kentlerin ötekilerinden elbet ayrı bir yeri vardır. Çocukluğunun, ilk gençliğinin anıları kenti sanki dokunulmaz kılar. Ana babaların da bütün akraba ve sevilenlerden daha özel olduğunu söylemeye gerek bile yok. Yaşanması en zor günlerdir ana baba ölümleri. Sonunda doğduğu kentin topraklarına bırakılmışsa eğer ana baba, doğulan kent bir sevecenlik kazanır sanki. (...) Necati Güngör de ana babasını, doğduğu kenti ve bir dönemin yaşam anlayışını benzer bir biçimde öyküleştirmiş: Annem Babam Malatya.

“Necati Güngör’ün yanlış kentleşme üstüne okul yıllarını geçirdiği İstanbul’dan gözlemleyip yazdığı yazılar, lirik gerçekçi diye tanımlanabilecek anlatımı Annem Babam Malatya’nın eleştirelliğine kolay okunurluk sağlıyor. (...)

“Necati Güngör, Malatya’yı çocukluk günlerini, aile kişilerini, komşularını, gelenek ve göreneklerini de tanımlıyor. Bu anlatım kimi zaman çağdaş kapitalizm öncesi esnaflık kurallarının anlatma biçimini alıyor, kimi zaman büyük aile dönemlerindeki sıcak içten yaşamın. Elbet bu sıcaklıkta anlatanın/yazarın erkek oluşunun da payı var. Apartmanlara gelin sultası yüzünden gitmeyen yaşlıları anlatırken gösterdiği duyarlığı, eski tip evlerin görmesi gereken bakımı anlatırken gösterdiğini söylemek zor. Daha doğrusu burada duyarlık yalnızca evlere ve yaşam tarzına. Bu işlerin büyük bölümünü yapacak genç kadının/kızın kendini nasıl geliştireceğinin yanıtı yok. (...) 

“Necati Güngör, eski tip evlerin yaşam zorluklarını sıralarken, bunların karşılığındaki nimetler anımsatılıyor. Apartman yaşamının getirdiği hastalıklar da. Ama yalnız mimari ve kentleşmenin suçlusu ne dam loğlamaktan kaçınan genç kadınlar ne dam aktarmayı bilmeyen delikanlılar, işin kötüsü geri dönmenin de yolu yok... Ne Malatya’da ne de Türkiye’nin herhangi bir kentinde.

Necati Güngör Malatya’yı, türküleri, türkücüleriyle anlatıyor. Bir tür gayrı resmi kent tarihi yazıyor. Örneğin, eski kiliseler, bu yapılarla ilgili hikayelerle sınıf arkadaşları ve kentin ustaları arasındaki Ermeniler ve Müslüman halkla hesaplaşma...” (Sennur Sezer)

 Bunlardan birini alıntılayalım:

“Çocukluğumda yaşlı bir Ermeni tanımıştım: Değirmenci Manik. Su değirmeni, ev bağımızın az ötesindeydi. (Torunuyla, Hukuk Fakültesi’nde birlikte okuyacaktık) O acı günlerin canlı tanıklarındanmış meğer. ‘Geceleyin benim de kapım çalındı; adımı sordular, Mahmut dedim; dinimi sordular, kelime-i şehadet getirdim; çekip gittiler...” diye anlatır, bize de masal gibi gelirdi. Niye anlatırdı biz çocuklara bunu? Kim bilir, belki adamcağız yaşlanınca kendisi de artık çocuklaşmıştı. Can havliyle kaçan Ermeni komşusunun geride bıraktığı bebeğini alıp onu kendi çocuklarıyla birlikte büyüten insanlar da tanıyacaktım. Yakın tarihin olaylarına tanıklık edenler yanıbaşımızda bulunuyordu, ama o çocukluk çağımızda, derya içinde olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiydik! Ne yazık...”

Annem Babam Malatya alt başlığındaki “Bir Kentin Yaşamöyküsü” nitelemesini hak eden bir kitap. Malatyalıların da, bu şehri hiç görmeyenlerin de tat alarak okuyacakları arşiv fotoğraflarını keyifle seyredecekleri bir belge-roman.

Kaynak :  Evrensel  27 10 2005

Yazar: SENNUR SEZER

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör