İlahiyatçı, vaiz, mütercim (D.
1926, Niksar / Tokat – Ö. 6 Şubat 2012, İstanbul). Fatih Sultan Mehmet
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüsrev Subaşı’nın da
babasıdır. İslami ilimleri kendi beldesinde Dursun Gümen Hoca’dan aldıktan
sonra 1953 yılında İstanbul’a geldi. Zamanın hocaefendileri Ömer Nasuhi Bilmen,
Bekir Haki Efendi, Ermenekli Saffet Efendi ve Abdullah Güzelyazıcı’dan uzun
seneler ilim tahsil etti. Sırası ile İsmailağa, Haydar Kaptanpaşa, Beyoğlu
Kamer Hatun, Kasımpaşa Büyük camilerinde imam-hatiplik yaptı. Bursa Karacabey
ve Şile’yi müteakip uzun yıllar İstanbul Fatih ilçesinde vaizlik ve Müftü
vekilliklerinde bulundu. 1982 senesinde emekli oldu. Aralarında Başbakan
R.Tayyip Erdoğan, İBB Başkanı Kadir Topbaş ile diyanet ve üniversite
camiasından çok sayıda akademisyenin ve din adamının da bulunduğu yüzlerce
aydının yetişmesinde rol oynadı. İlmi çalışmalarda bulundu.
İbrahim Subaşı Hocaefendi, bilinmeyen
birçok eserin gün ışığına çıkarılmasına vesile oldu. Geleneksel Sanatlarımızın
gelişmesine destek verdi. Biri kız, beş evladı dünyaya geldi. Emekliliğinden
sonra da uzun yıllar edindiği ilimleri çeşitli ortamlarda ve son yıllar
Dersaadet Kitabevi’nde talebeleri ile paylaştı. Eskilerin “Hallalül Müşkilat”
dedikleri bir yapıya sahip olup, kendisine herhangi bir kaynağa nasıl
ulaşılabileceği, ya da herhangi bir müşkilin nasıl halledileceğini soranlar
onda mutlaka bir cevap bulurlardı. Araştırmacıları yüreklendirir ve
yönlendirirdi. Kitap sevgisi, ilim aşkı ve esprili kişiliği ile tanınan İbrahim
Subaşı Hocaefendi, İslami bilimler alanındaki Osmanlı tecrübesinin günümüze
aktarılmasında köprü şahsiyetlerden biri oldu.
Yüzlerce talebe ve hoca yetiştiren
Niksarlı din âlimlerinden İbrahim Subaşı, 6 Şubat 2012’de İstanbul’da öldü.
Fatih Cenazesi Fatih Camii'nden kılınan ikindi namazını müteakip Cami haziresine
defnedildi.
ESERLERİ:
Hulasatü’l-Beyan Fi Tefsiri’l-Kur’an (1-15 Cilt, Osmanlıcadan Günümüz Türkçesine), Usulü Fıkıh Dersleri / Ali Haydar Efendi (Osmanlıcadan Günümüz Türkçesine), Makâmât / İmam-ı Birgivi (Tahkik), Risaletü’l-Musafaha / İmam-ı Birgivi (Tahkik), Er-Risale Fi’z-Zikri’l-Cehri / İmam-ı Birgivi (Tahkik), Mihakkü’s-Sufiyye / İmam-ı Birgivi (Tahkik), Cilau’l-Kulub / İmam-ı Birgivi (Tahkik).
KAYNAKÇA:
İbrahim Subaşı Hoca Hakk'a yürüdü (haber7.com, 6 Şubat 2012), Türkiye Yazarlar
Birliği / Türkiye Kültür Sanat Yıllığı (2013), Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı /
Subaşı Hoca... - Akit Gazetesi (subasiailesi.com, erişim 05.06.2018), Mustafa
Özcan / Hakka Uğurladığımız Dostlar... - Milli Gazete (subasiailesi.com, erişim
05.06.2018), Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı / Subaşı Hoca... - Akit Gazetesi
(subasiailesi.com, erişim 05.06.2018), Basından (subasiailesi.com, erişim
05.06.2018), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli
Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2018).
SUBAŞI
HOCA...
Prof.
Dr. Yusuf Ziya KAVAKÇI / Akit Gazetesi
Muhterem
dost İbrahim Subaşı Hoca da Hakk'a yürüdü, irtihal-i Dar-ı Beka eyledi. Allah
rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Vacibül Vücud kendisini şüheda makamına muhsinin
derecatına nail eylesin. Cenab-ı Zülcelal onu evliyaullah zümresine dahil eylesin.
Subaşı hocayı yarım asır evvel 1950'li yıllların son döneminde tanımıştım.
Kardeşi
merhum ile beraber İsmailağa Medresesinde talebelere kısa bir müddet Usuli Fıkıh
okutmuştu. Kardeşi Karasu veya Kandıra da vaiz olmuştu. Orada rahmete kavuştu.
İsmailağa Medresesi o zaman Artvinli Eşref Beyin himayesinde idi. Bu Eşref
Bey
yarı omzu açıkta ceketli dolaşır, bekar günlerini talebelerin ihtiyaçlarını
karşılamaya ve hizmete amade bir nev-i şahsına münhasır zat idi. Dramanın
üstündeki Fatih Kolejini de o kurmuştu. Belki de bir müslümanın kurmuş olduğu
ilk okul idi. Mahir İz hoca orada müdür idi. Ertuğrul Düzdağ kardeşim de orada
bir müddet hocalık yaptı. Bugünkü Fatih
Koleji
camiası umarım bu zatın hizmetini biliyor ve rahmete vesile olacak fatihalar ve
hatimler okuyordur. İbrahim Hoca İstanbul'daki büyük hocaların talebesi
olmuştu.
Onun
talebesi olduğu Saffet Hocanın talebesi olmak bize nasip olmadı. Subaşı hocalarım
silsilesinde olduğu için iftihar ettiğim dev alim Şeyhülislam Mustafa Sabri efendinin
memleketi Tokat'tan gelmişti. O devirde Arnavut Hüsrev Hoca, Ahıskalı Ali Haydar
Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen ve Bakir Haki hocalar, Ali Yekta Sundu, Fuat Çamdibi,
Manevi sahada Sami Efendi, Hasib Efendi, Aziz Efendi, Mehmet Zahit Kotku Efendi
de sonraları, Hazmi Tura Efendi, Çolak Mehmet Efendi, Mahmut Bayram, Salih Şeref,
Hasan Basri Çantay, Celal Hoca, Nurettin Topçu ve benzeri alimler, dini liderler
ve hareket öncüleri vardı.
İbrahim
ağabey sakin, efendi ve halis bir alim idi. Kitap kurdu idi. Bibliomania –
kitap sevgisi – hastalığı vardı. Beyazıt Beyaz Saray Çarşısı altında
kitapçıların bulunduğu devirde Kadir Mısıroğlu ağabeyin komşusu bir Dersaadet
Kitapçı dükkakı mevcuttu.
Zamanında
arapça kitap temin eden bir iki kitapçıdan biri idi. Elli sene evvel kitapçı Muzaffer,
sonradan Karagümrük Cerrahi Tekkesi Postnişini Muzaffer Ozak’ın Beyazıt Sahhaflar
çarşısında köşedeki kitabhanesi ana kitapçılardan idi. Orada her türlü Arapça Kitap
bulunurdu, bir alim vefat ettimi kitapları alınırdı ve piyasaya sunulurdu.
Sahaflardan
Kapalıçarşı’ya çıkış kapısının karşısında Raif Yelkencinin kitapçı dükkanı vardı.
Raif Yelkenci Kandıralı idi. Fakat nadir yazmalar onun elinde olurdu. Avrupa ve
Amerika’dan müsteşriklerinde uğrak yeri bir dükkan idi.
Subaşı
hoca cilt yapardı, Beyoğlu Kamer Hatun Camiindeki İmamlığı sırasında halen saklamakta
olduğum Hukuk Fakültesi ders kitaplarımı ciltlemişti. Subaşı hoca hayrülhalef
çocuklar yetiştirdi, onlar da babalarının yolunda oldular, onun kitap sevgisini
bugün temsil ediyorlar. 1960 ihtilalinde Ali Haydar Efendi vefat etmişti. Fatih
Cami haziresine gömülmek istendi, müsaade çıkmadı. Hatta Fatih Caminde cenaze
namazının kılınmasına bile müsaade edilmedi. Yvuz Sultan Selim Camine
gönderildi. Cenaze boyunca havada helikopter dolaşıyordu. Yıllarca İstanbul
Müftülüğü yapan Ömer Nasuhi
Bilmen
hocada Fatih Cami Haziresine defnedilemedi. Subaşı hocanın Fatih Sultan civarına
defnedilmesi hepimize sevinç kaynağı olmuştur.
Aziz
dost çilekeş Subaşı, sen selef oldun, bizde halef olup vakt-i merhunda ve ecel-i
müsemma gelince inşallah sizlere lahik olacağız. la şek. Ruhun Şad olsun,
Makamın Cennet olsun.
KAYNAK: subasiailesi.com (erişim 05.06.2018).
HAKKA
UĞURLADIĞIMIZ DOSTLAR...
Mustafa ÖZCAN /
Milli Gazete
Şu
fani dünyada kaybettiğimiz doslar kervanına bir yenisi daha katıldı. Yeni yolcu
ettiğimiz bu dost İbrahim Subaşı’dan başkası değil. Kitap kurtlarından ve dostlarından
birisiydi. Yeni ve eski Bayaz Saray’da en fazla uğradığım yayımcılardan ve
dostlardan birisi de İbrahim amca idi. Tam bir ilim aşıkıydı. Eski İstanbuldaki
ilim çevreleriyle ilgili hatıralarını dinlemeye de doyum olmazdı. En hoş
yanlarından birisi de nüktedanlığı idi. Nüktedanlığını bazen hicve bozardı. En kızdığı
şey yarım mollaların bilgiçlik taslamasıydı. Onları bozmaktan büyük zevk alırdı.
Özellikle onlarla karşılaştığında belagat ilminin ince meselelerinden birini açar
ve bilgiç mollanın mütalaasını bekler ve mollanın sesi sedası kesildiğinde onu
susturmuş ve bir de ders vermiş olurdu. Ufuk açıcı değerlendirmelerde bulunurdu.
Kitabevinde zaman zaman kıymetli dostlarla da karşılaşırdık.
Bir
defasına mekanında ali Nar Hoca ile karşılaştık bana “Sen de bu mekana uğrar mıydın?”
diye sordu ve İbrahim Subaşı Hoca hüsnü tezkiyede bulundu ve benim kitap
düşkünü olduğuma tanıklık etti. Aslında Ali Nar hocanın söylemek istediği
isimleri parlayan insanların zamanla ve memülün hilafına ilmi yönlerinin sönmesiydi.
Kariyer ve şöhret büyüdükçe bazıları kitaba deftere veda ediyor.
Lakin
arapların deyimiyle “tamim, tabsittir.” Yani genelleme basitleştirmedir. Elbette
kariyeri elde ettikten sonra da ilim yolundan dönmeyen, şaşmayan ve bilgiçlik
yerine beşikten mezara kadar öğrenmeye devam eden zevat çoktur.
Son
yıllarda yayınevine veda etme durumunda kaldı. Vaziyeti komşusu diğer kitapçılardan
öğrendim. Artık kendisini taşıyamaz olmuş ve unutkanlık arız olmuş. Bozuntuya
vermese de gelenleri tanıyamıyordu ve belki son sıralarda istifini bozmasa da beni
de tanımıyor olabilirdi. Oğlu Hüsrev Bey babalarının çalışmasından ziyade
hayata tutunması için Beyaz Saraya’a gelip gitmesine göz yumuyorlardı.
İbrahim
Subaşı, 1926’da Tokat’ın Niksar İlçesinde Dursun Gümen hocadan ders aldıktan
sonra 1953 yılında İstanbul’a gelerek zamanın din âlimlerinden Ömer Nasuhi
Bilmen, Bekir Haki Efendi, Ermenekli Saffet Efendi ve Abdurrahman Güzelyazıcı’dan
uzun yıllar ilim öğrendi. Hüsrev Subaşı, babasının emekli olduktan sonra da tek
aşkının kitap olduğunu eşinin adına açtığı Dersaadet Kitabevinde değişik
mesleklerden gelen talebelerine İslam ilimleri öğretmeye çalıştığını
hatırlattı. Kitabevinin çeşitli fakültelerde araştırma yapanların uğrak yeri
olduğunu, gelenlerin bir kaynağı sormak istedikleri zaman babasından mutlaka
bir cevap aldıklarını kaydeden Hüsrev Subaşı, babasının pek çok bilinmeyen
yazma eserin çevirisini yaptığını da kaydetti.
İmkân
bulsa o yaşına rağmen arkadaşlarıyla ilmi eserler mütalaa etmekten geri durmazdı.
Allah rahmet etsin ve yerlerini hayru’l haleflerle ikame etsin ve doldursun.
Ölüm onlar için lakin hayat ise onlarla dolu ve güzeldi…
KAYNAK:
subasiailesi.com (erişim 05.06.2018).
BASINDAN...
Doğan Haber Ajansı
Haber Yayın Tarihi: 07.02.2012
Başbakan
Erdoğan'ın omuz verdiği Subaşı'nın naaşı Fatih Camii haziresine defnedildi.
Fatih Camii'nde ikindi vakti kılınan cenaze namazına Başbakan Erdoğan'ın yanı
sıra Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş, AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu, İstanbul Emniyet Müdürü
Hüseyin Çapkın katıldı. İbrahim Subaşı'nın oğlu Hüsrev Subaşı cenaze namazı
öncesi taziyeleri kabul etti. Namazda Başbakan Erdoğan ve beraberindekiler en
önde saf tuttu. Subaşı'nın tabutunun üzerine Kâbe'den getirilen örtü serildi.
Cenaze namazı ve duaların ardından helallik istendi. Başbakan Erdoğan ve
beraberindekilerin omuz verdiği Subaşı'nın cenazesi, Bakanlar Kurulu kararı ile
Fatih Camii haziresine defnedildi.
İSTANBUL
BEYEFENDİSİYDİ
Vefat
eden İstanbul'un eski vaizlerinden İbrahim Subaşı'nın oğlu Fatih Sultan Mehmet
Vakıf Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüsrev Subaşı,
babasının hem ilmi derinliği, hem de vakarlığıyla eski Osmanlı kültürünün
derinliğini ve ciddiyetini temsil eden neslin son temsilcisi olduğunu söyledi.
Subaşı, babası için Fatih Camisi'nde düzenlenen cenaze töreninde AA muhabirine
yaptığı açıklamada, babasının, İstanbul'un eski nesil "hoca
efendiler" zincirinin son temsilcilerinden olduğunu belirtti.
"Osmanlı bakiyesi ilim adamı sınıfından çok fazla kimsenin kalmadığını
ifade eden Subaşı, babasının hoca değil, hoca efendi olarak anıldığını, hem
ilmi derinliği, hem de vakarlığıyla eski Osmanlı kültürünün derinliğini ve
ciddiyetini temsil eden neslin son temsilcisi olduğunu anlattı.
OSMANLI
KÜLTÜRÜYLE YETİŞTİ
Subaşı,
babasının, klasik Osmanlı dini kültürünün yeni nesillere aktarılmasında köprü
şahsiyetlerden biri olarak bilindiğini ifade ederek, şöyle konuştu: "Babam
olarak değil, bir Türk aydını olarak bakıyorum, o çehreler artık kalmadı.
Kendisi, 30 yıla yakın imamlık ve vaizlik yaptı. Fatih Camisi'nde 25 yıla yakın
cuma ve bayram vaazları verdi.
Babam
laf oyununa kaçmaz, ilmi çizgiden gider, kaynaklara göre konuşur, iyiyi,
doğruyu ve güzeli anlatırdı. İstanbul'da vaaz vermek için gitmediği cami
kalmamıştır. Sevilen bir insandı. Tek başına bir sevgi ve bilgi abidesiydi.
Fevkalade pozitifti, nüktedandı. ilmi ve bilgiyi dikte ederek değil, severek
nakleden bir insandı. Çok toleranslı ve hoşgörülüydü, tam bir ilim adamıydı.
Çok insanlar yetiştirdi. Düşüncesi, ölene kadar vaaz kürsüsünü, mihrabı
bırakmamaktı.
'Biz
eskilerden böyle gördük' derdi. Fakat
ülser rahatsızlıgı nedeniyle emekli olmak zorunda kaldı. “Hüsrev Subaşı,
babasının emekli olduktan sonra da tek aşkının kitap olduğunu, eşinin adına
açtığı Dersaadet Kitabevi'nde değişik mesleklerden gelen talebelerine İslami
ilimleri öğretmeye çalıştığını anlattı. Kitabevinin çeşitli fakültelerde
araştırma yapanların uğrak yeri olduğunu, gelenlerin bir kaynağı sormak
istedikleri zaman babasından mutlaka bir cevap aldıklarını kaydeden Subaşı,
babasının pek çok bilinmeyen yazma eserin çevirisini yaptığını söyledi.
Babasının
bulunmaz bir insan olduğunu dile getiren Subaşı, "Gönül, sohbet, ilim
adamıydı" dedi. Babasının talebeleri arasında Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın yanı sıra
dekan, profesör, milletvekili gibi önemli görevlere gelen kişiler bulunduğunu
belirten Subaşı, babasının karşılık gözetmeden sürekli veren bir kişi olduğunu
vurguladı. Subaşı, "Babanız buraya gömülmeyi kendisi mi arzu
etmişti?" sorusunu şöyle yanıtladı: "Ölüm konusunu, nereye
defnedilmek istediğini daha önce hiç aramızda konuşmamıştık. Buraya
gömülmesinin mümkün olup olmadığını düşündük. Çünkü bu caminin kürsüsünde 20-30
yıla yakın emeği var. Herhalde hakkıydı. Bu kültürel vicdanımla talep ettim.
'Acaba böyle bir şansımız olur mu?' diye... Sayın Başbakan uygun gördüler
herhalde ki, Bakanlar Kurulu bu konuda karar verdi. Böylece Fatih haziresinde,
çok sevdiği Osmanlı'nın ilim sınıfıyla beraber oldu. Eminim ki, o şu anda çok
mutlu. “Tabutun başındaki sarığın manası nedir?" sorusu üzerine Hüsrev
Subaşı, "Şu nedenle sarık konuldu; ilmi derinlikleri olan, hoca efendi
pozisyonuna gelen zatlar için usuldür. Kendisi de ömür boyu sarık taşıdı, öyle
hizmet etti. Örtü de Kâbe muhabbetini simgeler" dedi.
BAŞBAKAN
ERDOĞAN'A TEŞEKKÜR
Hüsrev
Subaşı, cenaze töreninde yaptığı konuşmada da babasının çok değerli insanlar
yetiştirdiğini belirterek, "İbrahim Subaşı'ya babam olarak değil, bir
Müslüman Türk aydını olarak baktığım zaman artık o neslin kalmadığını, zincirin
son halkası olduğunu söyleyebiliriz" dedi. İbrahim Subaşı'nın Fatih Camisi
haziresine defni konusunu açtığı Başbakan Erdoğan'ın büyük bir kadirşinaslık
örneği gösterdiğini ve Bakanlar Kurulu kararı çıkarıldığını anlatan Subaşı,
ailesi adına Başbakan Erdoğan'a teşekkür etti.
Anadolu Haber
Ajansı
Haber Yayın
Tarihi: 07.02.2012 17:25
KAYNAK:
subasiailesi.com (erişim 05.06.2018).