Akademisyen, profesör, siyaset
bilimci ve tarih araştırmacısı.. 1936, İstanbul doğumlu. Beyoğlu Atatürk Erkek Lisesi ve Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (1958) mezunu. Aynı fakültenin Amme
Hukuku ve Siyaset Nazariyeleri kürsüsünde asistan oldu. 1961 yılında Özgürlük
Kavramı üzerine yazdığı tezle doktorasını verdi. 1961-63
yıllarında Rockefeller bursuyla London School of Economics and Political
Science’ta incelemeler yaptı. 1966’da Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925 çalışmasıyla Siyasal Teoriler
doçentliğine yükseldi. 1972 yılında fakültedeki görevinden istifa etti. Kültür
Bakanlığı Yayımlar Dairesi başkanı ve Millî Kütüphane’de müşavir olarak görev
yaptı (1974-77).
1978 yılında döndüğü Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nde beş yıl daha öğretim üyesi olarak çalıştı. Sovyet
Bilimler Akademisi’nin konuğu olarak Moskova, Leningrad ve Bakü’de; 1979-80’de
de Fulbright bursuyla ABD Stanford Üniversitesi’nde araştırmalarda bulundu.
1983 yılında, “1402’liklere” dâhil edilerek Yükseköğretim Kurulu (YÖK)
tarafından görevine son verilince bir yayınevinde çalışmaya başladı. Tarih ve Toplum, Toplumsal Tarih dergilerinin
editörlüğünü üstlendi. 1987-88’de Freie Universitaet Berlin’de Carl von
Ossietzsky Profesörü oldu. 15 Haziran 1990’da Danıştay kararıyla Siyasal
Bilgiler Fakültesi’ndeki görevine iade edildi; ancak 18 Eylülde kendisi istifa
etti. 1995’te Marmara Üniversitesi’nde, daha sonra da İstanbul Bilgi
Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Helsinki Yurttaşlar Derneği,
Tarih Vakfı ve Abant Platformu yönetim kurullarında yer aldı.
İlk yazısı 1957 yılında Forum
dergisinde yayımlandı. Makaleleri ayrıca Tarih ve Toplum, Toplumsal Tarih
gibi dergilerde yer aldı. Aralarında Aristoteles, Hume, Lipset ve Popper’in de
bulunduğu birçok Batılı yazardan çeviriler yaptı. İletişim Yayınları Atlaslı
Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi dizisinin ilki olan İslâm Dünyası’nı
(F. Robinson’dan) Türkçeye kazandırdı (1986).
“Mete'yi göğsüne
kadar inen sakallan ile ve siyah takım elbise giydiğinde, hep bir ortodoks
papazına benzetmişimdir. Bir bilim adamı olarak bilimin sanattan önce
geldiğini, hatta daha önemli olduğunu düşündüğünü biliyorum. Açıksözlü bir
insan olduğu için, bunu bana söylemekten çekinmemiştir. Hâlâ mı öyle düşünüyor?
Sanmam! Çünkü şimdi, eşi Gönül'ün etkisiyle (yoksa 'iteklemesiyle' mi
demeliydim?) ucundan kenarından sanatsal etkinliklerle de ilgilenir olmuştur.” (Hilmi Yavuz)
ESERLERİ:
Türkiye’de Sol Akımlar I
1908-1925 (1967), Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin
Kurulması 1923-1931 (1981), Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler (1982),
Bilineceği Bilmek (1983, bu kitabın sonunda, yazarın o yıla kadar
yayımladığı tüm yazı ve çevirilerin bibliyografyası bulunmaktadır),
Sosyalist Siyasal Düşünceler Tarihi (antoloji, 2 cilt, 1976), Bilineceği
Bilmek (1983), Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi (antoloji, 3 cilt,
2. basım, 1986), Türkiye’de Sol Akımlar II (1925-1936) (1992), Batıda
Siyasal Düşünceler Tarihi Yeni Çağ (2002), Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar (2004), Eleştirel
Tarih Yazıları (2005), Cihat ve Tehcir (2007), BKP'nin
Türkçe Yayın Organı Ziya Gazetesi 1920-1923 ve Türkiye (2009), Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası
1920-1923 (Erden Akbulut ile, 2009), Beynelmilel İşçiler İttihadı -
Mütareke İstanbulu'nda Rum Ağırlıklı Bir İşçi Örgütü ve TKP ile İlişkileri
(Erden Akbulut ile, 2009), 1923 Amele Birliği (2009), Türkiye
Cumhuriyeti'nde Tek-Parti Yönetimi'nin Kurulması 1923-1931 (2010), Eleştirel
Tarih Yazıları (gazete ve dergi yazılarından seçmeler, 2012),
KAYNAKÇA:
Mücellidoğlu Ali Çankaya / Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (c. VI, 1969),
İhsan Işık / “Mete Tunçay ile söyleşi” (Yeni Zemin, s. 14, Mart 1994) –Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia
of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve
Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Fikir ve Kültür
Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) - Encyclopedia of
Turkey’s Famous People (2013), Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi Yeni Çağ
(Cumhuriyet Kitap, 31.10.2002), Hilmi Yavuz / Yüzler ve İzler (2006), Neşe
Düzel (Taraf Gazetesi, Mete Tunçay ile söyleşi 4 Mart 2010).
Prof. Dr. METE
TUNÇAY: DERSİM'DE İSYAN YOKTU
Tek
Parti Dönemi Uzmanı Ünlü Tarihçi Prof. Dr. Mete Tunçay: “Türkiye'de bir Atatürk
kültü kuruldu. Atatürk tanrılaştırıldı, mevlütü bile yazıldı. Bu, Mustafa
Kemal'in kendi sağlığında başladı. O da razı oldu. Bunda onun da günahı var.
Atatürk büyüktü, peygamberdi” diyenler bunu İnönü'ye muhalefet için yapıyorlar.
İsmet Paşa'ya sen küçüksün diyemedikleri için “Atatürk çok büyüktü” dediler.
"
Star
Gazetesi'nin sorularını yanıtlayan Prof. Mete Tunçay, Türkiye'de siyasal
düşünceler tarihi disiplininin gelişmesinde katkısı çok büyük olan, çok büyük
bir düşünür, akademisyen. Sosyalizmin (hatta sosyal demokrasinin) gerçekleşmesi
için demokrasiyi gözden çıkarmayı düşünen kimi “sözde sosyalistler”den farklı
olarak liberal demokrasiye, açık topluma inanıyor. Herkesin ortak saygısını
kazanmış sol liberal bir demokrat. Tarihçiliğin namusuna halel getirmeyen bir
tarihçi.
İki
ciltlik “Türkiye'de Sol Akımlar” adlı devasa çalışmasının yeni baskısı İletişim
Yayınları'ndan çıkınca kapısını çaldık ve Türk sol düşünce tarihinden bugünün
neden güçlü bir solun olmadığına, tek parti döneminden Atatürk'e, Dersim'e
kadar engin bir deryaya daldık. İnsanın, işi gücü bırakıp öğrencisi olası
geliyor. Öyle “tatlı” anlatıyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü
Başkanı olan Tunçay'ın pek çok başka değerli çalışmasının yanı sıra “Türkiye
Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması” adlı çok önemli bir çalışması
daha bulunuyor.
• Atatürk ve
Cumhuriyetin ilk yılları artık daha geniş toplum kesimlerinin de takip ettiği
bir tartışmanın öznesi oldu. Yöntem ve üslubu nasıl buluyorsunuz?
Teslim
etmek gerekir ki; Türkiye'de bir Atatürk tapısı / kültü kuruldu. Atatürk
tanrılaştırıldı. Bu Mustafa Kemal'in kendi sağlığında başladı. Bunda biraz da
kendi günahı var. Atatürk çok akıllı bir adamdı. Kendisinin bir dizi sözü
vardır, “Sana büyük adam diyecekler bunlara inanma” falan diyor kendisine ama
beşeri bir şey tabi, kendisinin yaratıcı, kurucu, baba olduğunu söylediklerinde
buna razı oluyor. Etrafında bunları söyleyen bir sürü adam var. Kötü manzumeler
yazan Behçet Kemal mesela, Atatürk mevlütü diye bir şey yazdı, Atatürk'e
peygamberlik izafe etti falan. Bütün bunlar abartmalı şeyler. Atatürk'ün
etrafında kurulan şey böyle başladı başka bir yere gitti.
İNÖNÜ'YE
MUHALEFETLE BAŞLADI
• 'Abartmalar'
nasıl bir yere doğru gitti?
Yıllarca
önce Bulgaristan'da geziyorum. Yanımda da Cengiz Hakof adında bir Türk var.
Orada tarih profesörü. Ben Kiril harfleri okuyorum ama Bulgarca bilmiyorum. Bir
yerde Dimitrov'un adını gördüm. Ne yazıyor burada, diye sordum: “Dimitrov
Bulgarya'nın yetiştirdiği önemli adamlardan biridir' yazıyor dedi Cengiz. “Ulan”
dedim “Ne kadar kansızsınız. Biz olsak en büyük deriz”. Cengiz de dedi ki
“Olmaz, Dimitrov en büyükse, Jivkof eşeğin biri mi demek istiyorsun?” Bu bana
müthiş bir aydınlanma olarak geldi.
• Ne anlamda?
Çünkü
“Atatürk çok büyüktü, peygamberdi” diyenler bunu İnönü'ye muhalefet olarak
yapıyorlar. İsmet Paşa paralara pullara kendi resmini koydurduğu zaman “sen kim
oluyorsun da bunu yaptırıyorsun” dendi. Halbuki her padişahın kendi parasını
çıkartması bizim geleneğimizdir. O da çıkartacak. İsmet Paşa'ya 'sen küçüksün'
dememek için 'Atatürk büyük' deniyor. Bir süre sonra Halk Partisi bunun farkına
varıyor: “Tabi büyüktü, partimizi o kurdu” diye bir yarışma başlıyor. Bir çeşit
açık arttırma, çok abartmalı şeyler. Bunlar Atatürk'ün sağlığında başlamış
olmakla birlikte asıl İnönü'ye muhalefette yükseliyor.
• Sağlıklı bir
şekilde nasıl tartışabiliriz?
Bu
kültten sıyrılmak “Atatürk haindi, faşistti” terimleriyle yapılabilecek bir şey
değil. Atatürk de hiç şüphesiz bir takım takıntıları olmakla birlikte iyilik isteyen
bir adamdı.
• Atatürk'ün
takıntıları neydi?
Mesela
Atatürk'ün bir Arap sevmezliği olduğu muhakkak. Kürtleri de her zaman bir
tehlike olarak gördüğünü biliyoruz. Fakat ilginç yanları vardı.
MEMLEKETİN
SAHİPLERİNİ BİLİYORDU
• Neydi en
ilginç yanı?
Mesela
Samsun'a çıktıktan sonra bir böbrek problemi var. Havza'da bir ay geçiriyor.
1919 28 Mayısı ve Haziranın önemli bir kısmı. Orada “memleketin sahiplerine”
mektuplar yazıyor. Memleketin sahiplerinin kimler olduğunu biliyor. Çeşitli
Kürt aşiret reisleri, şeyhler falan. İşte “sizinle şurada tanışmıştık,
söylediklerinizi her zaman saygıyla hatırlıyorum” falan diye yazıyor ama içten
içe de her zaman tedirgin. Kendisi de Türk milliyetçisi olduğu için diğer
milliyetçiliğin yükselmesinden çekiniyor. Fakat Birinci Mecliste üzerine
geldikleri zaman, hiçbir zaman Türk milleti falan diye milliyetçilik yapmıyor.
Zaten Milli Mücadele, İslam milletinin mücadelesi. “Biz burada Türk'ü Arap'ı
Çerkez'i Kürd'ü hep beraberiz” diyor.
POLİTİKAYA İNANMIYORDU
• Bu onun iyi
bir politikacı olduğunu gösteren bir şey midir?
Politik
manevra yapmak bakımından iyi bir politikacı ama politikayı sevmeyen bir adam
Atatürk. Politika değil, buyurganlık yanlısı. Politika uzlaşı demektir. O ise
kimseyle uzlaşmak istemiyor. Ama çeşitli manevralarla onu ona, onu ona oynayıp
kendi alanını açıyor. Pek çok örneği var bunun ama politikayı bir değer olarak
benimsemiş biri değil. Pozitivist bir tarafı var. Neyin gerekli olduğunu
bildiğine inanıyor. Doğruyu biliyorsan onu yerine getirmek senin için ahlaki
bir vazifedir. O da biliyor neyin iyi olduğunu, ona inanıyor. O yüzden de
buyuruyor.
BİR DİKTATÖRLÜK
MÜ BIRAKACAĞIM?
• Milli mücadele
ile ilgili bildiklerimiz ne kadar doğru?
Bir
takım oransızlıklar var. 1. Dünya Savaşında Osmanlı ordusu 2 milyon kişiyi
askere aldı. Ve Avrupa cemiyeti ülkelerinde, Kafkaslarda, Sina'da, Çanakkale'de
büyük darbeler yedi. Ermenilerle başlayan sonra Yunanlılarla devam eden Milli
Mücadelede sayılar inanılmayacak kadar küçüktü. En çok yüzeli, iki yüz bin
kişi. Son derece uzun sürmüş küçük bir şey ama Milli Mücadele ya da İstiklal
Harbi, siyasi bir olay olarak önemli. Fakat sonrasında politik sebeplerle Ali
Fuat Paşa, Karabekir Paşa ve Rauf Bey ortalıktan siliniyor. Bunlar da
muhalefete geçiyor. Ali Fuat Paşayı Çerkes Ethem ile işbirliği yaptı diye
Moskova'ya büyükelçi olarak sürüyorlar, Karabekir'in askeri zaferlerini
görmezden geliyorlar. Sonra Rauf Bey'e takıyor. Ki Rauf Bey Milli Mücadele'de
hep onunla birlikte. Mesela Nutuk'ta en çok yerilen kişi Vahdettin değil Rauf
bey.
• Muhaliflerini
ekarte etmekten dolayı bir rahatsızlık duyuyor mu?
Tabi
Atatürk zeki bir adam. Fethi Okyar'a Serbest Fırka'yı kurdurtmadan önce
Okyar'ın defterine kaydettiği bir şey var. Atatürk ona dert yanıyor, diyor ki “Bütün
gençliğim Harbiye sıralarında Abdülhamit'e muhalefetle geçti. Şunları, şunları
yaşadık öyle bir durum oldu ki, bugün gözlerimi kapasam arkamda kalacak olan
bir diktatörlük manzarasıdır”. Mustafa Kemal'in böyle düşündüğüne şüphe yok.
• Bu bir
pişmanlık ifadesi sayılabilir mi?
Hayır.
Pişmanlık değil de daha çok bir hayal kırıklığı. “Ben beceremedim bu işi” demek
gibi bir şey.
Tek
Parti döneminde yaprak kıpırdamadı
• 1936
doğumlusunuz...
Çocukken
2 buçuk yaşındaki halimle Atatürk'ün cenaze törenini hatırlardım. Üzerimdeki
kıyafeti tarif etmiştim de annem doğrulamıştı.
•
O ilk yıllar, heyecanlı ama kaygılı yıllar. Psikolojisinden de etkilendiniz
haliyle?
Cumhuriyetin
ilk yıllarında herkesi sarmış bir heyecan vardı. Pek çok kişiyi almış
götürüyordu. Ama bu ne pahasına oluyordu? Alfabe inkılâbından sonra okur
yazarlık yüzde 10'larda geziyor. Ekonomik felaket kötü. Köylünün üretimi para
etmiyor. Peşinden benim hatırladığım savaş yılları. Annemin ekmek dilimlerini
güneşte kurutup bozulmasın diye saklardı. Şeker, ekmek karneyle. Üniversiteyi
bitirdiğim yıllar eleştirel gözle baktığım yıllar. O vakte kadar bunlar
verilmiş bunlara uyacaksın, doğru olan da budur iyidir hep iyiye gidiyor...
• Merakla ve
eleştirel gözle baktığınız yıllardan bugüne ne değişti ülkede?
DP'ye
gelinceye kadar Türkiye, elli yıldır kımıldamamış bir vaziyette. Her ne kadar
benim arkadaşlarım mesela Sina Akşin DP'nin iktidara gelmesini karşı devrim
olarak görüyor idiyse de hakikat halinde, köylerin elektriği yok, yolu yok,
şehirlerde küçük bir grubun yaşadığı hayatla nüfusun büyük çoğunluğunun hiçbir
alakası yok. İlk defa böyle bir entegrasyon DP zamanında başladı.
Elektrifikasyon 60'tan sonra gerçekleşti. Benim gençliğimde telefon büyük bir
belaydı. Bir tarafa telefon edeceksen santrale yazdırırsın; acele yıldırım
bilmem ne diye farklı tarifelerde, beklersin. Teknoloji açısından müthiş bir
gerilik vardı.
İkinci
Dünya Savaşına İsmet İnönü Türkiye'yi sokmadı. Belki en büyük iyiliği o oldu.
Gerçi adamı da 'milletin erkekliğini öldürdü' diye tenkit ettiler. Savaşı
girsek iyi olur iyi. Benim elime bir liste geçti. Ayak diremek için “ordunun
ihtiyaçları karşılanırsa savaşa katılabiliriz” deniyor. Rauf Orbay heyetinin
İngilizlere sunduğu bir liste bu. Toplu iğneye dikenli tele varıncaya kadar her
şey var listede. Sadece toplar tüfekler değil. Toplu iğne bile yapılamıyor.
Toplu iğne çivi gibi bir şey. Kumaşa saplayınca yırtıyor kumaşı. Ampul diye bir
şey yok. Türkiye Tek Parti döneminde hiçbir şey yapamadı. 2. dünya savaşı gelince
de onun sıkıntıları boğucu oldu.
Dersim'de isyan
bastırılmadı halk edeplendirildi
• CHP'nin genel
başkan yardımcısı Onur Öymen, kendini savunmak için “Ne yani Dersim isyanını
bastıranlar faşist miydi” dedi ve bir tartışmayı kapatmak isterken farkına varmadan
başka bir tartışmayı başlattı.
Milli
Mücadelenin başında, Cumhuriyetin ilk yıllarında Bektaşiler Aleviler kesinlikle
Mustafa Kemal'i desteklediler. Hele hilafeti kaldırması Alevileri sevindirdi
çünkü baskı unsuru gibi görülürdü. CHP Alevilerin partisiydi, bu Dersim'e
rağmen devam etti. Alevilerin CHP desteği Demirel zamanına dek devam etti.
Hatta bir ara anayasaya aykırı bir Alevi partisi kuruldu. Demirel bu partiye
sırf CHP'den bir kısmını kopartır diye izin verdi. Ama Dersim özel bir durum.
• Nasıl özel bir
durum?
Atatürk
dönemindeki ayaklanmalara karşı yapılanların hepsine tedip deniyor. Edebe
getirme yani bastırma. Ama bir isyan yok. Bir çok yerde “ola ki bunlar
ayaklanır” diye önleyici tedbir alınıyor. Şeyh Sait'inkinde önce bir isyan
sonra harekat var. Diğerlerinde bir isyan bastırmaktan değil Kürtlerin yola
getirilmesinden bahsediliyor. Dersim'den önce ve sonra Kürt ve Türk Alevi
cemaatinin büyük kısmı CHP'yi desteklemiştir. Alevilik etnisiteden önemliydi.
• CHP
Tunceli'den iki vekil çıkarırdı ama 22 Temmuz'da bu olmadı. Aleviler de
“CHP'nin arka bahçesi değiliz” demeye başladı. Laikliğin Kemalizmin bekçisi
ilan edilip de aynı sistem tarafından görülmemeyi sorguluyorlar” artık.
Alevilik
kimliği tanınmıyor, böyle bir kabul yok. Bir Alevi toplantısında “Osmanlı,
halkı din üzerinden sınıflandırıyor. Ermenileri Gregoryanlar, Katolikler ve
Protestanlar diye üç ayrı millet olarak kabul ediyor. Fakat iş Müslümanlara
gelince ayrım yapmıyor, Alevi milleti demiyor. Aleviliği geçici olduğunu ümit
etmek istedikleri bir sapma diye görüyor” deyince Aleviler “Mete hoca bize
sapık dedi” diye itiraz ettiler. Talihe bak ki yanımda Mehmet Ağar oturuyor.
Kalktı, hoca öyle demedi, dedi. “Şu hale bak” dedim kendime “beni Mehmet Ağar
savunuyor”.
Demokrat Parti
muhalif değildi
• Demokrat Parti
döneminde Atatürk'e ve dönemine siyasi muhalefet var mı?
DP'de
herhangi bir Atatürk muhalefeti yok. Celal Bayar belki en içtenlikli Atatürkçü.
Her şeyini Atatürk'e borçlu. 27 Mayıs'ta Atatürk inkilaplarına muhalefet etti
deniyor ama bu haksız bir ithamdı. Menderes daha serbestçe 'İstiklal harbi
dediğiniz şey, 3,5 sene sürdü 6 aylık işti, halbuki sayılar küçük, ben bunu ast
subaylarla da yapardım' gibi münasebetsizlikler etti diye çok kızdılar ama asıl
işin sahibi Celal Bayar müthiş bir Atatürkçü. Hatta bir dönem bir Ticaniler put
diye Lozan meydanındaki Atatürk heykelindeki kılıcı tutan ip kırmış. Celal
Bayar, bir sembol olarak Cumhurbaşkanı sıfatıyla gelip kaynak makinesiyle
kendisi tamir etti heykelin ipini.
Bu topraklar bir
'federasyon'a gebe
• Prof. Halil
İnalcık “Türkiye milli devlettir. Yeni Osmanlılıktan bahsediliyor, bu yanlış
olur” dedi. Türkiye'nin Osmanlı bakiyesi ülkelerle ilişkileri de giderek
gelişiyor, ne dersiniz?
Osmanlılık
değil ama ben bir 'federatif ülke'ye inanıyorum. Ben görmem ama, insanlık
çeşitli gruplaşmalar etrafında bir dünya devletine doğru gidecek. BM son derece
sınırlı tecrübe. Muhtemelen eski Osmanlı toprakları üzerinde bir federasyon
olacaktır. Türklerin hâkimiyetinde değil Türklerin de, Yunanlıların Bulgarların
Sırpların Arnavutların, Kafkasların, Suriyelilerin Iraklıların Ürdünlülerin
İsraillilerin de yer alacakları bir federasyon. Bana öyle geliyor ki bu yapıya
erişilse var olan problemler daha kolay çözülebilir. Mesela Kürt Türk çatışması
bu kadar taraf olursa daha sağlıklı çözülebilir. Ama buna yeni Osmanlıcılık
demek yanlış olur. Osmanlıdan önce de burada bu insanlar bin yıl ortak bir
yönetim altında yaşadılar, Doğu Roma'da. Bir arada yaşama geleneği var.
KAYNAK:
Prof. Dr. Mete Tunçay: Dersim'de isyan yoktu (yenisafak.com.tr, 23 Kasım 2009).
AK PARTİ VE ERDOĞAN YORUMU: 16 YIL DAHA
ERKEN CUMHURİYET’İN YARATTIĞI DALGA BİZİ BUGÜNE GETİRDİ
- 2016 yılını yarılamış Türkiye’nin siyasi bir fotoğrafını çekseniz....
Kaç senedir iktidarda AKP? 14 oldu. Daha böyle gidecek gibi görünüyor. Türkiye’de iktidar meselesi olduğu kadar, belki ondan daha önemli bir muhalefet meselesi var. Halk Partisi’nin içinde iyi niyetli insanlar olmakla birlikte onların görünür bir gelecekte iktidar olacağı falan yok. Bunun sebeplerini belki erken Cumhuriyet yıllarında aramak lazım. O zaman Türkiye’de halka zorlanan laikçi siyaset öyle bir tepki yaratmış ki onun dalgaları bizi bugünlere taşıdı. Bunun üstesinden gelinemez. Ben kendim dindar bir insan değilim, tam tersine dinlerin zararlı şeyler olduklarını düşünüyorum. Benim Kemalist laiklikle ilgili itirazım halkta yarattığı tepki duygusu. İşte o tepki duygusu AKP’yi iktidara getirdi, daha uzun süre de iktidarda tutacak gibi görünüyor.
- Bugün AK Parti’yi hâlâ iktidarda tutan sadece o tepki olabilir mi?
Esas geliş bu diye düşünüyorum. Yoksa ekonomide yapılan bazı şeyler, Türkiye’nin milli gelirinin yükselmesi, yurtdışındaki servetlerin yasallaştırılıp getirilmesi gibi şeyler de var. Bunlar hep katkıda bulunuyor ama asıl taşıyan dalganın bu tepki olduğunu düşünüyorum.
- Bir mağduriyet üzerinden iktidara gelmiş olma durumunu çok uzun süre
tartıştık. 14 senenin ardından devletin tüm kurumlarına mutlak olarak hâkim
olmuş bir AK Parti hâlâ mağduriyet konuşabilecek bir parti midir?
Ama hâlâ konuşuyorlar. Hâlâ ‘Tek parti döneminde camilerimizi ahır yaptılar’ gibi laflar ediliyor.
- Eskiden ‘Bizim iktidara gelmemiz ya da iktidarda kalmamız dini
hassasiyetlerimiz nedeniyle engellendi’ denildiği zaman bunun sahada bir
karşılığı vardı.
Bugün bu konuşulmasa da herkesin bilinçaltında hâlâ bunun olduğunu sanıyorum. Bunun açık açık konuşulması gerekmiyor.
- Toplumsal bellek geçmişi sıfırlamıyor diyorsunuz.
Evet.
ÖNÜNE GEÇİLEMEZ
- Biraz önce şöyle bir ifade kullandınız: ‘Türkiye’de halka zorlanan
laikçi siyaset öyle bir tepki yaratmış ki onun dalgaları bizi bugünlere taşıdı.
Bunun üstesinden gelinemez’. Bunu AK Parti’nin o tepki üzerinden siyaset yapıp
başarılı olmasının önüne geçilemez manasında mı söylüyorsunuz?
Evet, öyle gözüküyor.
- Sizin gibi başta AK Parti’ye kredi açan ve attıkları adımları
-özellikle askeri vesayetin geriletilmesi noktasındakileri– Türkiye’nin
demokratikleşmesi için önemli aşama gören aydınlar açısından değişen paradigmayı
nasıl tarif edersiniz?
Bu ülke ne de olsa bir imparatorluğun mirasçısı. Buradaki insanlar Osmanlı İmparatorluğu zamanında çok dinli, çok dilli, çok etnisiteli bir toplumun tabanıydı. O hassasiyet sürüyorsa, o duygular sürüyorsa bu demokrasiye geçişte bir artı olabilir. Ama şimdiye kadar bu pek ortaya çıkmadı. Türkiye’de bir ilkel Afrika devletinde olduğu gibi tepki gösterilmez çünkü biz alışığız. Bizim Rum’umuz da, Bulgar’ımız da, Ermeni’miz de Yahudi’miz de hep olmuştu, biz bunları taşımaya alışıktık. Bu, demokrasiye geçişte de bir karşılıklı hoşgörü yaratabilir diye umuyorduk. Hâlâ bu umut devam ediyor olabilir tabii ama ben daha karamsar hissediyorum.
10 YIL ÖNCE 30 YILLIK İKTİDAR DÜŞÜNEMEZDİM ŞİMDİ MÜMKÜN GÖRÜYORUM
- Hangi tarihe göre daha karamsar hissediyorsunuz?
Herhalde 10 yıl önce, AKP’nin böyle 30 yıllığına iktidarda kalacağını düşünmüyordum. Ama şimdi öyle geliyor ki bugüne kadar iktidarda kaldığı süre kadar daha kalabilir. Her ne kadar bir partiden çok bir tek adam halini aldıysa da....
- Sizin bir akademisyen olarak tek partili döneme ilişkin detaylı
çalışmalarınızdan ilhamla sormak isterim. Bugün Türkiye siyasetinde tek adam
durumundan bahsediyorsanız eğer o halde bir asırda yaşanan iniş çıkışlar adeta
bir paranteze alınmış gibi mi? Bugün tek fark halkın onayı mı?
Tek partide halkın onayı var tabii.
- Ama o zaman CHP’nin bir alternatifi yoktu. Haklı olarak bugün AK
Parti ‘Ben seçenekler arasından tercih ediliyorum’ diyor. Milli irade kavramı
AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi dilinin belkemiği. Burada demokrasi
açısından nasıl bir açmaz var?
Tabii çok sağlam analiz yapmak mümkün değil ama daha çok bazı anekdotlar bana ilginç geliyor. Mesela bir şapka ayaklanması var. Aslında şapkadan başka bir şey giymemeyi âdet edinmenin kanunda 3 aya kadar hapis cezası gibi bir müeyyidesi vardır. Ama şapka nedeniyle insanlar asılmıştır. Bu şapka nedeniyle değil, buna karşı çıkanların hepsi TBMM’nin meşruiyetine başkaldırıyorlar diye ihanet-i vatandan asıldılar. Böyle bir ayaklanma da Lazlar arasında oluyor ve laflar çıkarıyorlar. Halkımız ayaklandı, dindar paşalarımız iktidarı aldılar, İsmet İnönü öldürüldü, Mustafa Kemal yaralı hastanede. Bu bana her zaman dokundu. Her şeyi kurguluyorsun, iktidarı basıyorsun, başvekili öldürüyorsun ama yine de Mustafa Kemal’i öldürmeye gönlü razı olmuyor asinin. Mustafa Kemal gerçekten sevilen bir lider. Durup dururken tek parti diktatörlüğünü icat eden ve uygulayan bir insan değil. Bir dalganın üzerinde geliyor.
AK Parti ve Erdoğan yorumu: 16 yıl daha
TAYYİP BEY ATATÜRK’ÜN TOPLUMDAKİ AĞIRLIĞININ FARKINDA ONDAN DOKUNMUYOR
- O toplumsal dalgayı taşıyan ana unsur nedir?
Abdülhamid’in Yunan seferinden beri ilk defa bir varlık göstermiş, ondan önce herkesten yenilgi görmüş bir ülkeye bir kahraman figürü çok iyi geliyor. O da tabii kullanıyor onu. Bugün çocuklar ‘Gazi’ sıfatının kanunla verilmesinin önemini idrak etmiyorlar. ‘Gazi’ sadece kendi döneminde zafer kazanmış padişahlara ve istisnai olarak da bazı komutanlara verilen bir sıfattır. Benim çocukluğumda kuyumcuya gidip de ‘Gazi altını’ isterseniz size ‘Abdülhamid altını’ verirlerdi, çünkü üzerinde ‘El Gazi’ yazar. ‘Gazi’nin Mustafa Kemal ile özdeşleştirilmesi böyle bir geleneğe dayanıyor. AKP’nin ve Tayyip Bey’in onunla karşılaştırılmasına dikkat etmek lazım. Tayyip Bey büyük bir itinayla İsmet Paşa’ya adamakıllı çatıyor ama Gazi Mustafa Kemal’e hiçbir zaman karşı çıkmaya yanaşmıyor. Atatürk dememeye de özen gösteriyor, Osmanlı’daki kodlarla konuşuyor.
- Tayyip Erdoğan 2014’te Cumhurbaşkanı seçildiğinde Anıtkabir’deki
deftere dikkat çeken bir yazı yazmıştı. ‘Ölümünüzün ardından cumhur ile
cumhurbaşkanlığı arasındaki irtibat zayıfladı’ şeklinde bir ifade kullanmıştı.
Atatürk’ü Cumhuriyet’in sonraki yıllarından ayıran bir ton kullanmıştı. Neden
böyle bir söylem tercih ediyor sizce?
Hâlâ orada bir ağırlık olduğunu hissediyor, bence doğru olarak. Çünkü buraya dokulunca, ‘Gazilik falan laftır, o din düşmanı bir adamdır’ falan demesi lazım ki bu kabul edilebilecek bir şey değil. Türkiye’nin genel psikolojisinde kaldırılabilecek bir şey değil.
BANA GÖRE ATATÜRK ATEİST DEĞİL DEİST
- Siz Atatürk’ün din konusundaki tavrını nasıl yorumluyorsunuz?
Yabancı gazetecilerle falan konuşurken ‘Ben bütün dinlere karşıyım’ diyor. Dinin bir aldatmaca olduğunu düşünüyor. Arkadaşlarımla bazen tartışıyoruz. Ben onun ate olmayıp, ‘Bir yaradan vardır’a inandığını düşünüyorum. İsimler yanıltıcıdır, dinler yanlış aramalardır ama yine de bir yaradan vardır. Bu agnostiklikten daha öte bir şey, deizm. Atatürk’ün ateist değil, deist olduğunu düşünüyorum.
İnsan benim yaşıma gelince birtakım gözlemler yapmadan edemiyor. Mesela ben 40-50 yıl önce devlet büyüklerinin cumaya gitmeleri gibi bir şeyi düşünemezdim. Şimdi neredeyse gitmemek mümkün değil devlet büyükleri için. Böyle toplu iftarlar falan... Askerler bile camilere şehit cenazesi vesilesiyle topluca geliyorlar, topluca bayram namazı kılıyorlar. Bunlar düşünülebilecek şeyler değildi. Yasak mıydı yoksa bunu yapmaya lüzum mu görmüyorlardı?
İSLAM DÜNYASI TÜRKİYE’DEKİ İSLAMİYET’İ HİÇBİR ZAMAN CİDDİYE ALMADI
- Siyaset bilimci şapkanızla yanıtlayın lütfen. Böyle bir şeye lüzum
var mı peki... Dini inançların siyasal hayatın ana hattında olmasına?
Valla 19. yüzyılda bütün dünyada bu işin sonu geldi diye düşünülüyordu. Din denen efsaneler ortadan kalkacak, eli kulağında deniyordu. İşte Marx’lar, Darwin’ler falan. Ama 20. yüzyıla gelindiğinde büyük dünya savaşlarının ardından ne olduysa bütün dünyada bir dine sarılma yaşandı. Tabii Türkiye’de de yaşandı. Tabii Türkiye’deki İslamiyet’i, İslam dünyası öyle fazla ciddiye almamıştır. Bizim hilafetimiz öyle her tarafta alkışlanan bir şey değildi. Türkiye’nin İslamiyet’e bakışı fazla liberal bulunurdu. IŞİD Müslümanlığı Osmanlı tarihinde hiçbir zaman yoktu. Bugün bazı İslamcıların gerçekleştirmek istedikleri şey eskiyi diriltmek değil, yeni bir şey icat etmek.
SUUDİ ARABİSTAN BİZE HİLAFETİ GASP ETMİŞ MİLLET OLARAK BAKAR
- Türkiye kontekstindeki İslamcıları mı kastediyorsunuz?
Evet Türkiye kontekstindekileri söylüyorum. Ama ben Türkiye’de büyük kitlelerde Arap gibi Müslüman olma hasreti olduğunu sanmıyorum. Öte yandan mesela Suudi Arabistan’ın bakışı her zaman bizi öteleyen bir bakış oldu çünkü onlar bize asırlardır hilafeti gasp etmiş millet olarak bakıyor.
LAİKLİK KİŞİYE ÖZGÜ DEĞİLDİR TOPLUM YA DA DEVLET İÇİN VAR YA DA YOKTUR
- Erdoğan 25 Ocak devriminin ardından 2011’de Mısır’da Müslüman
Kardeşler liderliğini ziyaretinde ‘Laiklik kesinlikle ateizm değildir. Ben
Müslüman’ım ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım. Laik bir
rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır’ demişti. 5 sene
sonra bugün sizce Tayyip Erdoğan hâlâ yönettiği ülkenin laik bir ülke olduğunu
düşünüyor mu?
Olmaması gerektiğini düşünüyor galiba. Aslında laiklik kişiye özgü bir nitelik değildir. Toplum ve devlet için var ya da yok denebilir. Kişi ya mümindir ya münkirdir. Laik olmak demek devlette laiklik politikasının uygulanmasını isteme yanlısı olmak demek olabilir. Yoksa ben laikim deyince ben dinsizim manası çıkmaz. Ben dindarım manası da çıkmaz. Hatta belki sahiden mümin olmak laik olmaya da engeldir.
DEMOKRASİ İÇİN ŞART SEÇİMLE İKTİDARDAN GİTMEKTİR HEM DE İKİ KEZ
- Sık sık Samuel Huntington’un demokrasiyle ilgili tanımına atıfta
bulunursunuz. Bir ülkede demokrasi olduğuna hükmetmek için seçimle iktidara
gelmek değil, seçimle iktidardan gitmek daha önemlidir. Ve hatta mümkünse iki
kere olmalı.
Evet, bir kere yetmez diyor. Çünkü biz hep 1950 seçimlerini söylüyoruz. O ise üst üste iki kez olacak diyor.
GÜCE TESLİM OLAN AKADEMİSYEN ARKADAŞLARIM BENİ DEHŞETE DÜŞÜRÜYOR
- Türkiye’deki Haziran 2015 seçimi bize gösterdi ki seçimle iktidardan
gitmek de o kadar kolay bir şey değilmiş. Sonrasında yaşananları pek çok kimse
‘Ne olursa olsun iktidarda kalayım refleksi’ olarak yorumladı.
Herhalde o ama bu tablodan tabii AKP mi yoksa Tayyip Bey mi asıl iktidar olarak çıktı? Tayyip Bey’in AKP genelinden daha büyük bir ağırlığı olduğu söylenebilir. AKP tamamen yüzde yüz şartsız Tayyip Erdoğan’a teslim oldu. Benim arkadaşlarım arasında Tayyip Bey’in gücüne tamamen iman etmiş insanlar var, özellikle Sabancı Üniversitesi’nde. Onlar ‘Tayyip Bey’in yaptığı her şey haklıdır, doğrudur noktasına geldiler şaşırtıcı bir şekilde. Mesela Cemil Koçak. Doktorasında ben vardım, çok sevdiğim bir insandır. Tayyip Bey’in yaptığı her şey doğrudur noktasında. Bu bana dehşet veriyor. Ama yalnız da değil. Adlarını vermek istemediğim başkaları da var. Bu kadar okumuş, yazmış, neyin ne olduğunu bilen, çağdaş değerlere yakın insanlar nasıl böyle bir şey söyleyebilirler diye hayret ediyorum.
BURAYA GELDİM DİYE BENİ MÜSLÜMAN SANMAYIN DİYE HEP UYARDIM
- AK Parti iktidarının ilk döneminde göstermiş olduğunuz tavır
nedeniyle sol kesimler sizi ‘AKP yandaşlığıyla’ daha önemlisi ‘sola ihanetle’
suçladılar. Bugün geriye dönük baktığınızda bir özeleştiri yapıyor musunuz?
Dönüp kendimi yargılamıyorum. Fethullah Gülen örgütünün yaptıklarını ve onlara yapılanları hiçbir zaman tam olarak anlamadım. Terör örgütü diyorlar. Böyle bir şeye inanmıyorum. Terör örgütü olamaz. Birtakım zenginlerden para toplayıp başka amaçlarla kullanmış falan olabilirler ama terörle bunların bir alakası olmuş olamaz. Çok yakın zamana kadar AKP’nin yöneticileriyle bunlar kol kola idiler.
- Bazı çevrelerin sizi ‘Fethullahçı’ ilan etmesinin temel sebebi Abant
Platformu’ndaki çalışmalarınız oldu.
Evet, ben 3-5 sene bu Fethullahçıların Abant Platformu’nun eşbaşkanlığını yaptım. Benden önce eski Bakan Mehmet Aydın vardı. Bizim yaptığımız Türkiye sorunları üzerine en geniş bir gruptan temsilcilerle tartışmaktı. Bundan hiçbir zaman utanmadım. Bunların çoğunun tutanakları yayınlandı. Hayırlı bir şey olduğunu düşünüyorum. Ama Abant özel bir durumdu. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile aynı şey değildi. Ben vakfın üyesi değildim. Ben her toplantıda ‘Buraya geldim diye beni de Müslüman sanmayın. Sizinle birlikte olmayı, meseleleri tartışmayı doğru bulduğum için buradayım. Yoksa kendime Müslüman süsü vermiş değilim’ diye hep vurguluyordum. Çünkü kolaylıkla ‘Buraya geldiğine göre bu herif de kafileye katıldı’ diye algılanabilirdi.
- Fethullah Gülen’in kendisiyle tanıştınız mı?
Hayır. Zaten uzunca bir süre Abant’la doğrudan ilgisi yoktu. Amerika’daydı. Birkaç kez benim yanımdan telefon ettiler. Televizyonda gördüğüm kadarıyla kendisi bana iyi bir İslam âlimi duygusu vermedi. Aklımda ağlamasından başka bir şey kalmadı diyebilirim.
TESETTÜRLÜ KIZLARIN ARTIŞI NEREYE KADAR GİDECEK MERAK EDİYORUM
- Şerif Mardin 2007 yılında ‘mahalle baskısı’ kavramını gündeme
getirdiğinde, o mekanizmanın adeta bir teşkilat olarak işlediğini söylemişti.
Bugün artık mahalle baskısının siyasi bir teşkilat tarafından işletildiğini
düşünenlere ne dersiniz?
Üniversiteye gelen tesettürlü kızlarla başı açık kızlar aşağı yukarı yarı yarıya. Ama bizim kültürümüzde çok işaretler var. Sen ailende hiç duydun mu bilmiyorum, mesela ‘başı açık orospu’ lafı. Başı açık olan her kadının aslında kötü olduğu kabulü. Bu dehşet bir şey. Acaba o noktaya kadar gider mi tesettürlü kızların artışı? Zaman zaman tabii içimden geliyor ama sormak istemiyorum; ‘Kızım sen niye kapandın? Ölüm korkusu mu? Aileden bir teşvik mi?’ Ben baskıdan çok teşvikler olduğunu düşünüyorum. Ama gözle görülür bir artış var. Gerçi benim korktuğum kadar hızlı artmadı.
BUGÜN TÜRKİYE’DE SOLCU OLMAK SİYASETTE LİBERAL OLMAYI GEREKTİRİYOR
Sol tarihi hep emek tarihine dayandırıldı. Emek tarihi muhtemelen devam edecek ama artık solun sadece işçi sınıfı üzerinden tanımlanması modası olmayacak. 1980’den beri sendikalar çok güçsüzleştirildi ve apolitik hale geldi. Bir zaman DİSK’in bir anlamı vardı, Türk-İş’in bir anlamı vardı. Şimdi bunlar ücret artışlarını izleyen kuruluşlar haline geldiler. Bunların solun hedefleriyle bir ilişkisi kalmadı. Türkiye’de solcu olmak herhalde siyasette liberal olmayı gerektiriyor. Yoksa herhalde rejimi değiştirmek bugünkü koşullarda gerçekçi değil.
KAYNAK: Cansu Çamlıbel / Yüz Yüze - Fotoğraf: Levent Kulu - AK Parti ve Erdoğan yorumu: 16 yıl daha, hurriyet.com.tr,10 Temmuz 2016).