Şair. 1940, Dedeler (Dadovtsi) köyü / Eğridere
(Ardino) / Kırcaali / Bulgaristan doğumlu. Lisenin son sınıfına kadar
Eğridere’de öğrenim gördü. Sofya Üniversitesi Türkoloji Anabilim Dalını
bitirdikten sonra Yeni Hayat dergisinde kadroya alındı. Birkaç yıl Rodoplar’da
öğretmenlik yaptı. Sistemin isteğine uygun yazılar yazdı.
Şiir dünyasına Halk Gençliği
gazetesinde basılan ilk şiiriyle (1957) giren Naci Ferhadov, bu ilk şiiriyle
bile özgün sesi ve iç dünyasını şiirsel bir sıcaklıkla sergilemesini bildi.
Bulgaristan Türklerinin hayatı, çileleri ve mutluluğu sanatçının işlediği
başlıca konular oldu. Yeni dönemdeki şiirleri Hak ve Özgürlük
gazetesinde yer aldı.
ESERLERİ (Şiir):
TÜRKÇE: Dağlı ve Deniz (Sofya, 1965), Silk
Yakandan Ölümü (Sofya, 1995), Ömrümün Dipnotu (Sofya, 2000).
BULGARCA: Yak Bacım Lambayı (Sofya,
1977), Arkası Gelecek Diyalog (Sofya, 1980).
HAKKINDA: Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy /
Bulgaristan Türk Çocuk Edebiyatından Örnekler (2002), Sabahattin Bayramöz /
Türkçenin Sarmaşıkları (2002).
1940 Bulgaristan Kırcali/Dyadovtsi doğumlu
olan şair Naci Ferhadov Sofya Üniversitesi Oryantalizm Bölümü mezunu. Öğretmenlik, ‘Yeni
Hayat’ dergisinde editörlük yaptı. Şu an Bulgaristan Radyosu Türkçe Yayın
Servisi’nde ‘Kültür Sanat Edebiyat’ programını hazırlayıp sunuyor. Türkçe ve Bulgarca yazıp, çevirmenlik
yapıyor... Dağlı ve Deniz (1966), Silk
Yakandan Ölümü(1995), Ömrümün Dipnotu (2000) şiir kitaplarının yanı sıra ‘Umut Yarına Tuzak’ (2007)
isimli Türkçe yeni şiir kitabını yayımladı.
Yaksana Lambayı Bacım (1977),
Tehlikeli Diyalog (1980), Yaşayanlar İçer Suyu (1985), Böyle Yaşıyorum işte
(1987), Ergenlik Çağı (1990), Söze Başlamadan Önce (2002) isimli Bulgarca şiir kitapları var...
‘Umut Yarma Tuzak’ isimli yeni şiir kitabı Bursa Düşlem
Yayınları’nca yayımlanmış... Balkan Dağlarının şiir kartalı, Bulgaristan
Yazarlar Birliği’nin ilk Türk şair’i Naci Ferhadov’un “Umut Yarına Tuzak” şiir
kitabını bir solukta okudum. Şiirini sevdim. Temiz, akıcı bir Türkçe ile yazdığı şiirlerini hiciv, ironi, yergi gitgide
göndermeler yaparak taşlama temalarıyla
süslemiş. Yer yer de halk deyişleriyle örülü, güçlü bir ses Ferhadov’un
şiiri...
“Bilinmezden gelen sesi yakalamaktır
şiir,
Görünmezin
renkleriyle mevsimleri boyamak.” diyor Usta Şair.
Merhaba Naci Ferhadov. ‘Umut Yarma
Tuzak’ isimli şiir kitabınızda birbirinden başarılı şiirleriniz var.
Memlekette, Bursa’da yayımlamışsınız kitabınızı. Daha Öncekiler Sofya’da çıkmıştı. İstanbul’dan sadece yolculuk
için geçmişsiniz. Yaz mevsiminde sizi beklerken kitabınız çıkageldi. Bu serüveni anlatır mısınız okuyucularımıza?
- Ben, kendimi bildim bileli bütün işlerim yarım yamalaktır aslında, o
biçim dağınık bir adamım. Gene de, yapacağımız ya da yapmayacağımız işleri bir
sıraya koymaya çalışalım, Yılmaz kardeş, hazır ol durumuna düşmeden elbette.
Önce, gösterdiğiniz ilgi için candan yürekten (öyle derler bizim taraflarda,
rahmetli annem de hep “candan yürekten” yapardı yapacağı işi) teşekkür ediyorum. Başka deyimiyle Merhaba’nıza
benden de katıksız bir merhaba!.. “Umut
Yarına Tuzak” isimli şiir kitabımdaki şiirler birbirinden üstün şiirler mi,
orasını ben bilemem, bilsem de söyleyemem, benden sorulmaz bu iş. Bildiğim,
beni unutmayan arkadaşlar var güzel Bursa’da, eksik olmasınlar. Son şiir
kitabımın üç-dört yıldır çekmecelerimde toz
mu kader mi topladığını öğrenmişlerdi çoktan neredense kimdense, ‘gönder şu
dosyayı bi daha biz de görelim’ dediler. Gönderdim, gördüler. Bu bir daha
görmek dedikleri yayımlamak anlamına da gelirmiş galiba. Bilmezdim,
sevindirdiler beni. Emeği geçenlere sağlıklı günler diliyorum. Dahası,
geçtiğimiz yılın kasım ayı başlarında çok mutlu üç gün yaşadım bu nedenle Bursa’da.
Pek sık gelmiyor başıma böyle şeyler, vurgusunu vurmadan geçmiyeyim. İkide bir
gözü kör olsun göçlerin, göçmenliklerin deyip dursam da, benim için önemlidir.
Değişik isimlerle çocukluğumun bütünü, kocamayan kesiminden gençliğimin yarısı,
benden çok önce gitmiş oralara anlaşılan, gördüm kendi gözlerimle bi daha,
yüreğimle İnandım. Daha ne isteyecektim Allah aşkına. Ötesi, bildiğimiz ya da bilmediğimiz
şiir... Urumeli çocukları bir araya geldikte, soluyamazlar türküsüz, hasret dağları inletir. Bekleyişler diner yağmurlu bir
bulutta, uzak bir yıldıza sarıverir yatağını. Sevgi de, uyku
hazırlıkları unutulmuştur. Eh, söyledik türkülerimizi. Şiirini de yazarız
elbette bir gün...
İlk göze çarpan, 20 Aralık 2002
tarihinden sonra hergün yazdığınız şiirler 20 Mart 2003'e kadar sürüyor. Şiir
çağlayanı gibi bir şey. Bu yoğunluğun kaynağı nedir Naci Bey?
- Yoğunluk denebilecek yönü yoktur bu işin, kaynağını aramak da gerekmez.
Durumun
öncelikle göze batacağını sezmiştim zaten. Bir önsöz yazıp açıklamak
niyetindeydim. İlle ne
var; görevi Bursalılar üstlenince
karıştı pazar, gerçekleşenler listesine giremedi niyetim. Şöyle
bir düşünsek: üç ay süren bir zaman
parçasında Naci Ferhadov dedikleri o şaşkının her gün
birer şiir yazdığını görenler ya da işitenler, kaçırmış keçileri zavallı
diyecekler haklı olarak.
Çünkü, her gün, hatta bazen her yıl bile şiir yazılmaz. Şiir çağlayanı gibi bir
şey, diyorsunuz.
Çağlayanları meydan konuşmacılarına bırakalım, kardeşim, şiirin uğradığı
yerlerde damla ya
da damlacıktan söz edebiliriz ancak. Şimdi açıklayalım: Bu kitabın içindekiler,
beş,
bilemedim on yıl süresinde yazılmış şiirlerdir. Uzun bir yolculuktur şiir
çünkü, bütün işler
gibi ciddi bir iştir. Candan iştir ama, o yönü çok önemli. Dahası, yaşadığımız
sürece o kadar
çok yandan işlerle uğraşmak zorunda kalıyoruz ki, aklımıza esen ya da
gözlerimizi çıkaran
candan şeyleri şiir deyip tamamlamaya
vaktimiz kalmıyor. Her şeyler dışında vakit de ister bu
işler öyle değil mi? O zaman ne
yapacağım ben, yürüdüğüm uzun yolların en kopacak
yerlerini, hep cebimde taşıdığım bir
deftere enserleyeceğim. Bir dudak gülüş, bir kaşık deniz,
yırtık bir bulut, karın doyurmayan
biçiminden bir yudum umut, izler, gizler, sözler,
sözcükler... Ve günlerden bir gün oturup kıçımın üstüne karıştırmaya
başlıyorum bu
defterleri. Ve havasına girebildiklerimi yazıyorum üç ay süresince...
Bıraktığım ipuçlarını
yakalayamazsam aylar, yıllar sonra,
kısmetiniz yokmuş şiir arkadaşlar diyorum, unutulmuşlar
vadisine gönderiyorum onları. Ama
uzattık kısayı, işte bu kadar!..
Bulgaristan Türk
Şiiri üzerine görüşlerinizi öğrenebilir miyim?
- Bulgaristan Türk Şiiri konusunda üç-beş
sözle bilgi verebilecek cesareti bulamıyorum içimde. Söyleyebileceklerim yürek
acısı aslında. Şair, hangi dilde yazıyorsa o dilin şairidir, demişler. Doğrudur
bence. Bulgaristan Türklerinin Türkçe yazanlarını ya da yazmaya çalışanlarını taa
Yeni Hayat dergisinde editör olarak çalıştığım gençlik yıllarımdan, isimlerini gizleseler bile, el
yazılarından tanırım ben ve yıllar içinde nefeskesenler çekmecesine bir şeyler bırakabildiğimizi hiç sanmıyorum.
Mış'lı, miş'li zamanlarda konuşmak istemediğim için, yutkunup kalıyorum bu acı konularda. Şimdiki zamanımız bitmek
üzere çünkü, gelecek zamanımız da “duman aldı mezarımın taşını”... Yazan
kişi için çok önemli olan o edebiyat ortamlarını
yaratacak bir gazetemiz, bir dergimiz bile yok. Türkiye'den gelip gazete, dergi
çıkaranlar da Türkçeyi değil,
Bulgarcayı Öğretmeye çalışıyorlar Bulgaristan Türklerine nedense. Nedir niyetleri, anlamak kolay değil...
Fahri Erdinç, Osman Aziz, Ahmet Ali,
Muharrem Tahsin, Kazım Memişev dostlarınız için neler söylemek istersiniz?
- Fahri Erdinç, Muharrem Tahsin, Kazım Memişev,
Ahmet Tımış, Ahmet Ali, Osman Aziz...
Hele de 2007 yılında tamamıyla
hazırlıksız yakalandığımız yaprak dökümünü düşündükçe
dilim tutuluyor, konuşamıyorum. Babam vardı şimdi yok. Dostlarımdan koparıldım,
kardeşlerimi yitirdim her gidenle. Toprakları bol olsun!.. Osman Aziz de gitti
bir durakta
beklediği otobüse binemeden. Artık sıra bendedir. Vaktinde gitmek en iyisiydi
elbette.
Başaramadık, sürüneceğiz...
Bulgaristan Türk edebiyatının şimdiki
zamanla geçmiş dönem edebiyatı arasındaki farklarını açıklayabilir misiniz?
- Biraz önce söylemeye çalıştım. Birkaç kişilik şimdiki zamanımız kaldı,
bitmek üzere. Farklı
olan bu işte. Bulgaristan
Türklerinin edebiyatı da olsun diye yıllar boyu canla başla
çalışanların ezici çoğunluğu aramızda yok artık. Elinden geleni, hatta
gelmeyeni esirgemedi
onlar, hiç değilse bizleri yetiştirdiler. Şimdi bizim arkamızdan gelenler yok
denecek kadar az
olduklarına göre, benim kuşağım
yapabileceğini yapmış sayılmaz. Yapılmamış işlerin bir sürü
yapılamama nedeni vardır, hep onları
arayıp dikmeyelim soranların karşısına, şanımıza
yakışmaz. En kolayı, “vermemiş Allah, ne yapsın Hayrullah!” deyip geçebiliriz,
ama iş
bitirmez böylesi bir yanaşım. Gene de, kim ne kadar şişinecekse şişinsin,
şişinmekle hindinin
kilosu artmaz. Herkeslerce bilinen,
sadece masallarda uçacaktır yılanlar, gökyüzünü bırakalım
çocuklara, kuşlara...
İsim değiştirme sürecinde, Fahri Erdinç’in
de ismi değiştirildi mi acaba? Anımsıyor musunuz? Siz Aleksey Brezin imzasıyla
yazmışsınız değil mi?
- Nasıl anımsamam, Aleksey Brezin imzasıyla birkaç şiir kitabım
yayımlandı o yıllarda. Bu
işin can sıkıcı yönlerine ışık tutmaya çalışayım: Ne Aleksey Brezin Naci
Ferhadov’tan daha
iyi Bulgardı. Ne de Naci Ferhadov Aleksey Brezin’den daha büyük, daha eğilmez
bir Türk’tü.
Şimdi, iş işten geçtikten sonra, şöyle ezildik, böyle çiğnendik diye yaygara
koparıp
kahramanlık satanların aklına
şaşıyorum. Bütün yaptıklarımızı zorla yaptırılmış şeyler olarak
anlatıp durmamız, erkekçe bir davranış biçimi sayılamaz bana sorarsanız.
İstesek, yapmazdık
yaptıklarımızın hiç birisini. Vuramazsan,
kendini vurdurabilirdin rahat rahat; vurucu çoktu o
dönemde. Asamazsan, kendini asabilirdin rahat rahat ağacı bol ülkemizde.
Başımıza gelenler
unutulmayacak da kolay kolay, yarım
yüzyılımızı da gerçekleri çarpıtarak bunları anlatmakla
geçireceksek; yapmayın arkadaşlar
kısır kalacak şiirimiz, zor kullanmadan silinecek izimiz!..
Türk vatandaşı olduğu için, Fahri Erdinç’in adını değiştirmediler; kesin olarak
biliyorum
bunu. Dahası, milliyetçiydi!.. Her şeyi göze almıştı. Türkiye’ye dönmek
istiyordu, ömrü
yetmedi. Şimdi söyleyeceklerimi, uzun yıllar Sofya Pres Ajansı’nda çalışan
İsmail
Cambazov’tan dinledim. Daha yaşarken ricada bulunmuş şair, “Cambazov,” demiş.
“Sen
Türkiye’ye sıkça gidip geliyorsun, yapabilirsin bu işi. Ben vasiyet ettim,
öldükten sonra
krematoryumda yakacaklar cesedimi. Sen, gidip bizim hanımdan alacaksın külümü.
Götürüp
Akhisar........ camisinin minaresinden vereceksin rüzgâra. Benim
dönemediğim yerlere
küllerim bari dönsün!..” Caminin adını aklına getiremedi İsmail
Cambazov bu olayı bana anlatırken,
ama yerine getirmiş isteğini şairin. Fahri Erdinç’in külünün yansı Akhisar’a ulaşmış, öbür yarısını Almanya’ya götürmüş hanımı
oğlunun yanına giderken... İşte böyle kardeşim,
çığlık dediğimiz çılgınlığa götüren sevinçlerden, tıknefeslik getiren
korkulardan, yakamızdan silkip
atamadığımız acılardan doğar, çığlıkta ahenk aranmaz...
Şimdiki zamanda
emperyalist küreselleşme, AB, BOP üzerine görüşlerinizi alabilir miyim?
- Şimdiki zamanda emperyalist küreselleşme dediğiniz, bizim dünkü
sosyalist
yurtseverliğimiz gibi bir şey olmalı. Allah aşkına, kaç türlüsü olurmuş
yurtseverliğin? Ya
seversin, ya sevmezsin! AB de bir nevi küreselleşme değil mi zaten?
Yetkililer kafa yorsun
bu konularda. Benim bildiğim, dünya aklını
yitirmiş gayet çoktan, başından geçenlerden ibret
dersi almıyor oldum olası. Bize
benziyor bu yönden ya da biz ona benziyoruz. Önemi yok,
hep o kavşağa çıkar. Küreselleşmeye
gidilecekse, korkarım bize sormazlar, önüne durabilecek
güç var mı? Küreselleşmenin önüne durabilecek olan güç dünyamızı
yörüngesinden çıkaracaksa,
verin küreselleşelim diyorum... Gene de, hazırlıklı bulunmakta yarar var sanıyorum. Gelişimizi anladık, teker tekermiş.
Gidişimiz cümbür cemaatsa, başımıza gelecekleri bilelim bari vakitçe.
Söyleşimize neden olan şiir kitabının son şiiri 20 Mart 2003’te
yazılmış. O gün sabaha karşı, Bulgaristan saatiyle dört otuz beş’te Bin Bir
Gece Masalları’nı bombalamışlar Irak’ta. Ben de, kaç tanesinin sağ
kalabileceğini bilmediğimi bildirmişim
çocuklara. Bush yönetimi barış götürüyordu oralara sözde, anlata anlata bitiremiyorlar hâlâ. Peki, bugün yaklaşık beş yıl
sonra, o yörede olup bitenlerin adına Barış mı diyelim? Ağlasan bi
türlü, gülsen bi türlü...
Bulgarca’dan Rusça’dan Türkçe’ye, Türkçe’den Rusça ve Bulgarca’ya
hangi şair ve yazarları çevirdiniz Naci
Bey?
- Çeviri çok özel, çok ciddi bir iştir. Bu konuda kendimi ciddiye
almıyorum ben, hakkım yok.
Sevdiklerimi çevirmedim ki ben. Dara düşen arkadaşlar, “Al çevir şunları”
dediler. Çevirdim.
Devir deseler devirecektim belki de.
Örnekse, çok uğraştım ama bir Yesenin’i bir türlü
çeviremedim, ne Bulgarca’ya, ne Türkçe’ye. Rusça’nın büyük şairi o derece
Rus!.. Her dilden
her şairi oturup çevirebilenler, belli bir paraya karşılık mezar kazıyorlar
bence.
1979 yılından beri
kısa ve orta dalgadan; hele son yıllarda internet üzerinden yayınızı dinlediğim
Bulgaristan Radyosu Türkçe Yayınlar Servisi’ni okurlarımıza tanıtır mısınız Kültür Sanat
Edebiyat program yapımcısı ve sunucusu olarak?
- Bulgaristan Radyosu Türkçe Yayınlar Servisi’ni okurlarınıza tanıtmak
istemiyorum,
çünküüü; düzeyimiz gerekenin çok ama çok altında. Yayınlarımız kötüleştikçe,
yönetici
çevrelerin sevinci kabarıyor. Hep böyle olmuştur bu yıllar içinde, anlamak da
zor, anlatmak
da zor. Ulusal Televizyondaki beş on dakikalık Türkçe haberlerin bile, kabadayı
yurtseverlerce taşla, topaçla,
baltayla, bıçakla karşılanması neyi gösteriyor sizce? Kültür Sanat
Edebiyat programı yapımcısı ve
sunucusu olarak, dergi kitap göndererek işimde bana
yardımcı olan tüm Türkiye’li arkadaşlara candan yürekten teşekkür
ediyorum...
Yeni bir şiirinizi
okurlarımızla paylaşabilir misiniz Naci Bey?
NATÜRMORT
Pencerede ölü bir kuş, galiba sala okuyor. Sırtindakileri
ölçmüşler biçmişler de,
Çıkmış yeşil iplikten.
Örümcek gibi bahar,
Penceresiz
yerlerine duvarın,
Damızlık
ormanlar dokuyor.
Ortadaki masada bir kadeh, bomboş, İçindekileri içmişler içmişler de,
Bitirememişler gelecek zamanda,
Gelecek
günlerini ressamın.
Eline sağlık, üstad!
Dünya
şarap kokuyor.
BENDEN BU KADARCIK
Uzun ömür çiçekleri yüksekte, alçaklarda acımasız yaprak dökümü. İstesem yapmazdım
yaptıklarımı, sonuç: gözler dolu, eller boş. Düşsel bir kürtünde dinleniyorum
şimdi, bilemezsiniz ne hoş.
Kaçan kaçtı, göçen göçtü, ben taşıdım yükümü.
Yokuşları tırmanırken nefesi daralanlar,
Çağırsınlar
adımı, söylesinler türkümü.
Ocak/2008
Geleceğe dönük
planlarınız, projeleriniz nelerdir?
- Benim bildiğim, bu yaşta yalan söylenmez,
inanmazlar zaten. Sabaha çıkıp çıkmayacağını bilmeyen hasta geleceğe dönük projeler üretmez, yazar aklına
geleni. Bir de Dadaloğlu’na soralım
istersen: “Şu yalan dünyaya geldim geleli / Severim kır atı bir de güzeli...” Kır atım yok, hiçbir zaman olmadı. Güzellerin de
gözünden düştük galiba, telefonlar çalmaz oluyor, kardeşim... 1962
doğumlu Türk şair Akgün Akova’nın “Sevdiğim Kadın Adları” başlıklı bir dizi şiiri var. Sıra Elif’e gelince
şöyle demiş: “Bir aşk şarkısı söylüyordun ki / Birden sustun / Düşmemek
için saçlarına tutundu dünya...” Şiirin
saçlarına tutunuyor Naci Ferhadov, düşmemek için...
YILMAZ UÇAR
İNSANCIL DERGİSİ EYLÜL 2008 SAYISI, YIL:18, SAYI:218, SAYFA:54-55-56-57
ucaryilmaz@mynet. com www.vilmazucar.com
31/07/2008
Naci
Ferhadov’da umut yarına tuzak mı
Güngör
Genç[email protected]
Naci Ferhadov kişisel
yaşamışlıklarını, duygusal ve düşünsel alanlarda insanlar arasındaki
ortak
paydayı yakalamasını iyi bilen bir şair.
Naci Ferhadov’un geçen yılın
son ayında Düşlem yayınlarından çıkan “Umut Yarına Tuzak”
adlı
yeni kitabını birkaç kez okudum.
Neden
birkaç kezin yanıtı, sonda söylenmesi gerekeni, başta söylemek olacak ama,
olsun.
Çünkü
Ferhadov’un şiirlerinde kaynak sularının lezzeti vardı. Dağ suyunun taşıdığı
minareller
gibi,
şiirler de gerek kişisel duygu ve düşüncelerin, gerekse toplumun zengin
elementi eriyle
yüklüydü.
Daha
önce yayınladığı kitaplar için “Güzel Yazılar Dergisi”nin Temmuz -Ağustos 2002
tarihli
17. sayısında “İki Dilli Şair” başlıklı bir yazı yazmış ve şairin özgünlüğünü
dile
getirmeye
çalışmıştım. Bu kez de, oturup yeni kitabı hakkında yazı yazmaya başlamadan
önce,
şairin yaşamı hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için Şair ve Yazar Sözlüklerine
baktım,
hiçbirinde bulamadım.
Hatta “Türk Dünyası Yazarları”nı ayrı bir bölümde veren İhsan Işık’ın on
ciltlik “Edebiyat ve Kültür Adamları Ansiklopedisi”nde de yoktu.
Naci Ferhadov’u: “10
Mart 1940’ta Kırcali ilinin Dyadovtsi köyünde doğdu. İlköğrenimini
doğduğu köyde yaptı.
Ardino Türk Lisesi’nden (1957) sonra Sofya Üniversitesi’nin
Oryantalizm
Bölümü’nü bitirdi (1962). Doğduğu bölgede çeşitli aralıklarla öğretmen,
eğitmen,
lisede müdür yardımcılığı, yerel gazetede redaktörlük yaptı. Yirmi yılı aşkın
bir süre,
Sofya’da yayımlanan
Yeni Hayat - Novjivot dergisinin “Kültür” şubesi sorumlusu olarak
çalıştı. Halen
Bulgaristan Milli Radyosu’nun Türkçe Yayınlar Bölümü’nde program
sunuculuğu
ve redaktörlük yapmaktadır.
Edebiyat
serüveni henüz okul çağındayken Türkçe yazdığı şiir denemeleriyle başladı. Bu
şiirlerin çoğu o
yıllarda (1950’liler) Türkçe çıkan gazete ve dergilerde yayımlandı. Bulgarca
yazdığı
şiirler basında 1970’li yılların başlarında görülmeye başladı. Edebiyat
çevrelerinde
ilgiyle
izlenen şair, yeteneğinden dolayı Bulgar Yazarlar Birliği’ne üye olarak kabul
edilen ilk
Bulgaristan
Türk’ü oldu (1976). Ne ki, Türk adlarının değiştirilmesini İzleyen dönemde
(1984-1985)
Aleksey Brezin imzasını kullanmak zorunda kaldı,” böylece tanıdıktan sonra,
insanın aklına çeşitli
sorular üşüşüyor. Bulgar Yazarlar Birliği’ne kabul edilen Bulgaristan
doğumlu
ilk Türk şairi olan, birçok Türk şairinin şiirlerini Bulgarcaya çeviren, Fahri
Erdinç’in
yanı
sıra birçok Türk şair ve yazarıyla ilişkisi bulunan ve Türkçe yayınlanmış dört
şiir kitabı
olan
bir şair neden görmezden gelinir?...
Bu
olgu, ülkemizde diğer alanlarda olduğu gibi edebiyata ilişkin işlerin de nasıl
yürüdüğünü
gösterse
de irdelenmesi, bu yazının konusu değil.
Şimdi
dönelim Ferhadaov’un şiirlerine. Naci Ferhadov kişisel yaşamışlıklarını, gözlem
yoluyla
elde ettiği kazanımları, insanların ortak paydasına yerleştirmeyi, başka bir
deyişle;
duygusal
ve düşünsel alanlarda insanlar arasındaki ortak paydayı yakalamasını iyi bilen
bir
şair.
İşte sesine türkü yasağı konan insanların şiiri: “Benim sizden gizlendiğim
yerlerde sesi
olana
türkü söylemek yasak./ Yaprak dökümleri ayak altında, kuşlar yutmuş dilini,
gölgeleri
yıkmışlar./
Yaralara çiçek getirmiş, kara Güneş dersen mutlu yarından uzak,/ Aka ak
diyenlerin
boğazını sıkmışlar.// Yaşanır mı öyle yerde, hadi dön gel, demeyin;/ yaşanıyor,
kadınlar
var, kızlar da, çarpılıyorsun hangisine vurulsan./ Kıskanmak yok, ne güzel, kim
kıskanacak
acıyı, yinele gençliğini durmadan./ Oysa biliyorsun çoktan, kırk aynanın
karşısına
kurulsan
/ Göremezsin kendini gözlerini yummadan.”
Naci
Ferhadov bu kitabında uzun soluklu dizlerle yapılandırdığı şiirlerine felsefî
bir derinlik
kazandırıyor.
Bu nedenle yeni çalışmasının ürünleri olan şiirler, bütünlüğünün parçalanmasına
izin
vermiyorsa da, ben zorunlu olarak bazı dizeleri alıntılayıp, yükü şiir
severlerin omzuna
yükledim.
İşte kar tanelerini hayata, hayatı kar tanelerine yükleyerek somutlayan “Kar”
şiirinde:
“Çocukluğumuzun göklerinden iniyor ya bu kar erişilmez ve uzak / Sana
benzeyecek düşüverince yere hemen unutturacaklar rengini.” diyen Ferhadov şiirini:
“Ben hâlâ kendi adımlarımla ölçüyorum geçen gelecek zamanı. / O gündüzün
dibinde, o gecenin altında buluşmamız imkânsız, / Mektupların da bekleyişimin kuşluk
vaktine geç kalıyor,” dizeleriyle bitiriyor.
Bir halk türküsünden yola çıkarak yanlış bir anlayışa: “Doğduğum gün
dikmiş babam Ev Altı’na bu
ceviz ağacını./ O türküyü bile bile ilk aşkımı yitirdim gölgesinde. / Terk
etmezse bu diyarı, ne zaman buralara
uğrarsa / Bıraktığım oğluma bir uyarı yaprakların sesinde: / Ayrılığın, yalnızlığın buluşmakla bitmeyeni var /
Ağla, ama görmesinler, bağır çağır, inleme, / Tartış tartışacağını yirmi yaşına kadar / Ondan sonra hiç kimseyi
dinleme! / dizeleriyle tavır koyan Ferhadov, kendisiyle hesaplaşmaya durduğu ya
da bir olguyu, görüntüyü aktardığı şiirlerinde düzeni de sorgular. Bunu
yaparken de: “Geçmişim soldan geliyor, ama ne biçim soldan/ Sıkılmaz solcudur
Abbas, yolundan sapmaz./ Geleceğim sağdan çıkıyor aşınmış yeni bir yoldan/
Yıkılmaz yolcudur Abbas, kimseye bakmaz.// Acayip bir şaşırtmaca, çıkmaza düştü
mü oyun,/ sahnesinde bugünümüze yer yok. / Buluştular köprüde demiştik ya,
şimdi soracaksmızdır, eee, sonra ne
yaptılar?/ Anlatmaya dilim varmıyor, saplandı kendi göğsümüze yayımızdan çıkan ok,/ Al bacanak, al baldız!
Parsellendi de kumsal, bir sonradan görmeye ormanı da sattılar/ Of be. kaynak
suyu, kuş sesi, ağaç gölgesi! Pazar ola, kâr getire, efeler!/ Tanıksız oyun
peşinde sağdan çıkan geleceğim, solcu geçmişim /Üç aşağı beş yukarı bölüştüler
köprüyü, beni suya attılar.” Dizelerinde görüldüğü gibi mizah öğelerinide
ustaca kullanır. “Benimce Türküsü, Atımı Kösteklerim, Tablo, Sonradan Görmenin
Sarayı” şiirleri, bu tür çalışmalara örnek gösterilebilir.
Naci Ferhadov’un
sözcük dağarcığının zengin olması, deyiş, atasözü, fıkra vb. türdeki halk üretilerini yeni bileşimlere kavuşturarak şiirine
doğallığını bozmadan örgülemesi; yeni bir arayışın ürürnü olan çalışmasını
başarılı kılıyor. Doğaya, hayata, insana, insanın hallerine ve ilişkilerine çok geniş bir perspektiften bakan
şairin, doğal olarak şiirinin içeriği de çok zengin. Acının şiddetini ölçen, başka başka acılarla
karşılaştıran bir alet yok. Herkes birinci elden kendi acısını yaşıyor. Ne ki, sanatçılar acıyı, yaratılarının gübresi
olarak kullanıyorlar. Her ne kadar
umudu yarının tuzağı olarak görse de, Naci Ferhadov’un şiirlerinde de acılar,
güzelliğe yönlendirmenin aracı olmuşlar. Şairin “Sabaha Karşı:6” şiirinde yer
alan ve çocuklara umut gönderen: “ Bu sabah, sabaha karşı, daha doğrusu/
Bulgaristan saatiyle dört otuz beş’te/ Siz uyurken,
Allah beterinden korusun, / Bin Bir Gece Masalları’nı bombalamışlar /
Bilmiyorum kaç tanesi sağ kalacak çocuklar.// Uyansın uykudan sıra sıra
minareler öyleyse,/ salsın sesini çanlar./
Anladık, masallara inanmıyor bombaları atanlar,/ Siz de onlara inanmayın,
çocuklar!” dizeleri bunu kanıtlıyor.
Ne ki, bilindiği gibi, farklı yarımlar bir bütünü oluşturmuyor. Benim yarım
yarım alıntılarımın da kitabı tanıtmaya yetmediğini seziyorum. O nedenle
toplumcu gerçekçi şiirin Naci Ferhadov damarını görmek isteyenlerin. “Umut
Yarına Tuzak” kitabını mutlaka
okumaları gerekir.
Naci Ferhadov’un Umut Yarına Tuzak adlı şiir kitabı
günümüzün sorunlarını geçmişle bağlantılı olarak irdeliyor. Zaman zaman umutsuzluğa
düşmüş gibi görünse de en zor durumlarda bile umudunu yitirmeyen bir şairle karşı
karşıya olduğumuzun ayırdına varıyoruz, Ferhadov’un şiirlerini okurken.
NACİ FERHADOV KİMDİR?
Şair adlı şiirinde “Bilinmezden gelen sesi yakalamaktır şiir” diyen Naci
Ferhadov,
Bulgaristan’da yaşayan bir şair. 10 Mart 1940’ta Kırcali ilinin Dyadovtsi
köyünde doğdu.
İlköğrenimini doğduğu köyde yaptı. Ardino Türk Lisesi’nden (1957) sonra
Sofya
Üniversitesi’nin Oryantalizm Bölümü’nü bitirdi (1962). Öğretmenlik,
yöneticilik, yerel
gazetede redaktörlük ve Yeni Hayat -Nov Jivot dergisinin “Kültür”
şubesi sorumluluğunu
yaptı.
Halen Bulgaristan Milli Radyosu’nun Türkçe Yayınlar Bölümü’nde program
sunuculuğu ve
redaktörlük yapmaktadır.
ZİFİRİ KARANLIKTA
AYDINLIK
Şiiri bir birikimin ürünü Ferhadov’un. Bu yüzden şiirleri hem
kolayca okunup geçilen türden değil, hem de elden bırakılacaklardan değil. Yoğun
bir birikimin ürünü, insanı sarıp sarmalayan şiirlerle karşı karşıyayız, Umut
Yarına Tuzak’da. Kişinin yaşamında çocukluğun büyük bir yeri vardır.
Geçmişle hesaplaşır Naci Ferhadov’un şiirlerinde umudunu yitirmeden. Zifiri
karanlıkta umut ışıkları yanar bir anda onun şiirlerinde, karamsarlıktan eser
kalmaz. İçinde hep güzel günleri kurma umudu vardır. Bunu son şiirin de bile dile
getirir. “Söylemesem Olurdu’ adlı şiirinde belki sesini yitirmiş
olabileceğini ama bu her şeyin bittiği anlamına gelmediğini okura iletir. ‘Düşlerim çiçek
çağında/ ‘Geyiğin sınıra kadar kurdu kovalanması,’ ‘Sevginin yakasını yalana
kaptırmamak’ demesi oldukça anlamlıdır. Ama güzel günlere, aydınlığa ulaşmak
sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Bunun için bir direnç gerekir. Ozanın
dediği gibi ufak tefek şeylere kanmamak gerek. Şairin dediği gibi, ‘Kuş ölse
de susuzluktan yalancının avucundan su içmez!’
Bütün olumsuzluklara karşın güzel günlere ulaşabilmek için sorgulamak
gerekir. Şairin ‘Sordukça Yaşıyorum’ şiirinde belirttiği
gibi. Sorgulamak karanlıktan aydınlığa giden yoldaki bütün engelleri aşmamamıza,
silahlıdan külahlıdan kurtulmamıza ön ayak olur.
Kimliğin gözünde belli yaşın kırk ya da elli,
Yıkmışlar üstüne koca dünyayı eziliyorsun elbet.
Sıyrılıp kurtulsana bu yükten ne diye taşıyorsun?
Yanıtlar hep önemli de, gecikeni bayramdan sonra kına,
Sen devam et sormaya, çünkü sordukça yaşıyorsun.” (Sordukça Yaşıyorsun, s.34)
DEMOKRASİ DİYE DİYE
Naci Ferhadov küreselleşmenin insanları nasıl birbirine düşürdüğünü ‘Atımı
Köstekledim şiirinde dile getirir. Demokrasi adı altında insanları
etnik ve dini olarak bölerek çatıştırdıklarını yakın zamanda yaşadık, yaşıyoruz
da. Çünkü yakınımızdaki ülkelere ‘demokrasi getirme’ adı altında yaşanan
boğazlaşmaları, yıkımları görüyoruz.
“...
Demokrasi yıktıkça kapıları ber kaçmasın diye atımı
köstekledim.
Aslında tütünleri bütünleri çabucak yetid bitirdik, elde
kalan hep yarım.
Özgürlük mü diyorsunuz? Yağma yok! Alfabetik sıraya
dizildi arkadaşlarım
“(Atımı Köstekledim,
s.20)
‘Sabaha Karşı’ adlı şiirinde Binbir Gece Masalları’nın
bombalanması imgesi günümüzde demokrasi, özgürlük getirme maskesi adı altında
bombaların altında kalan çocukları, yok edilmeyen çalışılan kültürleri çok
güzel anlatmaktadır. Sonuç olarak şair bombaları atanlara inanmamalarını salık
verir çocuklara.
Naci Ferhadov’un önemli bir birikimin ürünü şiirlerini
içermektedir, Umut Yarına Tuzak adlı yapıtında yer alanlar. Aynı zamanda
bir hesaplaşma vardır, onun şiirleri. Bu hesaplaşma şairin iç hesaplaşması
olduğu gibi zaman zaman da dışa yöneliktir, günümüz sorunlarının irdelediği bu
yapıtında.