Naci Ferhadov

Şair

Eğitim
Sofya Üniversitesi Türkoloji Anabilim Dalı

Şair. 1940, Dedeler (Dadovtsi) köyü / Eğridere (Ardino) / Kırcaali / Bulgaristan doğumlu. Lisenin son sınıfına kadar Eğridere’de öğrenim gördü. Sofya Üniversitesi Türkoloji Anabilim Dalını bitirdikten sonra Yeni Hayat dergisinde kadroya alındı. Birkaç yıl Rodoplar’da öğretmenlik yaptı. Sistemin isteğine uygun yazılar yazdı.

Şiir dünyasına Halk Gençliği gazetesinde basılan ilk şiiriyle (1957) giren Naci Ferhadov, bu ilk şiiriyle bile özgün sesi ve iç dünyasını şiirsel bir sıcaklıkla sergilemesini bildi. Bulgaristan Türklerinin hayatı, çileleri ve mutluluğu sanatçının işlediği başlıca konular oldu. Yeni dönemdeki şiirleri Hak ve Özgürlük gazetesinde yer aldı.

ESERLERİ (Şiir):

TÜRKÇE: Dağlı ve Deniz (Sofya, 1965), Silk Yakandan Ölümü (Sofya, 1995), Ömrümün Dipnotu (Sofya, 2000).

BULGARCA: Yak Bacım Lambayı (Sofya, 1977), Arkası Gelecek Diyalog (Sofya, 1980).

HAKKINDA: Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy / Bulgaristan Türk Çocuk Edebiyatından Örnekler (2002), Sabahattin Bayramöz / Türkçenin Sarmaşıkları (2002).

NACİ FERHADOV : “UZUN BİR YOLCULUKTUR ŞİİR.”

1940 Bulgaristan Kırcali/Dyadovtsi doğumlu olan şair Naci Ferhadov Sofya Üniversitesi Oryantalizm Bölümü mezunu. Öğretmenlik, ‘Yeni Hayat’ dergisinde editörlük yaptı. Şu an Bulgaristan Radyosu Türkçe Yayın Servisi’nde ‘Kültür Sanat Edebiyat’ programını hazırlayıp sunuyor. Türkçe ve Bulgarca yazıp, çevirmenlik yapıyor... Dağlı ve Deniz (1966), Silk Yakandan Ölümü(1995), Ömrümün Dipnotu (2000) şiir kitaplarının yanı sıra ‘Umut Yarına Tuzak’ (2007) isimli Türkçe yeni şiir kitabını yayımladı.

Yaksana Lambayı Bacım (1977), Tehlikeli Diyalog (1980), Yaşayanlar İçer Suyu (1985), Böyle Yaşıyorum işte (1987), Ergenlik Çağı (1990), Söze Başlamadan Önce (2002) isimli Bulgarca şiir kitapları var...

‘Umut Yarma Tuzak’ isimli yeni şiir kitabı Bursa Düşlem Yayınları’nca yayımlanmış... Balkan Dağlarının şiir kartalı, Bulgaristan Yazarlar Birliği’nin ilk Türk şair’i Naci Ferhadov’un “Umut Yarına Tuzak” şiir kitabını bir solukta okudum. Şiirini sevdim. Temiz, akıcı bir Türkçe ile yazdığı şiirlerini hiciv, ironi, yergi gitgide göndermeler yaparak taşlama temalarıyla süslemiş. Yer yer de halk deyişleriyle örülü, güçlü bir ses Ferhadov’un şiiri...

“Bilinmezden gelen sesi yakalamaktır şiir,
Görünmezin renkleriyle mevsimleri boyamak.” diyor Usta Şair.

Merhaba Naci Ferhadov. ‘Umut Yarma Tuzak’ isimli şiir kitabınızda birbirinden başarılı şiirleriniz var. Memlekette, Bursa’da yayımlamışsınız kitabınızı. Daha Öncekiler Sofya’da çıkmıştı. İstanbul’dan sadece yolculuk için geçmişsiniz. Yaz mevsiminde sizi beklerken kitabınız çıkageldi. Bu serüveni anlatır mısınız okuyucularımıza?

- Ben, kendimi bildim bileli bütün işlerim yarım yamalaktır aslında, o biçim dağınık bir adamım. Gene de, yapacağımız ya da yapmayacağımız işleri bir sıraya koymaya çalışalım, Yılmaz kardeş, hazır ol durumuna düşmeden elbette. Önce, gösterdiğiniz ilgi için candan yürekten (öyle derler bizim taraflarda, rahmetli annem de hep “candan yürekten” yapardı yapacağı işi) teşekkür ediyorum. Başka deyimiyle Merhaba’nıza benden de katıksız bir merhaba!.. “Umut Yarına Tuzak” isimli şiir kitabımdaki şiirler birbirinden üstün şiirler mi, orasını ben bilemem, bilsem de söyleyemem, benden sorulmaz bu iş. Bildiğim, beni unutmayan arkadaşlar var güzel Bursa’da, eksik olmasınlar. Son şiir kitabımın üç-dört yıldır çekmecelerimde toz mu kader mi topladığını öğrenmişlerdi çoktan neredense kimdense, ‘gönder şu dosyayı bi daha biz de görelim’ dediler. Gönderdim, gördüler. Bu bir daha görmek dedikleri yayımlamak anlamına da gelirmiş galiba. Bilmezdim, sevindirdiler beni. Emeği geçenlere sağlıklı günler diliyorum. Dahası, geçtiğimiz yılın kasım ayı başlarında çok mutlu üç gün yaşadım bu nedenle Bursa’da. Pek sık gelmiyor başıma böyle şeyler, vurgusunu vurmadan geçmiyeyim. İkide bir gözü kör olsun göçlerin, göçmenliklerin deyip dursam da, benim için önemlidir. Değişik isimlerle çocukluğumun bütünü, kocamayan kesiminden gençliğimin yarısı, benden çok önce gitmiş oralara anlaşılan, gördüm kendi gözlerimle bi daha, yüreğimle İnandım. Daha ne isteyecektim Allah aşkına. Ötesi, bildiğimiz ya da bilmediğimiz şiir... Urumeli çocukları bir araya geldikte, soluyamazlar türküsüz, hasret dağları inletir. Bekleyişler diner yağmurlu bir bulutta, uzak bir yıldıza sarıverir yatağını. Sevgi de, uyku hazırlıkları unutulmuştur. Eh, söyledik türkülerimizi. Şiirini de yazarız elbette bir gün...

İlk göze çarpan, 20 Aralık 2002 tarihinden sonra hergün yazdığınız şiirler 20 Mart 2003'e kadar sürüyor. Şiir çağlayanı gibi bir şey. Bu yoğunluğun kaynağı nedir Naci Bey?

- Yoğunluk denebilecek yönü yoktur bu işin, kaynağını aramak da gerekmez. Durumun
öncelikle göze batacağını sezmiştim zaten. Bir önsöz yazıp açıklamak niyetindeydim. İlle ne
var; görevi Bursalılar üstlenince karıştı pazar, gerçekleşenler listesine giremedi niyetim. Şöyle
bir düşünsek: üç ay süren bir zaman parçasında Naci Ferhadov dedikleri o şaşkının her gün
birer şiir yazdığını görenler ya da işitenler, kaçırmış keçileri zavallı diyecekler haklı olarak.
Çünkü, her gün, hatta bazen her yıl bile şiir yazılmaz. Şiir çağlayanı gibi bir şey, diyorsunuz.
Çağlayanları meydan konuşmacılarına bırakalım, kardeşim, şiirin uğradığı yerlerde damla ya
da damlacıktan söz edebiliriz ancak. Şimdi açıklayalım: Bu kitabın içindekiler, beş,
bilemedim on yıl süresinde yazılmış şiirlerdir. Uzun bir yolculuktur şiir çünkü, bütün işler
gibi ciddi bir iştir. Candan iştir ama, o yönü çok önemli. Dahası, yaşadığımız sürece o kadar
çok yandan işlerle uğraşmak zorunda kalıyoruz ki, aklımıza esen ya da gözlerimizi çıkaran
candan şeyleri şiir deyip tamamlamaya vaktimiz kalmıyor. Her şeyler dışında vakit de ister bu
işler öyle değil mi? O zaman ne yapacağım ben, yürüdüğüm uzun yolların en kopacak
yerlerini, hep cebimde taşıdığım bir deftere enserleyeceğim. Bir dudak gülüş, bir kaşık deniz,
yırtık bir bulut, karın doyurmayan biçiminden bir yudum umut, izler, gizler, sözler,
sözcükler... Ve günlerden bir gün oturup kıçımın üstüne karıştırmaya başlıyorum bu
defterleri. Ve havasına girebildiklerimi yazıyorum üç ay süresince... Bıraktığım ipuçlarını
yakalayamazsam aylar, yıllar sonra, kısmetiniz yokmuş şiir arkadaşlar diyorum, unutulmuşlar
vadisine gönderiyorum onları. Ama uzattık kısayı, işte bu kadar!..

Bulgaristan Türk Şiiri üzerine görüşlerinizi öğrenebilir miyim?

- Bulgaristan Türk Şiiri konusunda üç-beş sözle bilgi verebilecek cesareti bulamıyorum içimde. Söyleyebileceklerim yürek acısı aslında. Şair, hangi dilde yazıyorsa o dilin şairidir, demişler. Doğrudur bence. Bulgaristan Türklerinin Türkçe yazanlarını ya da yazmaya çalışanlarını taa Yeni Hayat dergisinde editör olarak çalıştığım gençlik yıllarımdan, isimlerini gizleseler bile, el yazılarından tanırım ben ve yıllar içinde nefeskesenler çekmecesine bir şeyler bırakabildiğimizi hiç sanmıyorum. Mış'lı, miş'li zamanlarda konuşmak istemediğim için, yutkunup kalıyorum bu acı konularda. Şimdiki zamanımız bitmek üzere çünkü, gelecek zamanımız da “duman aldı mezarımın taşını”... Yazan kişi için çok önemli olan o edebiyat ortamlarını yaratacak bir gazetemiz, bir dergimiz bile yok. Türkiye'den gelip gazete, dergi çıkaranlar da Türkçeyi değil, Bulgarcayı Öğretmeye çalışıyorlar Bulgaristan Türklerine nedense. Nedir niyetleri, anlamak kolay değil...

Fahri Erdinç, Osman Aziz, Ahmet Ali, Muharrem Tahsin, Kazım Memişev dostlarınız için neler söylemek istersiniz?

- Fahri Erdinç, Muharrem Tahsin, Kazım Memişev, Ahmet Tımış, Ahmet Ali, Osman Aziz...
Hele de 2007 yılında tamamıyla hazırlıksız yakalandığımız yaprak dökümünü düşündükçe
dilim tutuluyor, konuşamıyorum. Babam vardı şimdi yok. Dostlarımdan koparıldım,
kardeşlerimi yitirdim her gidenle. Toprakları bol olsun!.. Osman Aziz de gitti bir durakta
beklediği otobüse binemeden. Artık sıra bendedir. Vaktinde gitmek en iyisiydi elbette.
Başaramadık, sürüneceğiz...

Bulgaristan Türk edebiyatının şimdiki zamanla geçmiş dönem edebiyatı arasındaki farklarını açıklayabilir misiniz?

- Biraz önce söylemeye çalıştım. Birkaç kişilik şimdiki zamanımız kaldı, bitmek üzere. Farklı
olan bu işte. Bulgaristan Türklerinin edebiyatı da olsun diye yıllar boyu canla başla
çalışanların ezici çoğunluğu aramızda yok artık. Elinden geleni, hatta gelmeyeni esirgemedi
onlar, hiç değilse bizleri yetiştirdiler. Şimdi bizim arkamızdan gelenler yok denecek kadar az
olduklarına göre, benim kuşağım yapabileceğini yapmış sayılmaz. Yapılmamış işlerin bir sürü
yapılamama nedeni vardır, hep onları arayıp dikmeyelim soranların karşısına, şanımıza
yakışmaz. En kolayı, “vermemiş Allah, ne yapsın Hayrullah!” deyip geçebiliriz, ama iş
bitirmez böylesi bir yanaşım. Gene de, kim ne kadar şişinecekse şişinsin, şişinmekle hindinin
kilosu artmaz. Herkeslerce bilinen, sadece masallarda uçacaktır yılanlar, gökyüzünü bırakalım
çocuklara, kuşlara...

İsim değiştirme sürecinde, Fahri Erdinç’in de ismi değiştirildi mi acaba? Anımsıyor musunuz? Siz Aleksey Brezin imzasıyla yazmışsınız değil mi?

- Nasıl anımsamam, Aleksey Brezin imzasıyla birkaç şiir kitabım yayımlandı o yıllarda. Bu
işin can sıkıcı yönlerine ışık tutmaya çalışayım: Ne Aleksey Brezin Naci Ferhadov’tan daha
iyi Bulgardı. Ne de Naci Ferhadov Aleksey Brezin’den daha büyük, daha eğilmez bir Türk’tü.
Şimdi, iş işten geçtikten sonra, şöyle ezildik, böyle çiğnendik diye yaygara koparıp
kahramanlık satanların aklına şaşıyorum. Bütün yaptıklarımızı zorla yaptırılmış şeyler olarak
anlatıp durmamız, erkekçe bir davranış biçimi sayılamaz bana sorarsanız. İstesek, yapmazdık
yaptıklarımızın hiç birisini. Vuramazsan, kendini vurdurabilirdin rahat rahat; vurucu çoktu o
dönemde. Asamazsan, kendini asabilirdin rahat rahat ağacı bol ülkemizde. Başımıza gelenler
unutulmayacak da kolay kolay, yarım yüzyılımızı da gerçekleri çarpıtarak bunları anlatmakla
geçireceksek; yapmayın arkadaşlar kısır kalacak şiirimiz, zor kullanmadan silinecek izimiz!..
Türk vatandaşı olduğu için, Fahri Erdinç’in adını değiştirmediler; kesin olarak biliyorum
bunu. Dahası, milliyetçiydi!.. Her şeyi göze almıştı. Türkiye’ye dönmek istiyordu, ömrü
yetmedi. Şimdi söyleyeceklerimi, uzun yıllar Sofya Pres Ajansı’nda çalışan İsmail
Cambazov’tan dinledim. Daha yaşarken ricada bulunmuş şair, “Cambazov,” demiş. “Sen
Türkiye’ye sıkça gidip geliyorsun, yapabilirsin bu işi. Ben vasiyet ettim, öldükten sonra
krematoryumda yakacaklar cesedimi. Sen, gidip bizim hanımdan alacaksın külümü. Götürüp

Akhisar........ camisinin minaresinden vereceksin rüzgâra. Benim dönemediğim yerlere

küllerim bari dönsün!..” Caminin adını aklına getiremedi İsmail Cambazov bu olayı bana anlatırken, ama yerine getirmiş isteğini şairin. Fahri Erdinç’in külünün yansı Akhisar’a ulaşmış, öbür yarısını Almanya’ya götürmüş hanımı oğlunun yanına giderken... İşte böyle kardeşim, çığlık dediğimiz çılgınlığa götüren sevinçlerden, tıknefeslik getiren korkulardan, yakamızdan silkip atamadığımız acılardan doğar, çığlıkta ahenk aranmaz...

Şimdiki zamanda emperyalist küreselleşme, AB, BOP üzerine görüşlerinizi alabilir miyim?

- Şimdiki zamanda emperyalist küreselleşme dediğiniz, bizim dünkü sosyalist
yurtseverliğimiz gibi bir şey olmalı. Allah aşkına, kaç türlüsü olurmuş yurtseverliğin? Ya
seversin, ya sevmezsin! AB de bir nevi küreselleşme değil mi zaten? Yetkililer kafa yorsun
bu konularda. Benim bildiğim, dünya aklını yitirmiş gayet çoktan, başından geçenlerden ibret
dersi almıyor oldum olası. Bize benziyor bu yönden ya da biz ona benziyoruz. Önemi yok,
hep o kavşağa çıkar. Küreselleşmeye gidilecekse, korkarım bize sormazlar, önüne durabilecek

güç var mı? Küreselleşmenin önüne durabilecek olan güç dünyamızı yörüngesinden çıkaracaksa, verin küreselleşelim diyorum... Gene de, hazırlıklı bulunmakta yarar var sanıyorum. Gelişimizi anladık, teker tekermiş. Gidişimiz cümbür cemaatsa, başımıza gelecekleri bilelim bari vakitçe. Söyleşimize neden olan şiir kitabının son şiiri 20 Mart 2003’te yazılmış. O gün sabaha karşı, Bulgaristan saatiyle dört otuz beş’te Bin Bir Gece Masalları’nı bombalamışlar Irak’ta. Ben de, kaç tanesinin sağ kalabileceğini bilmediğimi bildirmişim çocuklara. Bush yönetimi barış götürüyordu oralara sözde, anlata anlata bitiremiyorlar hâlâ. Peki, bugün yaklaşık beş yıl sonra, o yörede olup bitenlerin adına Barış mı diyelim? Ağlasan bi türlü, gülsen bi türlü...

Bulgarca’dan Rusça’dan Türkçe’ye, Türkçe’den Rusça ve Bulgarca’ya hangi şair ve yazarları çevirdiniz Naci Bey?

- Çeviri çok özel, çok ciddi bir iştir. Bu konuda kendimi ciddiye almıyorum ben, hakkım yok.
Sevdiklerimi çevirmedim ki ben. Dara düşen arkadaşlar, “Al çevir şunları” dediler. Çevirdim.
Devir deseler devirecektim belki de. Örnekse, çok uğraştım ama bir Yesenin’i bir türlü
çeviremedim, ne Bulgarca’ya, ne Türkçe’ye. Rusça’nın büyük şairi o derece Rus!.. Her dilden
her şairi oturup çevirebilenler, belli bir paraya karşılık mezar kazıyorlar bence.

1979 yılından beri kısa ve orta dalgadan; hele son yıllarda internet üzerinden yayınızı dinlediğim Bulgaristan Radyosu Türkçe Yayınlar Servisi’ni okurlarımıza tanıtır mısınız Kültür Sanat Edebiyat program yapımcısı ve sunucusu olarak?

- Bulgaristan Radyosu Türkçe Yayınlar Servisi’ni okurlarınıza tanıtmak istemiyorum,
çünküüü; düzeyimiz gerekenin çok ama çok altında. Yayınlarımız kötüleştikçe, yönetici
çevrelerin sevinci kabarıyor. Hep böyle olmuştur bu yıllar içinde, anlamak da zor, anlatmak
da zor. Ulusal Televizyondaki beş on dakikalık Türkçe haberlerin bile, kabadayı
yurtseverlerce taşla, topaçla, baltayla, bıçakla karşılanması neyi gösteriyor sizce? Kültür Sanat
Edebiyat programı yapımcısı ve sunucusu olarak, dergi kitap göndererek işimde bana
yardımcı olan tüm Türkiye’li arkadaşlara candan yürekten teşekkür ediyorum...

Yeni bir şiirinizi okurlarımızla paylaşabilir misiniz Naci Bey?

NATÜRMORT

Pencerede ölü bir kuş, galiba sala okuyor. Sırtindakileri ölçmüşler biçmişler de,
Çıkmış yeşil iplikten.
Örümcek gibi bahar,
Penceresiz yerlerine duvarın,
Damızlık ormanlar dokuyor.
Ortadaki masada bir kadeh, bomboş,
İçindekileri içmişler içmişler de, Bitirememişler gelecek zamanda,
Gelecek günlerini ressamın.

Eline sağlık, üstad!
Dünya şarap kokuyor.

 

 

BENDEN BU KADARCIK

Uzun ömür çiçekleri yüksekte, alçaklarda acımasız yaprak dökümü. İstesem yapmazdım yaptıklarımı, sonuç: gözler dolu, eller boş. Düşsel bir kürtünde dinleniyorum şimdi, bilemezsiniz ne hoş.
Kaçan kaçtı, göçen göçtü, ben taşıdım yükümü.
Yokuşları tırmanırken nefesi daralanlar,
Çağırsınlar adımı, söylesinler türkümü.

Ocak/2008

Geleceğe dönük planlarınız, projeleriniz nelerdir?

- Benim bildiğim, bu yaşta yalan söylenmez, inanmazlar zaten. Sabaha çıkıp çıkmayacağını bilmeyen hasta geleceğe dönük projeler üretmez, yazar aklına geleni. Bir de Dadaloğlu’na soralım istersen: “Şu yalan dünyaya geldim geleli / Severim kır atı bir de güzeli...” Kır atım yok, hiçbir zaman olmadı. Güzellerin de gözünden düştük galiba, telefonlar çalmaz oluyor, kardeşim... 1962 doğumlu Türk şair Akgün Akova’nın “Sevdiğim Kadın Adları” başlıklı bir dizi şiiri var. Sıra Elif’e gelince şöyle demiş: “Bir aşk şarkısı söylüyordun ki / Birden sustun / Düşmemek için saçlarına tutundu dünya...” Şiirin saçlarına tutunuyor Naci Ferhadov, düşmemek için...

YILMAZ UÇAR

İNSANCIL DERGİSİ EYLÜL 2008 SAYISI, YIL:18, SAYI:218, SAYFA:54-55-56-57

ucaryilmaz@mynet. com www.vilmazucar.com

31/07/2008

Naci Ferhadov’da umut yarına tuzak mı

Güngör Genç[email protected]

Naci Ferhadov kişisel yaşamışlıklarını, duygusal ve düşünsel alanlarda insanlar arasındaki

ortak paydayı yakalamasını iyi bilen bir şair.

 

Naci Ferhadov’un geçen yılın son ayında Düşlem yayınlarından çıkan “Umut Yarına Tuzak”

adlı yeni kitabını birkaç kez okudum.

Neden birkaç kezin yanıtı, sonda söylenmesi gerekeni, başta söylemek olacak ama, olsun.

Çünkü Ferhadov’un şiirlerinde kaynak sularının lezzeti vardı. Dağ suyunun taşıdığı minareller

gibi, şiirler de gerek kişisel duygu ve düşüncelerin, gerekse toplumun zengin elementi eriyle

yüklüydü.

Daha önce yayınladığı kitaplar için “Güzel Yazılar Dergisi”nin Temmuz -Ağustos 2002

tarihli 17. sayısında “İki Dilli Şair” başlıklı bir yazı yazmış ve şairin özgünlüğünü dile

getirmeye çalışmıştım. Bu kez de, oturup yeni kitabı hakkında yazı yazmaya başlamadan

önce, şairin yaşamı hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için Şair ve Yazar Sözlüklerine baktım,

hiçbirinde bulamadım. Hatta “Türk Dünyası Yazarları”nı ayrı bir bölümde veren İhsan Işık’ın on ciltlik “Edebiyat ve Kültür Adamları Ansiklopedisi”nde de yoktu.

Naci Ferhadov’u: “10 Mart 1940’ta Kırcali ilinin Dyadovtsi köyünde doğdu. İlköğrenimini

doğduğu köyde yaptı. Ardino Türk Lisesi’nden (1957) sonra Sofya Üniversitesi’nin

Oryantalizm Bölümü’nü bitirdi (1962). Doğduğu bölgede çeşitli aralıklarla öğretmen,

eğitmen, lisede müdür yardımcılığı, yerel gazetede redaktörlük yaptı. Yirmi yılı aşkın bir süre,

Sofya’da yayımlanan Yeni Hayat - Novjivot dergisinin “Kültür” şubesi sorumlusu olarak

çalıştı. Halen Bulgaristan Milli Radyosu’nun Türkçe Yayınlar Bölümü’nde program

sunuculuğu ve redaktörlük yapmaktadır.

Edebiyat serüveni henüz okul çağındayken Türkçe yazdığı şiir denemeleriyle başladı. Bu

şiirlerin çoğu o yıllarda (1950’liler) Türkçe çıkan gazete ve dergilerde yayımlandı. Bulgarca

yazdığı şiirler basında 1970’li yılların başlarında görülmeye başladı. Edebiyat çevrelerinde

ilgiyle izlenen şair, yeteneğinden dolayı Bulgar Yazarlar Birliği’ne üye olarak kabul edilen ilk

Bulgaristan Türk’ü oldu (1976). Ne ki, Türk adlarının değiştirilmesini İzleyen dönemde

(1984-1985) Aleksey Brezin imzasını kullanmak zorunda kaldı,” böylece tanıdıktan sonra,

insanın aklına çeşitli sorular üşüşüyor. Bulgar Yazarlar Birliği’ne kabul edilen Bulgaristan

doğumlu ilk Türk şairi olan, birçok Türk şairinin şiirlerini Bulgarcaya çeviren, Fahri Erdinç’in

yanı sıra birçok Türk şair ve yazarıyla ilişkisi bulunan ve Türkçe yayınlanmış dört şiir kitabı

olan bir şair neden görmezden gelinir?...

Bu olgu, ülkemizde diğer alanlarda olduğu gibi edebiyata ilişkin işlerin de nasıl yürüdüğünü

gösterse de irdelenmesi, bu yazının konusu değil.

Şimdi dönelim Ferhadaov’un şiirlerine. Naci Ferhadov kişisel yaşamışlıklarını, gözlem

yoluyla elde ettiği kazanımları, insanların ortak paydasına yerleştirmeyi, başka bir deyişle;

duygusal ve düşünsel alanlarda insanlar arasındaki ortak paydayı yakalamasını iyi bilen bir

şair. İşte sesine türkü yasağı konan insanların şiiri: “Benim sizden gizlendiğim yerlerde sesi

olana türkü söylemek yasak./ Yaprak dökümleri ayak altında, kuşlar yutmuş dilini, gölgeleri

yıkmışlar./ Yaralara çiçek getirmiş, kara Güneş dersen mutlu yarından uzak,/ Aka ak

diyenlerin boğazını sıkmışlar.// Yaşanır mı öyle yerde, hadi dön gel, demeyin;/ yaşanıyor,

kadınlar var, kızlar da, çarpılıyorsun hangisine vurulsan./ Kıskanmak yok, ne güzel, kim

kıskanacak acıyı, yinele gençliğini durmadan./ Oysa biliyorsun çoktan, kırk aynanın karşısına

kurulsan / Göremezsin kendini gözlerini yummadan.”

Naci Ferhadov bu kitabında uzun soluklu dizlerle yapılandırdığı şiirlerine felsefî bir derinlik

kazandırıyor. Bu nedenle yeni çalışmasının ürünleri olan şiirler, bütünlüğünün parçalanmasına

izin vermiyorsa da, ben zorunlu olarak bazı dizeleri alıntılayıp, yükü şiir severlerin omzuna

yükledim. İşte kar tanelerini hayata, hayatı kar tanelerine yükleyerek somutlayan “Kar”

şiirinde: “Çocukluğumuzun göklerinden iniyor ya bu kar erişilmez ve uzak / Sana benzeyecek düşüverince yere hemen unutturacaklar rengini.” diyen Ferhadov şiirini: “Ben hâlâ kendi adımlarımla ölçüyorum geçen gelecek zamanı. / O gündüzün dibinde, o gecenin altında buluşmamız imkânsız, / Mektupların da bekleyişimin kuşluk vaktine geç kalıyor,” dizeleriyle bitiriyor.

Bir halk türküsünden yola çıkarak yanlış bir anlayışa: “Doğduğum gün dikmiş babam Ev Altı’na bu ceviz ağacını./ O türküyü bile bile ilk aşkımı yitirdim gölgesinde. / Terk etmezse bu diyarı, ne zaman buralara uğrarsa / Bıraktığım oğluma bir uyarı yaprakların sesinde: / Ayrılığın, yalnızlığın buluşmakla bitmeyeni var / Ağla, ama görmesinler, bağır çağır, inleme, / Tartış tartışacağını yirmi yaşına kadar / Ondan sonra hiç kimseyi dinleme! / dizeleriyle tavır koyan Ferhadov, kendisiyle hesaplaşmaya durduğu ya da bir olguyu, görüntüyü aktardığı şiirlerinde düzeni de sorgular. Bunu yaparken de: “Geçmişim soldan geliyor, ama ne biçim soldan/ Sıkılmaz solcudur Abbas, yolundan sapmaz./ Geleceğim sağdan çıkıyor aşınmış yeni bir yoldan/ Yıkılmaz yolcudur Abbas, kimseye bakmaz.// Acayip bir şaşırtmaca, çıkmaza düştü mü oyun,/ sahnesinde bugünümüze yer yok. / Buluştular köprüde demiştik ya, şimdi soracaksmızdır, eee, sonra ne yaptılar?/ Anlatmaya dilim varmıyor, saplandı kendi göğsümüze yayımızdan çıkan ok,/ Al bacanak, al baldız! Parsellendi de kumsal, bir sonradan görmeye ormanı da sattılar/ Of be. kaynak suyu, kuş sesi, ağaç gölgesi! Pazar ola, kâr getire, efeler!/ Tanıksız oyun peşinde sağdan çıkan geleceğim, solcu geçmişim /Üç aşağı beş yukarı bölüştüler köprüyü, beni suya attılar.” Dizelerinde görüldüğü gibi mizah öğelerinide ustaca kullanır. “Benimce Türküsü, Atımı Kösteklerim, Tablo, Sonradan Görmenin Sarayı” şiirleri, bu tür çalışmalara örnek gösterilebilir.

Naci Ferhadov’un sözcük dağarcığının zengin olması, deyiş, atasözü, fıkra vb. türdeki halk üretilerini yeni bileşimlere kavuşturarak şiirine doğallığını bozmadan örgülemesi; yeni bir arayışın ürürnü olan çalışmasını başarılı kılıyor. Doğaya, hayata, insana, insanın hallerine ve ilişkilerine çok geniş bir perspektiften bakan şairin, doğal olarak şiirinin içeriği de çok zengin. Acının şiddetini ölçen, başka başka acılarla karşılaştıran bir alet yok. Herkes birinci elden kendi acısını yaşıyor. Ne ki, sanatçılar acıyı, yaratılarının gübresi olarak kullanıyorlar. Her ne kadar umudu yarının tuzağı olarak görse de, Naci Ferhadov’un şiirlerinde de acılar, güzelliğe yönlendirmenin aracı olmuşlar. Şairin “Sabaha Karşı:6” şiirinde yer alan ve çocuklara umut gönderen: “ Bu sabah, sabaha karşı, daha doğrusu/ Bulgaristan saatiyle dört otuz beş’te/ Siz uyurken, Allah beterinden korusun, / Bin Bir Gece Masalları’nı bombalamışlar / Bilmiyorum kaç tanesi sağ kalacak çocuklar.// Uyansın uykudan sıra sıra minareler öyleyse,/ salsın sesini çanlar./ Anladık, masallara inanmıyor bombaları atanlar,/ Siz de onlara inanmayın, çocuklar!” dizeleri bunu kanıtlıyor. Ne ki, bilindiği gibi, farklı yarımlar bir bütünü oluşturmuyor. Benim yarım yarım alıntılarımın da kitabı tanıtmaya yetmediğini seziyorum. O nedenle toplumcu gerçekçi şiirin Naci Ferhadov damarını görmek isteyenlerin. “Umut Yarına Tuzak” kitabını mutlaka okumaları gerekir.

 

Naci Ferhadov’un Umut Yarına Tuzak adlı şiir kitabı günümüzün sorunlarını geçmişle bağlantılı olarak irdeliyor. Zaman zaman umutsuzluğa düşmüş gibi görünse de en zor durumlarda bile umudunu yitirmeyen bir şairle karşı karşıya olduğumuzun ayırdına varıyoruz, Ferhadov’un şiirlerini okurken.

NACİ FERHADOV KİMDİR?

Şair adlı şiirinde “Bilinmezden gelen sesi yakalamaktır şiir” diyen Naci Ferhadov,

Bulgaristan’da yaşayan bir şair. 10 Mart 1940’ta Kırcali ilinin Dyadovtsi köyünde doğdu.

İlköğrenimini doğduğu köyde yaptı. Ardino Türk Lisesi’nden (1957) sonra Sofya

Üniversitesi’nin Oryantalizm Bölümü’nü bitirdi (1962). Öğretmenlik, yöneticilik, yerel

gazetede redaktörlük ve Yeni Hayat -Nov Jivot dergisinin “Kültür” şubesi sorumluluğunu

yaptı.

Halen Bulgaristan Milli Radyosu’nun Türkçe Yayınlar Bölümü’nde program sunuculuğu ve

redaktörlük yapmaktadır.

ZİFİRİ KARANLIKTA AYDINLIK

Şiiri bir birikimin ürünü Ferhadov’un. Bu yüzden şiirleri hem kolayca okunup geçilen türden değil, hem de elden bırakılacaklardan değil. Yoğun bir birikimin ürünü, insanı sarıp sarmalayan şiirlerle karşı karşıyayız, Umut Yarına Tuzak’da. Kişinin yaşamında çocukluğun büyük bir yeri vardır. Geçmişle hesaplaşır Naci Ferhadov’un şiirlerinde umudunu yitirmeden. Zifiri karanlıkta umut ışıkları yanar bir anda onun şiirlerinde, karamsarlıktan eser kalmaz. İçinde hep güzel günleri kurma umudu vardır. Bunu son şiirin de bile dile getirir. “Söylemesem Olurdu’ adlı şiirinde belki sesini yitirmiş olabileceğini ama bu her şeyin bittiği anlamına gelmediğini okura iletir. ‘Düşlerim çiçek çağında/ ‘Geyiğin sınıra kadar kurdu kovalanması,’ ‘Sevginin yakasını yalana kaptırmamak’ demesi oldukça anlamlıdır. Ama güzel günlere, aydınlığa ulaşmak sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Bunun için bir direnç gerekir. Ozanın dediği gibi ufak tefek şeylere kanmamak gerek. Şairin dediği gibi, ‘Kuş ölse de susuzluktan yalancının avucundan su içmez!’

Bütün olumsuzluklara karşın güzel günlere ulaşabilmek için sorgulamak gerekir.  Şairin ‘Sordukça Yaşıyorum’ şiirinde belirttiği gibi. Sorgulamak karanlıktan aydınlığa giden yoldaki bütün engelleri aşmamamıza, silahlıdan külahlıdan kurtulmamıza ön ayak olur.

Kimliğin gözünde belli yaşın kırk ya da elli,

Yıkmışlar üstüne koca dünyayı eziliyorsun elbet.

Sıyrılıp kurtulsana bu yükten ne diye taşıyorsun?

Yanıtlar hep önemli de, gecikeni bayramdan sonra kına,

Sen devam et sormaya, çünkü sordukça yaşıyorsun.”    (Sordukça Yaşıyorsun, s.34)

DEMOKRASİ DİYE DİYE

Naci Ferhadov küreselleşmenin insanları nasıl birbirine düşürdüğünü ‘Atımı Köstekledim şiirinde dile getirir. Demokrasi adı altında insanları etnik ve dini olarak bölerek çatıştırdıklarını yakın zamanda yaşadık, yaşıyoruz da. Çünkü yakınımızdaki ülkelere ‘demokrasi getirme’ adı altında yaşanan boğazlaşmaları, yıkımları görüyoruz.

 

“...

Demokrasi yıktıkça kapıları ber kaçmasın diye atımı köstekledim.

Aslında tütünleri bütünleri çabucak yetid bitirdik, elde kalan hep yarım.

Özgürlük mü diyorsunuz? Yağma yok! Alfabetik sıraya dizildi arkadaşlarım

“(Atımı Köstekledim, s.20)

‘Sabaha Karşı’ adlı şiirinde Binbir Gece Masalları’nın bombalanması imgesi günümüzde demokrasi, özgürlük getirme maskesi adı altında bombaların altında kalan çocukları, yok edilmeyen çalışılan kültürleri çok güzel anlatmaktadır. Sonuç olarak şair bombaları atanlara inanmamalarını salık verir çocuklara.

Naci Ferhadov’un önemli bir birikimin ürünü şiirlerini içermektedir, Umut Yarına Tuzak adlı yapıtında yer alanlar. Aynı zamanda bir hesaplaşma vardır, onun şiirleri. Bu hesaplaşma şairin iç hesaplaşması olduğu gibi zaman zaman da dışa yöneliktir, günümüz sorunlarının irdelediği bu yapıtında.

 

Naci Ferhadov, Umut Yarına Tuzak, Düşlem Yayınları, Bursa - 2007

Yazar: YILMAZ UÇAR

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör