Peyami Safa

Yazar

Doğum
02 Nisan, 1899
Ölüm
15 Haziran, 1961
Burç
Diğer İsimler
Çömez, Safiye Peyman, Serâzad, Server Bedî

Yazar (D. 2 Nisan 1899, Gedikpaşa / İstanbul - Ö. 15 Haziran 1961, İstanbul). Çömez, Safiye Peyman, Serâzad, Server Bedî takma adlarını da kullandı. Aile dostu olan Tevfik Fikret ona Osman Peyami adını verdi. İki yaşında iken, babası şair İsmail Safa’nın sürgünde olduğu Sivas’ta ölmesi nedeniyle çocukluğu annesi, kardeşi İlhami ve akrabalarının yanında geçti. Annesi Server Bedia Hanım, dedesi bir divan dolduracak kadar şiir yazmış olan Trabzonlu Mehmed Behçet Efendi’dir. Amcası Ahmed Vefa, lirik şiirleri ile duyarlıklı bir şair olacağını duyumsatırken cinnet geçirerek genç yaşta öldü. Diğer amcası Ali Kâmi Akyüz’ün eğitimle ilgili kitapları, çeviri romanları vardır. Ağabeyi İlhami Safa şiirle uğraştı ve gazetecilik yaptı.

Peyami Safa, ilköğrenimine Ge-dikpaşa’da Menbau’l-İrfan İptidai Mektebinde (ilkokul) başladı. Dokuz yaşında iken sağ kolunda başlayan ve uzun yıllar tedaviyi gerektiren bir mafsal rahatsızlığı nedeniyle çocukluk yıllarını hastanelerde ve doktorlara gidip gelerek geçirdi. Bu yüzden bedence gelişmesi de emsallerinden geri kaldı ve Vefa İdadisinin rüştiye (ortaokul) kısmına başladıysa da (1910) bitiremedi. Hastalığı ve geçim sıkıntıları öğrenimine devam imkânı vermediğinden kendi kendisini yetiştirdi. Henüz on üç yaşında iken çalışmak zorunda kaldı.

Açılan bir sınavı kazanarak Posta Telgraf Nezareti (Bakanlığı) Muamelât Kalemine memur olarak girdi (1914). Bu arada, Abdullah Cevdet’in hediye ettiği Petit Larousse’u, daha çok kendi gayretiyle ve adeta ezberleyerek Fransızca öğrendi. Değişik alanlarda yaşıtlarının çok üzerinde bilgi ve kültür sahibi oldu. Bilgisi ve yazı yazma yeteneği nedeniyle, M. Raif Oğan’ın Vaniköy’deki özel Rehber-i İttihad Okuluna önce mubassır (öğrencilerin disiplinini gözleyen görevli), daha sonra öğretmen olarak kabul edildi. Bir süre de Düyun-ı Umumiye (devletin borçlarını tahsil eden daire)’de (1914-18) çalıştı. Daha sonra ağabeyi İlhami Safa ile birlikte Yirminci Asır adlı akşam gazetesini çıkararak (1919) gazeteciliğe başladı. 1937’de Ayşe Nebahat Erinç’le evlendi.

Peyami Safa; Türk Musikisi Federasyonu, Güzel Sanatlar Birliği, Türk Felsefe Cemiyeti, Türk Dil Kurumu, Türk Edebiyatçılar Birliği gibi sanat ve kültür kuruluşlarında kurucu ve faal üye olarak görev aldı. Son aylarında Demokrat Parti iktidarının icraatını savunduğu için, 27 Mayıs 1960 hükümet darbesinden sonra ağır suçlamalara maruz kaldı. Üyesi olduğu Türk Dil Kurumu ve Türk Edebiyatçılar Birliğinden bu görüşleri sebebiyle çıkarıldı. 1961’de Erzincan’da yedek subay öğretmen olarak görev yapmakta olan tek çocuğu Merve Safa’yı kaybettikten birkaç ay sonra, bir kalp krizi sonunda İstanbul Çiftehavuzlar’da bir dostunun evinde öldü. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir.

Yirminci Asır’da “Asrın Hikâye-leri” genel başlığı altında yayımladığı hikâyelerle dikkati çekti. Cumhuriyet gazetesinin edebiyat sayfasını yönetti ve 1940 yılına kadar bu gazeteye hikâye, makale ve günlük fıkralar yazdı. Şimşek (1926), Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1929), Bir Tereddüdün Romanı (1932), Biz İnsanlar (1937). romanlarının da Cumhuriyet’te tefrika etti. Daha sonra hikâye, roman, makale ve fıkra yazarı olarak verdiği eserlerle döneminin en verimli ve özellikle roman alanında usta edebiyatçıları arasında yer aldı. 1940’ta Cumhuriyet’ten ayrılarak önce Tasvir-i Efkâr (1940), o kapanınca Tasvir (1944), daha sonra Vakit (1946), Ulus (1949), Milliyet (1954), Tercüman (1959), Havadis (1960), Son Havadis (1961) gazetelerinde yazıları çıktı. Bu arada Çınaraltı ve Büyük Doğu dergilerinde de makaleleri yayımlandı.

Polisiye bir çocuk romanı olan ilk kitabı Bir Mekteplinin Hatıratı 1913’te yayımlandı. Alemdar gazetesinin açtığı bir yarışmaya gönderdiği hikâ-yenin birincilik kazanmasıyla adını basında duyurdu (1920). Bu tarihten itibaren mesleği ve geçim kaynağı hemen tümüyle yazarlık oldu. Son Telgraf, Tercüman-ı Hakikat, Tasvir-i Efkâr gibi gazetelerde çalıştı ve yazı yazdı. Roman ve hikâyeleri de arka arkaya tefrika edilmeye ve kitap olarak yayımlanmaya başladı. İlk edebî romanı Sözde Kızlar’ın bir kısmı Serâzad takma adıyla Sabah gazetesinde tefrika edildikten (1922) sonra kitap olarak basıldı (1923) ve büyük ilgi gördü. İşgal ve Millî Mücadele yıllarında İstanbul’un kendi zevkinde olmasını konu alan roman, Cumhuriyet’in ilk yıllarının heyecanlı atmosferi içinde Ertuğrul Muhsin tarafından filme de alındı (1924).

Sırf geçim kaygısı ile yazdığını kabul ederek yayımladığı macera romanlarında Server Bedi imzasını kullandı. Birkaç kez basılan ve hemen her kuşak tarafından okunmuş olan Cingöz Recai gibi polisiye romanları dizisinin ilk kitaplarını da 1924’te yayımladı. Kendi adıyla yayımladığı ve olaydan çok psikolojik çözümlemelere ağırlık verdiği romanları içinde en ünlüsü otobiyografik özellik taşıyan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanıdır. Bu romanı adına ithaf ettiği Nâzım Hikmet’le daha sonra tümüyle farklı düşüncelere sahip olmaları nedeniyle verdiği kalem kavgası ünlüdür. Yazı hayatının ilk yıllarından itibaren Cenap Şahabeddin, Ahmet Haşim, Necip Fazıl, Aziz Nesin gibi yazarlarla polemiklere de girdi. Bazı şiir denemeleri bulunduğu biliniyorsa da, şiir yazmaktan çok kısa zamanda vazgeçti.

Batı-Doğu muhasebesine ağırlık verdiği Fatih Harbiye, Sözde Kızlar, Bir Tereddüdün Romanı, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, Yalnızız öteki önemli romanlarıdır. Ağabeyi ile birlikte önce magazin tarafı ağır basan Hafta (1934-35), daha sonra basın tarihimizde önemli bir sanat ve edebiyat dergisi olan Kültür Haftası’nı (1936, 21 sayı) yayımladı. Türk Düşüncesi (1953-60, 63 sayı) dergisini de çıkarmış olan Peyami Safa, son olarak Son Havadis gazetesinin başyazarlık yapıyordu. Anısını yaşatmak amacıyla adına 1974 yılında düzenlenmeye başlanılan Peyami Safa Roman Yarışmasına 1978 yılında son verildi.

Peyami Safa’nın Türk romanına getirdiği asıl önemli yenilik, romanın teknik ve teorik açılımları ile bunları romanlarına yansıtmasındadır. Tür-kiye’de anlatım tekniklerinin henüz konuşulmadığı yıllarda özetleme ve anlatımdan gösterme’ye doğru gidişin, anlatıcı ve bakış açısının önemini kavrayarak, “yazar anlatıcıyı” romanın içinden tamamen çıkarmasıdır. Ayrıca psikolojik çözümlemeden başlayarak karmaşık ruh durumlarını iç monolog, iç diyalog, bilinçakışı gibi tekniklerle ve bu tekniğin gerektirdiği sağlam bir dil yapısıyla vermenin de ilk büyük ustası oldu. Berna Moran’a göre, Peyami Safa romanlarında belli şablonlar vardır. Bu şablonlar özetle, bir aşk çevresinde üç erkek bir kızdan oluşur. Erkeklerin biri Batıyı, öteki Doğuyu temsil ederken üçüncüsü yazarın fikirlerini temsil eder. Aşkın platonik içeriği yüceltilirken, cinsellik hor görülür. Roman kişilerinin şahsındaki çatışmayı Doğuyu temsil eden taraf kazanır.

Başta Cingöz Recai olmak üzere; Çekirge Zehra, Tilki Leman, Kartal İhsan dizilerinden pek çok polis romanı, ders kitapları, küçük biyografiler, Fransızcadan roman çevirileri, Tasvir Neşriyatı’nın “Kimdir? Nedir?” dizisinden halk için doktrin kitapları yazdı. Beşir Ayvazoğlu, çoğunluğunu takma adlarla yayımladığı büyük-küçük bütün kitaplarının sayısının beş yüze vardığını söylemektedir.

 “Peyami Safa’nın asıl ustalığı romanlarında görünür. Türk romanında birçok ilk’leri başarıyla denemiş olması dışında çeşitli yazılarıyla bu türün gelişmesi, tenkidi ve kendi romanı hakkında dikkate değer teorik çalışmalar da yapmıştır. Hiçbir Türk romancısı, roman teorisi ve tekniği üzerinde onun kadar ısrarla ve teferruatlı olarak durmamıştır. Romanı, “fert ruhunun olduğu kadar cemiyetin de aynası” tarifi üzerine kuran Peyami Safa böylece, ilk romanlarını verdiği dönemin anlayışında yeni bir terkibin habercisi olur. Servet-i Fünun ve onun devamı görünümünde olan Fecr-i Âti romanının aşırı ferdi ve hissi tarafıyla İkinci Meşrutiyet’ten sonra başka bir yönde gelişen Millî Edebiyat romanının toplumcu eğilimlerini birleştirmek. Başta Sözde Kızlar olmak üzere Şimşek, Mahşer, Canan ve Bir Akşamdı romanları bu terkibin ilk denemeleridir. Henüz otuz yaşına varmadığı bir dönemin mahsulleri olan ve bazı kusurları olduğunu kendisinin de kabul ettiği bu romanlarda aşk, kıskançlık, ihanet gibi kişiler arasındaki huzursuzluk ve çatışmaların arasında Sözde Kızlar’da, Mahşer’de ve Bir Akşamdı’da olduğu gibi ön planda veya Canan’da olduğu gibi arka planda toplum meseleleri yer alır. Olgunluk dönemindekiler de dahil olmak üzere hemen bütün romanlarında kahramanların birbirleriyle olan ilişkileri kadar Türk toplumunun içinde bulunduğu sıkıntılar bazen eserin tezini belirleyecek seviyede ortaya çıkar. Canan’da ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda Birinci Dünya Savaşı’nın, Sözde Kızlar, Şimşek, Mahşer, Bir Akşamdı, Bir Tereddüdün Romanı ve Biz İnsanlar’da Mütareke döneminin siyasî ve sosyal olaylarıyla romanının zaman ve mekân fonunu oluşturan yazar, Fatih Harbiye, Matmazel Noralya’nın Koltuğu ve Yalnızız’da ise Cumhuriyet döneminin devrimler ve Batılılaşma gibi meselelerini irdeler.” (Prof. Dr. Orhan Okay)

“Peyami Safa’nın romanlarında frengi, verem, ruhsal  bozukluk gibi hastalık imgeleri, aslında toplumsal yozlaşmanın  manevî  düzeydeki simgelerini oluşturmaktadır. Sözde Kızlar’ın Batı hayranı kahramanı Behiç frengilidir. Bu romanın kişilerinden Salih, kızkardeşi Belma’nın yaşadığı olayları öğrenince çıldırır. Bir Akşamdı’da Sermet ve Şükrü veremden ölürler. Dokuzuncu Harbiye Koğuşu’nun kahramanı kemik hastalığına yakalanmıştır. Matmazel Noraliya’da Nilüfer veremdir, Ferit’in annesi ve kızkardeşi de veremden ölür. Yalnızız’da Nail Bey’de üre vardır. Biz İnsanlarda Vedia menenjite yakalanır vb.

“Ölüm düşüncesi de Peyami Safa’nın romanlarının temel izleklerinden birini oluşturmaktadır. Kimi kahramanları intiharı tasarlar, kimi kahramanları cinayet işler. Sözde Kızlar’da Behiç çocuğunu, Şimşek’se dayısı Sacid’i öldürür. Suçluluk ve günah duyguları içinde yaşayan kişiler bir türlü huzura eremezler, ölmeyi ve öldürmeyi seçerler. Ama yaşadıkları toplumdur onları hastalıklı eden ve ölüme yönelten.” (Ahmet Oktay)

ESERLERİ:

HİKÂYE: Bir Mekteplinin Hatıratı (1913), Karanlıklar Kralı (1913), İstanbul Hikâyeleri (1919), Gençliğimiz (1922), Siyah Beyaz Hikâyeler (1923), Aşk Oyunları (1923), Süngülerin Gölgesinde (1924), Ateş Böcekleri (1925), Hikâyeler (toplu 103 hikâye, haz. Halil Açıkgöz 1980).

ROMAN: Sözde Kızlar (1923), Mahşer (1924), Bir Akşamdı (1924), Canan (1925), Şimşek (1927), Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930, Salih Diriklik’in yönetmeni olduğu TV dizisi olarak televizyonda gösterildi), Atilla (1931), Fatih Harbiye (1931), Bir Tereddüdün Romanı (1933), Matmazel Noralya’nın Koltuğu (1949), Yalnızız (1951), Biz İnsanlar (tefrika 1937, bas. 1959).

SERVER BEDİ ROMAN SERİSİ (Başlıcaları): Karım ve Metresim (1927), Sabahsız Geceler (1934), Hep Senin İçin (1934), Sinema Delisi Kız (1935), Çalınan Gönül (1935), Cumbadan Rumbaya (1936), Serseri (1936), Dizlerine Kapansam (1937), Korkuyorum (1938), Uçurumda Bir Genç Kız (1940), Rüya (1941), Deli Gönlüm (1942).

DENEME-İNCELEME: Türk İnkılabına Bakışlar (1938), Büyük Avrupa Anketi (1938), Felsefî Buhran (1939), Millet ve İnsan (1943), Mahutlar (1959), Sosyalizm (1961), Mistisizm (1961), Nasyonalizm (1961), Doğu-Batı Sentezi (1963), Osmanlıca-Türkçe-Uydurmaca (1970), Sanat-Edebiyat-Tenkit (1970), Din-İnkılap-İrtica (1971), Yazarlar, Sanatçılar, Meşhurlar (1976).

OBJEKTİF SERİSİ: Objektif 1 - Osmanlıca Türkçe Uydurmaca (1970), Objektif 2 -Sanat Edebiyat Tenkit (1971), Objektif 3 - Sosyalizm Marksizm Komünizm (1971), Objektif 4 - Din İnkılâp İrtica (1971), Objektif 5 - Kadın Aşk Aile (1973), Objektif 6 - Yazarlar Sanatçılar Meşhurlar (1976), Objektif 7 - Eğitim Gençlik Üniversite (1976), Objektif 8 - Yirminci Asır Avrupa ve Biz (1976). 

KAYNAKÇA: Cahit Sıtkı Tarancı / Peyami Safa (1940), Ergun Göze / Peyami Safa-Nazım Hikmet Kavgası (1969), Vecdi Bürün / Peyami Safa ile 25 Yıl (1978), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004), Ahmet Oktay / Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı 1923-1950 (1993), Âdile Ayda / Bir Demet Edebiyat (1998), Beşir Ayvazoğlu / Peyami - Hayatı Sanatı Felsefesi Dramı (1998) - Doğu-Batı Arasında Peyami Safa (2000), Tamer Erdoğan / Türk Romanında Mütareke İstanbulu: Biz İnsanlar (Virgül, Ocak 2002), İhsan Işık / Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).

FATİH HARBİYE’DEN

Karanlık bu mahallelere erken basar.

Neriman, akşamın bu saatlerinde, evde bulun­mağa artık tahammül etmez olmuştu. Evvelce dikkat bile etmediği küçük şeylere bugün ehemmiyet veriyordu.

Mindere uzandı Odaya geceyi erken getiren bu kafeslerin deliklerinde, karanlıkların git gide lâpalaşmasına bakıyordu: Dört köşe delikler çizgile­rinin sertliklerini kaybettiler ve deyirmileştirdiler. Beyaz tül perdeler karardı.

Helvacıların geçtiği saat. Her şey susar ve yal­nız onların sesleri duyulur. Sakız gibi incele incele uzanan ve ta uzaklara, sokak diplerine bulaşan ezik, yapışkan sesler. Günün ışığiyle beraber çekilirler, giderler.

O vakit herşey kararır, söner, her canlı şey si­ner.

Ellerinde çıkıntılariyle, geç kalmış bir iki ma­hallelinin sıklaşan adımları. Bitişik evin kapısı, geceyi bir felâket sananların elleriyle hızlı hızlı vuru­lur, şiddetle açılıp kapanır. Mutfaklardan gelen ince bir dumanın bütün sokağa dağıttığı hafif bir marsık ve yağ kokusu. Fatih minarelerinde ezan.

Neriman gözlerini kapadı. Başını koyduğu yastıkta hafif bir lâvanta çiçeği kokusu. Çocukken o bu kokuyu severdi: Annesi bohçaları açtığı vakit, te­miz çamaşırlardan yükselen bu kokuyu her yerde, entarisinde ve yastıklarda arardı, bulamadığı vakit ra­hatsız olurdu. Şimdi bundan da hoşlanmıyor.

Arka sokaklarda helvacıların sesleri hâlâ uza­nıp gidiyordu, menhus, meş'um sesler. Hastalığa, ölüme ve bunlardan daha korkunç, yüzleri karanlık­ta kalan ve hüviyetleri meçhul bir takım felâketlere ait korkular uyandırıyorlardı. Neriman bu seslerde annesinin ölümünü, babasının ihtiyarlığını, muhitinin sefaletini hatırlatan, bütün hayatında gördüğü ve duyduğu matemlerin hepsini, istikbalin sakladığı elemlerin hepsini sezdiren derin, gayet derin ve ru­hun en muhkem, en mücehhez taraflarına bile bir anda giren keskin, bayıltıcı bir keder duyuyordu ve bu sesler bitip tükenmiyordu, biri uzaklaşıp kaybol­dukça, köşe başında yükselen bir yenisi, ötekini ta­kip ediyordu ve ağır, hazin bir ses kervanı halinde, arkası kesilmeden, sıra sıra geçiyorlardı.

Neriman, evin kapısına bir anahtar sokulduğunu duydu ve babasının geldiğini anlayarak yerinden fırladı.

Birdenbire canlanmıştı. Baloya ait arzularım yaptırabilmek için babasını o akşamdan itibaren kazanması lâzımdı.

Kapıya kadar koştu. Babası lâstiklerini çıkarı­yor, Gülter elinden paketleri alıyordu.

Neriman biraz geride durdu. Gülümsüyordu. Ba­basına yaranmak için bir fırsat aradı. Gülter’in elin­den paketleri aldi ve ona lâmbayı yakmasını emretti.

Babasıyle beraber yemek odasına girdiler,  Ne­riman hemen ona doğru bir sandalya itti:

— Oturunuz Bey baba! dedi.

Faiz Bey oturdu ve Gülter lâmbayı getirdi. Neriman paketleri açıyor ve neş'eli bir sesle:

—O...   Burada kızartılacak bir şey var...   Ne iyi ettiniz de bundan aldınız! diyordu.

Sonra Gülter’e döndü:

—Ben  de  mutfağa gireyim, bunu beraber kı­zartırız... Sana yardım ederim, Gülter! dedi.

Aylar var ki Neriman mutfağa girmek şöyle dur­sun etrafında bile dolaşmamıştı. Bu farkın babasına yapacağı tesirden istifade etmek istiyordu. Gülter sordu:

—Nasıl   oldu   bu   küçük hanım? İçinizden   mi geldi?

Neriman, babasına, ahlâkında bir değişiklik ol­duğu zannını vermek için:

—İçimden gelmedi, bundan sonra seni mut­fakta yalnız bırakmayacağım! dedi.

Faiz Bey sesini çıkarmıyordu. Bu, mümkün ol­duğu kadar septik bir adamdı. Etrafında geçen hâdiselerin bütün sebeplerine bir anda intikal etmek isteyen ihtiyatkâr zekâsı, Neriman’ın bu halinde de yeni amfiler arıyor ve aldanmıyordu; fakat, bir ta­raftan da, Neriman’ın ahlâkında salâha doğru yeni bir imkân yolu açan bu hareketlerinden korku ile karışık, mütereddit bir sevinç duyuyordu.

Paketleri alarak odadan dışarı çıkan kıziyle hiz­metçisine:

— Zeytin yağını az koyun! diye seslendi.

Bu ihtar mutfağa doğru koşan Neriman’ın canı­nı sıkmıştı. Vaktiyle böyle teferruata hiç ehemmiyet vermiyen babasının bu tasarruf endişesi, malî vazi­yetinin çok fena olduğunu gösteriyordu.

Hattâ buna Gülter de dikkat etti, mutfakta Neriman’a dedi ki:

—Beyefendi  çok sıkıntıda; hiç eskiden böyle şeyler söyler miydi?

Neriman birdenbire mey'us oldu. Bu kadar ince hesap yapan babasına yeni bir kıyafet masrafı na­sıl teklif edecekti? Fedakârlık nöbeti babasında değil kendisinde idi. Utandı. Bütün emellerinden vazgeçmeyi düşündü: Bir daha Macid’in yüzünü görme­mek, Köprünün öbür tarafına geçmemek, baloya de­ğil sinemaya bile gitmemek ve ömrünün sonunda yapayalnız kalan babasının baş ucundan ayrılmayarak onun bütün arzularını yerine getirmek... Hatta Neriman buna karar bile veriyordu. Büyük bir tees­sür içinde mırıldandı:

—Sahi, Gülter,  masrafı biraz kısalım.

Ve o ana kadar mutfakta kendini iğreti buldu­ğu halde, birdenbire samimî çalışmak arzusunu duy­du, önlüğünü giydi, kollarını sıvadı ve Gülter’in ya­pabileceği en kaba işlere doğru atıldı, kömür tenekesini aldı ve ocağa boşalttı.

Gülter bağırıyordu:

Aman küçük hanım, bırakınız, ben yaparım.
         
Sonra ilâve etti:

Hanımefendi  de ne  kadındı! Siz küçüktü­nüz... Ah onu bir mutfakta görseydiniz... Ama ne temiz kadındı, ne titiz kadındı...

Neriman dinlemiyor ve düşünmüyordu: «Pera-palas bana ne uzak!İşte benim halim...»


(Peyami Safa, Fatih Harbiye, Ötüken Neşriyat, 5. baskı, İstanbul, 1978).

PEYAMİ SAFA’DAN GÜZEL SÖZLER

 

PEYAMİ SAFA’DAN GÜZEL SÖZLER

 

Sevgi ile nefret arasında çok ince bir çizgi vardır. Birisinden nefret ediyorsanız ve bir gün onu yenemeyeceğinizi anladığınız zaman onu sevmeye başlarsınız.

 

***

 

Güzel fakat uygulaması olanaksız sözler, kokusuz güzel çiçeklere benzer.

 

***

 

Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.

 

***

 

Düşünce hürriyeti isteyenler daha evvel düşünce seviyesinin yükselmesine hizmet etmelidirler.

 

***

 

Aptallar bütün hayatları boyunca akıllı kişilerle gezseler bile gerçekleri öğrenemezler Hiç kaşık çorbanın lezzetini alabilir mi?

 

***

 

Gerçek aşk sevgilinin bütün kusurlarını görür ve sever… Aşk inanmanın şiiridir. Aşk şüphe etmez. Aşk kıskanmaz. Aşk iğrenmez. Aşk çirkin bulmaz. Aşk küçümsemez....

 

***

 

Aşk bencilliğin, kendini sevgiliden daha üstün görmenin, buhranın ve kötümserliğin tam zıddıdır. Aşk istemez, yalnız verir. Aşk bir mücadele değil âhenktir… Aşk bunun için ilâhidir… Gerçek aşkın bir tek değişmez vasfı vardır: Tükenmezlik… Aşk engellere ve hücuma uğradıkça kuvvetlenen ihtirastır. Rakipsizdir, yenilmez… Aşk kendi saadetini bir başkasınınkine feda etmektir…

 

***

 

Belki de canımızı sıkacak bir şey olmadığı için canımız sıkılıyor.

 

***

 

İki tarafta da arzuyu gurura hesap vermeye çağıran iç muhasebe anları olmasaydı, kendi kendini yiyen aşkın işkenceleri ne kadar azalırdı....

 

***

 

Yalana her şey isyan etmelidir. Eşyaya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, camlar kırılmalıdır hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır.

 

***

 

Aşk mücadelesi içinde olma, mücadele aşkı içinde ol.

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör