Durali Yılmaz

Roman Yazarı, Edebiyat Araştırmacısı, Öykü Yazarı

Doğum
21 Mart, 1948
Eğitim
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Burç

Hikâye ve Roman Yazarı, Edebiyat Araştırmacısı. 21 Mart 1948, Köke köyü / Acıpayam / Denizli doğumlu. İlköğrenimini doğduğu köyde, ortaöğrenimini Burdur İmam Hatip Lisesinde (1967), yükseköğrenimini Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde (1971), yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi İktisat Tarihi Bölümünde (1984) tamamladı. Mimar Sinan Üniversitesinde “Türk Romanının Doğuşu ve Ahmet Midhat” adlı teziyle doktora yaptı. Ankara’da Diyanet İşleri Başkanlığında görev aldı (1971). Bu kurumun gazete ve dergisinin teknik işlerini yürüttü.

Askerden döndükten sonra İstanbul Şer’i Siciller Arşivinde uzman olarak çalıştı. 1984 yılında İstanbul Üniversitesine geçti; 1987’de Yardımcı Doçent, 1988’de Doçent, 1993’te Profesör oldu. 1988’de İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde Tanıtım ve Halkla İlişkiler Bölümü Başkanlığı, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde de Müdür Yardımcılığı görevlerini yürüttü.

Yılmaz, ayrıca Harp Akademilerinde Basın ve Halkla iİişkiler dersleri verdi. 1995’te Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesinin Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümünün kuruluşunu tamamladı. 1996’da Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı, 1998’de İstanbul Üniversitesi Türk Dili Bölümü Başkanı oldu. 1999’da emekliye ayrıldı. 2000’de Yakın Doğu Üniversitesi İletişim Fakültesi dekanı, 2004’te İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı oldu.

Yazı hayatına Burdur’un Sesi gazetesinde başlamıştı (1965). Hikâye, eleştiri ve diğer yazılarını Hareket, Diriliş, Edebiyat, Hisar, Büyük Doğu dergileri ve Tercüman, Türkiye, Yeni Devir gazetelerinde yayımladı. Gazetelerde sanat sayfaları düzenledi ve köşe yazarlığı yaptı. Aziz Sofi ile 1978’de, Fetva Yokuşu ile 1980’de, Gel İçimde Ağla ile 1982’de Türkiye Millî Kültür Vakfı Edebiyat Ödülünü aldı. Kayseri Sanatçılar Derneğince yılın romancısı (1982) seçildi. Yesevi Irmakları’nın Kazakça çevirisi Yassavi Özenleri (2000) Kazakistan’da basıldı. Gara Perdeli Evler (1989)’in Bakü’de İnce Senet dergisinde Azerice tanıtımı ve özet çevirisi yayımlandı. İLESAM, TYB üyesidir.

“Öyküleriyle kendi kuşağı içinde bireyselliği çok fazla ön plana çıkaran yazarların ilkidir Durali Yılmaz. Kendi dünyalarında kendi iç problemleriyle didişen, takıntılı, biraz artistik eğilimler taşıyan tipleri öykülemiştir. (…)

“Durali Yılmaz’ın öyküsel dil ve kurgusundaki kimi küçük arızalar, onun bilinçsel derinliği keşif çabasına yorulmalıdır; zor bir öykü damarını ilk deşeleyendir çünkü Durali Yılmaz.” (Ömer Lekesiz)

“Şeyh Bedreddin hakkındaki tarihsel bilgilerden faydalanılarak yazılmış, belge niteliği taşıyan bir roman. (…) Türk edebiyatı konusunda doktora yapmış ve çeşitli üniversitede dersler vermiş olan Durali Yılmaz ansiklopedik bilgilerin boşluğunu dolduruyor.” (Barış Y. Turan, Şeyh Bedreddin romanı hakkında)

ESERLERİ:

HİKÂYE: Söylenmeyen (1975), Gel İçimde Ağla (1981), Akrebin Dansı (1989), Dansedebilmek (1997).

ROMAN: Aziz Sofi (1975), Siyah Perdeli Evler (1975), Savaş Günlüğü (1976), Ankara’da Ölüm (1976), Fetva Yokuşu (1975), Çilekeş Müslümanlar (1982), Ölmeden Ölenler (1987), Yesevi Irmakları (1995), Kıyam (1997), Kutup Yıldızları (2000), Şeyh Bedreddin: Sûfi İsyanı (2001), Çerağ Uyanacak mı? (2002), Çilekeş Müslümanlar (2003).

DENEME-İNCELEME: Romanımız ve İnsanımız (1976), Roman Kavramı ve Türk Romanının Doğuşu (1989), Türkçe ve Kompozisyon (1990), Roman Sanatı ve Toplum (1996).

SADELEŞTİRME: Hay bin Yakzan (İbni Tufeyl’den çocuklar için uyarlama, 1978), Marifetnâme (Erzurumlu İbrahim Hakkı’dan, 1981), Hüseyin Fellah (Ahmet Midhat’tan, 1981).

SENARYO: Sevgiyi Öğrenen Adam (O. Pekmezoğlu tarafından filme alındı, TV-2’de 5-12 Ekim 1987’de gösterildi), Hacı Bektaş Güvercin.

KAYNAK: TDE Ansiklopedisi (c. 8, 1976-98), Seyit Kemal Karaalioğlu / Resimli Türk Edebiyatçılar Sözlüğü (1982), Mehmet Nuri Yardım / Romancılar Konuşuyor (2000; Akademisyen Romancı Durali Yılmaz: Dünya Sanatla Güzeldir, s. 229-231), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Ömer Lekesiz / Öykü İzleri (2000) - Yeni Türk Edebiyatında Öykü - 4 (2001), Şeyh Bedrettin (Kitap Rehberi, Aralık 2001), Muzaffer Uyguner / Şeyh Bedreddin (Cumhuriyet Kitap, 7.2.2002), Barış Y. Turan / Şeyh Bedreddin: Sûfi İsyanı (Virgül, sayı: 48, Şubat 2002),  İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

 

Gel İçimde Ağla

Yaşlı gözlerini göstererek, o sevimli, küçük başını göğsüme yaslama. "Neden gözlerin yaşardı?" diyorum; kesik kesik nefeslerle susuyorsun, başını kaldırıp bakmıyorsun yüzüme. Biliyorum duygularını anlatamıyorsun. Çünkü hiçbir sözlükte senin duygularını anlatabilecek bir kelime yok. Sen başkalarının duymadığı, anlayamadığı bir dille konuşuyorsun. Konuşan insanların gözleri seninkiler gibi yaşarmadı hiç!.. Sen kimselere benzemiyorsun şu anda. Kendini aşan bir yerlere kayıyor gibisin. Bak saçlarını bile okşayamıyorum. Ellerimi unuttum, düşüncelerim bir tozdumana karışıyor. İçimde yığılıp duran duygular neredeyse boşalacak. Kalbimden öylesine bir yel esecek ki, o zaman bütün gözyaşlarını şu dünyaya dökeceksin ve kuru gizlerle bakıp kalacaksın. Yine insanlar, sıradan olaylara ağlayacaklar; Senin gibi ağlayan olmayacak artık buralarda.

İşte milyonlarca göz dikildi üstüme: Yaşlı, kuru, mutlu, gülen ve ağlayan gözler... İnsanlığın tüm medeniyetleri serildi önüme: Ağlatan, güldüren ve yaşatan medeniyetler... Bir gözyaşı seli akıyor dünyanın derelerinden, ırmaklarından. Denizler gözyaşı oldu. İnsanlar gidip gidip ağlama duvarlarına ağlıyorlar. Ağlamayı bilmeyenleri, içindeki insanlık sevgisini yitirmişleri gözyaşı denizlerinde boğmak için ağlıyorlar. Ağlamayı bilmeyenler de gözyaşı denizlerinde çırpınıp duruyorlar.
İman ve sevgi fırtınaları esiyor içimde. Tapınaklar ve meyhaneler gelip gidiyor. İnsanlardan köşe bucak kaçan içli ve acı yüklü kimseler, durmadan içki kadehlerini kemiriyorlar. İnsanların yaptıkları içkiler onları kandıramıyor. Tapınaklardaki çağrılar onların kulaklarına ulaşmıyor. Onlar kendi iç dünyalarının sesini dinliyorlar. Kimselerle alış-verişleri yok onların.

Arkalarındaki cellât sürülerine emirler vererek hükümdarlar konuşuyorlar. Dünya kana bulanıyor ve bir kan seli akıyor derelerden, tepelerden... Bütün medeniyetler kan pıhtısına dönüşüyor. Ve "ben Tanrıyım" diyerek, insanları önlerinde secdeye kapandıran hükümdarlar konuşuyorlar. İnsanlar kan denizinde secdeye kapanıyorlar; ağlama duvarı yıkılıyor, bütün gözler kuruyor... Dünyanın ve insanlığın haline bakarak, Tanrı sanılmadıklarına sevinenler var. Ama yine de dünyaya kendi düşüncelerine uygun bir düzen vermekten geri durmuyorlar. Bu isteklerinden bir türlü vazgeçemiyorlar: Kan denizlerinde boğulan insanlığın acısını bütün benliklerinde hissediyorlar.
Şu yaşlı gözlerini çek göğsümden. Ben ağlamasını ve avutmasını unutmuşum. Ben kalbimle ağlarım. Korkarım o zaman beraber ölürüz, kan denizlerinde yüze yüze boğuluruz. Mutluluk nedir? Acı çekmek nedir? Son çare intihar mıdır? İşte görüyorsun insanlık intihara koşuyor... İhtiyar dünya, kuru ve titrek bacaklarıyla insanları darağaçlarına götürüyor. Darağaçlarına vardığımız zaman, bilmem ıslatabilir misin göğsümü yine gözyaşlarınla? Ya sen olmasaydın bu dünyada, ya ben... Sevgi nedir öğrenmeseydim ve şuursuzca dolansaydım şu kan deryasında...

Bu meltem de nereden çıktı? Akdeniz'in serin yüzünü, ilkbahar güneşi ne de güzel ısıtıyor! Dur bir dakika!.. Uzaklardan sesler duyar gibiyim. Artık gözyaşlarını sizlebilirsin. Gaibden sesler geliyor. Medine'nin evlerine sevgi ve rahmet yağıyor göklerden. Ve Medine evlerinin saçakları dünyaya sevgi ve rahmet indiriyor. İhtiyar Arfika'nın ormanları hışırdıyor ve bütün ağaçlar insan indiriyor yapraklarından. Kalbim çöl oldu, susuzluktan çatlamış dudaklarını Akdeniz'e uzatıyor. Kendilerini Allah'a ve insanlığa adamış Peygamberler gelip gidiyor... Yaşlı gözlerini çek göğsümden ve dinle. Akdeniz'den yanık kokusu geliyor. Bak, bak işte orda Tarık gemilerini yakıyor. Orada biri var, atını Akdeniz'in sularına sürüyor ve ellerini göklere açarak mırıldanıyor: "Allah'ın şu deryası olmasaydı ismini daha ötelere götürürdüm!.." Akdeniz gittikçe küçülüyor önümde. Dünya küçülüyor ve dünyaya bakan bir hükümdar görüyorum: "Bu kadarcık bir dünya için iki hükümdar çok, bir hükümdar az!.." diyor.

Ve insanlar dünyada geziniyorlar. Allah aşkıyla birer volkan olmuş da kaynayan ve insanlara imanı ve sevgiyi anlatmak için yarı deli bir halde dolanan ermiş kişiler sardı her yanı. İşte orada Hıra Dağı'nda bir divan toplandı. Dünün ve bugünün velileri hep oradalar. İnsanlık yepyeni ilâhi bir nizama uymak üzere. Ne olur, sil artık gözlerinin yaşını da dünyaya bir bak!.. Kainat "ey gök suyunu tut, ey arz suyunu yut!.." hitabıyla karşı karşıya. İnsanlığı boğmak üzere olan gözyaşı ve kan denizleri ha kurudu, ha kuruyacak...

Ve gökler rahmet yağdırıyor dünyaya. İnsanlar bu rahmetin altına koşuyorlar. Ne olur artık kalbime gir ve orada ağla. Bu iman ve sevgi rüyasını bozma!.. Biliyorum bu rüya ebediyete dek sürecek ve gerçek olacak. Ger artık içimde ağla. Gözyaşlarını bu dünyaya serpme!..

                                                                                          (Dansedebilmek, 1997)

 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör