Gazeteci,
araştırmacı yazar. 3 Şubat 1962, Bingöl doğumlu. Bingöl Cumhuriyet İlkokulu,
Endüstri Meslek Lisesi, Atatürk Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu (1983) mezunu.
1986’dan itibaren Bingöl’de bir süre serbest muhasebecilik yaptı, iki yıl belediye
başkan yardımcılığı (1994-95) görevinde bulundu. Daha sonra Bursa’ya yerleşerek
Olay gazete ve TV grubunda
gazetecilik yaparak çalışmalarını sürdürdü. Sema hanımla evli; Merve, Müslime
Betül, Meryem Sevde, Ayşe Sena adlarında dört kız çocuğu babası; Türkiye
Yazarlar Birliği üyesidir..
Eserleri
üniversite çevrelerinde büyük görüp yardımcı ders kitabı olarak okutuldu,
eserlerinde işlediği konularda konferanslara davet edilen Nihat Nasır,
yazılarını yayımlamaya 1996’da Yeni Şafak
gazetesinde başladı. Sonraki yıllarda yazıları 8 Sütun.com, Olay Kitap-Edebiyat (editör), Bursa’da Yaşam (editör), Yeni
Gün gazetesi ile editörlüklerini de üstlendiği Kalemberk (1999) ve Nilüfer
(20004) dergilerinde yer aldı. Olay TV’de
“Gönül Yolculuğu” programını hazırlayıp
sundu (2008).
ESERLERİ:
Akılcı Yanılgı (1999), Ahlak
İsyanı (2006).
“Melekleri görecekleri gün, işte o gün,
günahkârlara hiçbir sevinç haberi yoktur. Ve yasak ve yasak, diyeceklerdir.” (Furkan Suresi, 22)
“De ki, ‘Allah'ın ihsanıyla ve
rahmetiyle, yalnızca bunlarla sevinç duysunlar. Bu, onların biriktirip
durduklarından daha hayırlıdır.” (Yunus Suresi, 58)
Bir
çocuk gülümsedi ruhumun penceresinden.
İliklerime
kadar işleyen safiyet ve ulviyet ile dopdolu bir gülümsemeydi bu…
Kalbe
sürur veren, gönlü bir hoş eden masum ve mahzun bir gülümseme…
‘Kim
ki bu?’ demeye kalmadan tanıyıverdim o çocuğu.
Benim
çocukluğumdu…
Evet
evet oydu!
Bayram
ziyaretine geldiğini söylüyordu bunca yıl aradan sonra.
‘Hatırladın
mı ilk bayramı?..’ diye sordu.
‘Hani
yüzlerce melek ile beraber gelmiştik!’ dedi ardından…
Birden
yüzümün kulaklarıma kadar kızardığını hissettim…
Hatırlamıyordum
doğrusu ve bu, kendi çocukluğumda olsa bir çocuk karşısındaki derin
mahcubiyetin ta kendisiydi.
Gayri
ihtiyari, ‘ne hoştu eski bayramlar’ dedim, utancımı bastırmak maksadıyla.
‘Sen
de biliyorsun ki, Ramazanlar ve Bayramlar hiç değişmez!’ dedi cevaben ve
ardından utancımı arttıran şu sözler geldi:
‘Sahi,
siz büyükler neden kabahati hep şimdiki bayramların üzerine atıyorsunuz?..’
Korktuğum
başıma gelmişti. Şimdi ona, nasıl, ‘Biz büyüdük ve kirlendik… Yetmedi
kirlettik… Özlediğimiz bayramların eski olanı değil, özlediğimiz, eskiden, yani
çocukluğumuzda, yani safiyetin ve masumiyetin zirvesindeyken ziyaretimize gelen
meleklerin armağan olarak getirdikleri, esenlik, rahmet, şefkat, merhamet ve
sair ikram-ı Rabbaniyi gönül dudaklarımızla kana kana içerken duyumsadığımız
güzelliklerdir. Özlemimiz bunadır aslında…’ diyebilirdim ki?..
Bunları
söyleyemedim ama öteden beri söylemeyi çok istediğim bir şikâyetimi dile
getirmekten de geri durmadım.
‘Ben’
dedim, ‘büyümüşlüğümü ve bundan ötürü içine düştüğümüz kirlenmişliği sana
şikâyet etmek istiyorum! Seni çok özledim!.. Seni, yani tertemiz ruh dünyamı,
yani hesap kitap numaralarının deforme etmediği pâk ve ana sütü kadar helal
güzellikler ülkesini, çok, ama çok özledim!..’
‘Ne
tuhaf!’ dedi bu sözlerimin üzerine;
‘Oysa
büyümeyi ne çok istiyordum ben de. Büyüdükçe yaşadığım güzelliklerin de büyüyeceğini,
duyumsadığım ulviyetin katmerleşip bir zümrüdü anka kuşuna dönüşüp beni Kaf
dağına taşıyacağını sanır, bu hayalle biran önce büyümeyi arzulardım...’
Bunu
hatırlamıştım işte.
Evet,
aynen böyleydi.
Ama
bu durum, hazin bir yanılgının ve acı veren bir aldanmışlığın tercüme-i
halinden başka hiçbir şey değildi ne yazık ki…
İçimdeki
acı, yüzüme vurmuştu besbelli.
Yaşadığım
hüznü o da fark etmiş olacak ki, elimi tutup; ‘kapa gözlerini’ dedi bana.
Hiç
itiraz etmeden yaptım söyleneni.
Gönül
gözlerimi açtığımda Kaf dağındaydım.
Ulular,
büyükler, saf ve tertemiz çocuk gönüllü erdemliler, beraberimde getirdiğim
kirliliğe aldırış etmeden, ‘Hoş geldin!’ dediler bana.
‘Bayramınız
mübarek olsun!’ diyerek öptüm büyüklerin ellerinden, küçüklerin tertemiz gönüllerinden…
Kalbim
inşirah denizine düşmüştü adeta…
Bunun
bir hayal olduğuna aldırış etmeksizin ruhumu çepeçevre saran ulviyete teslim
oldum. Orada bulunan herkesin bana, bayram hürmetine, acımayla karışık şefkat
ve tebessümle baktığını çok iyi biliyordum.
Aşka
geldim ve aziz bir dostun halisane bir mısraı tercümanım oldu:
“Dokun
bana Tanrım!”
Gönlünüz
sürurla dolsun…
Kabiniz
itminan bulsun…
Bayramınız
mübarek olsun!..