Diyarbakırlı
Melek Ahmed Paşa, maliyeden yetişip iltizam işlerindeki başarısı ile Diyarbakır
Defterdarı olmuştur. 1 Aralık 1591 tarihinde (doğrusu 1585) Beylerbeyi payesi
de verilmiştir. Ayyar Alâeddin Bey adında tahsilât ve iltizam işlerine bakan
bir arkadaşı olup, vergi tahsilindeki katılığı ile meşhurdur. Diyarbakırlı
Melek Ahmed Paşa hakkında bugüne kadar bilinenler yukarıda verilen, Mehmed
Süreyya’nın, Sicill-i Osmanî’sinde yer alan bilgilerden ibarettir. Bu bilgiler
Abdulgani Bulduk tarafından da tekrar edilmektedir. Oysa konu ile ilgili en
ayrıntılı bilgiyi veren Ali Emirî olup, Amid-i
Sevda’nın 8 Mayıs 1325'te yayımlanan 6. Sayısını tamamen bu konuya
ayırmıştır. Burada yer alan gerek Melek Ahmed Paşa’nın şahsı ve gerekse
yaptırdığı eserlerle ilgili bilgiler özetlenerek ve sadeleştirilerek aşağıda
verilmiştir:
Daha önceden fakir iken, ticaret ve ziraatla
Amid şehrinin ileri gelenlerinden olan ve cami yaptıran Melek Ahmed Paşa: Amid
şehrinde nefis bir mimarlık örneği olan kıymetli çinilerle süslenmiş bir camii
mevcuttur. Bu cami her yönüyle dikkat çeken bir camiidir. Minaresi ak taştan
yapılmış olup, iki yollu (çıkış-iniş) inşa edilmiştir. Melek Ahmed Paşa Camii
diye bilinir. Yine bu zata ait bir hamam vardır. Gariptir ki, bu eserler
memleketimiz ahalisinden bir zata ait olmakla birlikte bu zat unutulmuştur.
Diyarbekir’de neşredilen salnamelerin tamamında bu camii 1638-1646 tarihleri
arasında Diyarbakır’da üç defa valilik yapan ve sonra sadrazam olan Abaza
Silahdar Melek Ahmed Paşa namına gösterilmiştir. Hâlbuki bu camii, onun
valiliğinden bir asır önce Diyarbakır’da doğan ve Diyarbakır’da yetişen Melek
Ahmed Paşa tarafından yapılmıştır.
Melek Ahmed Paşa 1529 senesinde Amid şehrinde
doğmuştur. Babası Diyarbekir hanedanından olmakla birlikte zamanla fakir düşmüş
ve vefatında oğluna, Amid şehrine bir saat mesafede olan Payas köyünde yarım
hisse bir tarla bırakmıştır. Bu tarlanın yarısı Ahmed Bey’in akrabası olan
kendisinden on-onbeş yaş büyük Alâeddin Beyindi. Ahmed bey, babası öldüğünde
onyedi-onsekiz yaşlarında melek yüzlü bir insandı. Memleket ahalisi diğer Ahmed
ismini taşıyanlarla ayırmak için, çok ahlaklı ve melek yüzlü olan Ahmed Bey’e
“Melek” ismini vermişlerdi. Alâeddin Bey otuz, Melek Ahmed Bey ise yirmi
yaşlarında oldukları halde Payas karyesindeki tarlalarındaki ekinlerini biçip
satarlarmış. Muaşşir (Öşürcü) gelip, öşr-i şer‘isini almak üzere olduğu sırada, akşama kadar öşürcü gelmediğinden gece
nöbetleşe ile harmanlarını beklemeğe mecbur olmuşlar. Tarlaları birkaç dönümden
ibaret ise de bol yağmurlar yağdığından mahsulleri o yıl oldukça bereketli
olmuş. Önce nöbet bekleyen Alaeddin Bey gök kubbeye bakarak, “ben evlendim,
evlat sahibi oldum, dünyada göreceğimi gördüm, Ahmed Bey henüz bekârdır,
evlenmek için paraya ihtiyacı vardır. Yardım etmek istesem kabul etmez, bu gece
gizlice yardımda bulunayım” diye düşünerek, kendi hissesinin yarısından
fazlasını Ahmed Beyin hissesinin üzerine taşımıştır. Gece yarısı Ahmed Beyi
kaldırarak, kendisi yatmıştır. Ahmed Bey de kendi kendine düşünerek “Ortağım
Alâeddin Bey evlidir, oğullarını mektebe gönderecek, kızlarını evlendirecektir.
Yardım etmek istesem kabul etmez, bu gece gizlice yardımda bulunayım” diye
düşünerek, kendi hissesinin yarısından fazlasını Alâeddin Beyin hissesinin
üzerine taşımıştır. İşte o gece bu iki samimi insanın üzerlerine rahmet kapısı
açılmış ve tarlaları nurla dolmuştur. İkisi de yapış oldukları işi unutmuşlar
ancak o geceden sonra gerek Alâeddin Bey ve gerekse Melek Ahmed Bey’in ellerini
attıkları topraklar çok bereketli olmaya başlamıştır. Kısa zaman içerisinde
büyük bir servet sahibi olmuşlardır. Bunun üzerine yardım ve ihsanda daha ileri
gitmeye başlamışlardır. Melek Ahmed Bey, Amid’de Rum kapısı civarındaki camii
ve hamamı da inşa ettirmiştir.
Alâeddin
Bey ve Melek Ahmed Beyin ziraatları oldukça ilerlemiş ve bundan dolayı ticarete
yönelmişler ve ölünceye kadar ortaklıktan ayrılmamışlardır. Hatta ölüme bile
birlikte gitmişlerdir. Amid şehrinde ticaretle uğraşmaya başlamışlar ve Amid’e
mahsus olan harir şurubunu (Şerab-ı harir) diğer kasabalara ihraç etmeye
başlamışlardır. Ahmed Bey ve Alâeddin Bey’in servetleri arttıkça bunu ellerinde
tutmayıp, arazi ve çiftlik almışlardır. Habur nehri kenarındaki bütün
çiftlikleri almışlardır. Ahmed bey, çift hayvanı olmayanlara öküzler, tohumu
bulunmayanlara tohumlar vermiş, pamuk, pirinç, Sisam gibi ürünler yetiştirmeye
uygun yerleri belirleyerek, her ürünü yerli yerine ektirmiştir. Ziraata müsait
olmayan yerlerde oturan ve vergilerini ödemekte zorlananlara da uygun şartlarda
hayvanlar tedarik etmiş ve bunların ürünlerini de uygun fiyattan almıştır.
Kıraç mahallerde de bağlar yetiştirmeye çalışmıştır. Melek Ahmed Bey yaptığı bu
yardımlarla memleketin servetin artmasına vesile olduğu gibi kendi serveti de
oldukça artmıştır. Ahmet Bey yetimlere, kimsesizlere ve halini kimseye arz
etmeye çekinen hanedan düşkünlerine, dul ve sahipsiz kadınlara her zaman yardım
etmiş, işi kötü giden esnaflara sermaye yardımında bulunmuştur. Melek Ahmed
Bey’in çeşitli haneleri olup, bunlarda ihtiyacı olan her türlü insan ikamet
edebilmekteydi.
1565
senesinde Ahmed Bey, Amid şehrinde bir camii yaptırmayı düşünmüştür. Öncelikle
Melek Ahmed Paşa Hamamı diye meşhur olan hamamı bina ettirerek 1568 senesinde
tamamlatmıştır. Amid’de bulunan şairler birçok kasideler yazarak bu hamamın
yapıldığı tarih hakkında tarih düşürmüşlerdir. Hamamın yapılmasını takiben,
inşasını tasavvur ve arzu eylediği camii için lazım gelenleri hazırlamaya
başlamıştır. Camiin yapılacağı yeri tespit ederek, arasa sahipleri ile anlaşıp
burayı satın almıştır. Fakat o sırada Diyarbekir Valisi bulunan Sokulu
Hanedanından Şahin Mustafa Paşa-zade Behram Paşa (1564-1566 tarihleri arasında
Diyarbakır Valiliği yapmıştır), meşhur Camii-i şerifi ile kasr ve hamamını
inşaya başlamıştır. Bu camii tamamlanmadan
Diyarbekir valisi olan Amucazadeleri Sadr-ı azam Mehmed Paşazade Hasan Paşa
(1570-1571 tarihleri arasında Diyarbakır Valiliği yapmıştır) da bu camii
tamamlatmaya çalışmıştır. Bu sebeple Melek Ahmed Beğ tasavvur eylediği, cami-i
şerifin inşasını bir müddet ertelemiştir. Bu gelişmeleri takiben, İran
muharebesi zuhura gelmiş, Melek Ahmed Beğ bu sırada birçok maliye ve mülkiye
işlerinde istihdam olunarak devlet ve hükümetin her hususta mazhar-ı nazar-ı
takdir ve tahsini olmuştur. Melek Ahmed Beğ; kitabet işlerinde ve diğer
hususlarda istihdam eylediği kişiler ashab-ı iktidar ve kemalatdan ve hüsn-i
hatt ve hüsn-i hal erbabından idiler. 1581-1582 tarihlerinde Amid
Defterdarlığına Lalezar-zade Muhammed Çelebi tayin olunmuştu. Defterdar
Lalezar-zade’nin gelip, Melek Ahmed Bey’e misafir olması ve hakkında olumlu
kanaatlerde bulunmasından dolayı, Ahmed Bey bütün vilayet varidatını iltizam
eylemeye başlamıştı. Bu arada sürüp gitmekte olan İran muharebeleri sebebiyle
Melek Ahmed Beğ, mübayaat ve sevkiyat işine de karışarak büyük hizmetler
yapmıştır.
1584
de Sadrazam olup, serdar tayin olunan Özdemir-zade Osman Paşa’nın Diyarbekir
valiliği yaptığı sırada (1571-1572) Melek Ahmed Bey ile aralarında iyi bir
dostluk oluşmuştu. Ahmed Bey, yeniden
Osman Paşa’nın teveccühüne mazhar olmuş ve sevkiyat ve nakliyat ve mübayaat
hususlarında da önemli vazifelerde bulunmuştu. Bir sene sonra yani 1585
tarihinde Tebriz şehri, Osman Paşa tarafından feth olunduğu sırada Melek Ahmed
Bey’e, Beylerbeyi rütbesi verilerek, Musul valiliğine tayin olunmuştur. Melek
Ahmed Paşa 1587 tarihine kadar Musul vilayeti valiliğinde bulunmuş, Ekim 1587
tarihinde Amid şehrine dönmüştür. Melek Ahmed Paşa, memleketine döndükten sonra
zaten arsasını aldığı ve her türlü malzemesini hazırladığı camii yaptırma işine
başlamıştır. İşin ehilleri vasıtasıyla kıbleyi güzelce tayin ettirdikten sonra
camiin temelleri atılmıştır. Amele ve ustalar her gün sabahtan evvelce yapılan
hamama giderek gasl eder ve ondan sonra pak ve temiz olarak cami-i şerifin
inşasına başlarlardı. Camii traşlı ve düzgün taşlarla mükemmel bir surette inşa
edilmiştir. Camii için vakıf oluşturularak, imamlar, hatipler, müezzinler,
cüzhanlar, müderrisler, müfessirler, muhaddisler ve yardımcı görevliler olarak
da ferraşlar, çöpçüler, bevvablar ve hademeler ücretleri belirlenerek tayin
edilmişlerdir.
1590-1591(H.999)
senesine kadar Camiin dâhili kısımları tamamlandı ve sıra dış kısımlarının
yapılmasına geldi. Melek Ahmed Paşa dış kısma kemerler ve ayrıca ek olarak da
bir medrese inşa ettirmeye düşünmekteydi. “Kimsenin kandilini sabaha çıkarmaz
rüzgar”, hükmü zuhura gelerek, 1590-1591(H.999) senesinde Deli (Divane) İbrahim
Paşa, Diyarbekir valiliğine tayin olundu. (Deli İbrahim Paşa İlki 1590-1592 de
2 yıl ve ikincisi 1593-1594 te olmak üzere iki defa Diyarbakır valiliği
yapmıştır.) İbrahim Paşa’nın Diyarbakır valisi olmasından sonra birçok üzücü
hadiseler yaşanmıştır. 8-18 Eylül 1592 (Evahir-i Zilhicce 1000) tarihinde Amid
zenginlerinden Recep Ağa, Alâeddin Bey ve Melek Ahmed Paşa, Deli İbrahim Paşa
tarafından idam edilmişlerdir. Melek Ahmed Paşa’nın oldukça büyük olan evi,
inşa ettirdiği camiin hemen sağ tarafında idi. Bu ev 1615-1619 tarihleri
arasında üç defa Diyarbakır valiliği yapan Dilaver Paşa tarafından hana
çevrilmiş ve Camiin yanına yaptırdığı, Dilaveriye Medresesine vakf
ettirilmiştir. Merhum Melek Ahmed Paşa’nın vuku-i elim şahadeti hakkında, bazı
tarihlerde verilen tafsilat ve Aladdin Beğ hakkında dahi reva görülen
“Ayyar-Ruzgar” gibi tabirler, Deli İbrahim Paşa’nın tesiri ile yazılmış şeyler
olup, dikkate alınmaması gerekir.
KAYNAK: Mehmed Süreyya / Sicill-i Osmanî (c. 4, Tarih Vakfı
Yurt Yay. İstanbul, 1996, s.1081), Abdulgani Bulduk / Diyarbekir'in Acemler'den Fethini Müteakib Gelen Valilerin Terâcim-i
Hallerini Mübeyyin Tarihçe (s.210-211), Ali Emiri / Amid-i Sevda (8
Mayıs 1325, Numara:6 Matbaa-i Amidî, 1325 S.81-96).
Prof. Dr.
İBRAHİM YILMAZÇELİK
Mimar Sinan dönemi camilerdendir. Diyarbakır’ın
batı yakasında, Urfakapı yakınında, kendi adıyla anılan mahalle ve cadde
üzerindedir. Halk tarafından Melik Ahmed Camii olarak bilinen yapının adı Tuhfetü’l-Mimarîn'de “Amid’de Melek
Ahmed Paşa” olarak geçer. Bu Melek Ahmed Paşa’nın, üç kez Diyarbakır valiliği
ve sadrazamlık da yapmış olan Silahdar Melek Ahmed Paşa ile ilgisi olup
olmadığı bilgisi kesinlik kazanmamıştır. Banisinin, Diyarbakır’da bulunan
sevilen ve etkin bir hayır sahibi olabileceği de sanılmaktadır. İki katlı kuzey
ve güney geniş yüzleri almaşık örgülü ve minareli kâgir bir yapıdır. Zemin
katta, batı uçtaki tonozlu geçit, caddeyi dikine uzanan sokağa bağlar. Bunun
doğusunda dükkânlar, yazlık, mescit, caddeden arka (güney) bahçeye bağlantıyı
sağlayan ve taç kapıyla başlayan aralığı vardır. Üst kata, yarım kemere
oturtulan ve minareye batı yönde yanaştırılan (kuzey yönde) merdivenle
ulaşılır. Bunun koşutunun (simetrik) doğu yarıda olduğu, pencereye dönüştürülen
kapısından belli olmakta ve aralarındaki uzun sahanlık, altındaki yazlık
mescide zamanında siper oluyordu. Günümüze erişemeyen bu merdivenin oturduğu
yer şimdi ufak bir bahçedir.
Enine genişleyen harimin yanlarında,
kare kesitli ikişer yığma ayak vardır. Böylece üst yarıda sekizgene dönüşen
plan, kasnakla yükselerek kubbeye erişir.
Yan kanatlar iki katlıdır. Buraya, kuzey
duvarı içine yerleştirilen merdivenlerle ulaşılır. Mihrabın karşısında bulunan
müezzin mahfilinin ahşap merdiveni ayrıdır. Yan duvarlar sağırdır. Cadde
giderek yükseldiğinden zaten basık tutulan dükkânlar, daha da alçak görünür.
Batı bitişikte, kaldırımdan dört sıra yukarıda başlayan (ilk üç basamak
kaldırımdaydı) teğet kemerli kapı, eskiden bu yönde kitleye bitişik ahşap
cumbalı, iki katlı ahşap bir meşrutaya ulaşıyordu.
Minare kitlenin kuzeyinde, tonozlu batı
geçidiyle aynı doğrultudadır. Kare planlı küp bölümü yine Diyarbakır
geleneğine uyarak (çoğunlukla kitleden ayrı) siyah bazalttandır. İki aşamalı
pabuç ve gövde yukarıya beyaz olarak yükselir. Alt yarısında merdiven iki ayrı
yolludur.
Cami, kendi adıyla anılan cadde
üzerinde, kuzey yakada olduğundan, taç kapısı güneye alınmış ve bir aralıkla
kuzeydeki cami avlusuna bağlantı sağlanmıştır. Harim kapısı (üst kat) kuzey
yönde merdiven sahanlığına bağlanır. 2,02 x
Hamamı aynı cadde üstünde biraz daha
doğu yönde güney yakadaydı. Bitişiğinde bulunan ve artık bugün yok edilen
“Küçük Hamam” bu yapının değildir.
Melek Ahmed Paşa Camii’ne gerek plan
düzeni ve gerekse çinili mihrabı açısından bir İstanbullu usta eli değdiği
bellidir. 1588 yılında ölen Koca Sinan’ın ömrünün son günlerinde bu yapıyla
uğraşma şansı yoktur. Onun ekolünden bir kalfa işe el atmış olmalı. Enine plan
ve almaşık örgü açısından Beşiktaş Sinan Paşa Camii’ne (1555-56) -kitle olarak
da- benzer. Ancak üst örtü ve son cemaat yeri farklıdır. Ayrıca onun kubbesi
altılı düzendedir. Diyarbakır’da Ali Paşa, İskender Paşa, Behram Paşa, Kasım
Padişah ve Lâle Bey Camileri tek kubbelidir. Enine genişleyen Nebi Camii’nde
yan kanatlarda birer ayak vardır. Şeyh Sefa (Parlı) Camii bu yapı gibi ikişer
yan ayaklı olup sekizli düzeni yeğler. Minare küpü kurgu ve bezemelerinde de
benzerlik vardır. 15. yy.’ın son çeyreğinden kalma bu Akkoyunlu camiinin,
ondan öncekilere bağlı olduğu gibi, sonrakileri de etkilediği anlaşılıyor.
Buna karşılık yerel özelliklerin Melek Ahmed Paşa Camii’nde o denli güçlü
olmadığı görülüyor. İki katlı oluşu ve sekizli kubbe düzeni ile çini mihrabı,
Sinan’ın İstanbul-Tahtakale Rüstem Paşa Camii’ne çağrışımını arttırır. Ancak onda son cemaat
yeri de vardır. Bu son ayrıntının düşünülmemesi, kuzey yönde yer alan helâlar
nedeniyle avlunun küçüleceği endişesine bağlanabilirse de bizce asıl neden
Diyarbakır’da devam edegelen iki katlı mescit anlayışıdır. Defterdar ve Ulu
Cami Şafiîler bölümü böyledir. Minarenin kitleden ayrı tutuluşu zaten bu yörenin
bir ayrıcalığıdır. Tüm bunlar, Melek Ahmed Paşa Camii’nin Diyarbakırdakiler
içindeki ayrı yerini gösteriyor. Ahşap minberi özgün değildir. Aynı kişinin
yaptırdığı Han ve Medrese günümüze erişmemiştir.
KAYNAK: Prof. Dr. Orhan Cezmi Tuncer /
"Diyarbakır Camileri" (Diyarbakır: Müze Şehir. Ed. Dr. Ş. Beysanoğlu
- M. S. Koz - E. N. İşli. s. 210, YKY, İstanbul 1999). Adı geçen yazıdan
özetlenmiştir.
Rumkapısı (Urfa Kapı) yakınlarında
idi. Melek Ahmed Paşa 1591 yılında Diyarbakır'da cami ve medreseden başka, bir
de ev inşa ettirmiştir. Bu evi, Dilaver Paşa tarafından daha sonra hana
çevrilmiş ve XIX. yüzyıla kadar gelmiştir. 11 Nisan 1842 tarihli Diyarbakır
masraf defterinden, bu hanın ma'mûr olduğu ve içerisinde süvari askerinin ikamet
ettiği anlaşılmakladır. Ne zaman harap olduğu ise bilinememektedir.
KAYNAK:
Rahmi Hüseyin Ünal / Diyarbakır İlindeki Bazı Türk-İslam Anıtları Üzerine Bir
İnceleme (Erzurum, 1975).
Melik Ahmed Paşa tarafından
yaptırılan hamam, cami ve bedestenle birlikte bir külliye olarak tamamlanmıştır
(Sözen 1971). Vakfiyesi bilinmeyen bu vakfa Melik Ahmed Paşa tarafından 975/ 1567
– 1568 yılında hamam, bir konak ve 999/ 1591 yılında cami yaptırmıştır (Tuncer
1996). Hamam yanındaki dükkânlar ile birlikte camii için vakfedilmiştir. Hamam
Vakıflarca şahıslara satılmıştır (Beysanoğlu, 1998). Vakıflar Genel Müdürlüğü
arşivinde vakfa ait muhtelif vakıf kayıtları bulunmaktadır (VGMA. 532 nolu
defter, s:60; 530 nolu defter, s: 57; 159 nolu defter, 1024-1030 sıralar).
Hamam dikdörtgen bir biçimde
konumlandırılmıştır. Hamamın sadece soyunmalık kısmı günümüze ulaşmıştır. Diğer
kısımları ile ilgili bilgiler yazılı ve görsel kaynaklardan edinilmektedir. Hamamın
iki kapısı bulunmaktadır. Kapıların biri cadde yönünde erkekler için, diğeri
ise sokak tarafında kadınlar içindir. Özgün kapı caddede ve soğukluğun
kuzeyindedir. Sivri kemerli sağında ve solunda kemer ayakları altında yer alan
dört köşeli ince burmalı sütuncelerin yer aldığı kapı günümüzde yok olmuştur .
11.55x12.00 m ölçülerinde
kare planlı soğukluk cephede özgün olmakla birlikte, içerde yatayda iki bölüme
ayrılarak mekansal bütünlüğü yok edilmiştir. Soğukluğu örten kubbeye geçişler,
yanlarda dört sivri kemerin taşıdığı tromplar vasıtası ile sağlanmıştır.
Kubbenin tepesinde her köşesinde yarım daireli pencerelerin yer aldığı sekizgen
bir fener vardır.
Soyunma bölümünün kubbe
kasnağında yer alan sivri kemerli pencere nişleri siyah beyaz taşlar ile
oluşturulmuştur. Soğukluk, Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün
02.07.1982 tarihli envanterine göre
Melik Ahmed Paşa Hamamı’nın ılıklık ve sıcaklık mekanları şöyle
tanımlanmaktadır:
“Soğukluğun kuzeyi ile ılıklık
ve sıcaklık kısımlarının kuzeyine gelen birer hücre birbirine bağlanarak
erkeklere mahsus küçük bir bölüm oluşturmuştur. Soyunma yerinin güneyine açılan
basit bir kapı kadınlar içindir. Ilıklık kısmı yan yana üçer kubbe ile birer
yarım kubbeden oluşan iç içe iki kısımdır. Her iki bölümün kuzey hücreleri
birer bölme ile ayrılarak erkelere tahsis edilmiştir. Sıcaklık, yanlarda sivri
kemer gerisinde küçük birer kubbe ile örtülü dört eyvan ile köşelerde kubbeli
birer hücreden oluşur” (KVTVKK arşivi 2005).
Hamam ile ilgili eski eser tescil
fişi dışında 1968 yılında dış cepheden çekilmiş fotoğraflar mevcuttur. Tekrar
hamam olarak işlev verilmesi güçtür. Ancak ayakta kalan soğukluğu ve aydınlık
fenerinin onarılıp eski haline dönüştürülmesi kültürel varlıklarımıza
geciktirilmiş bir katkı olur.
SEÇİLMİŞ
KAYNAKÇA: Ali Saim Ülgen / “İslam Ansiklopedisi” (5: 174-178 (1950), Ferit
Devellioğlu / “Osmanlıca-Türkçe Sözlük” (1986), Türkçe Sözlük (TDK Yayınevi,
603, 1988), “Hamam Maddesi” (TDV İslam Ansiklopedisi (I5: s. 402-425, 1997), E.
Işın / “Türk Hamamları Tarihçesi” (Dekorasyon Dergisi, s. 110-111, 1990), Metin
Sözen / Diyarbakır’da Türk Mimarisi (s. 211, 1971), İbrahim / Yılmazçelik /
XIX. Yy’ın İlk Yarısında Diyarbakır (s. 84- 86, 1997), Şevket Beysanoğlu / Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır
Tarihi I (s 186-550 vd. 1990), Evliya Çelebi / Seyahatname
(II, s . 447, 1998), Ali Kılcı / Medeniyet Mirası Diyarbakır Mimarisi (s. 31,
39, 41, 2011), Emine Dağtekin / “Diyarbakır’da
Osmanlı Döneminden Günümüze Ulaşan Geleneksel Hamamlar” (Uluslararası
Osmanlılardan Günümüze Diyarbakır Sempozyumu, 2006) - “Eski Diyarbakır’da Hamam
Mimarisi” (I. Uluslararası Nebiler, Sahabeler, Azizler ve Krallar Kenti
Diyarbakır Sempozyumu (2009) - “Güneydoğu Anadolu Bölgesi Geleneksel Hamam
Tipolojisi ve Buna Bağlı Koruma Ölçütlerinin Oluşturulması” (Doktora Tezi, GÜ
Fen Bilimleri Enstitüsü, 2007).
Sur ilçesi belediye sınırları
içerisinde yer alan mahalle, kuzeyden İskenderpaşa, güneyden Lalebey, doğudan Ziya
Gökalp mahalleleri, batıdan ise surlarla çevrilidir.
Diyarbakır’ın en eski
mahallelerinden olan bu mahalle, ismini, Diyarbakırlı olan Melek Ahmed Paşa’dan
(1528-1592) almıştır. “Melek” adının sonradan halk ağzında “Melik” şekline
dönüştüğü ileri sürülmektedir.
Mahallede birçok tarihî ve dinî
yapı mevcuttur. Melek Ahmed Paşa; 1567 yılında bir hamam, 1587-1591 yılları arasında
da kendi ismiyle anılan Melek Ahmed Paşa Camisi’ni yaptırmıştır. Her iki yapı
da bugün Melik Ahmed Paşa Caddesi üzerinde bulunmaktadır.
Melek Ahmed Paşa’nın konağı, 1615-1622
yılları arasında iki kez vali olarak şehirde görev yapan Dilaver Paşa
tarafından satın alınıp “han”a çevrilmiş ve inşa edilen Dilaveriyye
Medresesi’ne vakfedilmiştir. Bugünkü Melek Ahmed Paşa Hanı, bu konağın bir
bölümüdür.
Mahallede yer alan bir diğer mabed
de Safa Camii olup, Şah İsmail’in dedesi Şeyh İbrahim Safi’nin oğlu olan Şeyh
Cüneyd’in isteği üzerine Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından 15. yüzyılın
ortalarında yaptırıldığı ve şeyhe hürmeten “Camiü’s-Safî” denildiği, sonradan
halk ağzında “Camiü’s-Safa”ya dönüştüğü ifade edilmektedir. Evliya Çelebi,
caminin adını “İpariye” diye yazar. Halk arasında ise “Parlı” veya “Palo”
şeklinde söylenir. Caminin
kitabesinde, 1531 yılında Abdurrahman bin Hacı Hüseyin Ali tarafından
onarıldığı belirtilmiştir. Caminin külliyesi içinde büyük âlimlerden Muslihiddin-i
Lari’nin medresesi bulunmaktadır. Medrese, 2007 yılında Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından aslına uygun bir şekilde onarılmıştır.
Nakşibendî Tarikatı şeyhlerinden
olup, İran/Urumiye’den Diyarbakır’a gelip yerleştiği rivayet edilen Aziz Mahmud
Urmevî’nin 1637 yılında bu mahallede bir tekke yaptırdığı ifade edilmektedir.
Ancak günümüzde, tekkeye ilişkin hiçbir kalıntı mevcut değildir. Aziz Mahmud
Urmevî’nin (Ö. 1638) mezarı da bu mahallede bulunmaktadır.
KAYNAKÇA: Şevket Beysanoğlu / Anıtları ve Kitabeleri
İle Diyarbakır Tarihi (c. 2, Ankara 19909 - Diyarbakır’da Gömülü Meşhur Adamlar
(Ankara 1985), Orhan Cezmi Tuncer / Diyarbakır Camileri (Ankara 1996),
Diyarbakır Gezi Rehberi (İstanbul 2011).