Gazeteci-yazar, televizyon programcısı ve
sunucusu. 1947, Bursa doğumlu. Berlin Freie Üniversitesinde politik bilimler
üzerine eğitim gördü. Gençliğinde tutuklanma dahil militanca politik
etkinlikler içinde oldu. Meslek olarak 1974’ten itibaren gazeteciliği seçti.
Mesleğini sürdürürken dış politika konusunda uzmanlaştı. İlerleyen yıllarda
pozitif bilimlerle ve teknikle daha çok ilgilenerek Türkiye’nin en iyi ve en
deneyimli popüler bilim yayıncılarından biri oldu.
Orhan Bursalı, televizyon kanallarına “Bilim
Dünyası”, “Bilim Gündemi”, “Bilim Dosyası” adlı 100’e yakın program hazırladı
ve sundu. Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde politik ağırlıklı,
cumartesi günleri ise yöneticisi olduğu aynı gazetenin Bilim ve Teknik
ekinde bilimsel içerikli haftalık yazılar yazmaya devam etmektedir.
ESERLERİ:
Bilim Nereye Koşuyor? (1993), Türban Kadın Sorunu mu Erkek Sorunu mu?
(2008), Bilim Toplum ve İnsana Bakış (2011),
10 Yıldır AKP (2012), Ulus Yıkıcılığı Zamanları (2012), Hey Türkiye Nasılsın (2013), Çatışmanın Anatomisi (2014), Aziz Sancar ve Nobel'in Öyküsü (2017),
Aziz
Sancar and the Story of Nobel (2017).
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi
(2001, 2004) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür
Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007), Orhan Bursalı kitapları
(odatv.com vd. internet kitapçıları, 02.06.2018).
AZİZ SANCAR’LA
ATA’YA
Röportaj: Orhan
BURSALI
2015
yılında Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan Aziz Sancar, madalyasını Atatürk’e hediye
etmiş, madalya 2016’da Anıtkabir’de sergilenmeye başlanmıştı. Aziz Sancar’la
Ata’yı ziyaret edip madalyanın sergilendiği alanı iki yıl sonra gezdik. Sancar,
Türkiye’deki siyasi gelişmelerden rahatsız. “Ben küsüm ülkeye” diyor. Ülkenin
toplumca bölünmüş yapısı kendisini son derece üzüyor ve ülkeye gelmek
istemiyor.
Aslanlı
Yol’dan ilerliyoruz, normal sıcak bir pazar günü olmasına rağmen etrafta öbek
öbek kalabalıklar, gidiyor ve geliyor.. Aileler, genç çiftler, çocuklar,
yaşlılar, gençler, el ele tutuşan gençler ve çok sayıda da başörtülü ve
türbanlı kadınlar..
“Aziz
Bey bir fotoğraf çektirebilir miyiz..” Çoğu yanıt beklemeden yanlarında
çocukları varsa onları hemen Aziz Hoca’nın yanına itiyorlar ve klik klik
klik... cep telefonları çalışıyor. “Bak kızım (ya da oğlum) Aziz Sancar, Nobel
kazandı, tanıdın mı! Aziz Bey bir fotoğraf lütfen”.. Koruma tetikte, Aziz
Sancar ’ın sürekli yanında, önünde arkasında. Sancar kalabalıktan bunaldığında
araya giriyor ve hızlı yürümemiz için yol açıyor. Aslanlı Yol’un artık epey
parlaklaşmış blok taşlarının üzerlerine basıp yürüyoruz. Anıtkabir karşımızda!
Bir millet
canlanıyor...
Sancar’a
diyorum ki, “Burayı millet sadece bir kişinin, Atatürk’ün anıtı sanıyor.
Aslında karşımızdaki görkemli yapıt, Atatürk’ü yüceltmenin ötesinde bir yeni
varoluşu simgeliyor. Burası Türkiye’nin kuruluş simgesi, Atatürk ise bir
başmimar; emperyalizmden kurtulan bir ülkenin kuruluş, diriliş, varoluş,
bağımsız ve özgürlüğü olarak ve egemen bir millet olarak sahneye çıkışının,
yeniden doğuşunun simgesi.”
Yürüyoruz
insanlar arasında, karşımızdaki Anıtkabir gözümüzde Kurtuluş Savaşı olarak
canlanıyor. Sakarya, Dumlupınar, Afyon, İnönü’ler, Ankara’lar olarak
canlanıyor. Bir kurtuluş ve kuruluş tarihi. Bir Cumhuriyet ve millet
canlanıyor. O büyük öyküyü, ne kadar mükemmel olursa olsun bir müzede
canlandırmak asla mümkün olamazdı, bazen ise böyle bir anıtla çok güzel
anlatırsınız. Türkiye’yi simgeliyor karşımızdaki yapı...
Aziz
dinliyor, yüzüme bakıyor gülümseyerek, çevremizdekilerle ilerliyoruz. Bazen
tedirginlik seziyorum. Anıtın merdivenlerine vardık.
‘Gel Ankara’ya,
görüşelim’
İstanbul’da
evde çalışırken telefon çalmıştı, Sancar’ın sesi: “Pazar günü Ankara’ya gel,
bütün gün beraber olalım, Atatürk’e gidelim.”
Bu
yıl Türkiye’ye gelmeyecekti. Türkiye’deki siyasi gelişmelerden rahatsızlığını
dile getiriyordu: “Ben küsüm ülkeye”.. Keskin, eleştirel bakışlı gülmeyen bir
fotoğrafını paylaşmıştı benimle. “Ruh halim bu, bunu kullanın” demişti, o
sırada Bahçeşehir Üniversitesi’nce basılan İngilizce “ Aziz Sancar ve Nobel’in
Öyküsü” kitabının kapağı için (Yunanca çevirisi de hazır, sonbaharda
basılacak). Aziz Sancar hâlâ aynı ruh halinde! Ülkenin toplumca bölünmüş yapısı
kendisini son derece üzüyor, bu duygusunu en üst düzeyde yetkililere de
iletiyor ve ülkeye gelmek istemiyor.
Bu
yıl mayısta Azerbaycan ve Kırgızistan’a gitmişti; İstanbul üzerinden ABD’ye
dönerken havaalanından aramış konuşmuştuk. Orada aynı zamanda yolları kesişen
Cumhurbaşkanı ile de 15 dakika kadar görüşmüştü.
Daha
sonra Cumhurbaşkanı’nın Başkanlık törenine davet edilince, telefonla süreç
üzerine sohbet etmiştik. Küslüğüne rağmen, Ankara’da törene katılma kararı
almıştı sonuçta. Uzun uçak yolculuğu yıpratıcıdır, sevmiyor; zaten bir de kulak
sorunu yaşadı. Türkiye’den çok davet alıyor, özellikle bilimsel kongrelerde
Sancar’ı görmek, dinlemek, tartışmak, sohbet etmek, ağırlamak istiyorlar.
Şüphesiz ki hepsine gitmesi mümkün değil, ama bir iki önemli büyük kongrede bizim
bilimcilerle buluşmasının iyi olacağını söylüyorum ona. Mesela bir kongrede
Nobel’den sonra kendi alanındaki gelişmeleri ve son yaptığı çalışmaları
anlatabilir. Sancar, Türkiye’de bilim insanlarını motive edici, tetikleyici bir
karakter, buna ihtiyaç var. Türk bilim insanları laboratuvarında
araştırmalarına sık sık misafir oluyor, üst düzey katkıda bulunuyorlar.
Onlardan çok memnun. Bu konuyu sonra yazacağım.
Sancar
tam bir temel bilimci. Laboratuvardaki çalışmaları her şeyden daha önemli.
Sürdürdüğü bilimsel çalışmalarından alacağı olumlu sonuç kadar kendisini mutlu
edecek başka bir şey yok. İnsanlığa hizmet ve Türk’ten, bir Atatürk
Cumhuriyetçisinden dünyaya katkıyı çok önemsiyor. “Şurada kaç yıl daha
çalışabilirim, üretebilirim ki” diyor. 72 yaşında. İnşallah sağlıklı çok uzun
süre bilimsel çalışmalarını sürdürür! Laboratuvarında işler mükemmel gidiyor!
Nelerle uğraştığı konusu sonraya...
Önce Anıtkabir
Havaalanından
Büyük Ankara Oteli’ne 12’de vardığımda resepsiyondaki beyler telefon ediyor
Sancar’a. Beklerken çevreme bakıyorum, bir iki kişi hareketli, “Şöyle oturun
Orhan Bey..” Sancar’ın koruması ve şoförü. Cumhurbaşkanlığı’nca tahsis edilmiş.
İlişkileri düzenleyen Cumhurbaşkanı Bilim Başdanışmanı Davut Kavranoğlu.
Aziz
5 dakikada aşağı iniyor, bir köşede sohbete dalıyoruz. Geleli birkaç saat
olmuş. Günü programlıyoruz. Önce Anıtkabir ’e gideceğiz. Ankara sıcak;
Sancar’ın üzerinde önü boğaza kadar düğmeli, ince siyah bir mont var. Ben de
ceketliyim, Anıtkabir ziyaretinden sonra çıkarırız, diyor. Anıttepe’ye
yollanıyoruz. Aslanlı Yol’dan gireceğiz. Kontrol var arabalara; koruma
pencereden “Cumhurbaşkanlığı” diyor, yollar hemen açılıyor.
İniyoruz
ve Aslanlı Yol’dan yürümeye başlıyoruz...
Anıtkabir’in
merdivenlerinden tırmanıyoruz, yeniden çevreye bakıyorum, doğal bir kalabalık
var, içeri giriyoruz, saygı sırasında kadınlar, gençler, çocuklar, erkekler...
Kadınlar özellikle çocuklarını Aziz Hoca’nın yanına itip resim çektiriyorlar.
Kim bilir belki Aziz Hoca’dan bir şeyler bulaşır düşüncesini okuyorsunuz
yüzlerinden. İnşallah! Selfi çeken çekene!
Ata’nın
huzurundayız. Dua ediyor, bir fatiha kahramanın canı için! Bir minnet borcu
olarak.. Bir doktor tanımıştım, “ Atatürk’e ödenecek borç, kendi işini,
mesleğini Atatürk kadar iyi, hatta daha da iyi yapmaktır, ben de bunu hedef
olarak koyarım kendime” diyordu. Aziz de işinin en iyisini yaptı ve Atatürk’e
ve ülkesine borcunu ödedi diye düşünüyorum. Atatürk sevgisinin aslında en
somuta dönüşmüş hali diye düşünüyorum: İşinin en iyisini yapmak! Cehaleti
yenmiş, bilgili toplumunun tanımı olabilir bu!
Kalabalığı,
fotoğraf meraklılarını ve Sancar’a övgüleri yararak, galerilere yöneliyoruz.
Bir Anıtkabir sorumlusu subay bize eşlik etmeye başlıyor. Hedefimiz Sancar’ın
Nobel Madalyası’nın sergilendiği galeri. Biliyorsunuz, madalyayı Atatürk ’e,
Anıtkabir’e hediye etmişti. Galeride yeri hazırlanmış, nasıl sergileneceği
tasarlanmış, Aziz Hoca açılış töreninin 19 Mayıs’ta yapılmasını istemiş ve 2016
19 Mayısı’nda Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı’nın da katıldığı törenle
madalya ziyarete açılmıştı.
Vefa borcu...
Sancar,
“Bu madalyayı Atatürk’e, Atatürk’ün silah arkadaşlarına ve cumhuriyeti
kuranlara vefa borcumu ödemek için hediye ediyorum” demişti törende.
Neden
Anıtkabir’e hediye ediyorsunuz sorusuna da, “Bu Nobel’i ülkemin gençlerine
adıyorum, bu Atatürk’ün ve Cumhuriyetin madalyasıdır, madalyayı Ata adına
aldım, Ata’ya aittir ve yeri de Ata’nın yanıdır” demişti.
İki
yıl önceki törenden sonra, Anıtkabir’i ve madalyanın bulunduğu galeriyi
gezmemişti. Bunu “Orayı görmedim” sözleriyle dile getirdi. Tabii tören başka,
sonradan sivil olarak gidip görmek başka.. Oraya doğru yürürken, kısmi bir
kalabalık da bize eşlik ediyor. Normal bir pazar günü olmasına rağmen, demek ki
Anıtkabir halkımızın çocuklarıyla severek gelip dolaştığı ve zamanını geçirdiği
bir yer, diye düşündüm.
Aziz
Hoca, Nobel Madalyası’nı Anıtkabir’e hediye edeceğini ilk bana açıklamıştı. O
sırada Stockholm’de Nobel ödülleri tören haftasındaydık ve Grand Hotel’de
oturmuş sohbet ediyorduk. “Ne dersin” diye sormuştu, ne diyeceğim, daha iyi bir
yer olamazdı. Sonra bu isteğini devlete iletmiş ve hazırlıklar başlamıştı.
İşte
Galeri’ye vardık. Karşımızda özel hazırlanmış vitrinde Sancar’ın madalyası
dönüyordu. Resimler çektirdik. Galerinin iki yan duvarı Atatürk’ün Gençliğe
Hitabesi ve Ata zamanında eğitim konusunda yapılanların belgeleri, haberleriyle
doluydu.
Sancar,
“Bak, Ata’nın Gençliğe Hitabesi de orada” diye sevincini belli etti.
Atatürk’ün, ülkenin en seçkin gençlerini yükseköğrenim için Avrupa’ya
gönderirken “Sizi kıvılcım olarak gönderiyoruz, bir alev olarak geri
döneceksiniz” sözlerini anımsayıp Sancar’a baktım! Gerçi geri dönmemişti ama bilimde
en ileri düzeylere ulaşmıştı ve ulaşma çabalarını sürdürüyordu.
Anıtkabir’den
ayrılmadan önce İsmet İnönü’nün kabrini görmek istedi. Anıtkabir’in bulunduğu
alanın tam karşısında İnönü’nün mezar anıtını ziyaret ve ruhuna fatihadan sonra
oradan ayrıldık.
Ata’nın
huzurundayız. Sancar’a diyorum ki, “Burayı millet sadece bir kişinin,
Atatürk’ün anıtı sanıyor. Aslında karşımızdaki görkemli yapıt, Atatürk’ü
yüceltmenin ötesinde bir yeni varoluşu simgeliyor. Burası Türkiye’nin kuruluş
simgesi, Atatürk ise bir başmimar; emperyalizmden kurtulan bir ülkenin kuruluş,
diriliş, varoluş, bağımsız ve özgürlüğü olarak ve egemen bir millet olarak
sahneye çıkışının, yeniden doğuşunun simgesi.” Yürüyoruz insanlar arasında.
Karşımızda Anıtkabir, gözümüzde Kurtuluş Savaşı olarak canlanıyor...
KAYNAK:
Aziz
Sancar’la Ata’ya (Röportaj: Orhan BURSALI, cumhuriyet.com.tr, 26.08.2018).