İbrahim Eryiğit

Şair

Doğum
14 Haziran, 1958
Eğitim
Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Burç
Diğer İsimler
İbrahim Kurşunlu

Eğitimci, şair ve yazar. 14 Haziran 1958’de Ankara’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1979’da Gazi Eğitim Fakültesi Matematik Bölümünü bitirdi. Bir süre İş ve İşçi Bulma Kurumunda memurluk (1977-80) yaptı. 1987 yılında lisans eğitimini tamamlayarak Ankara liselerinde matematik öğretmenliği yaptı. Özel eğitim kurumlarında çalıştı.

Ülkemizi şair olarak temsil etmek üzere, 2010 yılında İran’a, 2012 yılında Kazakistan’a, 2013 yılında Kosova’ya, 2014 yılında Azerbaycan’a 2015 yılında Tataristan’a gitmiştir. Halen, üyesi olduğu Türkiye Yazarlar Birliği Genel Sekreterlik görevini yürütmektedir.

İlk şiiri, Aylık Dergi’de yayımlandı(1983). 1998 yılından itibaren, arkadaşlarıyla beraber aylık Ayane dergisini çıkardı (36 sayı). 1992–2000 yılları arasında İktibas dergisinin Sanat-Edebiyat sayfalarını hazırladı. Ayrıca, İbrahim Kurşunlu imzasıyla çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar ve öyküler yazdı. Mehmet Akif Ersoy, Sezai Karakoç, Yahya Kemal, Atasoy Müftüoğlu ve Cahit Zarifoğlu üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı. Tüm matematik konularını dörtlükler halinde şiir olarak yazmıştır. Matematik felsefesi ve matematik-şiir bağlamında makaleler yazmaktadır.

Şiir ve şiir üzerine yazıları, Aylık Dergi, Yönelişler, Dergâh, Yedi İklim, Kayıtlar, İkindi Yazıları, İktibas, Edebi Pankart, Kardelen, Kırağı, Ayane, Albatros, Düş Çınarı, Ünlem, Edebiyat Ortamı, Hece, Ardıç, Edep, İstanbul Bir Nokta, Yolcu, Aşkın E-Hali, Tasfiye, Ayna, Kardeş Kalemler, Edebiyat Yaprağı ve Türk Dili dergilerinde yayımlandı.

ESERLERİ:

ŞİİR: Kayıtsız Sevdalar (1990, 2.bas.1995), Eylülde Su (1998), Hurûfât (2012).

ROMAN: Kur’ân’la Konuşan Şair (2011).

DERLEME: Vahap Akbaş Kitabı (2015).

KAYNAK: İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007, 2009), Mehmet Aycı / İki Yüz (2015).

ZAMAN DONAR

Zaman donar

Gönlümün şifresi kaybolur

Kırılır yürek fanusumun sırlı camı

Acıların kristal hali kaplar yeryüzünü

Buzdan sarnıçlar geçit vermez yollara

Titrerim bir mücrim gibi üşümekten değil

Düşünürüm hayalinle eşleşen her ânı

Nazar dualarıyla sarılır yüzün yansır semaya

Secdelerde fısıldadıklarım çıkar arşı âlâya

Perde kapanır.

HER YER YİNE KERBELA’YA DÖNÜŞÜRKEN

Geçen hafta salı günü Tahran’da Sanat Evi (Hovze-yi Hunerî) tarafından düzenlenen “Ehli Beyt Şiirleri” programını kısmen de olsa izledim. Daha önce Mahmelbaf’ın İran Halıları isimli pastoral filmini izlemiştim bu kurumun muhteşem binasının bir salonunda. İran mimarisinin tipik çizgilerini taşıyan Hafız Caddesi süreğinde yer alan güzel yapı, devrimin başından bu yana sanat faaliyetleri için kullanılıyor. Sanat Evi tarafından yayınlanan Sure adlı dergi özellikle sinema alanında teorik meselelere dönük tartışma ve yorumlara zemin olmuştu bir dönem. Adı bu kurumla özdeşleşen Hüccetülislam Zem, sinema alanında sürdürülen teorik tartışmalara büyük katkı sunmuş bir mütefekkir. Yeni İran sinemasının ana dalgasının gelişmesinde Sure etrafında geliştirilen teorik altyapı önemli bir rol oynadı denebilir.

Katıldığım toplantı bir bakıma Kerbela hadisesinin yıldönümüne bir karşılama niyeti taşıyor, bu vesileyle İslam dünyasının belli ülkelerinden Ehli Beyt ve Kerbala kıyamı üzerine şiirler yazan şairleri biraraya getiriyordu.

Cevat Akkanat’ın Milli Gazete’de yayımlanan bir yazısıyla haberdar olduğum Kur’an’la Konuşan Şair’in yazarı şair İbrahim Eryiğit ve şair Bünyamin Doğruer programa şiirleriyle katıldılar. İbrahim Bey’in eşi Esen Hanım eşine ait bir Kerbela ilahisi okudu.

Kur’an ve tabiatın iç içe okunmalarının hakikate götüren bir anlamayı ancak mümkün kılacağına dair sürükleyici bir anlatı olan Kur’an’la Konuşan Şair yazarının imzasıyla elimde şimdi. Anlatıcımız karlı bir kış akşamı arabasıyla giderken bir kaza geçiriyor. Kendine geldiğinde ormanın derinliklerinde bir kulübede olduğunu görüyor. Kulübenin her sorusunu ayetlerle cevaplayan yaşlı sahibi iyileşmesi için elinden geleni yapmaktadır. Pozitivist gelişme ideolojinin tabiatı ve insan tabiatını tahribi, ayetlerle sürdürülen bir söyleşide mercek altına yatırılıyor. Giderek topraktan kopuyor, yürümeyi hatta doğru nefes almayı unutuyoruz, bir an durup da adımlarımızı nereye doğru attığımız üzerine düşünmemize izin vermeyen hızlı gelişme çarkının dışına düşmeme telaşıyla. (Pınar; 2011)

Tabiata değilse de insana zulmeden mizaç modern zamanlara özgü değil ancak, Kerbela bu açıdan hep atıfta bulunulan bir trajedi. Zillete boyun eğene yazıklar olsun, dedi Hüseyin ve insana bahşedilmiş ölüm saatini bilememe imtiyazını bir kenara iterek ilerledi Kerbela yolunda. Üstlendiği eylem bir bakıma “vicdani ret”ti, değerler dizgesini onaylamadığı bir sistemin parçası olmayı reddediyordu. Uluslararası sistemin zulme kapı açan tutarsızlıklarına katkıda bulunmanın reddiyle başlayan İran Devrimi’nde Hüseyin’in direnişinin bıraktığı mirasın rolü yadsınamaz.

Şimdilerde ise İran muhafazakâr hükümetler döneminde politik alanda yaşadığı daralmayı doğal bağları canlandırmaya dönük kültürel etkinliklerle aşmaya çalışıyor gibi geliyor bana. Pakistan, Hindistan, Afganistan, Lübnan, Tunus ve Türkiye’den şairler davet edilmişti yukarıda sözünü ettiğim toplantıya. Lübnanlı şair Abdullah Terenini’nin Kerbela trajedisini günümüze taşıyan mısraları gözyaşlarıyla karşılandı salonda. Toplantı yöneticisi Müçteba Rahmandost’un konuklarla paylaştığı Ali sevgisinin sınır ve köken hatta din farkı tanımadan yeryüzünde nasıl dolaştığını gösteren Londra hatırası ilginç: Hindistan asıllı şoförün kasetinden Urdu dilinde bir Zeynep mersiyesi yükseliyor. Taksinin penceresinde “Ya Ali” yazılı saçaklı bir süsleme hareket ediyor taksi ilerlerken. Ön koltukta oturan alkol almış Hıristiyan yolcu, taksiyi durdurup arka koltuğa geçmek istiyor, “alkollü nefesim Ali adını mustarip etmesin” diye bir endişeyle...

İbrahim Eryiğit’in Yüce Ali Gazeli, epigraf olarak aldığı Hz. Ali’ye ait “Kur’an Fatiha’dan, Fatiha besmeleden/ Besmele be harfinden ibarettir/ Bense o Be harfinin altındaki noktayım” şeklindeki rivayetle başlıyordu.

Ali’yi niye sevdiğimizi anlatan iki mısrası şöyle gazelin:

Kaybolmasın diye direncimiz hayata karşı

İnsani yanımızı dillendiren bir tek sensin... 

 

Bünyamin Doğruer’in Bağrıma Şehadetler Eken Kerbela başlıklı şiiri Kerbela sahnesini yeniden canlandırdı sanki. Orada işte Hüseyin, kanayan dudağıyla kızgın kumlara direnişin resmini çiziyor: 

Kerbela çöllerinde yalnız ölsek de

Yürüyelim üstüne üstüne zulmün

Boyun eğmeyen Hüseyin’in sesiyle yürüyelim yezitlere...

Toplantı sırasında ayak üstü sohbet ettiğim gazeteci Mehmet Ali Akbulut, Van depreminin hemen ardından Tahran’da Türkiyeli öğrenciler ve işadamlarının katılımıyla oluşturdukları platform üzerine bilgi verdi. Bayram günlerinde bir kamyon battaniye, kış çadırı ve gıdayla gittiler Van’a, bugünlerde bir TIR ve bir kamyon dolusu eşya götürmek üzere ikinci seferlerine hazırlanıyorlar.

Ders verdiğim üniversitenin öğrencileri Vanlı depremzedelere Türkçe mektuplar yazdılar, kış başlangıcında yaşanan felaketle ilgili dayanışma dileklerini ve dualarını bildirmek üzere. Bu mektupları platform konvoyuyla Van’a gönderme konusunda konuştuk Mehmet Ali Akbulut’la.

KAYNAK: 24 Kasım 2011 Perşembe / Taraf Gazetesi

 

Yazar: CİHAN AKTAŞ

KUR'AN ve ROMAN

Hayır, teori üzerinden gitmeyeceğiz. Elimizde somut bir örnek var, onu takdim edip değerlendireceğiz. Romanımızın adı, Kur'an'la Konuşan Şair... İbrahim Eryiğit'in kaleme aldığı bir eser... Kayıtsız Sevdalar ve Eylülde Su adlı iki şiir kitabından sonra, bir romanla okur karşısına çıktı Eryiğit.

İlginç bir roman Kur'an'la Konuşan Şair. Hatta birkaç yönüyle ilginç. Sözgelimi, yazılış ve yayınlanış süreci bakımından... Bu süreç hayli aşamalı oldu. Daha önce, geniş aralıklarla, bir nevi tefrika diyebiliriz biz buna, İktibas dergisinde bölüm bölüm yayınlandı. Bu doğrultuda eserin okurla ilk karşılaşmasının İktibas dergisinin 1996 yılı Aralık sayısı olduğunu belirtelim. Bundan sonra beş yıl kadar bir süre, deyim yerindeyse, demleniyor. Sonra, Ağustos 2001'den başlayarak aynı dergide neşre devam ediliyor. Fakat dikkat edin, eser nihayet 2008 Ekim ayında tamamlanıyor...

Bütün bunlardan sonra, şunu söylememe gerek var mı bilmem: Bu kitabı, belki parça parça, ama daha İktibas'ta yayınlanmaktayken okudu, benim gibi, pek çok okur.

Kur'an'la Konuşan Şair'in bir başka ilginç yönü, kadim bir geleneği çağımıza taşıması. Bu, eserin tertibiyle ilgili bir husustur. İbrahim Eryiğit, İslâm anlatı geleneğinde çok önemli bir yeri olan ve günümüze Abdullah İbn-i Mübarek'e yapılan atıflarla intikal eden Kur'an'la Konuşan Kadın başlıklı kısa bir muhavereyi, eserinin temeline yerleştiriyor. Bu, bizim tespitimiz değil, yazarımıza sorarsanız, eminim teyit edecektir. Söz konusu temel metinde, ağzından Allah'ın gazabını çekecek bir laf çıkar korkusuyla kırk yıl boyunca sadece Kur'an'la konuşan kadını İbn-i Mübarek, farklı bir bağlamla yorumlar: Kur'an hayatın tamamına dairdir...

Kahraman anlatıcının bakış açısı ile sunulan Kur'an'la Konuşan Şair'in olay örgüsü oldukça sadedir. Kendisini dünyanın bitmez tükenmez işleri arasında tüketip duran, bu bağlamda sıradan yahut tekdüze diyebileceğimiz bir hayatı yaşayıp gitmekte olan anlatıcımız, karlı, tipili bir gecede, nasıl olduysa girilmemesi gereken bir yola girer. Çağın alâmet-i farikalarından olan cep telefonu, araba radyosu gibi teknik nimetler de iflas etmiştir. Baş ağrısı, arabanın bitmekte olan benzini, sol yandaki uçurum derken, kahramanımız gözlerini ahşap bir kulübenin içindeki yatakta açar...

Bu sahneden hemen sonra, romanın ikinci kişisini takdim eder anlatıcı. Dünya kelamı etmeyen bu kahramanımız, pek tabii olarak idealize bir kişiliktir, bir tiptir. Duruşuyla, oturuş kalkışıyla, sesi ve bakışıyla, velhasıl hemen her bir hal ve hareketiyle sağaltıcı bir kimliktir. Öyle ki, bu sağaltıcılık, zaman içinde ve kimi tehlikeler karşısında, hayat kurtarıcılık şeklinde tezahür etmektedir. Ağzından, o da kendisine sorulan sorularla bağlantılı olarak, Kur'an ayetleri dışında bir söz çıkmayan (ki adını telaffuz ederken bile değişmez bu: Yasin!) bir roman kahramanının, başka hangi kimlikte olmasını bekleyebilirdik ki?

Bu çerçevede, romanın zaman ve mekân gibi unsurları da kendinden menkul bir takım özellikler taşır. Şöyle ki, romanda ele alınan zaman dilimi, bahsettiğimiz uçuruma yuvarlanma sahnesinin vuku bulduğu gece yarısı ile anlatıcı kahramanımızın iyileşip tekrar hayatın içine girebilmek için yaptığı otostop anıyla sınırlıdır.  Bunun gibi, Kur'an'la Konuşan Şair'in ana mekânı da sosyal hayatın çok çok dışında, adeta arındırılmış bir orman bölgesindeki kulübe ve çevresidir.

Kuşkusuz bütün bunlar, eseri, o dört başı mamur klasik roman tarzlarından ayrı bir sınıfa sokar. Esasen, farklı edebî türlerle oluşturulmuş romanlar yazmayı denemiştir romancılar, biliyoruz. Mesela mektup, gezi yazısı, günlük, hatıra gibi türlerle evlilik yapmış romanlardan haberdarız. İbrahim Eryiğit'in bu eseri ise, az süslü olmakla birlikte edebî türlerden istifade anlamında, çok sosludur. Fakat bütün bunlarla birlikte, teknik bakımdan bir sadelik söz konusudur. Birileri bu sadeliği teknik bakımdan "zayıflık" olarak algılayabilir. Lakin onlara söylenecek bir çift laf arasında şu da vardır: Kur'an'la Konuşan Şair, adı üstünde, didaktik bir mesaj metnidir. Fakat başka metinlerden farkı, çok yönlü bir okumaya fırsat tanımasıdır. İster roman olarak oku bu kitabı, ister söyleşi, ister bir günlük, ister pastoral hayata kazara yapılmış bir yolculuğun anlatımı, isterse kendisine sorular sorulan bir insanın vahye müstenit hitabetleri...

Bizim kanaatimiz, İbrahim Eryiğit en çok sonuncusunu önemsedi bu kitabı yazarken. Bu tespiti dile getirdikten sonra, Kur'an'la Konuşan Şair'in teşrihini yapmak, bu doğrultuda adlandırmalarda bulunmak, yazarının başarılı yahut başarısız yönlerini sorgulamak ve dahi araştırmanlık veya eleştirmenlik fiyakasına mahsus bir takım çalışmalara girip çıkmak, lüzumsuzdur deriz.

Kur'an'la Konuşan Şair, varoluşunun merkezine Kur'an'ı alan bir yazarın esaslı bir davetidir. Bizde, esaslı davetlere icabet esastır.

(Kur'an'la Konuşan Şair, İbrahim Eryiğit, Pınar Yay. 2011, İstanbul)

20.10.2011 Milli Gazete

[email protected]

 

Yazar: CEVAT AKKANAT

TEMEL

Üç bariz hususiyeti var; ikisi şu: Anasından doğduğunda ağlamak yerine kıkırdamış, o dişsiz damaklarıyla uzun uzun gülmüş, birincisi… İkincisi, ilk eylem olarak iki elinin parmaklarını saymış, başparmağıyla işaret parmağı arasındaki açıyı hesaplamış… Zafer işaretinin matematik değeri hakkında bile kanaati olanlardan…

Matematikçi… Gündelik hayatında, kendine özgü bir matematik hesabı var. Günü nasıl kullanılacağı hesaplı ve kitapsızdır. Yüz yıkama mesafesi, yüz yıkama süresince musluk kaç defa dönerse akan suyun ne kadar olacağının, yürürken sarf edeceği, gülerken yahut kaş çatarken kaç kalori harcayacağı, kaç yüz kasının hareket ettiği, bütün bunlardan tutun da, derste geçirilecek vakit, arabada, çayhanede, masada ve yatakta geçirilecek vakti önceden hesaplanmıştır. İyi bir zaman planlama ustasıdır.

Ölçüyü kaçırdığı görülmemiştir, çünkü ölçü kendisini kaçırıp hapsetmiştir.

Hafızasında sayılar formüller sayısınca fıkra bulunur, nükte dolaşır. Belleği, bin beş yüz Temel fıkrasının da içinde bulunduğu Türkiye’nin en zengin fıkra repertuarına sahiptir. Anlatırken de hesaplıdır. Birbiriyle akraba olanlardan başlar, fıkra anlatma süresi ve fıkra anlatırken vereceği nefes sayısı da önceden hesaplanmıştır.

Geç kalmaz. Genç kalmasını gülmeye borçludur. Esasında gülmekle kendisi arasında bir alacak verecek hesabı olmayanlardandır. Gülmek parayla olmadığı için çok güler dense abartı olmaz.

Bütün talebelerinin kendisinden memnun kaldığı nadir öğretmenlerden biridir.

Öğrencisi olsa, bütün hocaların da memnun kalacağı bir mizacı vardır.

İyi olan her şeyi onaylar. Eylem adamlığından ziyade “eğlem” ve enlem adamıdır.

Bir zamanlar İktibas Mecmuasının sanat sayfasını hazırladı. Rahmetli Ercüment Özkan’ın sofrasından nasiplenmiştir. Ondan, çıkan bütün mealleri iki defa okumuştur.

Evde Kuran’la dışarıda herkesle konuşur.

Rivayet değildir; sonradan Hurufi olmuştur.

Şiirle matematik arasında şiirden çok matematiğe yakın bağlar bahçeler inşa eder.

İbrahim Eryiğit bu, matematikçi şairimiz.

Eylülde Su, Hurufat, Kuran’la Konuşan şair gülümsemeyi bıraktığı zamanların ürünüdür.

İyi dinler. İyiyi dinler.

Tarihin ve coğrafyanın eskitemediği, değiştiremediği bir yüzü vardır.

Yaratıldığı iklimin gölgesini taşır.  Böyle biliriz.

 

KAYNAK: Mehmet Aycı / İki Yüz (2015, Sayfa: 163).

Yazar: MEHMET AYCI

HARFLERE YASLANMIŞ KİTAPLAR

Okunmuş ve fakat paylaşılmayı bekleyen kitaplar arasından seçip aldığım üç kitap… Ortak bağlamları var: Harflere yaslanmışlar.

Harflere yaslanmadık kitap mı var; nihayet bütün kitaplar harf ordularının yatağıdır. Hayır, o değil söylediğim; bu kitaplar harfleri konu almışlar…

Terk ettirilen “Elifba”nın hüzünlü hikâyelerini ihtiva ediyor birisi…

Bir diğeri hâlâ unutulmayan ve hâlâ gündemimizde olan o “Elifba”nın harflerine şiirler mırıldanıyor…

Sonuncusu, mevcut alfabenin harflerini dillendiriyor; onları masum çocuk dünyası içinde anlamlandırmaya çalışıyor…

Harflere yaslanmış kitaplardan ilki Cemal Şakar’ın editörlüğünde hazırlanmış olan bir hikâye antolojisi: Sessiz Harfler (Okur Kitaplığı, 2013).

Kitaba yazdığı önsözde gerekli izahatları yapıyor Cemal Şakar. Mesela şunları söylüyor: “Bu kitap sadece; bir dönem ecdadımızın Osmanlıca okuyup yazdıklarını 'tatlı bir hatıra’ olarak gelecek nesillere aktarmak için yapılmadı. Duvarın öte yakasında nelerin kaldığını, hangi acıların, sevinçlerin nasıl bir sessizliğe gömüldüğünü, edebiyatın o diriltici, umut aşılayıcı diliyle yoklamak, sorgulamak, hatırlamak ve hatırlatmak öncelikliydi bizim için.”

Bu öncelikli durum için öykücülerimiz harekete geçer. Uzun bir süre çalışırlar. Aralarından yirmi dört yazarın metni, işte bu kitaptadır. Sessiz Harfler kitabı, Harf Devrimi’nden sonra bu cidden sorunlu hamleye yönelik soylu bir eleştiri kitabı değildir. Daha da ötede, onun oluşturduğu faciaları yıllar sonra edebî bir dil ile ve elbette mana âleminde sorgulama çalışmasıdır…

İkinci kitap bir şiir kitabıdır. İbrahim Eryiğit’in Hurûfât’ı (Hece Yay., 2012). Şair Eryiğit, bu kitaptaki şiirlerini birkaç yıldan beri dergilerde peyderpey yayınlamıştı. Doğrusu farklı dergilerde yayımlanan bu şiirlerin iki kapak arasında bir araya gelmesi gerekiyordu. Gereken oldu.

Hurûfât, Elif’ten Ye’ye Elifba harflerinin adını taşıyan şiirlerden oluşuyor. Şair, o harflerin kendi ruhundaki çağrışımlarını anlatıyor şiirler boyunca. Hemen her bir şiir bir harfin dile gelmesi. Mesela şöyle der “Cim”de:

 

“Karındaki noktası ceninidir güzelliğin

Görkemini andırır doğum bekleyen annenin

 

İçindeki çocuğa titreyen bir annedir Cim

Coşkulu canları sicimleştiren ilahi seçim.

(…)

Sevgilinin saçlarına benzer zülfü hilâldir

Noktası mâşûkun al yanağındaki benidir.”

 

Hurûfât’taki şiirleriyle soylu bir geleneği tekrar dirilten İbrahim Eryiğit, bunu hemen her bir şiirin başına eski üstatlardan seçtiği iktibaslarla da pekiştirir. Bâkî’den Muhibbî’ye, Nev’î’den Sümbülzade Vehbî’ye, Enverî’den Nedim’e, Hz. Ali’den Fuzulî’ye pek çok zirve isimden yapılan bu iktibaslar İbrahim Eryiğit’in sağlam temellere yaslandığını gösteriyor. Kitapta “Sin Şın’a Girdiğinde” başlığıyla Yavuz Sultan Selim etrafında geçen bir olayla ilgili anlatıma ve akademisyen Emine Terzioğlu’na ait kısa bir makaleye de yer verilmiş…

İbrahim Eryiğit’in Hurûfât’ta yaptığının bir benzerini Gökhan Akçiçek Her Harfin Bir Şiiri Var (Kumdan Yazılar, 2012) ile uyguluyor. Fakat bu kez kitapta şiirsel takdimi yapılan harfler Latin harfleridir. Yani ilk iki kitapla aynı potada buluşmayacak bir mahiyeti var Gökhan Akçiçek’in kitabının. Fakat onu o potaya sokan unsurları öncelersek, mesele biter. Nihayet, Gökhan Akçiçek bir şair olarak harfler aracılığıyla ince duyguları, çileyi yansıtan sızıları anlatıyor.

Bu arada Akçiçek’in kitabının sadece ilk bölümü bu konuya ayrılmış. 95 sayfalık kitabın 46 sayfasında A’dan Z’ye harfler konuşturulmuş, anlatılmış. Kitabın sonraki bölümleri daha farklı bir forma sahip…

Yazımız bağlamında bir örnek almamak olmaz. Bölümün son şiiri, Z/ Mahcup Zerdali’yi alıyorum:

 

“Aramızda kalsın

Küçük zerdali

Kimselere söyleme

İnanmıyorsan eğil bak

Sabah akşam mendilime

Bir rüzgâr dadandı.

 

Çevirme yüzünü

Hep öyle kalsın,

Anne öpücüğüne

Ayarlı.”

 

19.04.2013 Milli Gazete

 

Yazar: CEVAT AKKANAT
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör