Mehmet Uyanık

Müftü, İslam Bilgini

Doğum
Ölüm
09 Ağustos, 1981

Son dönem İslam âlim ve müftülerinden, Diyarbakır'ın Nasreddin Hocası (D. 1918, Silvan / Diyarbakır - Ö. 9 Ağustos 1981, İzmir). Silvan’da meşhur olan ve aynı zamanda müftülük yapmış Seyda Molla Yakub’un oğludur. 10 yaşından sonra medrese eğitimine başladı. İyi bir medrese eğitimi görerek yetişti. Eğitiminin önemli bir kısmı Molla İbrahim-i Bellê’den aldı. Ondan önce babası Silvan müftülüğü yapmıştı, babasından sonra kendisi de Silvan müftüsü oldu. Daha sonra Diyarbakır’da müftü yardımcılığı, Bingöl ve Adana (24.7.1963 – 25.7.1965) il müftülüğü görevlerinde bulundu. 1973 yılında Batman’a vaiz olarak gitti. 1981 yılında İzmir yakınlarında geçirdiği trafik kazası sonucu vefat edinceye kadar Batman’da vaizlik görevine devam etmiştir.

Müftü Mehmet Uyanık oldukça hazır cevap ve nüktedan bir kişiydi. Bu nedenle bu yönü ile de meşhur olmuş, Diyarbakır'ın Nasreddin Hocası kabul edilmiştir. Onu tanıyan herkes ona ait farklı komik hikâyeler anlatmaktadır. Örneğin, Silvan ve çevresinde çok az da olsa Müslüman olmayan kimseler de varmış. Onlardan bazıları bazen Müslümanların onlara para vermeleri için kendilerinin Müslüman olduklarını söylemişler. Ancak istediklerini elde ettikten sonra, yine kendi dinlerinde kalmışlardır. Yine bunlardan birisi bir gün hocanın yanına gelip Müslüman olmak istediğini söylemiştir. Hoca durumu fark edince, ona kadronun dolu olduğunu, ancak hacca giden imamlardan birisinin -ismini zikrederek- hac dönüşünde kadroyu boşaltmaması durumunda, onu kadroya alacağını söylemiştir. Mehmet Uyanık’ın kendisinden bahsettiği imam hacdan dönünce, onun söylediklerini duyar duymaz, onun evine gidip evini taşlar. Bunu görenler imama ne yaptığını sorar. İmam da onlara hac vazifesini hacda tam yerine getiremediğini. Hacla ilgili eksik kalan vazifesini yerine getirmeye çalıştığını söyler.

Nükteli cevaplarından birisi de anlatıldığına göre, hoca hacda Ka'be’de dua ederken “Ya Rabbi! Sen bana mal ve mülk ver” şeklinde sözler söyler. Yanındaki bir hacı bu sölzeri duyunca hayret ederek ona "Hoca, insanlar burada iman, Kur’ân, ahiret ister, sen ise, mal ve mülk istemektesin. Bu nasıl iştir?" der. Bunun üzerine Müftü Uyanık “kim neye sahip değilse onu Allah’tan ister” şeklinde cevap verir.

KAYNAK: M. Cevat Ergin / Son Yüzyılda Silvan’ın Yetiştirdiği Âlimler (Uluslararası Silvan Sempozyumu, 2008), Hocanın sohbetinde bulunmuş bazı hocalar, Anonim, İhsan Işık / TEKAA (2006, 2009),  Prof. Dr. M. Edip Çağmar / "Uyanık, Mehmet" (İhsan Işık / Diyarbakır Ansiklopedisi, 2013), Oğlu Mehmet Fehmi Uyanık’tan alınan bilgiler (2013), İhsan Işık / Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014), Mehmet Uyanık (adanamuftulugu.gov.tr,  13.8.2015).

 

 

HAKKINDA


 

Rahmetli babam Mehmet Uyanık, 1918 yılında Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde doğmuş ve 1981 yılında bir trafik kazasında vefat etmiştir. Rahmetli babamın, baba adı Yakup, ana adı Asiye’dir. Rahmetli babamın birçok fıkrası, şiiri ve toplumla ilgili birçok görüşleri vardır. Mesleği, din adamlığıdır. Bu cümleden olmak üzere, Bingöl, Kırşehir, Ay dın, Adana, Mersin ve son olarak da kendi arzusu ile doğum yeri olan Silvan’da Müftülük yapmıştır.

Fıkralarının sayısız denecek kadar çokluğu ve derinliği göz önünde bulundurularak halk arasında modem Nasrettin Hoca diye anılmıştır. Bunların hepsini yazmak biyografik çerçeveye sığamayacağı için kısaca anlatmaya çalışacağım.

Günlerden birgün, rahmetli babam Mehmet Uyanık, Ankara’daki evimizde misafir iken, sabah kahvaltısında kapı çalındı. Kapıyı açtım, tanımadığım bir erkek ve bayan kapıda idiler. Erkeğin bana hitabı şu oldu; “Müftü Bey burada mı?” Ben de cevaben “burada” dedim ve kendilerini içeriye buyur ettim. Rahmetli babam onları görünce, misafirleri tanıdığını anladım ve babamla beraber kahvaltı sofrasına buyur ettik.

Babam gelenlere sordu:

-                       “Hayırdır inşallah?”. Onlar da geliş sebeplerini anlatmaya başladılar. Dediler ki:

-                        “Müftü Bey, İzmir’de 9 yıldır birbiriyle konuşmayan karı- koca vardır. Birçok insan barıştırmak için aralarına girdiyse de barıştıramadılar”.

Ve babama hitaben duygusal bir hitapla;

- “Siz Müftü Bey, Mehmet Uyanık’sınız, siz barıştırmak için aralarına girerseniz; bugüne kadar hiç kimse sizi kırmadığı gibi, karı koca da sizi kırmayacak. Sizin araya girmenizle barışacak ve minnet duyguları ile dolu olarak, size dua edecekler. Bugün bu eve sizi İzmir’e götürmek için geldik. Siz, bizi kırmaz, İzmir’e gelir de bu karı kocayı barıştırırsanız çok büyük bir sevap kazanmış olursunuz.

Bunun üzerine ben, rahmetli babama sitemde bulundum;

-                       “ Babacığım; daha dün akşam bize geldin daha dost doğru görüşemedik, dertleşemedik ve yarım yamalak da olsa, birbirimize doyamadık. Eğer bir nebze daha bizde kalırsanız ben ve eşim çocuklar gibi sevineceğiz.

Rahmetli babamın ise bana söylediği şu oldu:

-                       “ Oğlum hiç ısrar etme, bu hayırlı bir iştir, eğer bunları barıştırabilirsem aynı zamanda da büyük bir sevaptır ve bu sevabı kazanmak için büyük bir fırsattır. Ben bu fırsatı kaçırmak istemiyorum, onun için, hiç ısrar etme ben gideceğim, deyip vedalaşarak ayrıldı.

Babamı gelen misafirlerin arabasına bindirdik ve İzmir’e yolcu ettik. Aynı gün akşamı Salihli Emniyet Müdürlüğünden telefon geldi ve acı haberi bize bildirdiler.

Şimdi rahmetli babanım fıkralarından bir örnek vereyim.

Bingöl’de 1950’li yıllarda, babam burada Müftü iken, yakın şahidi olduğum bir fıkrası şöyle cereyan etmiştir:

Resmi bir bayram günüydü. O zamanlar Bingöl küçük bir şehirdi. Şehir merkezi ve çarşısı bir vadinin içindeydi. Hükümet binası ve orta okul ise şehirden 5-6 km uzaklık da bir tepenin üzerindeydi. Bingöl’de henüz lise yoktu. Yalnız ortaokul vardı. Ortaokul tek katlı bir şantiye binasına benziyordu. Şehir, merasim yerinden bir hayli uzak mesafedeydi ve ulaşım imkânları kısıtlı olduğu için kimse merasim yerine gidemiyordu. Bunun içinde merasim yeri pek kalabalık olmazdı. Yalnız hükümet binasında bulunan devlet memurları ile takriben 35-40 kişi arasında bulunan ortaokul öğrencileri merasime katılıyorlardı.

O günde merasim yeri fazla kalabalık değildi. İlk önce Bingöl Valisi merasim yerine geldi ve protokoldeki yerine oturdu. Rahmetli babam da bu sırada merasim yerine geldi ve Valinin yanındaki boş koltuğa oturdu. Biraz sonra Defterdar geldi, yerinin dolu olduğunu görünce, hafifçe sırtına dokunarak, rahmetli Babama hitaben;

- “Müftü Bey, Müftü Bey!... Ben Defterdarım, protokolde bu yer benim yerimdir” deyince, rahmetli babam, hafifçe Defterdara dönerek şu cevabı verdi:

 - “ Defterdar Bey, Defterdar Bey! Doğru söylüyorsunuz, siz Defterdarsınız ama ben Kur-an’darım. Defter, Kur­an’dan sonra gelir. Onun için burası benim yerimdir” demesi üzerine, Defterdar Bey merasim yerini terk etti ve sonra da başkalarının müzaheretiyle, başka yere tayinini istedi. Tayini çıkınca Bingöl’den ayrıldı.

Babam rahmet Mehmet Uyanık’la ilgili bir anekdot da şöyledir:

Bir gün Batman valisi (şimdi Trabzon valisi) Dr. Recep Kızılcık ile sohbet ederken; bana hitaben “Ben bir hafta önce ABD’de New York şehrindeydim. Orada merhum babanızın fıkralarının anlatıldığına şahit oldum” demişti. Merak edenler varsa, bu anekdotun doğru olup olmadığını o zamanın Batman valisi Dr. Recep Kızılcık’a sorabilirler.

Tabii her zaman olduğu gibi, bir defa daha benliğim iftiharla doldu. Ruhuna bir Fatiha esirgemeyeceğinizi diliyorum.

Yazar: Müftü Mehmet Uyanık
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör