Duran Çetin

Eğitimci, Yazar

Doğum
15 Şubat, 1964
Eğitim
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Burç

Eğitimci, yazar, çocuk edebiyatçısı. 15 Şubat 1964 tarihinde Konya’nın Çumra ilçesine bağlı Apasaraycık köyünde doğdu. İlkokulu Apasaraycık Köyü İlkokulu (1973), orta öğrenimini Çumra İmam Hatip Lisesinde tamamladı (1981). Konya'da Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden 1986 yılında mezun oldu. Aynı yıl Eskişehir'e bağlı Sarıcakaya ilçesinde başladığı göreve; Turhal, Kulu ve Çumra'dan sonra Konya'da idareci ve öğretmenlik yaparak çalışmalarını sürdürdü. Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi yönetim kurulu üyeliği görevini ifa etti. Farklı sivil toplum kuruluşlarında üyeliğin yanı sıra yönetim kurulu üyelikleri de yaptı. Evli ve iki çocuk babasıdır.

İlk yazıları İki Eylül (Eskişehir, 1990) gazetesinde yayımlandı. Daha sonra Konya Postası ve Hakimiyet gazetesi gibi bölge gazetelerinde köşe yazıları kaleme aldı.

Bazı özel radyolarda   programlar yapıp yönetti. SUNTV’de uzun bir süre “Kitap OkuYorum” isimli kültür programını, KONTV'de ise yazarlar ve kültür adamlarını konuk ettiği "Kültür Dünyamız" programını hazırlayıp sundu.

Hikâyeleri Ömer Lekesiz yönetiminde sanal ortamda yayın yapan Edebistan isimli edebiyat dergisinde uzun yıllar yer aldı. Berceste, Edebiyat Otağı, Çağrı, Ribat, Müsvedde, Yedi İklim, Dergâh, Ay Vakti, Vuslat, Mahalle Mektebi, Hece, Hece Öykü, Ailemiz Çocuk, Kent ve Çocuk, Çocuksu, Konya Çocuk ve Diyanet Çocuk gibi birçok dergide hikâye ve yazıları yayımlandı.

“Okuma-Yazma”, “Başarılı olmanın yolları”, “Ailede eğitimin önemi”, “Çocuk Eğitimi” "Gençlik ve Başarı" konulu konferanslar sundu.

Antolojilerde öyküleri yayımlandı. Anadolu'nun kavurucu yazından ve dondurucu kışından, dahası sımsıcak ve yanık bağırlı insanlarını anlattığı öykü, masal ve roman kahramanlarıyla dikkat çekti. 

Çocukların eğitimine katkı sağlamak düşüncesiyle çocuk edebiyatına yönelik çalışmalarına özel önem veren yazar birçok sempozyum ve panele katılarak bildiriler sundu. 

Altı kitaptan oluşan Portakal Kızım isimli romanıyla dikkat çekti. Aylaynırlı Kız ve birçok kitabında güncel konulara yer vererek eğitim, ahlak ve edep konularındaki hassasiyetini ortaya koydu.

Okuyucularıyla ilk buluşması, 2000 yılının başında, "Bir Kucak Sevgi" adlı hikâye kitabıyla oldu.

 

   Ödülleri:

 

   1-  46. Kütüphaneler Haftası çerçevesinde kitap ve okumaya katkı ödülü(2009).

   2- Konya Gazeteciler Cemiyeti “Yılın Gazetecilik Başarı Ödülleri” yarışması birincilik ödülü (2010).

 

  

   

 

ESERLERİ:

 

Hikâye

 

Bir Kucak Sevgi (2000),

Güller Solmasın (2000),

Kırmızı Kardelenler (2003),

Sana Bir Müjdem Var (2006),

Gözlerdeki Mutluluk (2007),

Minik Göl (2009),

Büyük Ödül (2009),

Balkondaki Adam (2009),

Kül Yığını (2010),

Bir Yudum Şehir (2011),

Bekleyiş (2011),

Sevgi Çiçeğim Kitap Kuşum (2016),

Bir Değer İki Öykü (2016),

Mutluluk Yuvası (2016),

Benim Harika Ailem (2016).

 

Roman:

 

Bir Adım Ötesi (2002),

Yolun Sonu (2004),

Portakal Kızım (2005),

Toprak Gönüllüler (2008),

Portakal Kızım Sadece Ben (2010),

Cüneyt (2012),

Tebessüm Öğretmen ve Öğrencileri (2012),

Muhteşem Yükseliş (2013),

Çılgın Okul (2013),

Aylaynırlı Kız (2015),

Başarı Avcıları (2015),

Portakal Kızım Gönül Mahkemesi (2015),

Portakal Kızım Yürek Yangını (2015),

Arşimet Zekai Okulda (2016),

Arşimet Zekai Gizli Görevde (2016),

Arşimet Zekai Tatilde (2016),

Arşimet Zekai Gizemli Mağara (2016),

Çanakkale Cennet Yolu (2016),

Portakal Kızım Bırak Beni (2017),

Portakal Kızım Buraya Kadar (2017).

 

Masal:

 

Gökkuşağı Yolculuğu (2011),

Macera Peşinde (2012),

Kuledeki Sır (2015).

 

Yazar hakkında üniversitelerde hazırlanan tezlerden bazıları:

 

    1- Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü  (Duran Çetin'in Hikâyeleri)

    2-Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Duran Çetin'in Romanları)

    3-Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü(Duran Çetin'in Hikaye Kitaplarının Halk Kültürü Açısından İncelenmesi)

    4-Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Duran Çetin'in Hikaye Ve Romanları)

    5-Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Duran Çetin'in Kitapları)

 

KAYNAKÇA: Hüseyin Su - Ömer Lekesiz / Öykücüler ve Öykü Kitapları (Heceöykü, Aralık-Ocak 2004), Vural Kaya / Duran Çetin her yerde yazıyor! (dunyabizim.com, 25.07.2009), Yazarlar serüvenlerini anlattı (dunyabizim.com, 23.07.2016), İhsan Işık / Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (3.cilt, s. 2006), Konya Ansiklopedisi (cilt 8, s. 199), Yakup Çak/ Duran Çetin ile Kitaplar ve Kitapları Hakkında Söyleştik (dunyabizim.com 01.06.2012), Berhan Akay: Günümüz Gençliğinin Hâl Romanı: Aylaynırlı Kız (kitaphaber.com.tr, 18.04.2016), Mehmet Burhan / Portakal Kızım - Duran Çetin (kitaphaber.com.tr, 16.11.2011), Türk Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Ansiklopedisi (2. cilt, s. 134). 

 

BAŞARI HİKÂYELERİ YOKSULLUK ACISININ KAMÇILADIĞI YAZAR DURAN ÇETİN

BAŞARI HİKÂYELERİ

YOKSULLUK ACISININ KAMÇILADIĞI YAZAR DURAN ÇETİN

 

ALİ ERKAN KAVAKLI

 

Yokluk ve yoksulluğun diz boyu olduğu 1964 yılının bir bahar ayında Çumra ilçesine bağlı fakirlik kıskacındaki Apasaraycık köyünde dünyaya geldi. Yoksulluk içinde büyüdü. Üç-beş dönüm sulanmayan araziden elde edilen mahsul, ailenin yiyeceğine ancak yetiyordu. Çetin ailesi, besledikleri üç-beş koyun ve sekiz-on tavukla hayatını sürdürüyordu.

Ailenin üçüncü çocuğu olan Duran Çetin, erken yaşta okula başladı. Ablalarının yardımıyla okula gedip geliyordu. Kış günleri ablalarının sırtından inmezdi; çünkü bücür bir çocuktu. Ne defteri ne de kalemi vardı. Ablalarının eski defterlerini kullanırdı. İlk defterine kavuştuğunda sevinçten uyuyamamıştı. Okula kayıtsız devam etti. Okuma yazmayı sınıfta ilk o öğrendiği için yarıyıl tatilinden önce öğretmeni okula kaydını yaptı ve karne verdi.

Bulduğu her şeyi okumaya başladı. Bazen bir gazete parçası, bazen öğretmenin verdiği bir kitapçık…

Yamalı pantolon, rengi atmış siyah bir önlük ve lastik ayakkabıları ile okul hayatını sürdürdü.

Duran, İlkokul bitince kara kara düşünmeye başladı. Babasının onu okutma imkânı yoktu, köyden uzaklaşacağı için de Duran okumak istemiyordu. Çok zeki olduğu dilden dile dolaşıyordu.  Bir gün öğretmen evlerine geldi ve babasına şöyle dedi:

-Dayı! Duran, çok zeki ve çalışkan bir çocuk. Bu çocuğu mutlaka okut.

Babası çok sevindi, içi içine sığmaz oldu, lakin köyden okumak için henüz şehre giden olmamıştı. Böyle bir şeyi kendisi nasıl yapabilirdi? Babayı kara kara düşünceler sardı.

Bir başka gün köyün imamı:

-Dayı, Duran’ı okutalım…

-Neyle okutacam? Yemeye yetmeyo topraktan kaldırdıklarım.

-Ben okuturum onu. Kur’an kursuna yatılı veririm. Hem dinini, diyanetini de öğrenir…

Baba buna sevindi. İşin maddî külfeti yoktu:

-Tamam, dedi.

Kendisine dua edecek bir evlat yetişecekti, mutluydu.

Bunu duyan öğretmen tekrar Duranlara uğradı. Babayı kendince uyardı:

-Çocuğu Kur’an kursuna verecekmişsin, diye duydum. Duran okuyup büyük adam olacak çocuk. Oralarda heba olmasın.

Baba kararlıydı. Çocuğunu Kur’an kursuna yazdıracaktı. Öğretmen bu karardan hoşlanmadı fakat yapacak bir şeyde yoktu.

-Çocuk senin ama ben ortaokula göndermeni tavsiye ederim.

-Parasızlık, dedi ve içini çekti babası.

Bücür Duran, köyden ayrıldı ve Kur’an kursunda yatılı okumaya başladı.

Şehirde ticaretle uğraşan “Camızcılar”, Duran’ın okumaya gittiğini duyunca kendi çocuklarını okutmaya karar verdiler, ne de olsa kendileri daha varlıklıydılar.

Sonraki günlerde babası, Duran’ı Çumra’da yeni açılan İmam Hatip Lisesine kayıt yaptırmak istedi fakat kurs müdürü Duran’ı vermek istemedi. Babasına birçok vaatte bulundu. Duran da alıştığı yerden ayrılmak istemiyordu.

“Camızcılar” ısrar ettiler. Duran, köye tatile gelmişti. O günlerde akrabaları tarafından ikna edildi, Çumra İmam Hatip Lisesine kaydoldu, orada yatılı kalacak ve masraflarını “Camızcılar” karşılayacaktı. 

Duran, yatılı okulda düzenli çalışmayı öğrendi. Sabah-akşam etütlerde hiç boşa vakit geçirmezdi, sürekli ders çalışır ve kitap okurdu. Derslerde öğretmenleri çok dikkatli dinler, sanki sınıfta tek o varmış gibi davranırdı. 

Çumra İmam Hatip Lisesi son sınıfa gelince “Camızcılar” bursu kestiler. Babası son taksiti ödeyemediği için yurttan çıkarıldı. Bu sırada anneannesinin yanında kalıyor, kilometrelerce yürüyerek okula gidip geliyordu.

Üniversite sınavları yaklaşmıştı. Duran’ı sıkıntılar bastı. Yoksulluğun zorluğunu iliklerine kadar hissetti. Dershaneye gitme imkânı yoktu, üstelik başarılı olmak zorundaydı. Hele son yaşadıklarından sonra... Kendi kendine çalışmaya başladı. Ne bir test kitabı vardı ne de üniversiteye hazırlık... Arkadaşının verdiği kullanılmış bir kitaptan testler çözüyordu.

Üniversiteye giriş için iki sınav uygulaması vardı. İlkini başarıyla geçmişti. İkinci sınav Konya’da yapılmadığı için İzmir'e gidecekti. Şehir dışına ilk defa çıkacak olmanın verdiği korku ve heyecanı yaşıyordu. İzmir'e gidecek parayı bulamayınca ailenin boynu büküldü. Tam sınava girmekten vazgeçmişken kamyoncu akrabalarının İzmir'e yük götüreceğini duydu. Bir anda kendini yolda buldu. İzmir'de yıllardır görüşmedikleri akrabalarının evinde kalacaktı, bulamayınca aynı kamyonla geri dönmeye karar verdi.

Yolda karşılaştıkları tanıdıklarının kamyonuyla tekrar İzmir'e döndü. İzmir'de akrabalarının evinde kaldığı günün sabahında sınava girdi. Akrabalarının aldığı biletle Konya’ya döndü.

Üniversite sınavında başarılı oldu, üniversiteye yerleşti. Yokluk içinde başarı kazanmak, onu çok sevindirdi.

Köyde üniversiteye ilk giden oydu. Herkes ondan bahsediyordu.

Üniversite yıllarında sürekli kitap okudu. Dışarıdan farklı dersler aldı. Üniversite hayatını burslar ve yardımlarla sürdürdü. Mezun olduğu yıl, sınavı kazanarak Eskişehir’de öğretmenliğe başladı. Sürekli kitap okur ve okuduklarını öğrenicileriyle paylaşırdı.

Yerel gazetelerde köşe yazıları kaleme almaya başladı. Hikâyelerini kitaplaştırmayı düşünüyordu. İlk romanını tam altı yılda yazdı. Romandan önce iki öykü kitabı yayınladı.

Okuma ve yazma aşkı onu yazar olmaya zorlamıştı. Bir antolojide onunla ilgili şunlar yazılı:

“Anadolu'nun kavurucu yazından ve dondurucu kışından, dahası sımsıcak ve yanık bağırlı insanlarından kareler bulacağınız, anlamlı, gerçekçi ve çocuksu duyguları yaşayacağınız, gençlik yıllarına döneceğiniz hikâyelere imza atan yazar, okurken heyecanlanacağınız, üzüleceğiniz, duygulanacağınız; içinde kendinizi bulacağınız, gerçeklerle yüzleşeceğiniz, hayatın tam ortasından yazdığı romanları peş peşe yayınlandı...
            Çocuk eğitimine önem vererek masallar kaleme alıyor, okuma alışkanlığı kazandıracak öykülere imza atmaya devam ediyor.”  
             Öğretmenliğin yanı sıra yazarlığı sürdürüyor Duran Çetin. 25 civarında kitap yayınladı. Konya’nın milli yazarı kabul edilir. 2011 yılında Meram Belediyesi, hikâyelerini 75 bin adet bastırarak okullara dağıttı.

Kon TV.’de kültür ve kitap programları yapmaya başladı.

Zamanla edebiyat dergilerinin ve gazetelerin aradığı yazar oldu.

Konferanslar, seminerler, milli eğitim şube müdürlüğü, sendikacılık çalışmaları…

Yazarlık hayatında onu en çok sevindiren şey üniversitelerde kitaplarının tez konusu yapılmasıydı.

 

NETİCE:

Yoksulluk iyi bir kamçıdır, insanı başarılı olmaya zorlar.

İnsanlara faydalı olmak için yazmak, bunu başarmak ve okuyuculardan dua almak, Duran gibi inançlı bir yazarın en büyük tutkusudur.

 

Duran Çetin’in eserlerinden bazıları:

1. Bir Kucak Sevgi (Hikâye)

2. Güller Solmasın (Hikâye)
3. Bir Adım Ötesi  (Roman)
4. Kırmızı Kardelenler (Hikâye)

5. Yolun Sonu  (Roman)
6. Portakal Kızım (Roman)

7. Sana Bir Müjdem Var (Hikâye)

8. Gözlerdeki Mutluluk (Hikâye)
9. Toprak Gönüllüler (Roman)
10.Minik Göl (Hikâye)
11.Büyük Ödül (Hikâye)

12.Balkondaki Adam (Hikâye)
13.Gökkuşağı Yolculuğu (Masal)
14.Kül Yığını (Hikâye)
15.Sadece Ben (Roman)
16.Sevimli Kuş ve Susuzluk (Öykü)
17.Macera Peşinde (Masal)

18.Bir Yudum Şehir (Öykü)
19.Bekleyiş (Öykü)

20.Cüneyt  (Roman)

  

Ali Erkan Kavaklı (Akit Gazetesi)

Yazar: ALİ ERKAN KAVAKLI

PORTAKAL KIZIM

PORTAKAL KIZIM

 

ALİ ERKAN KAVAKLI

 

Edebiyatçılar genellikle olumsuzlukları anlatır. Fevkalade şeyler, sanatçının dikkatini çeker. Günlük, alâlâde şeyler yazmaya değmez. Sanatçı, bazen sıradan bir olayı çerçeveleyip sanatın büyüsüyle değiştirebilir.

Reşat Nuri, Yaprak Dökümü romanında dürüst bir adamın ailesinin dökülüşünü anlatır. Dürüstlük para etmez manası çıkar romanın bütününden. Yeşil Geceler, Tanrı Misafiri gibi hikâyelerinde softa tiplerini karalar. Halide Edip Adıvar, Vurun Kahpeye romanında benzeri bir yol tutar. Dindar-softa tiplemesi ile inançlı insanları töhmet altında bırakır.

Victor Hugo, Sefiller’inde tam tersi bir yol izler. Kötü adam Jan Valjan’ın başpiskoposun etkisiyle iyi adam oluşunu anlatır. Dostoyevski, Suç ve Ceza’da günah işleyen Raskolnikov’un vicdan azabını ve sonunda vicdanının sesine kulak vererek itirafını anlatır. İnsan Ne ile Yaşar isimli eserinde Tolstoy, yine iyi insanları anlatır.

Duran Çetin, Reşat Nuri, Halide Edip, Yakup Kadri’nin yaptığı edebiyata alternatif eserler yazıyor. Kötü insanların, iyi insan olmasını, dindar insanların hamiyetini, gayretini ve insanîliğini anlatıyor.

Portakal Kızım güzel bir roman. Dindar bir aile olan Azmi Bey ailesi, dini değerlere saygı duymayan Şinasi Bey ailesine insanlık dersi veriyor. Duran Çetin; Victor Hugo, Dostoyevski, Tolstoy gibi bir yol izliyor. Kötü insanların, iyi insanların etkilemesi sonucu iyilere karışmasını anlatıyor.

Başkaldırıyorum, Hicran, İntikam, İtiraf Ediyorum, Cehennem Vadisi gibi romanlarımda ben de aynı yolu izledim. Hele Başarıya Götüren Yol, Başarı İnanç İşidir, Öğretmeni Başarıya Götüren Yol, Beyin Gücünü Etkili Kullanma Sanatı, Evde ve Okulda Başarılı Eğitimin Sırları, En Sevilen Öğretmen Hz. Muhammed (sav) gibi başarı kitaplarımda tamamen olumlu, iyimser ve yol gösterici hikâyeler anlattım.

Sade, anlaşılır, akıcı ve güzel bir üslûbu var Duran Çetin’in. Romanı bir solukta okudum, bir günde bitirdim. Sonra da kendi kendime hayıflandım.

“Acaba Duran Hoca, bu romanı kaç günde yazmıştır? Bir günde bitirdiğim romanı.”

Roman, yazmak iğne ile kuyu kazmak gibidir. Kelimeler, cümlelerle paragrafları gergef gibi işler, pırlanta olaylar anlatırsınız… Sonra bölümler, olay ve insan bağlantılarını mekik gibi dokursunuz… Yazdığınızı döner bir daha, bir daha okursunuz. Gözden kaçan bir şey olmasın diye çırpınırsınız. Sonra sağınızda solunuzda eleştirmen ararsınız. Kitap çıkmadan mutlaka birkaç kişiye okutup gözden kaçan hatalar varsa düzeltilmesini istersiniz. Eleştirmenlerinizin söylediklerini dikkate alarak romanı yeniden gözden geçirirsiniz. Bazı bölümleri atarsınız, yeni bölümler eklersiniz, bazı kısımları değiştirirsiniz.

Sonra yayınevine gönderirsiniz, bir editör bulup okuturlar. Editör, bir sürü eleştiri getirir. Eleştirilere bakarak bir kere daha yeniden yazarsınız. Romanınız yayınladığı için sevinirsiniz.

Sonra acaba okuyucu ve eleştirmenler ilgi gösterecek mi diye bir meraka kapılırsınız. Kimse okumaz, eleştirmez, hatta görmezden gelirse yandınız demektir. Yayınevi bir daha kitabınızı basmaz.

Allah’tan Duran Çetin’in öyle kaygıları yok. Okunan bir yazar. Kendini okutmayı biliyor. Portakal Kızım’da okuyucu, sonuçta kötü kadın Nebahat Hanımın canının yandığını ve yaptıklarından pişman olduğunu görüyor. Romanın başında karakolluk olan Nebahat Hanımın oğlu kötü genç Okan’ın İngilterelerde üniversite okuyup iyi bir insan olduğuna şahit oluyor. Nebahat Hanımın kocası Şinasi Bey de değişiyor. Arka arkaya yaşadığı trajik olaylar, ona tuttuğu yolun yanlış olduğunu gösteriyor.

Olan onun zavallı annesi Naciye Hanıma oluyor. Zavallı ihtiyar, Nebahat Hanım tarafından istenmeyen kadın ilân ediliyor. İhtiyar, ne yapsa gelini Nebahat yanlış anlıyor ve ters cevap veriyor. Bir gün Şinasi’ye resti çekiyor ve bu kadını evden uzaklaştır, diyor. Ev, edepsiz gelin yüzünden cehenneme dönüyor. Kadıncağız, çareyi huzur evine gitmekte buluyor.

Taşınmadan önce apartmandaki dindar Azmi Bey ailesi ile Naciye Hanım Teyze dost oluyor. Huzur evine gittiğinde de onlar, ihtiyarı ziyaret edip hal hatır soruyorlar. Çok geçmeden Naciye Teyze, Hakkın rahmetine kavuşuyor. Bu durum karşısında ne yapacağını bilmeyen Şinasi Beyin imdadına Azmi Bey yetişiyor, ona yardım ediyor. Cenaze kaldırılıyor. Şinasi Bey, burada kırılma yaşıyor.

Okan, kız arkadaşı Deren yüzünden gece kulübünde kavgaya karışıyor, hapse düşüyor. Hapishanede tanıştığı dindar Musa Bey sayesinde tuttuğu yolun yanlış olduğunu anlıyor ve dindarlaşıyor. Sonunda Azmi Bey ve Şinasi Bey aileleri birbirine yaklaşıyor. Romanın başından itibaren aykırı figür olan Nebahat Hanıma bir araba çarpıyor ve kadın felç oluyor. Duran Çetin romancılığını gösteriyor ve Nebahat Hanımı, romanın başında oğlunu karakoldan almaya giderken arabasına bindiği ve küçümseyip hakaret ettiği taksi şoförünün eliyle hastaneye kaldırıyor. Kadın kötülük ettiği insanlardan iyilik görüyor. Hakaret ettiği komşuları Azmi Beyin eşi Gülseren Hanım, kötü günlerinde onları yalnız bırakmıyor, ziyaret ediyor, dostluk eli uzatıyor. Sonunda İngiltere’de mühendislik okuyan Okan, Azmi Beyin dindar kızı Esra ile nişanlanıyor.

Roman mutlu sonla bitiyor. Nebahat Hanım ve Şinasi Bey, ihtiyar kadına ettikleri kötülüğün cezasını pişmanlık duyarak görüyorlar.

Duran Çetin, İslâmî literatüre hâkim bir romancı. Romanda Yusuf kıssası, nefsini terbiye için su ibriği taşıyan Hz. Ömer’in hikâyesi, komşuya iyilik yapmayı tavsiye eden hadisler dizisi, Kur’an âyetleri, Necip Fazıl’ın Karacaahmet şiiri yer alıyor. Romanda derin kültürünü konuşturuyor. Hz. Mevlânâ torunu bir yazara zaten kültürlü olmak yakışır.

Duran Çetin’in Bir Adım Ötesi, Yolun Sonu adlı iki romanı ve Kırmızı Kardelenler, Güller Solmasın, Bir Kucak Sevgi isimli hikâye kitapları var. Duran Beyin yeni çıkacak hikâye kitabının adı, bir kaza olup değişmezse “Sana Bir Müjdem Var” olacak. Kitaba ismi ben verdim.

Uzun soluklu bir yazar Duran Çetin. Duru bir üslûbu sahip. Anlatacakları var.

Portakal Kızım fevkalâde güzel bir roman. Okumaya değer.

Not: Duran Çetin’in Beka yayınları arasında çıkan bütün eserlerini tavsiye ederim.

Ali Erkan KAVAKLI

 

Yazar: ALİ ERKAN KAVAKLI

DURAN ÇETİN’İN HİKÂYECİLİĞİ

DURAN ÇETİN’İN HİKÂYECİLİĞİ  

 

ALİ ERKAN KAVAKLI 

    

Bekleyiş, ünlü hikâyeci Duran Çetin’in 18. Kitabı. Bugünü kadar 11 hikâye, 5 roman 2 masal kitabı yayınlayan yazar, nefis bir üslûpla hikâyeler anlatıyor. Kimi zaman olay kimi zaman durum hikâyesi kaleme alan yazar, iyi bir gözlemci. Hayat ırmağı içinde akıp giden insanları gözlemliyor ve onları içinde bulundukları mekân ile beraber, psikolojik derinlikle ele alıyor, yaşadığı dünyayı anlatıyor yazar.

Zengin bir hafızası var Çetin’in. Çocukluğuna uzanıyor, yaşadığı köye ve yoksul köy hayatına ait vakaları hikâyeleştiriyor.

Yazar, hikâyeleri ustaca kurguluyor. Kahramanların çoğu tanıdığı insanlar. Zamana ayna tutuyor. İnsan en iyi, en iyi bildiği şeyleri anlatır. Onun kahramanlarını siz de bir yerde gördüğünüzü, kimisini mahalleden kimisini köyünüzden tanıdığınızı zannediyorsunuz.

Kitabın ikinci hikâyesi “Radyo”nun kahramanları, yazarın çocukluk yıllarında tanıdığı insanlar. Köyün ileri gelenlerinden Ellez, köy ağası Musa’ya rekabet duygusuyla varını yoğunu satarak bir radyo alır. O zaman herkeste radyo yoktur, hele televizyonun esamesi okunmaz. Haberler, arkası yarın programları, türküler… Hem Ellez hem de mahalle radyo programlarını kaçırmazlar. Günün birinde radyo çalmaz olur. Sesin nereden geldiğini merak eden çocuklar, pilleri söküp takmışlar ve radyo çalmaz olmuştur. Birkaç gün radyo susar. Bütün mahalle tedirgin olur, programlar kaçmaktadır. Sonunda Ellez, mahalle baskısına dayanamaz, radyosunu alır şehre tamir ettirmeye götürür. Şehirdeki bir dostunun evine uğrar, derdini anlatır. Dostu radyoyu eline alır, pilleri çıkarır, yeniden takar ve radyo çalışmaya başlar. Ellez’in keyfine diyecek yoktur.

Sıradan bir olayı anlatıyor Çetin. Olayın geçtiği çevreyi ve kahramanların psikolojilerini, sosyal çevreyi ihmal etmiyor. Böylece keyifle okunacak hikâyeler ortaya çıkıyor.

             ÇETİN, hikâyeyi hikâye yapan unsurların farkında. Olayın geçtiği mekânları ihmal etmiyor. Alaeddin Tepesi hikâyesinde, hikâye kahramanı Alâeddin Tepesi’ni gezer ve Alâeddin Camisini ve cami içindeki türbeleri ziyaret eder. Tarih ve kültür bilincine sahip kahramanımız, kalabalıkların ve yığınların bilinçsizliğinden şikâyetçidir. 

Yazarın dili ve tasvir gücünü örneklemek açısından aşağıdaki satırlar okunmaya değer:

“Dikkatlice merdivenlerden indi. Mahzen kapısına yürüdü. Aşağısı görünmüyordu, karanlıktı. Mahzendeydi sultanlar, yakınları, ileri gelenler, yönetenler, emir verenler, savaşanlar, meydanlarda kahramanlık yapanlar, hayatlarını savaşlarla geçirip ulvî gayelerini gerçekleştirmek için çalışanlar. Hepsi buradaydı. Ruhları diriydi, canlıydı düşünceleri, hedefleri, geçerliydi sonsuza kadar.

Bahçeden şehre baktı. Geçmişten günümüze döndü. Manzara muhteşemdi. Alâeddin Tepesi’nden bir başka görünüyordu. Konya bembeyazdı, tertemiz bir hava soluklanıyordu. Bir devrin muhteşem başkenti Konya, yüksek binaların boy gösterdiği devasa bir şehirdi artık…

Bir dönemin başkenti, sarayı, camisi, devlet idare yeri, merkezi burasıydı. Tarihi değiştirenler buradaydı. Tarihe yön verenler bunlardı. Hemen aşağıdaki caddeden akıp giden insanlar, sokakları dolduruyor, koşuyor, koşuşturuyordu. Kaybettiği ruhunu arıyorlardı. Duyarsızdılar. Yüzyıllar öncesinden haykıran uyarıcıya kulak vermiyorlardı. Yaşanan vefasızlıktı belki de. Duyarsızlıktı geçmişe. Günü bugün olarak bilmekti.

Masmavi gökyüzünün altında bembeyaz bir örtünün kuşattığı geçmişti gezdiği, gezindiği yerler. Alâeddin Tepesi’nden aşağı inerken yaşanan ruhsuzluğun sebebini düşünüyordu. Yoksa onlar da mı küsüp ruhlarını alıp gitmişlerdi.”( Bekleyiş, s.21)

Hikâyedeki olayları, gazete veya televizyon haberinden ayıran, yazarın kullandığı dildir. Sanatçının ne anlattığı kadar nasıl anlattığı da önemlidir. Yazar, kelime işçisidir ve dil ustasıdır. Eğer ortada üslûp yoksa anlatılan olay hikâye olmaz.

Duran Çetin bütün bunların farkında.

Sade, yalın, akıcı bir dili var.

Pürüzsüz bir Türkçe kullanmaya gayret ediyor.

Alâlade şeyler anlatılmaya değmez.  Sanatçının dokunduğu tema, sıradan olmaktan çıkar, çıkmalıdır. Sanatçı bunu da üslûbu ile sağlar.

Duran Çetin, iddiasız bir üslûp kullanıyor. İddiasızlıkta iddalı.

Tarih, kültür ve maneviyat bilinci olan bir yazar Çetin. Eserlerinde moral değerleri önemsiyor. Tarih bilincinin önemini ve dinin yol göstericiliğini, anlattığı hikâyelerde önemle hissettiriyor.  

Alâeddin Tepesi’nde gezen hikâye kahramanı geçmişe uzanıyor, türbeleri ziyaret ediyor ve türbe içindeki Selçuklu sultanlarının büyük ideallere sahip olduğunu, hayatlarını yüksek idealler uğrunda harcadıklarını, tarih yaptıklarını vurguluyor. Atalarımızın sahip olduğu ideallere sahip olmayan caddedeki kalabalığı uyarıyor yazar.

Haksız mı?

Hayır.

Kalabalıklarla millet arasında bilinç ve ideal farkı vardır.

Yazar ideal sahibi ve bilinçli nesiller yetiştirme davasında.

Yer yer yazarın öğretmenliği hikâyelere yansıyor.  Yaşadığı gibi yazıyor Duran Çetin, benimsediği temel ve moral değerleri hikâyelere nakşediyor. Bunları bir ders verir gibi anlatmıyor elbette, kahramanlarına söyletiyor.

Bir Gündü” hikâyesinin kahramanı annesinin mezarını ziyaret eder ve şunları düşünür:

“İşte yatacağımız yer burası. Her gün bakarım buraya. Gideceğimiz yer. Kötülük yapmaya değmez. Kimseyi kırmaya değmez. Eve geleni boş çevirmeye değmez. Derken gözleri ufka dalar giderdi. İşte geldik, işte gideceğiz, dediğinde her zaman olduğu gibi “Allah gecinden versin!” duamın cevabı gelirdi:

-Allah hayırlısını versin. Hakkımızda ne hayırlısıysa onu versin.” (Bekleyiş, s. 24)

Duran Çetin’in anlattığı idealist insanlar sadece tarihte yaşamazlar, onların bir kısmı içimizde, aramızda, yanı başımızdadır.  “Dozer Operatörü” hikâyesinin kahramanı Abdullah bunlardan biri. Abdullah, sadece mesai saatlerinde çalışmaz. İş bitene kadar çalışır. Onun çalışkanlığı, tembel mesai arkadaşlarını rahatsız eder, hatta bu şikâyetler amire kadar ulaşır fakat Abdullah bunlara aldırmaz. O Alman ve Japonlar gibi memleketimizi yükseltmek ister ve herkese şunları söyler:

“Almanya, savaşta yıkılmış, taş üstünde taş kalmamış, yakılmış, nerdeyse yok olmuştu. Şimdi bizim insanımız onlara işçilik yapıyor. Dünyanın en zengini oldular. Düzenli çalıştılar, fazla çalıştılar. Japonlar da öyle… Biz? Biz ne yapıyoruz? Milletin kalkınması için her gün birazcık fazla çalışmak en güzel olanı. Benim ülkem bunlardan geri neden kalsın? Bizim dedelerimiz dünyayı yönetmişken şimdiki halimize bakın. Herkes bizi yönetmeye kalkıyor. Ne olacak birazcık fazla çalışsak…” (Bekleyiş, s.30)

Benzeri fikirleri Mehmet Akif’in Safahat’ında okursunuz. Süleymaniye Kürsüsü’nde Abdürreşit İbrahim Efendi, Japonları anlatır ve kalkınmanın yolu ilim, çalışmak ve milli benliği korumaktan geçer, der.

Necip Fazıl Kısakürek, Sakarya Türküsü şiirinde büyük millet olma şuurunu anlatır. Tuna ve Nil’in Sakarya’nın kardeşleri olduğunu söyler. Yeniden ayağa kalkmayı telkin eder.

“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya…

Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!”

Duran Çetin milli ve manevi duyguları güçlü, idealist, yeniden büyük Türkiye’yi kurma tutkusu taşıyan, sade ve akıcı bir dille, keyifli ve güzel hikâyeler kaleme alan bir yazar.

Bekleyiş, Portakal Kızım, Yolun Sonu, Bir Kucak Sevgi, Güller Solmasın, Bir Adım Ötesi, Kırmızı Kardelenler, Sana Bir Müjdem Var, Gözlerdeki Mutluluk, Toprak Gönüllüler, Minik Göl, Büyük Ödül, Balkondaki Adam, Gökkuşağı Yolculuğu, Kül Yığını, Sadece Ben, Macera Peşinde, Bir Yudum Şehir yayınlanmış eserleri.

Usta bir yazarı okumanızı tavsiye ederim.  

 

Yazar: ALİ ERKAN KAVAKLI

GÜNÜMÜZ GENÇLİĞİNİN HÂL ROMANI: AYLAYNIRLI KIZ

GÜNÜMÜZ GENÇLİĞİNİN HÂL ROMANI: AYLAYNIRLI KIZ

 

BERHAN AKAY

 

Bir kitap nasıl anlatılır diye düşünmeden yazmak gayri kabil bir durum. Onun için okumak ve içeriğine hâkim olmak ve bir de yazarın neyin peşinde olduğunun izini sürmek gerek. Kitabı satır satır okuyunca, satır aralarında size fısıldadığı gizem veya giz dolu iç seslere tebelleş oluyorsunuz. Yani insanda olan özelliklerin aynısını roman satırlarında buluyorsunuz. Böyle olunca da ‘evet bu kitap beni anlatıyor’ diyorsunuz ve okuma hızınıza hız katıyorsunuz.

Paragraflar arttıkça sizde de var olan ikilemler derinleşiyor. Ha dediğiniz zaman olmuyor ki diyerek okumaya devam ediyorsunuz. Defalarca karar alıyorsunuz, bozuyorsunuz kararınızı. Kahraman da aynı şeyleri yapıyor. Doğruyu bulduğunu düşünüyor. Evet, doğru olan budur, diyor ama doğruyu bilmek ya da bulmanın güzelliğini uygulama safhasına koyamamanın sıkıntısını yaşıyor.

Kitap, eğlenceli bir şekilde sizi sona doğru sürüklüyor. Bazen kahkaha attırıyor bazen derinden düşündürüyor. İroni boyutunu atlamamak gerek, öyle bir noktaya getiriyor ki, inandığın gibi yaşamadığın hayatın, yaşadığın gibi inanmaya başladığın hayatın neresinde kaldığını ya da nerede durduğunu sorgulatıyor.

Aslında bir okul romanı gibi başlıyor. Belki de öyle devam ediyor. Selin bir kahraman olarak birçok insanı temsil ediyor. Süslenmeyle kendine güven sağlayandan tutun da süslenmeden kendisinin zavallı konumda olduğunu düşünen bir kesime kadar. Temsil kabiliyetiyüksek bir roman kahramanı Selin. Kitabın ismindeki aylaynıra bakarak sadece aylaynır takıntısı bir kitap olarak bakmayın. Süslenmenin arka planında var olan/olabilecek duyguları ifade ediyor. Süslenme hastalık derecesine ulaşınca neler olabilecek onu gösteriyor.

Sadece süslenme değil elbet mevzu bahis olan. İnanmış birinin inandığı gibi yaşayamamasının gerekçeleri ve bahaneleri de sıralanıyor romanda. Dindarlık ile dindar olmadan yaşanan hayatın nasıl çatıştığını anlatmada iyi bir yol takip etmiş denebilir. Belki de en önemlisi çok uyarıcı olması, her şeyi kendim için yapıyorum, diyenin yaptıklarının kimin için olduğunu düşünmesini bir kurşun ağırlığında cümlelerle okuyucuya ‘aslına dön’ çağrısı yapıyor.

“Kızımız, fiil çekmesini bilmiyor ama dört elif aylaynır çekebiliyor.” diyerek süslenme ve beğenilme arzusunun hangi boyutlara taşındığını gözler önüne seriveriyor.

Bir de günümüz belası olarak düşünülen teknoloji bağımlılığı veya sosyal medya içinde asosyal olan insanı anlatmak için gençlerin dilini iyi kullanan yazar, çarpıcı örneklerle sosyal medya bağımlılığını eleştirirken kurtulma yollarını da anlatıveriyor.

Hele tarihi bir anekdot var ki, insanı düşünmeye sevk ediyor:

“1932 yılında Cumhuriyet gazetesinin tertiplediği güzellik yarışmasını Keriman Halis kazanmıştı. Aynı yıl Belçika'nın Spa şehrinde 28 ülkenin katılmasıyla dünya güzellik yarışması düzenlenmişti. Keriman Halis, bu yarışmaya Türkiye'yi temsilen katıldı. Günlerce Spa şehrinde kalan güzeller, çeşitli kişilerle görüştü ve konuştular. Yarışma gününde jürinin önünde kızlar birer birer geçip giyimleriyle, bakışlarıyla, tebessümleriyle puan toplamaya çalıştılar. Jüri salona geçip, puan değerlendirmesi yapmak istedi. Başkan buna izin vermedi ve kürsüye geçerek:

-Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa'nın, Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 1400 senedir dünya üzerinde hâkimiyetini sürdüren İslamiyet’i artık Avrupa bitirmiştir.

Bir zamanlar sokağı pencere arkasından seyreden Müslüman kadınların temsilcisi, Türk güzeli Keriman, mayo ile aramızdadır. Bu kızı, zaferimizin tacı kabul edeceğiz, onu kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzel varmış, yokmuş bu önemli değil... Bu sene Avrupa'nın zaferini kutluyoruz.

Bir zamanlar Fransa'da oynanan dansa müdahale eden Kanuni Sultan Süleyman'ın torunu işte mayo ile önümüzdedir. Kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de bize uyan bu kızı beğendik.

Müslümanların geleceğinin böyle olması temennisiyle, Türk güzelini dünya güzeli olarak seçiyoruz. Fakat kadehlerimizi Avrupa'nın zaferi için kaldıracağız."

Selin'in kararlarını uygulama konusunda oldukça etkili olan bu olay, belki de bizim unuttuğumuz hatta hiç bilmediğimiz bir gerçeği gün yüzüne çıkarıyor…

Bir de bir gencin mücadeleci olması gerektiğini haykırıyor roman: İnanıyorsan inancının gereğini yerine getir…

Roman kahramanları ilginç tipler: Selin, Arzu, Behice, Sena, Ayşe, Huriye, Leyla, Feyza (Feraceli Kız) Batılı Yobaz, Sosyetik Küllük ve diğerleri ayrı dünyaları temsil ediyor.

Kitabın adına bakarak sadece kızların okuyacağı bir kitap olarak düşünülmemesi gerektiğini özellikle hatırlatmak istiyorum. Okuyan herkesin hissesine düşenleri alacağı bir roman olan Aylaynırlı Kız’ı başarılı buluyor ve okunması gerektiğini düşünüyorum.

Duran Çetin 

Aylaynırlı Kız

Beka Yayınları

KAYNAK: Berhan Akay (kitaphaber.com.tr, 18.04.2016)

 

Yazar: BERHAN AKAY

DURAN ÇETİN’İN SON KİTABI: “TOPRAK GÖNÜLLER” ÇIKTI

DURAN ÇETİN’İN SON KİTABI:

“TOPRAK GÖNÜLLER” ÇIKTI

 

Sitemizin yazarlarından öykücü, romancı Duran Çetin’in, dördüncü romanı “Toprak Gönüllüler” Beka yayınlarından çıktı.

2000 yılında yayınlanan “Bir Kucak Sevgi” ve “Güller Solmasın” isimli öykü kitaplarıyla yola çıkan yazar son olarak da İstanbul Beka Yayınlarından dokuzuncu kitabı olan romanı “Toprak Gönüllüler” ismiyle çıktı. Her kesimden insanımızın dertlerini, kültür ve yaşam biçimlerini işleyerek, okuyucuyla bütünleştirme düşüncesiyle öykü ve romanlarını yazmaya ve yayımlamaya devam eden yazar Duran Çetin hayatı her yönüyle yansıttığı eserlerinde, Anadolu’nun sıcacık sesi olma yolundaki çabalarını sürdürüyor.

ÇETİN, DURAN, 1964’te Apasaraycık köyü/Çumra/Konya’da doğdu.
İlkokulu Apasaraycık köyünde, orta ve liseyi Çumra’da okudu (1981). SelÜ İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi (1986).
Sarıcakaya/Eskişehir, Turhal ve Kulu’da öğretmenlik yaptı. Öğretmenlik mesleğini halen Çumra’da sürdürmektedir.
Edebiyat hayatına Bir Kucak Sevgi adlı kitabında topladığı öykülerle başladı. Öyküleri, edebistan, dergibi ve kırkikindi adlı internet sitelerinde yer aldı.
Öykü kitapları dışında, Bir Adım Ötesi (2002), Yolun Sonu (2004), Portakal Kızım (2005), Toprak Gönüller adlı romanları bulunmaktadır.

Öykü Kitapları:
Bir Kucak Sevgi (Enes Kitap Sarayı, Konya 2000, 5 öykü: Gelin Gözü; Hayat Devam ediyor; Nazmiye teyze Öyle Diyoo!; Bir Kaza; Ütme)
Güller Solmasın (Kitap Dünyası, Konya 2000, 7 öykü: O Bir Anne; Güller Solmasın; Sonradan Görme; Hayata Dönüş; Boyacı; Unutulmaz Bir Gün; Bir Dost)
Kırmızı Kardelenler (Beka, İstanbul 2003, 17 öykü: Karakol Çağrısı; On Üç Yıl; Küp İçinde Küp; Kırmızı Kardelenler; Sorgulama; Ekipler Amiri Ahmet; Bir Garip Yolcu; Otel Odası; İftar; Honça, İhtiyaç Anında Kırınız; Dağdaki Kulübe; Bisiklet Sevdası; Yağ Desen Yağ Değil, Bal Desen Bal Değil; Maç; Cami Ağası; Vuslat)
Sana Bir Müjdem Var (Beka, İstanbul 2006, 15 öykü: Sel; Çerçi; Bekçi Murtaza; Dikkat; Sana Bir Müjdem Var; Su; Umutların Bittiği Yer; Semer; Dişsiz Anahtar; Yasadığı Gibi Öldü; Maçı Kaçırmayalım; İcra; Acemi Efe; Çığlık; Günes Tutulması)
Gözlerdeki Mutluluk (Beka, İstanbul 2007, 13 öykü: Ocak; Sıcak Çorba; Ah O İmza; Lastikli Minare; Evden Çık; Balıkçı; Son; Susuz Musluk; Tartalım Abi; Soygun; Ay Tutulması; Soğuk Bir Gün; Gözlerdeki Mutluluk)

 

Yazar: EDEBİSTAN

İÇİMİZDEN GELEN NAĞMELERİN VÜCUT BULUŞU: BALKONDAKİ ADAM

İÇİMİZDEN GELEN NAĞMELERİN VÜCUT BULUŞU: BALKONDAKİ ADAM

 

EYÜP TOSUN

 

Duran Çetin’in art arda iki öykü kitabı çıktı. Beka Yayınları arasından çıkan kitaplardan birinin adı Büyük Ödül diğeri ise Balkondaki Adam’dır. Ben bu yazımda Balkondaki Adam’dan bahsedeceğim sizlere.

Şimdiye kadar hiçbir kitap kapağı beni bu kadar düşündürmedi desem abartmış mı sayılırım? Hiç de sayılmam! Balkondaki Adam’ın kapağı beni çok etkiledi. Kapak üzerine düşünmem kitabı okumaktan daha da uzun sürdü. Eliyle yüzünü kapatmış bir adam portresi ile karşı karşıya kalıyoruz kapakta. Ama renk uyumu ve fotoğraf kompozisyonu gerçekten de harika. Genelde insanlar bir kitabı alacakları zaman öncelikle hemen arka kapağını çevirirler ve orada kitap hakkında yazılanları okurlar. Haksız da değillerdir. Balkondaki Adam’da ise bu durum farklıdır. Çünkü bana göre kitabı okuyucuya okutacak şey arka kapak tanıtım değildir. Belirttiğim gibi ön kapak tasarımıdır. Bakalım sizler kitabı görünce bana hak verecek misiniz?

Kitap; Caddedeki Yalnızlık, 30 Yıl Sonra, Bir Kuş Uçtu, Balkondaki Adam, Ben Seni Ararım, Âdem’in Oğulları, Kavun Tarlası, Deli ve Durmuş, Islak Hayat, Satıcı, Hacı Murat, Kırlangıçlar, Gelinlik Kız, Beynamaz, Yangın, Adliye Koridoru, Zekât, Gece ve Gündüz adlı toplam on sekiz öyküden oluşmaktadır.

Duran Çetin, okuyucuyu bir yerinden yakalamayı iyi biliyor. Ve bunu ustalıkla öykülerine yansıtıyor. Kitapta genel olarak sade bir dil kullanılmıştır. Bilemeyeceğimiz kelime de yok denecek kadar azdır. Öyküler akıp gitmektedir. İnsanı kendine tıpkı bir mıknatıs gibi çekmektedir. Öykülerdeki kurgu, kusursuzdur.

Öykülerde anlatılan yaşamlar, anılar, acılar, sevinçler, hayretler kısacası her şey bire bir hayatın içindendir. Yani her bir öyküde sanki kahraman bizizdir. Ve biz yaşıyoruzdur sanki anlatılanları. Şüphesiz her eserin okuyucuyu bir şekilde bir yerinden yakalaması lazımdır. Eğer okuduğumuz eserde kendimizden bir şeyler bulamazsak o eseri her ne kadar okuyup bitirsek de bize sıkıcı gelmiştir.

Balkondaki Adam’ın hepimizi bir yerimizden yakalayacağı kanaatindeyim. 30 Yıl Sonra adlı öyküde, mesleğine yeni başlamış bir gencin çok acıdığı için çıkarıp parasının yarısını adama hiç düşünmeden vermesini ve aradan 30 yıl geçmesine rağmen o adamın yine aynı tavırlar içinde olduğu görmesi tam bir kara mizahtır. Sonra Zekât adlı öykü de hakeza böyledir. Bakın etrafınıza lütfen. Bunlar gibi yüzlerce örneği bizzat sizlerde yaşıyorsunuz. Öyle değil mi?

Duran Çetin, bazı öykülerinde de bizlere mesaj vermekten zevk duyar. Bunu yaparken kelimeleri kafasında kurduğu olaylara mükemmel bir şekilde yerleştirir. Verdiği mesajlarla bizleri düşündürür, gülümsetir ve hayatın hangi şekillerde devam ettiğinin farkına vardırır. Ders vermez mi peki Duran Çetin? Deli ve Durmuş, Beynamaz adlı öykülerinde insanlığımızı sorgulatır bizlere.

Öykülerin hiç biri bitmiyor bence. Yazar bilerek koyuyor noktayı. Öylesine. Okuyucuya bırakıyor belki de bazı şeyleri. Hiç bitiremediğim öyküler oldu benim. Ya da çok değişik yerlere götürdüğüm öyküler. Bakalım sizler neler yapacaksınız?

Balkondaki Adam adı da boşa değildir hani. Öykülerde bunu çok iyi hissediyorsunuz. Çünkü süper bir gözlemciyle karşı karşıyayız. Sanki biri daima hayatı tüm canlılığıyla izliyor ve notlar alıyor. Bunu yaparken de büyük bir zevk alıyor. Ve saklanıp gizlenmiyor da. Çok cesur bir şekilde olaylara karışıyor ve böylece de bizden biri olduğunu kanıtlıyor.

Sahi, kim bu Balkondaki Adam yahu?

Duran Çetin mi dersiniz?

Bilmem…

Eyüp TOSUN

(müsvedde dergisi genel yayın yönetmeni)

  

Yazar: EYÜP TOSUN

DURAN ÇETİN’İN DİLİ

 

DURAN ÇETİN’İN DİLİ

 

HÜZEYME YEŞİM KOÇAK

 

Üç roman, beş öykü sekiz eserin sahibi Duran Çetin, son öykü kitabı “Gözlerdeki Mutluluk’da” da ustalığını gösteriyor.

Karakterlerini seçerken titiz, korunaklı davranıyor. Biraz unutulmuş, geriye itilmiş, kıymeti bilinmemiş bir dünyanın kahramanlarını öne çıkarıyor.
Ferdiyet kapanında, bulantılı sallantıda, kapalı kişiliklerin hikâyeleri değil yazdıkları…
Taşralı, Anadolu’dan, çoğu mütedeyyin, aşırılıkları barındırmayan, dürüst ortalama insanlar.
Onları günlük yaşamlarında yakalıyor; sade, abartısız sürükleyici bir dille anlatıyor. Hepimizin başına gelebilecek hadiselerden; çoğumuzun belki üzerinde durmadığı ayrıntılardan; çeşitli insani hâl ve durumlardan, rahatça arı duru öyküler çıkartabiliyor.
Ev arayışlarından(Evden Çık), su sarfiyatına(Susuz Musluk); icraya hacize(Ah O İmza), çorbaya(Sıcak Çorba); güneş, ay tutulmasına(Ay Tutulması) kadar, bir paylaşım, hayat zenginliği kitaplarına giriyor.
İroniden pek hazzetmemesine rağmen, “Lâstikli Minare”, ironik ilginç bir öykü.(Gözlerdeki Mutluluk; sh. 31, Beka Yayınları)
“Balıkçı”, “köylü kafasının çalışmadığını” düşünüp küçümseyenlere karşı Anadolu insanının cevabını, zekâsını dile getiriyor.
“Tartalım Abi”, yazarın kendisinin de dahil olduğu bir öykü.
“Gözlerdeki Mutluluk”; adını da verdiği kitabın, bir mutluluk sırrını da fısıldayan, güzel öykülerinden.
Öykülerin sonunda, -duruma göre- açık bir çözüm, teklif ya da seçenek getirmek, hatta yön tayin etmekten kaçınmıyor Duran Bey.
“Edebi İktidarı” önemsemeyerek, iyiden güzelden yana –çekinmeksizin- tavrını koyuyor.
Duran Çetin’in edebiyatın üstünde gözettiği bir “ölçü” var. Ve “Öykü dünyası” da, net sarih bir şekilde buna göre şekilleniyor; hep bir hedefi, hikmeti önceleyen metinlerde.
Öykülerinin içinde sizi çeken bir yumuşaklık, samimiyet, hatta şefkat seziliyor.
Bir “eğitimcinin” hayat üslûbu, örnek tavrı sızıyor bazen. Öykülerinde öğrenciler, çocuklarla da sıkça karşılaşılıyor zaten.
Bir öyküsünde dediği gibi, “Aydınlık yolları keşfetmek, aydınlık yollar açmaya devam etmek” gayesinde.
“Karıncaları bile incitmeyen birisi olacağım.” (“Bir Kucak Sevgi” isimli kitabından, “Hayat Devam Ediyor”, sh.60; Beka Yayınları).
“Dişsiz anahtar olmaz. Ancak dişleri olan anahtarla kapı sana açılır(…) Kapının her şeyi onda gizlidir. Kapının önündeki ve arkasındakiler de onlara bağlıdır…” (“Sana Bir Müjdem Var” isimli kitabından; “Dişsiz Anahtar” öyküsü; sh. 85-87; Beka Yayınları)
Merkez noktasını anlatan, birkaç cümle; “Portakal Kızım” isimli romanının sonundan:
“…Allah Resulü(s.a.s.) buyurdular ki: “Kur’an okuyan ve onunla amel eden müminin misali Ütrücce(portakal cinsinden kokusu güzel tadı hoş bir meyve) gibidir….”
İnançlı insanın hayata nasıl bakması, yaşaması gerektiğine dair bir bakış, duruş veya kalkış…
“Yazarın, Kasım ayında Edebistan’da yayınlanan, “Beklenen/Balkondaki Adam” öyküsü ise, olay hareketliliğinden ziyade, düşünce ağırlığıyla dikkat çeken farklı bir öykü.
Yazının hayatın gerektirdiği belirlenmiş bir güzergâhta; müjdeli, sevgiye gönüllü, ferah öyküler yazıyor Duran Çetin.

KAYNAK: Hüzeyme Yeşim Koçak (Edebistan, 01/11/2007)

 

Yazar: HÜZEYME YEŞİM KOÇAK

AYLAYNIRLI KIZ

AYLAYNIRLI KIZ

 

HÜZEYME YEŞİM KOÇAK

 

Duran Çetin’in farklı bir yerde duran romanlarından Aylaynırlı Kız. İroniyle bezenmiş, kıvrak duru bir dil, öğrenci Selin’in dilinden bir farkındalık, yürüyüş hikâyesi.

Ancak Selin’in iç çelişmelerini, nefsiyle çekişmeleri, tereddüt ve bocalamalarını bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Geldiği, durduğu nokta birden gerçekleşmiyor. Bu da romanın tesirini artırıyor.

Genç kızın hissiyatına, bazı ruhî tezahürlere, vicdan seslenişine hangimiz şahit kalmamışızdır:

“Cennet var, kesin biliyoruz ve inanıyoruz ama girmek için en küçük bir çabam olmuyor, olamıyor. Sanki cehenneme hazırlanıyor gibiyim. Cehennemden korkuyorum, ama günah işlemekten korkmuyorum. Bu nasıl tezat!

En önemlisi de şeytan. Şeytan denince ürkmem gerekir, ama hiç ürküntü yaşamıyorum. Sanki dost gibi geliyor bana. Biliyorum ki beni duyarsız kılan da şeytan. Uzak olamıyorum…

Hayatım gibi kafam da karmakarışık. Ne yapacağımı bilmiyorum.” (sf. 60)

Yazar bizi örtünme biçimlerimiz, dış göz vurgusundan iç gözümüzü nasıl açmalıyız, derinleşmeliyiz fikrine; kendimizi ve Müslümanlığı nasıl idrak ettiğimiz üzerinden yeni okumalara sevk ediyor. Makyaj olgusundan nazar meselesine götürüyor.

Dünya ki envai çeşit makyajı vardır. Bakış var ki bizi kirletir.

Bu âlem göz alıcı bir gözdür. (Göz) kuyruğuna âdemleri havvaları dizer; nazar kuyusuna nice kişileri düşürür. Bakış hazzı ve zafiyeti yüzünden ne düzenler kurulur yıkılır.

“Fiil çekmesini bilmeyen ama dört elif miktarı aylaynır çekebilen” Aylaynırlı Kız, bir anlamda gözündeki perdeyi, sürmeyi kaldırır; makyajdan ve ona uygun dünyevî bir hayat tarzından uzaklaşınca.

Müslüman’ca yaşamak da azalar; fiillerimizin şekli niteliği mühimdir. Çünkü inancımıza göre, zahir ve bâtının şahitliği vardır, buna paralel olarak yöneliş ve adımlarımız, dolayısıyla derûni temizlik önemlidir.

Kitap bütününde günahların lezzetine de değiniyor. İnsanoğlunun ezelî derdi. Zaaf, herkese mahsus çünkü. Hayat bu mücadele, dünya meyli ve savaş üzerine kuruluyor.

Yeni kesim zengin dindarlar, Müslümanlara musallat olan türlü manevî hastalıklar, örtülü hırslar, inançların kalitesi, imanın hakikîliği, yazarın sor(g)ularına dâhil ediliyor.

Dinî etkinin ve alanın azaldığı darlaştığı günümüzde; “günah işleme özgürlüğünden” dem vuran dindar y(etki) sahipleri türüyor mesela. Artık alenileştirilmiş, normalleştirilmiş bir başkaldırı uğruna kadın erkek yeni imajlarla boyanıyor. Mukaddes yasaları çiğnemek kolaylaşıyor.

Oysa bir Kâmil “..failin her istediğini hiçbir engel ve mani olmaksızın yapabilmesi, rubûbiyet sıfatlarındandır” buyuruyor.(Sadreddin Konevî, İlâhi Nefhalar, İz Yayıncılık, sf. 154)

İnsanlar neticede Tanrı’nın iradesine karşı; sınırlanmamış, tahdit edilmemiş, kulluğu çoktan aşmış iradelerini ve eylemlerini serbestçe, allayıp pullayıp koyuyorlar.

Allah beğenisine mukabil, kendi tercihlerini ve insan beğenilerini merkeze alıp dayatıyorlar.

Meselenin bir başka yönüne gelince; böyle bir din algısı ve makyajının yerleşmesi, dillendirilmesi bile “hoppa ve züppe aylaynırlı kızlardan” kuşkusuz daha tehlikelidir.

Çünkü diğerinde “resmen” özgürlükler kutsalın üzerine çıkarılıp yüceltilerek, bütünüyle günaha kucak açıp onaylama, inanç özünü tahfif etme, dini sanallaştırma durumu söz konusudur.

Mümin sorumluluğu ve bazı hassasiyet, ince dikkatler ise erkekler için de geçerlidir. Nitekim yazar bir âyetten bahsediyor:

“Nur Suresini bilirsiniz, bir de otuzuncu âyete bakın: ‘Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.”(sf. 247)

Duran Çetin kitabında ayrıca facebook gibi ileri teknoloji ürünlerinin kullanımına, sosyal medyaya dâir hastalığımıza, “internet denizinde yüzenlere” işaret ediyor:

Hâlbuki “gerçeklerin içinde kalabilmek meselesiydi belki de bütün mesele. Gerçek arkadaşlıklar, dostluk ve gerçek muhabbetler.” (sf. 195)

Yine nice perde(lenme)yi bize hissettiriyor. Şekiller, görüntüler, eşya bizim için perdedir söz gelimi. Bilhassa suret perdelerine yönelik düşünmemiz gerekmektedir.

Dış suret süslenmeye açsa da, manevî biçimlenmemiz tezyinata (İlâhî nakşa) daha ziyade muht(açtır). O halde boyalı cilalı dünyada, Allah boyasıyla boyanmalıdır.

Yazarı tebrik ediyor; Aylaynırlı Kız’ın serüvenlerinin devam edeceğini düşünüyorum.

 

Duran Çetin, Aylaynırlı Kız, Beka Yayınları, 2015

 

KAYNAK: Hüzeyme Yeşim Koçak (Edebistan)

 

Yazar: HÜZEYME YEŞİM KOÇAK

BİR ROMAN, BİR ÖYKÜ, BİR MASAL

BİR ROMAN, BİR ÖYKÜ, BİR MASAL

 

Yrd. Doç. Dr. MUAMMER ULUTÜRK

 

 “Portakal Kızım Sadece Ben”, “Kül Yığını” ve “Gökkuşağı Yolculuğu” adlı yeni kitaplarıyla karşımıza çıktı Duran Çetin. Konularını, içinde yaşadığı toplumu iyi izleyerek seçen yazar, “Portakal kızım Sadece Ben” romanında 70’li ve 80’li yılların aile içi moral çatışmalarını sorgulama derdinde olan sayıca az yazarların izini sürüyor. Romanın kahramanları bu defa, değişen, özüne dönme çabası veren toplum yapısına uygun olarak, kendilerini yerli/manevi değerlerden uzak tutmakta ısrarlı karakterlere müspet yol gösterme mücadelesi içindeler. Benzer eski romanların yaşlı portreleri, yeni neslin maneviyat arayışlarına engel olurlar, gençler, aile ve okul ortamlarında yeni buldukları hayat tarzına muhalif akranları arasında zor durumda kalırlardı. Roman, kendi değerlerinden huylanmayan genç rolleri eliyle toplumun yeni sosyolojik dönüşümünü aile ve çevrenin yaşaması muhtemel olaylar penceresinden değerlendiriyor. Yazarın son sahnede anlattıklarına bakarak serinin üçüncü kitabının geleceğine dair bir kanaat oluştu bende.

Konularını iyilik-kötülük ve bunların sosyolojik sonuçları ekseninde kurgulayan yazar, “Kül Yığını” öykülerinde zamane sahnelerini bazen tramvayda bir yolcu, bazen bir tarla komşusu, bazen de sokakta oyun oynamaya dalmış bir çocuğun gördüklerinden aktarıyor. Öykü yazarlarının okuyucuya ulaştırdığı sade, anlaşılır, olay örgüsünün bir sistematiğe bağlı olduğu karmaşık olmayan anlatımın, birtakım dil sorununu beraberinde getirdiği, sözgelimi betimleme kısırlığı doğurduğundan hayal gücünü zayıflattığı eleştirilerine karşı, Maupassant, Ömer Seyfettin, Oktay Akbal öykülerini Duran Çetin öyküleriyle yanyana koyabilir, yazarın dilden çok mesaj ulaştırma kaygısına bakarak, kendine münhasır olay anlatımını sonraki kitaplarında devam ettireceği anlamını çıkarabiliriz.

“Gökkuşağı Yolculuğu”, Çetin’in ilk masal kitabı. Öykü ve romanda izlediği üslubun masal kurgusuna sirayeti, zaten masalın doğasına has öğüt verme, doğru ve iyi olanı ayırt etme hususiyetiyle kolayca örtüşüyor. Gökkuşağının yedi rengine bulaşan masal çocukları, kendilerini bekleyen yedi ayrı dünya içinde, renklerin iyilikler karşılığında çocuklara vadettiği sevimli ortamlardan geçerek muratlarına eriyorlar. Yolculuk serüvenini dünyadan cennete giden yol metaforuyla tasvir eden yazar, belki de öğretme işini pek de alışılmamış bir tarz kullanarak aktarıyor, renk ve kokuları çocuk ruhunun heyecanıyla birleştiriyor, her serüvenin ardından, dünyanın başka çocuklarının mutluluğuna yol olacak digergâm tutumu kahramanlarının iyilik dolu yüreklerinden seslendiriyor. Bir masal kitabına yakışacak şekilde kapağından baskısına, çiziminden renk seçimine kadar büyük emek mahsulü olan çalışma yetişkinler için de hayli ilgi çekici.

 

 

Yazar: Yrd. Doç. Dr. MUAMMER ULUTÜRK

“BALKONDAKİ ADAM” HAKKINDA

“BALKONDAKİ ADAM” HAKKINDA

 

MURAT SOYAK

 

Duran Çetin’in “Balkondaki Adam” isimli yeni hikâye kitabı yayımlandı. Hikâye alanındaki çabası, emeği sayfalara yansımış. Bu eserinde on sekiz hikâye yer alıyor. Hikâye isimleri: Caddede Yalnızlık, 30 Yıl Sonra, Bir Kuş Uçtu, Balkondaki Adam, Ben Seni Ararım, Âdem’in Oğulları, Kavun Tarlası, Deli ve Durmuş, Islak Hayat, Satıcı, Hacı Murat, Kırlangıçlar, Gelinlik Kız, Beynamaz, Yangın, Adliye Koridoru, Zekât, Gece ve Gündüz.

Hikâyelerin içinde insanımız var. Hikâyelerin içinde memleket havası… Bu yer, bu gök nasıl da yakın ve sahici. “Biz” düşüncesi daima vurgulu.

 “Caddede Yalnızlık” isimli hikâyede balkondan bakan adam ile her gün parka gelip saatlerce oturan bir kişinin gizemi anlatılmış. Hikâyede merak unsuru belirgin. Parkta niçin bekler, her gün neden gelir? Bu sorular hikâyenin sonuç kısmında açıklığa kavuşur. “Bülbüller nerde?” diye soran kişi bir güzelliğe işaret eder.

Paylaşmaya, darda kalana yardım etmeye çağıran bir hikâye “30 Yıl Sonra”. Bütün zorluklara rağmen yine de ötekini gören, yardım eli uzatan bir kahramanın hikâyesi.

 “Bir Kuş Uçtu” isimli hikâye “Yine balkondaydı.” cümlesi ile başlıyor. Parka nazır bir balkondan bakış ve izlenimler. Sığırcık, çiçekler, çocuklar, toprak, su…Tabiat kitabından cümle güzellikleri duyurma çabası okunuyor.

Bu esere de isim olan “Balkondaki Adam” hikâyesinde hızlı şehirleşme, betonlaşma üzerinde durulur. Şehir hayatı üzerine dikkatler ve eleştiriler. “Kibrit kutularının üst üste konulmuş şekli gibi yükseliyordu semaya” cümlesi ile başlıyor hikâye. “Onlarca aile belki de yüzlerce insan birbirini tanımadan hatta hiç görmeden, görüşmeden, tanışmadan, bakışmadan, selamlaşmadan yaşıyorlardı.” Bunalan insan, bir çıkış arayan insan: “Balkona çıkınca anlıyordu hayatın devam ettiğini, şehrin gürültüsünü, çocukların cıvıltısını, çiçeklerin kokusunu, rüzgârın hışırtısını, satıcının bağırtısını…” Ve çağın bu akışına “dur” deme çabası içinde anlatıcı. Sönmez hakikatin kuşatıcı ikliminde umuda, kurtuluşa dair bir ışık vardır.

İş yerinde yaşanan yoğunluk, koşturmaca ve sorunlar, sorunlar… Hayatın bunaltan halleri yahut “Yalnızlaşan bir adam, yalnızlaştıkça korkan, korkuyla korkunç düşüncelere sapan, sapaklardan geri dönüşünde zor adımlar atan, attığı adımları gittikçe belirsizleşen, kaybolmaya yüz tutan, kalabalıklar ortasında yalnızlık hissiyle kıvranan bir adam” anlatılır “Ben Seni Ararım” isimli hikâyede.

“Âdem’in Oğulları”nda insana ve topluma yönelik bir eleştiri var. “Bu Âdem kibir illetine tutulmuştu. Kibir illetinin de özü ‘ben’di. Köşk benim, kaldırım benim, bahçe benim, her şey benim, benim…” diyen bir çürük yapı. Varlıklı ama kibirli, varlıklı ama görgüsüz, varlıklı ama zalim olanların ibretlik halleri.

Bir dert ki için için yakar; bir dert ki gizli sevda… “Kavun Tarlası” hikâyesinde yoksulluğa rağmen, zorluklara rağmen ayakta durma çabası ne güzel anlatılmış. Var olma çabası ve sevgi inceden işlenmiş. Sevgi hayata tutunma gerekçesi. “İnsandı seviyordu, seviliyordu…”

 “Deli ve Durmuş” hikâyesinde çevresi tarafından ‘deli’ denilerek sürekli dışlanan Ahmet’in yaşadıkları anlatılır. Durmuş, insanî bir yakınlık ile Ahmet’i dinlemeye, anlamaya çalışır. İyiliğin, yardımın gerekliliği böylelikle ifade edilmiş olur.

 “Islak Hayat” içinde fakirlik ve kimsesizlik... Yaşadığı olumsuz koşulları aşmak isteyen bir kişi “tek odalı evde, yokluk içinde”. Bir yandan yağan yağmur, bir yandan hayaller…Zor şartlar altında yine de direnen insan. Nihayetinde “umut, fakirin ekmeği”.

 “Satıcı” hikâyesi şu cümleler ile başlar: “ Meram’dayım. Balkonda oturuyorum”.  Bir hikâyenin yazılış süreci ve arada yaşananlar… Sokaktan geçen bir satıcının sesi ile yeni bir boyut kazanır anlatım. Helal kazanç hatırlatılır. Doğruluk, dürüstlük üzerinde durulur. İyilikleri gösteren ve kötülüklere engel olan bir tavır belirgindir.

Dağları aşamaz; çok istediği halde “Hacı Murat” diye isimlendirilen otomobile sahip olamaz. Hayaller ve gerçekler arasında çırpınır Ferhat. “Hacı Murat” isimli hikâyenin yetmişli, seksenli yıllara ışık tutan bir yönü var. Zira o dönemlerin etkili simgelerinden biri üzerinden kurgulanmış hikâye.

 “Kırlangıçlar” ile anlatılan tabiatın güzellikleri ve hatırlayış ikliminde hakikate doğru bir yolculuk. Çağrışımlar ile gelişiyor bu hikâye.

 “Gelinlik Kız” hikâyesinde hayallerin ve gerçeklerin çatışması hâkim. Kız tarafı daima paradan konuşur. Hayaller içindeki genç, şaşkın ve çaresizdir. Yaşanan yine yenilgi. “Her şey para olmamalıydı.” Paraya odaklanmış insanlara, sevgisiz insanlara yönelen bir eleştiri var.

Adam “İkindi ezanı kaçta okunur?” dedi. Bu sorunun cevabını vermekte zorlanan, geç davranan kişi sert bir dille uyarılır. “Beynamaz” isimli kısa hikâyede bir soru ile başlayan yeniden düşünme ve sorgulama çabası anlatılmış.

 “Yangın”da yaşanan acılara, yıkımlara tanıklığın bir yansıması okunur. Darda kalana yardım eden, dertlerine ortak olan bir yaklaşım.

 “Adliye Koridoru” hikâyesinde aksayan bir sistem karşımıza çıkar. İşlerin yolunda gitmediği, uzayıp giden davalarda belirsizliğin sürdüğü, şüpheli adamların gezindiği bir ortam anlatılır. Ve insan gerçek adaleti arar daima.

Yardımlaşmanın gereği “Zekât” isimli hikâyede vurgulanmış. Yaşantı, yardım ve samimiyet arasındaki ilgi bir olay çevresinde anlatılmış. Kötülükler azalsın, iyilikler çoğalsın diye kıssadan hisse.

 “Gece ve Gündüz” hikâyesinde öğrencilerine yaptığı iyilikler ve güzel örneklik ile kurtuluşa erer öğretmen Mahmut Bey.  “İki parmak baldı dünyada yaptıklarının karşılığı…”

Bu hikâyelerde bencil hayatlar eleştirilir. “Biz” duygusu ile hareket edilir. “Komşusu aç iken; kendisi tok yatan bizden değildir” hükmünce diğer insanları tanıma, anlama çabası vardır. Yardımlaşma, iyilik, dayanışma, doğruluk, adalet, birlik kavramları çevresinde başlayıp gelişen olaylar ile okuyuculara dersler verilir. Bireyin iç sıkıntıları, bunalımları; toplumsal yapıyı da sorgulayan, eleştiren bir duyarlılık içinde ele alınır. Birey ve toplum ilişkisi birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Bir kopuştan ziyade devamlılık esastır. Yazarın hayatın içinden, sahici, yalın, duru bir anlatımı var. Hikâyeler daha çok gözlemci bakış açısı ile yazılmış. Kişiler Anadolu insanının özelliklerini taşır. Hikâyelerde özellikle Anadolu şehirleri ön plandadır. Toplumsal değişimler şehir hayatı üzerinden dile getirilir. İnsan, çevre, betonlaşma, yalnızlık, sevgi, hakikat gibi konular işlenir.

Duran Çetin, hikâyenin anlatım imkânları ile iyi insan, güzel örneklik ve yaşanılır bir hayat için kapılar açıyor, köprüler kuruyor. Yeniden hayata, insana, hakikate yöneliş…

 

 

“Balkondaki Adam” - Duran Çetin

Beka Yayıncılık, İstanbul, 2009, 106 sayfa

 

 

 

Yazar: MURAT SOYAK

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör