Şair. 24 Kasım 1944,
Van doğumlu. Şiirlerinde Alperî mahlasını da kullandı. 1946 yılında ailesi ile birlikte Kütahya’ya yerleşti.
İlk ve ortaöğrenimini burada yaptı. Eskişehir Tekniker Okulu Makine Bölümü
mezunu. Bir süre devam ettiği Konya DMMA İnşaat Mühendisliği Bölümünü ekonomik
nedenlerle yarım bıraktı (1970). Mesleğini 1975’te Almanya, 1995’te Amerika’da
ve Kütahya TÜGSAŞ (1965-78) ile Adana’da Çukurova Grubu şirketlerinde (1980-93)
başformen olarak çalışıp 1997’de emekliye ayrıldı. Çalışmalarını Manisa’da
sürdürdü.
Şiir ve yazıları Kütahya (vilayet
gazetesi, 1963-66), Manisa’da Saruhan (1999-2000-2001), Yenigün (2003), Denge (2003), Hür
Düşünce (2004), Simav’da Anadolu (2004), Belde (2003), Olay
(2003-2004), Burdur’da Yenigün (2003), Devrek (2003), Rize’de
Zümrüt (2003), Yeni Söke (2001), Söke Ekspres (2003), Hür
Söz (2003), Yeni Kıroba (2003), Bakış (2004), Meydan
(2004), Bizim Ece gazetelerinde yayımlandı. 1999 yılından itibaren
Manisa Hür Işık gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Çok sayıda şiir
dinletisine ve şiirle ilgili söyleşiye katıldı ve şiirlerine değişik
antolojilerde yer verildi. Ayrıca müzik çalışmaları yaptı. İLESAM, Kütahya Şiir
Sevenler Derneği üyesidir.
“Nazmi Alper, Türk Halk şiirine has unsurları
zaman zaman şekil yönüyle, fakat daha çok muhteva ve söyleyiş bakımından
sürdüren bir günümüz şairidir… O bir yönüyle Karacaoğlan’ın günümüzdeki bir
devamı, bir yönüyle de Mehmet Akif’in sosyal hayata ayna tutan bir
takipçisidir.” (Ünal Şenel)
ESERLERİ (Şiir):
Seher Yelleri (1999), Hep Sırılsıklam (2003).
KAYNAK: Belde (17.8.2002), İsa Kayacan / Seher
Yelleri (Yeni Söke, 31 Mayıs 2003), Gazete Hürsöz Şairler Antolojisi (2003),
Abdülkadir Güler / Nazmi Alper Tanrıverdi ve Sırılsıklam Şiirler (Söke Ekspres
gazetesi, 5 Ocak 2004), Yeni Gün (21.9.2005), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
4 Nisan 1953
tarihinin-benim hayalımda çok önemli bir yeri vardır. Henüz ilkokul 3. sınıfına
giderken bu tarihte yaşanan bir deniz faciasını radyolardan saat saat dakika
dakika, deniz'in 92 metre derinliğindeki 81 canın ölümle yaşam arasında
verdikleri mücadeleye şahit olurken, hiç farkında olmadan yanlarında olduğumu
ve o mücadeleyi küçücük bedenimle onlarla birlikle yaptığımı hatırlıyor, onları
kurtaramamanın verdiği acıyla ağlıyordum.
İşte bu tarih böylesi bir acıyla
belleğime kazınmış,ve 50 yıldır bu acıyla yaşamışımdır. Bu facianın hazin
öyküsünü bir kez de sizlerle paylaşarak hem acımı hafifletmek, hem de bu
olayı bilmeyen yeni kuşağa aktarmak
ve bu vatana can veren şehitlerimizi bir kez daha yadetmek istedim.
1950 senesinde Türk Donanmasına
katılan 1800 tonluk Dumlupınar Denizatlısı 4 Nisan 1953’de Çanakkale Boğazı’nı
selamlıyordu.Köprü üstündeki 5 denizcimizle birilikte denizatlıda bulunan 86
denizcimiz yurda dönmenin sevinci ile baharı kokluyorlardı. Amaçları biran
sevenlerine kavuşmak ve tabiatın canlandığı, çiçeklerin açtığı bu güzel bahar
mevsimini onlarla birlikte doyasıya yaşamaktı. Her geçen dakika heyecanları
artıyor, hasret şarkılarını unutup, vuslat şarkıları söylüyorlardı. Hepsi büyük
bir neşe içinde nato bünyesinde yapılan tatbikatın yorgunluğunu atmış, Türk
karasularına kavuşmanın mutluluğunu yaşayarak, kısa bir süre sonra da sevenleri
ve bekleyenleriyle kucaklaşacakları anı nasıl süsleyeceklerini düşünüyorlardı.
Her şey çok güzeldi. Ta ki saat 02.
15’e kadar. İşte ne olduysa o saatte oldu. Naraburnu açıklarında su üstünde
seyreden denizaltının üstüne doğru koca bir karaltı bütün hızıyla geliyordu.
Bir anda suya dalıp kurtulmak vardı ama mesafe
o kadar yakın ve o karaltı o kadar hızlı geliyordu ki dalmak mümkün olmadı. O
koca karaltı İsveç bandıralı bir yük gemisinden başkası değildi. NABOLAND adlı
bu gemi bütün hızı ve ağırlığıyla Dumlupınar Denizatı’mıza çarpmıştı.
İşte
o anda; kurulan bütün güzel hayaller, o coşku ve neş'e boğazın serin sularına
gömülüp gitmişti. Ortalık can pazarına dönmüş, köprü üstünde ki görevli 5
denizcimiz boğazın serin sularına atlamış, gecenin
karanlığında bir taraftan canlarını kurtarma telaşı içindeyken, bir taraftan da
kısa bir sürede denizin derinliklerine doğru yol alan denizaltındaki
arkadaşlarını düşünüyorlardı. Kaza haberi alınır alınmaz kurtarma çalışmaları
başlamış, ilk etapta su üstünde ölümle pençeleşen beş
denizcimiz kurtarılmış, 72 saat süren ve o günkü teknoloji ile sürdürülen kurtarma
çalışmaları maalesef sonuçsuz kalmıştı.
Zaman
geçtikçe oksijenleri azalıyor, yaşama şansları kalmıyordu. Telsiz anonslarıyla
çok az oksijenlerinin kaldığını ve artık ölüme hazır olduklarını söylüyorlardı.
Bir an geride bıraktıklarının acı hıçkırıkları çınladı kulaklarında. Sanki
denizin 92 metre dibinde değiller de, onların gözyaşı okyanusunda hissettiler
kendilerini. Yapılacak birşey yoktu artık. Türk Milleti’ne ve geride
bıraktıkları |yakınlarına bir mesaj olarak son kez sesleniyorlardı telsizle ...
“Bizler
için sakın ağlamayın. Bizler birer şehit olarak bu vatanı sizlere emanet
ediyoruz. Ona gözünüz gibi bakın. VATAN SAĞOLSUN” sözleriyle hayatlarını
noktalamışlardır. Bu kahraman 81 .Mehmetçiğimizi 50yıl önce bugün kendi sularımızda şehit vermiştik.
Bu
vesile ile hem onları, hem de bizlere bu topraklan kanlarıyla sulayıp,
canlarını vererek vatan yapan tüm şehitlerimizi bir kez daha minnet ve şükranla
anıyor, Allah'ın rahmeti ve mağrifeti üzerlerine olsun diyerek, gönlümüzdeki
sevgi yumağıyla işlediğimiz vatan aşkıyla renklendirdiğimiz rengarenk
çelenkleri MANİSA'dan ÇANAKKALE BOĞAZI'nın Naraburnu açıklarına gönderiyoruz.
Ruhlarınız şadolsun yüce şahitlerimiz.
(Manisa’da Denge Haber, 4.4.2003)