Gazeteci-yazar.
1 Şubat 1948, Ardahan doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini Kırşehir’de tamamladı.
Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi (1974) mezunu. İstanbul
Valiliği’nde basın ve halkla ilişkiler müdürü olarak görev yaptı.
Yazıları
1980’li yıllarda Kırşehir’in Sesi gazetesinde başlayarak Türkiye
Gazeteciler Cemiyetinin yayın organı Bizim Gazete vd. gazetelerde
yayımladı. “Boyayan Eller, Büyüyen Eller” başlıklı röportajı ile Başbakanlık
Enformasyon Genel Müdürlüğü 1984 Anadolu Basınını Özendirme Yarışmasında
ikincilik ödülünü aldı.
ESERLERİ:
Öykü: İstanbul’un
İnsan Öyküleri – Babali’nin Kanburu (2000).
Derleme: Fotoğraflarla
Nutuk’tan Cumhuriyet (Kemal Çiftçi ile, 1998).
Araştırma-İnceleme- Biyografi: Babıali ve
Sadrazamları (2008), Babıali
Vakanüvisleri, İstanbul Valileri (2. Bas. 2016).
Çocuk Kitapları: Kırmızı Karınca'nın Anıları, Sevdalı Fare vd.
KAYNAKÇA: TBE
Ansiklopedisi (2. bas. c. 2, 2003), İhsan Işık / Resimli ve Metin
Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
ÖZEL RÖPORTAJ
NAZIR ŞENTÜRK
Haber Revizyon
Dergisi Ocak 2014
21 Ocak 2013
Pazartesi
Haber
Revizyon: Nazır Bey sizi yakından tanıyabilir miyiz?
Nazır
Şentürk: Ben, 1948 yılı, Ardahan doğumluyum. Daha sonra ailem Kırşehir’e göç
ettiği için çocukluğum, gençliğim Kırşehir’de geçti. 17 yıl da Kırşehir
Valiliği’nde çalıştım. İlkokul, Ortaokul, Liseyi Kırşehir’de bitirdim.
Üniversiteyi Ankara’da okudum. 1974’te Ankara Ticari Bilimler Akademisi’nden
mezun oldum. Yedek Subaylıktan sonra Makine Kimya’da işe girdim. Birçok işlerde
çalıştım. Makine Kimya’da başladım. Oradaki memur maaşını beğenmedim çünkü 1000
lira maaş alıyordum, 800 liralık evde oturuyordum.
Bakkallık yaptım
ama onu çok sürdüremedim çünkü ticaretten hiç anlamam.
Bir
yakınım bana; “gel seninle bakkal işletelim”, dedi. Ayrıldım, memuriyetten
istifa ettim. Bakkallık yaptım ama onu çok sürdüremedim çünkü ticaretten hiç
anlamam. Tekrar memuriyete döndüm. Bakkallıktan, Çatalca Tarım Kredi
Kooperatifi’ne muhasebeci olarak girdim. Yani kamu görevliliğine döndüm. Tekrar
Sanayi Ticaret Müdürlüğü’ne Kırşehir’e gittim. 8 sene Kırşehir Valiliği’nde
çalıştım. Orada İdari Kurul Müdürlüğü, Basın Müdürlüğü yaptım
Bu
arada yazı hayatım üniversitedeyken başlamıştı. Lisede şiirler yazdım ve duvar
gazetesi çıkardım. Lisedeyken kısa öyküler, şiirler yazmaya başlamıştım.
Edebiyat öğretmenim Mustafa Sütçü şu anda Kadıköy’de büyük bir dershanede
yönetici olarak çalışıyor. O benim kompozisyonuma 6-7 verirdi, “10’luk seninki
ama bazı imla hataların var” derdi.
Ulusal basında
benim adımı ilk duyuran Hasan Pulur’dur.
Üniversiteye
başladığım yıllarda Hasan Pulur’a şiirlerimi göndermeye başladım. Toplumsal bir
olay beni etkiliyorsa, onu taşlama yazıp, şiirle Hasan Pulur’a gönderiyordum.
Ben okulu puanla kazandım ama bir kısmı özel okuyordu; bizden para istediler.
Ben o zaman Hasan Pulur’a öykülendirirdim, Kara İneği Sattı, Kara Oğlan Oldu
gibi. Hasan Pulur köşesinde ‘Kara İnek Satıldı, Kara Oğlan Okudu’ diye… O zaman
70’li yıllarda Ecevit’in de Karaoğlan diye ünlendiği bir dönem var; o deyim
orada çok oturdu. Ulusal basında benim adımı ilk duyuran Hasan Pulur’dur.
Uluslar
arası, UNICEF’te benim adımı duyuran da Hasan Pulur’un halasının oğlu Talat
Sait Halman Hoca’dır. Öyle bir kader kesişmesi mi dersiniz artık, öyle bir
bitişiklik var.
74
yılında evlendim. Üç çocuğum var. Eşim modacı. 15 yıldır Cemil İpekçi’de
çalışıyor. Ben de yazıyorum.
İstanbul
Valiliği’ne geldiğimde ilk kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yayın organı
Bizim Gazete’de İstanbul’dan İnsan Öyküleri’ni yazmaya başladım. Bunu 10-12 yıldır
sürdürüyorum.
İstanbul’dan
İnsan Öyküleri’nden sonra rahmetli Çelik Gülersoy’la bir karşılaşmam olmuştu.
97’de Valiliğe geldiğimde burada üç sayı gazete çıkardım. Tablot boyundaydı, o
gazeteyi çıkardığımda. İlk, İstanbul için ne diyorlar, ne düşünüyorlar diye
röportajın ilkini Çelik Gülersoy’la yaptım. İkincisini Bedrettin Dalan’la
yaptım. Üçüncüsünü de Erdoğan Demirören’le yaptım.
Ondan
sonra Çelik Gülersoy’la karşılaştığımda Çelik Gülersoy bana “bir kitap
hazırladım, Bab-ı Ali diye bir kitap, ama Vakfın parası yok, eğer Vali’ye siz
söylerseniz, bunu bastırmak istiyorum” dedi. O zamanki Vali Erol Çakır’dı; Erol
Çakır Vali’ye söyledim. O da Çevre Vakfı Müdürü’ne talimat vermiş. 3000 adet o
Bab-ı Ali kitabı basıldı ilk. Ona dolaylı yoldan bir katkım oldu.
Çelik
Gülersoy bana demişti ki “sen öykü yazıyorsun, bizim gazetede izliyorum”. O da
yazıyordu zaman zaman, “sen Bab-ı Ali’yi yaz, Bab-ı Ali’nin Sadrazamlarını yap”
dedi. Bana öğüt verdi. Ben, “tamam üstadım yapacağım” dedim ama çok da üstüne
gitmedim.
Aradan
bir iki yıl geçti, bir Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi ödül törenlerinde
görüştüğümüzde “Ne yapıyorsun? Başladın mı?” dedi. “Başladım” dedim. O’na,
yalan söyledim. O benim yalan söylediğimi gözümden anladı, “Peki” dedi, ama o
çok acı verdi içime yani o olay; yapmadığın bir şeyi yapıyormuş gibi söylemek…
6
ay sonra falan rahmetli oldu Çelik Gülersoy. Onu duyduğumda içim acıdı.
Üç
yıl, Bab-ı Ali ve Sadrazamları için araştırdım. 60 sadrazamı anlatan,
yangınlarını, baskınlarını anlatan falan. Bab-ı Ali ve Sadrazamları’nı
çıkardım.
Ondan
sonra vakanüvisleri çıkardım. En sonunda reisülküttapları çıkardım ve
Cumhuriyet Döneminin Valilerini işledim. İstanbul Valileri’ni çıkardım.
Dolayısıyla Bab-ı Ali serisini tamamlamış oldum. Osmanlı’nın ilk kamu binası
olan bu binanın omurgasını ve burada üst düzeyde görev yapan insanları
kitaplaştırdım. Bu ilk oldu.
Bu
zamana kadar ustalar burada çok olmuş ama insanların belki ilgisini çekmedi;
yapan olmamıştı. Ama ben bunu yaptım. İyi ki yaptım diye böyle kendi kendime
biraz paye veriyorum. İyi oldu yaptığımız, hiç olmazsa bir genelin içerisinden
ayıklayıp koyduk.
Aziz Nesin’e
yalan söyledim…
Ben
Çatalca Tarım Kredi Kooperatifi’nde çalışırken, Vakfı var biliyorsunuz, Aziz
Nesin’in. O bir ara Kooperatif’e geldi. “Ben bilgi almak istiyorum” dedi.
Sanıyorum Silivri’de bir arazisi varmış, ona kredi almak, Tarım Kredi
Kooperatifinden yararlanmak istiyor. O konuyu görüşmek üzere geldiğinde ben,
“üstadım, sizin kitaplarınızı severek okuyorum, size hayranım” dedim.
“Estağfurullah” dedi, oturduk. “Siz ‘Otobüs’ filmini izlemişsiniz ve
eleştirmişsiniz” dedim. O zaman Otobüs filmi de bayağı sükse yapmıştı,
Berlin’de falan… Ama Aziz Nesin onu eleştirmişti.
Aziz Nesin,
“Türklükle alay edilmiş burada!” diye eleştirmişti.
Şimdi
sol kültürden gelen bir adamın Türklüğü o gün savunması sol tarafından çok
eleştirilen bir yaklaşımdı. Ben de o kültürün içerisinden O’na; “ siz bunu
böyle yaptınız ama doğru değildi “ falan gibi…
“Otobüs
filmini izledin mi sen?” dedi. İzlememiştim, yalan söyledim O’na da; “İzledim”
dedim ama O gözümden anladı aynı Çelik Gülersoy gibi: “Bak o filmi izle sen,
hiçbir Türk insanı bu kadar aptalca hareket etmez, orada çok abartmışlar. Bunu
bana bir Bulgar yönetmen söyledi biliyor musun?” dedi.
Beraber
izlemişler, Bulgar yönetmen “ Burada sizin insanlarla alay etmiş bu insanlar,
yabancı yapsaydı bunu böyle yapmazdı ama bunu yapan bir Türk” demiş. Bu da
böyle anekdot gibi bir şey olsun.
İstanbul
Valiliği’ne 97’de geldim. Bu arada ben aslında İktisat mezunuyum ama hep
gazeteci olmayı, gazetecilikle uğraşmayı istiyordum. Bir insanı veya bir çocuğu
bir yere yönlendirirsen onun içindeki öz neyse ona illa döner gider, onu oradan
çok alıkoyamazsınız.
Benimki
de öyle oldu. Basının içinde olmak hem sevdiğim bir işti hem de zorluklarına
rağmen çok severek yaptım. Tabii bir kanatta da yazı yazmak var, onunla
bütünleşti.
Yani
bir inşaatçı olursunuz da yapıyı sevmezsiniz gibi bir şey olur, işinizle şeyiniz
zıt gider ama ben sevdiğim bir işi yapıyorum. Bundan da mutlu oluyorum. İşte
benim yazım, yaşamım, böyle. Bundan sonraki kalan ömrümde de herhalde yine
yazının, basının içinde olmak durumunda olacağım.
Haber Revizyon:
Uzun yıllardır Valiliktesiniz. Yaşadığınız ilginç bir olayı okurlarımızla
paylaşır mısınız?
Nazır
Şentürk: O kadar çok şey var ki…
Aydın
Doğan Genç İletişimciler Ödül Töreni’ndeydik, oradaki meslektaşlarımızla
karşılaştığımızda meslektaşlarım; “anılarını yazacak mısın? Neler yaşamışsındır…
Sende neler vardır…” falan dediler. Doruktaki olan bir yerde ve Vali’ye çok
yakın çalışıyorsunuz. Vali’nin yazılı ve görsel kanadının içindesiniz. Böyle
olunca Valilerin direk yaşadıkları sıkıntılı anları oluyor, çok neşeli anları
oluyor. Yani Vali bir bakıyorsun cenazede, bir bakıyorsun düğünde. O kadar
gelgitleri olan bir yöneticilik ki. Zor bir meslek, tabii ki burada bir anda
aklınıza gelmiyor ama yaşadıklarınız çok dramatik şeyler oluyor, komik şeyler
oluyor…
Bir
anda aklıma gelmiyor ama birçok anı var. Belki oturup yazdığım sırada onlar bir
yere düşecek. Zaman zaman notlar aldığım oldu da…
Biraz
hafızama fazla güvenden kaynaklanan bir şey. Çok not tutarak çalışmıyorum.
Hafızam bunu tutar diye düşünüyorum, ne kadar akıllıyım onu da bilmiyorum tabii.
Haber Revizyon:
Peki, çalışmaktan en çok keyif aldığınız Vali’yi sorsak, var mıdır böyle bir
seçenek verebilir misiniz?
Nazır
Şentürk: Erol Çakır demişti bu sözü sanırım, “Yönetimin kitabı yazılmamıştır”
demişti, doğru, yönetimin kitabı yazılmamış. İnsan yönetiyorsunuz, insan
yönetenle yan yanasınız, bir de İstanbul’u yöneten bir insanla yan yanasınız.
Yani hepsinin olaya bakışı, tavrı, mimiği o kadar farklı ki.
Mesela
akşam arkadaşlar diyorlar ki; “Muammer Güler o kadar hızlı konuşurdu ki biz deşifre
edemezdik”. Tabii, doğru, diyelim ki basın toplantısı yaptı, arkadaşlar
deşifreyi benim odamda yaparlardı.
Yapıyorlar,
ben bakıyorum zorlanıyorlar. “Abi, şurada ne var?
Burada
ne söyledi?” diye soruyorlardı. Ben yardımcı oluyordum onlara. Muammer Valime;
“Sayın Valim, diyorlar ki Sayın Valimiz çok hızlı konuşuyor, biz deşifre
ederken zorlanıyoruz. Benim odamda deşifre ediyorlar” dedim. “Senin odanda mı
deşifre ediyorlar?” dedi. “Evet” dedim. “Yardımcı ol kardeşim sen de onlara”
dedi. “Ben yardımcı oluyorum zaten” dedim. “Ben zamanı gelirse yavaş yavaş da
konuşurum” dedi. Yani Muammer Güler’in kendine özgü bir mimik, hitap şekli
vardı.
Ulu
bir dağ düşünün onun doruğunda ılık bir rüzgar eser. Yani dağın doruğu soğuk
olur. “Bu ılık rüzgar niye?” diye düşündürtmüştür Kutlu Aktaş.
Erol
Çakır farklıydı. Kutlu Aktaş döneminde geldim ben. Kutlu Aktaş, ağır duran, çok
ciddi, boylu poslu bir devlet adamı ama içi çok sıcaktır. O duruşta öyle bir
duygusallık vardır ki inanamazsınız. Bu yapıda bu nasıl çıkıyor? Ulu bir dağ
düşünün onun doruğunda ılık bir rüzgar eser. Yani dağın doruğu soğuk olur. “Bu
ılık rüzgar niye?” diye düşündürtmüştür Kutlu Aktaş.
Erol
Çakır’ın biraz daha agresif bir yapısı vardı. Çabuk gerilirdi. Çabuk tepki
verirdi. Biraz kendisiyle de kavga eder gibiydi. Onun için biraz gerilimli bir
yapısı vardı. İnsan olarak iyi insandır.
Her
Kaymakamın Vali olmak istediği gibi her Vali de İstanbul Valisi olmak ister
çünkü İstanbul, doruk.
Muammer
Güler, zaten yedi buçuk yıl çalıştım Muammer Güler Valiyle. Sempatik, hareketli
bir yapı. Yedi buçuk yıl uzun bir süre… Giderken de üzüldü tabii ama sonradan
politikaya girmesi ona bir piyango oldu diye düşünüyorum ben çünkü her Vali
İstanbul valisi olmak ister her kaymakamın vali olmak istediği gibi her Vali de
İstanbul Valisi olmak ister çünkü İstanbul, doruk. İstanbul Türkiye’nin minik
bir yapısı, yönetmek ülkeyi yönetmeye bedeldir.
Sayın
Vali Hüseyin Avni Mutlu Cumhuriyetin 24. Valisi. 3 yıldır beraber çalışıyoruz.
Bu Valinin de ön yargılı bir yaklaşımı yok. Kestirip atan bir tarafı yok ve
insanlara dokunuyor.
Mesela
Diyarbakır’dan çocuklar gelmişti ortaokuldan liseden öğrenciler. “Vali baba,
Vali amca” falan… Ben dedim ki çocuklara çıkarken; “Vali ne yaptı size, yani
valiyi nasıl buldunuz?”.
Ortaokuldan
bir öğrenci “Vali bizim hep gözümüze bakarak konuştu” dedi.
O
çocuğun bu tespiti çok doğru bir tespit.
Yani
öyle bir şey yapıyor ki, dokunuyor insanlara. Akşam bir konuşma yaptı ödül
töreninde, Genç İletişimcilerle ilgili farklı bir yorum getirdi. İnsanlar da
onu tabii çok doğru buldular. İletişim çağının çok geliştiği bir yerde insan
ilişkilerinin zayıfladığını; televizyona kapanıyorsun, aile içerisindeki sohbet
gidiyor; o eski kaynaşışı, iletişimi azaltıyor. Onun daha insan odaklı olması
şeklinde bir yorum getirdi; bence bu farklı bir yorumdu.
24
vali, benim bu 4. Valim. Kutlu Aktaş, Erol Çakır, Muammer Güler ve Hüseyin Avni
Mutlu.
“Ey Vali neredesin?”
15
yıldır sayın valilerle çalışıyorum, çalıştım. Bence öyle çok dokunduğum anlar
olmadı. Her işin zorluğu var.
Mesela
zor anlarda Vali odakta oluyor. Her şeyden “Ey Vali neredesin?” diye
sorgulandığı bir yerde ve böyle bir Vali’nin çok yakınındasınız. Bunda “ey
Vali, devlet neredesin?” diye soran da benim camiam; yani Basın.
Mesela
bir haber çıkmıştı Hatırladığım kadarıyla Vali Bey, şimdiki Sayın Vali Hüseyin
Avni Mutlu “Bak senin adamların…” ama bunu Muammer Güler Vali de derdi zaman
zaman, “Senin adamlarına bakar mısın? Bak bunu böyle yazmışlar” falan gibi…
Şimdi
orada tıkanıp kalıyorsun.
“Benim
adamlarım değiller”, diyemezsin çünkü o camianın içindesin. Bir de buradaki bu
15 yıllık zamanda bütün basın mensubu arkadaşlarla hep belli mesafede belli bir
samimiyette kaldım. Hiç kimseye, öyle odur budur yapmadım… Zaten yapımda
yoktur. Benim odağımda insan var. O odur, bu budur, beni hiç kimse enterese
etmez. Protokol yemekleri olur mesela basının katıldığı ben valinin yanında
oturacağım yerde muhabir arkadaşların içinde olurum. Onlarla yemek yerim. Bana
birkaç sefer Muammer Vali dedi ki; “Kardeşim niye burada oturmuyorsun?” Ben,
“Sayın Valim orada mutlu oluyorum” dedim. “Sizin yanınızda mutsuz değilim ama
ben onların içinde olmak istiyorum, benim doğamda o var. Öyle olmam gerekir
diye düşünüyorum” dedim.
Protokol
törenleri beni geriyor.
Protokolü
de çok sevmiyorum ben. Çıkmak istiyorum. Protokol törenleri beni geriyor.
Bürokratım ama bürokrasinin içinde olmuyorum, olmak da istemiyorum, o tarafım
beni daha çok mutlu ediyor. Onun için İstanbul Valiliği Basın Müdürlüğü’nün
yanında 11-12 kitap oldu. Hem işimi hem de uğraşımı seviyorum.
Haber Revizyon:
Sizce bir Valiyi hangi özelliği iyi bir Vali yapar?
Nazır
Şentürk: Yönetimin kitabı yazılmamış deniyor ya… Herkes kendini yönetici olarak
“farklı tanımlar. Bir kaymakama gitseniz, yönetim anlayışınız nedir?”
dediğinizde o aldığı meslek kültürünün yansıması olarak “şu olacak, bu olacak”
falan der. Başka birisi de başka bir açıdan yorumlar. Bir Vali bir Belediye
Başkanı gibi davranmaz veya düşünmez yani o da halkı yönetiyor o da yönetiyor.
Ama bir Belediye Başkanı, seçimle gelmiş olmanın verdiği o aşamalardan geçip
geliyor…
Valiliğe
gelen bir vatandaşla belediyeye giren vatandaşın profili bile değişiyor. Şişli
Belediyesi’ne gitmiştim, insanlar o kadar rahat ki kendi evine girer gibi
giriyor. Ama burada Valiliğe girerken psikolojik olarak yüz mimiği değişiyor.
Resmi
bir yere girdiği için. Orayı çok resmi görmüyor, orayı kendisinin görüyor. Ben
şunu yaparım, bunu isterim diyor. Bir çocuğun babasından bir şey istemesi gibi…
O kadar farklı…
Benim
gözlemlediğim. Demek ki dedim; “bak Belediyedeki yapıyla Valilikteki yapı
arasındaki vatandaş algısı çok farklı. Onu gözleyebildim. Bir Vali ne kadar
mükemmel bir Vali… İnsanlara o kadar değişik gelir ki, yani buradaki bir esnafa
sorsak “İstanbul Valisinin nasıl olduğu beni hiç enterese etmez” diyor ama
trafiği sıkışık “Vali bunu nasıl yönetemiyor?” diye sorgular. Onu tanımlattığın
zaman hepsi bakışına göre değişir.
Ben
de mesela bakıyorum “keşke şu olmasa şunu da yapmasa gibi değerlendirme
yaptığım da olur ama her olayda Vali niye öyle davranır? Mesela Vali’nin yanına
gidersiniz O gayet iyidir sizinle 5 dakika sonra bir görürsün ki yüzü
değişmiştir. Önce yakınındakiler “acaba bu benimle ilgili bir şey mi?” diye
düşünür haklı olarak ama O nasıl bir telefon almıştır, kiminle konuşmuştur,
hangi olay O’nun o üst formatı değiştirmesine neden olmuştur, bunu
bilemezsiniz.
Yöneticiler
yalnız insanlardır. Çok tepedeki, doruktaki yalnız insan yani bir olayla baş
başa kalıyor ve çözme iradesi orada düğümlendiği için tabii o tek başına bir
şey yapamıyor. Ne kadar mükemmel olursa olsun kadrosunun da o frekansa ayak
uydurması lazım. Vali çok heyecanlı çok atak olur hareket etmek ister, yani
Vali oturaklı hareket etmek istemez. Bakarsın kadrosu çok onu duymazsa,
duyarsız kalırsa… Yani emir verir, yerine giderse… Vali’nin o kadar takip etme
şansı bile yok. Sonuçları yansırsa…
Desteği
basın. Basına yansıyan bir olay valiyi bir anlamda daha iyi yönetmeye sevk
ediyor. Bunu zaman zaman Sayın Valiler basınla karşılaştıklarında da söylüyor,
yani tamam eleştiri doğru da biz de bunu buradan öğreniyoruz, sizden duyuyoruz,
sizden duyduğumuz şekilde biz bunu yürütüyoruz veya düzeltiyoruz gibi
değerlendirmelerde bulunuyorlar.
Ortaokul
zamanımda sarı yapraklı defterler vardı. Hiç sevmezdim. Bembeyaz defterler
geldi okulumuza yardım olarak. Üzerinde UNICEF logosu vardı.
O
bembeyaz, tertemiz defteri bana veren UNICEF’e ben de üç kitabımı verdim
Haber
Revizyon: Peki, yazarlığınıza geri döndüğümüzde… Birkaç kitabınızın gelirini
UNICEF’E bağışladınız. UNICEF’le ilişkiniz nasıl başladı?
Nazır
Şentürk: UNİCEF’le şöyle başladı. 3 tane çocuk öykü kitabımın gelirini ki bu
diğer kitapların gelirinden yüksek olan Kırmızı Karıncanın Anıları 10.500 lira
kazandırmıştı. 2005 yılında. Ben bu öyküyü yazdım, yazdığımda Talat Sait Halman
Hoca’ya gönderdim. Okudu, bana bir değerlendirmede bulundu. “Sanki Ezop
Masalları gibi” dedi. Bu beni çok yüreklendirdi. Dedim ki; “Hocam madem siz
beğendiniz, ben hem UNICEF’in gönüllü temsilcisi olayım hem de gelirini UNICEF’e
bağışlayalım”. Yayıncıyla görüşünce yayınevi; “Biz katılırız” dedi ve 2005’te
ilk kez İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezi’nde UNICEF Galası yaptık. Ve orada
deklare ettik UNICEF’e bağışladığımızı. Satışından elde edilen geliri de
UNICEF’e verdik. UNICEF’le benim iletişimim Türk ve dünya çocuklarına hizmet
eden çok da benim çocukluğumda… İlkokuldaydım sanıyorum… İkinci ya da üçüncü
sınıftaydım… O zaman samanlı sarı yapraklı defter vardı. Bize böyle beyaz
çizgili defter vermişlerdi…
UNICEF
logosu vardı o defterin üzerinde. İş Bankası ile ortaklaşa yapmışlardı, hiç
unutmuyorum. O beni çok etkilemişti. O samanlı deftere yazı yazmayı hiç
sevmiyordum ama öyle beyaz, tertemiz bir kağıt üstüne yazı yazmak… O defteri
severek kullandım. Oradan bir iz kalmıştı benim beynimde. O defteri bana veren
UNICEF’e ben de kitabımı vereyim istedim. Öyle başladı ve UNICEF’le
iletişimimiz sürüyor. Geçenlerde Sayın Valim de şeref tanıklığı yaptı. Üç çocuk
kitabının gelirini sonuna kadar UNICEF’e bağışladım. Artık ne getirirse çocukların
bahtına diyeceğim. Kitabın bahtı biraz çocuklarla özdeşleşsin istedim. Onları
verdim ama yenilerini yazıyorum zaten. Çocuk öyküleri.
Yani
UNICEF’i önemsiyorum ve özümsüyorum açıkçası. O bakımdan ben “feda olsun”
diyorum.
Ortaokul
zamanımda sarı yapraklı defterler vardı. Hiç sevmezdim. Bembeyaz defterler
geldi okulumuza yardım olarak. Üzerinde UNICEF logosu vardı. O bembeyaz,
tertemiz defteri bana veren UNICEF’e ben de üç kitabımı verdim
Haber
Revizyon: Çok teşekkürler.
Nazır
Şentürk: Ben teşekkür ederim.
KAYNAK:
Özel Röportaj Nazır Şentürk (Haber Revizyon Dergisi Ocak 2013 – revizyondergi.com,
19.06.2018).