Şair (D. 17
Haziran 1965, Diyarbakır - Ö. 12 Şubat 2007, Ankara). Bazı ürünlerinde Adnan S.
Erbey imzasını kullandı. Ortaöğrenimini Diyarbakır Ticaret Lisesinde yaptı.
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1985)
ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1996) mezunu. Öğrencilik yıllarında
inşaat ve tarım işçiliği, garsonluk, büro memurluğu gibi işlerde çalıştı.
1985’te öğretmenliğe başlayarak Sakarya, Ankara Elmadağ ve Ankara’daki
liselerde ve dershanelerde öğretmenlik yaptı. Nizamettin Uğur ile birlikte Berceste
dergisini çıkardı. Emek Partisi'nin kurucu üyelerindendi. 2007 yılında Ankara'da, Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde vefat etti.
İlk şiiri
“Denizdin Gelenler Sordu”, 1981’de Yeni Olgu dergisinde çıkmıştı.
Şiirlerini 1982’den itibaren Yeni Olgu, Yarın, Yaşam İçin Şiir, Yeni Düşün,
Evrensel Kültür, Edebiyat ve Eleştiri, Papirüs ve Poetikus dergilerinde,
yazılarını Evrensel ve Emek gazetelerinde yayımladı (1996-97).
Şiirlerinin yanı sıra şiirin teorik sorunları (poetika) üzerine yazdığı yazılarıyla
dikkat çekti. Ülkesiz Şarkılar kitabı ile 1984 Yeni Türkü Şiir Ödülünü, Serin
Gel Ölüm ile 1993 Dünya Kitap Şiir Ödülünü Yerçekimine Uyan Portakal
Çiçeği ile 1995 Behçet Aysan Şiir Ödülünü aldı.
ESERLERİ:
ŞİİR: Ülkesiz
Şarkılar (1985), Yerçekimine Uyan Portakal Çiçeği (1994),
Dokuzuncu Blues (1996), Hep Unutur Uzaklardaki (1998), Poetika (2000),
Eksikti Geceler ve Bazı Günler (2004).
ÇOCUK
ROMANI: Sonsuzluk Sandalı (1996).
DENEME: Burada
Bir Orman Var (1998).
KAYNAK: “Şiir Gençliktir” - Yeni Türkü Şiir Ödülü Seçkisi (1986),
TBE Ansiklopedisi (2001), Mehmet Çetin / Tanzimat'tan Günümüze Türk Şiiri
Antolojisi (c. 4, 2002), Veysel Gültaş / Kadı Burhaneddin’den Günümüze Hukukçu
Şairler Antolojisi (2003), İhsan Işık /
Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas. 2009, c. 8 ; c.
11, 2009), Orhan Miroğlu / Adnan Satıcı'nın Ardından (04.03.2007, Radikal), Türkiye
Kültür ve Sanat 2008 Yıllığı (2008), İhsan Işık / Diyarbakır Ansiklopedisi (2013)
- Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014).
derinlik olmayı sürdüreceğim bu sığ denizde
bir halkım ben, dünyanın kalbinde paslı bir hançer
kabuk bağlayan yaranın altında kaynayan irin
yurdumda konuk, içimde tutsak, uğraksız göçer
bir derinlik hepsi bu, başka hiçbir şey
saklı bir yanardağ olmanın kendisiyim ben
doğuda, ellerinizden çok uzaklarda
binyıllık bir uykuyu ölerek silkeleyen
halkın derinlik olduğunu kim söylemişti
söyleyin nerde seceresi yitik soyum, nerede derinliğim
siliniyor ölü ceylanın derisindeki mürekkep
avcı burda ey bilici ya ben nerdeyim
yurdumun olmayan denizlere taşınan toprağım
parçalanan kayayım bin parça eşkiyadan
çoğalan bir korkuyum, bin parça yoksulluk
ve kan... denizlere akan, denizlere, yurdumun olmayan
uyruksuz mu denir limanı olmayan gemilere
limanım yok, tutulduğum bu çağdaş fırtınada
ışığım yok, dört yönüm karanlık bir pusula
uyruğum yok, sığmıyor kavmim koca dünyaya
umudum uygarlığım, ey bayrak, ey bayraktar
ovalara bir dağ mağrurluğuyla inerken yeşil
vuruldukça güzelleşen alnın ki, gül rengi
güneşi ince kanadında sürükleyen esenlik rüzgar
n'olur ölme artık, ölüp ölüp terketme beni
ey ölür gibi yaşayan bir halkın derinliği...
I / Çoğu Kez Kaybetmek..
Büyük konuşmamalı insan bir gün yenilebilir
Issız bir patikanın dar bükümünde
neler bekler insanı kimler karşılar
belki güneş yağmuru belki çığ
Mızıkmasın kimse; kağıtlar eşit dağıtılıyor
zardır bu; herkese altı yüzü var
tek yumurta ikizidir her olasılık
çoğu kez kaybetmek iyidir kazanmaktan
Ne diye taşımalı gurur denen urbayı
masada bırakmalı yük sayılan ne varsa
eşeğini sırtlamış şaşkın Nasırâlı’dan
herkesin alacağı bir ders olmalı
II / Senden Pir Adım Sonra Ancak...
Diyorum ve seni izliyorum hiç erinmeden
dokunduğun her çalıya bir tutam yapağı bırakarak
soyunup serildiğin kumsala ulaşıyorum
senden bir adım sonra ancak
Kâşif dediğin sevdiğinin acemisidir
daha önce yürümediği yoldur aşk
daha önce görmediği düştür gövdesi
höyük altında gömülü şehir
Ki her kalbin mimarı kendisidir
örneksiz çizer sevda projesini
aksak bir kalemle ilerler sayfalarda
yaşamaktır gönyesi iletkisi
Adaş dağlar aynı dili konuşabilseydi
Büyük Ağrı’da da işe yarardı
Küçük Ağrı’ya çıkma deneyi
Şirin sarptır, Leylâ engin, Aslı dik
Bundandır Kerem’in Ferhad’a benzemediği
III / Bulanık Aşk, Yarım Tümce...
Bu benim esrik yazım durmadan yalpalıyor
derinliği bulandıran kıpkızıl mürekkebim
çağırır gibi sessiz bir gülümseyişle
bir şeyler mırıldanıyor, anlamıyorum
Sanki gelme diyor, sanki gel diyor
varınca kapısından kovuyor beni
umudunu kesme diyor falıma bakan teyze
başka türlü düşünüyor kalbin telvesi
Bulanık aşk, yarım tümce, böyle de iyi
keskin ışıklara sırtını dönmüş ayna
geri çeviriyor saygıyla sunulan giysileri
yapyalnız. çırçıplak bir belirsizlik
Bir şeyler görünüyor yine de çift taraflı aynada
bir yüzünde ergimiş ruhun ötekine aktığı
ne demektir bu; hayra yoramıyorum
bir yüzünde ellerimi bıraktığını
IV / Kavuşma Gibi Ayrılmak da...
Kıyıya set çeken kayaların üstünde
yırtıcı bir hayvanın kanlı ayak izleri
vurmuş da biri; biri yarasını sarmış da gibi
takılıp kalmış acıklı bakışlar, geriye
Ve kızgın hançer ürpertisi ipeğin yüreğinde
bana bir zamanlar dağlandığımı anımsatıyor
geriniyor kendini içimde unutmuş pençe
hayli karışık rüya sona eriyor
Gerçi bir an olsun aklımdan geçirmedim
neye varır diye bu işin sonu
yenildiğim için pişman değilim
yerlere serdiğim için gururumu
Biraz üzgün biraz kırgınım ama
kavuşmak gibi ayrılmak da senin eserin
sormasın mı, yakınmaya da mı hakkı olmasın
korkusunu saklayan kör cesaretin
Aşkım... aşkım... niçin beni bıraktın
(…)
'Derinlik
olmayı sürdüreceğim
bu
sığ denizde bir halkım ben
dünyanın
kalbinde paslı bir hançer'
"Yüzü,
gülüşü ve şiirleri hayata çok yakışan şairimizi, Adnan Satıcı'yı kaybettik.
Adnan'ın Diyarbakır'da edebiyat öğretmeni oldum önce, sonra da dostu ve
arkadaşı. Okuldan ve mahalleden arkadaşlarının memleketi kurtarma ütopyalarının
peşinden koştuğu ve adeta "geliyorum" diyen 12 Eylül faşizmine karşı
hiçbir zaman kurulamayan 'halk cephesi' stratejilerinin muhabbet edildiği o
alacakaranlık zamanlarda, onu yaşıtlarından ayıran bir farklılık olarak,
hayatında ve gündeminde edebiyat vardı Adnan Satıcı'nın, şiir vardı.
Aşk bir de. Aşksız yaşamazdı o, arkadaşları gibi çok 'bacıları' yoktu onun bu
yüzden; sevdiği ve âşık olduğu kızlar vardı sadece... Edebiyattı, şiirdi ve
aşktı sohbetlerimizin konusu, güzel yüzlü, güzel gülüşlü kardeşimle. Cebine
doldurduğu şiirlerini Veysel Öngören'e okutur, ondan kendi şiirinin ve
şairliğinin geleceğine dair bir güzel söz işittiğinde, gözleri mutlulukla
parlardı.
Sonra,
12 Eylül günü artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir şafağa uyandık
birlikte. Köşe başlarını cemseler, nöbet bekleyen askerler tutmuştu. O günden
sonra da film koptu zaten, hayat bizi başka diyarlara savurdu. Uzun yıllar
görmedik birbirimizi. Ben tutuklandım, o Diyarbakır'dan ayrıldı ve kim bilir ne
yoksulluklar ve ne güçlüklerle önce edebiyat okudu, sonra da hukuk.
Cezamı
bitirip cezaevinden tahliye olduğumda, dostum ve öğrencim Adnan Satıcı,
edebiyat dergilerinde şiirleri basılan ve şiir kitapları çoktan yayınlanmış bir
şair ve edebiyat adamıydı artık. 'Ülkesiz Şarkılar' şiir kitabıyla 1984 Yeni
Türkü Şiir Ödülünü, 'Serin Gel Ölüm' şiiriyle 1994 Dünya Şiir Ödülünü ve
'Yerçekimine Uyan Portakal Çiçeği' kitabıyla da Behçet Aysan şiir ödülünü
almıştı. Annesini daha altı yaşında kaybettikten sonra, yatılı okulların soğuk
odalarında bir çocukluk ve gençlik yaşamı geçirmişti Adnan. Çocukları anlatan
bir romana konu oldu bu yıllar: 'Sonsuzluk Sandalı'...
Ankara'da
yıllar sonra Mülkiyeliler Birliği'nde bana imzalayıp verdiği şiir kitabı
'Dokuzuncu Blues'a şunları yazdı Adnan: "..birlikte yaşadıklarımıza
yakıştırır umuduyla.." Birlikte yaşadığımız her şeye yakışan şiirleri ve
kahkahalarıyla yeniden hayatıma giriyordu işte. Bu kez gurbet ellerde ve
Diyarbakır'dan çok uzaklarda. Sığındığı limanların yalnızlıklarında üretilen bu
şiirlerde ah ne çok umut, ne çok yalnızlık ve ne çok hasret vardı. Ve insana
saygı, hayata karşı sorumluluk. Bu saygı ve sorumluluk adına, Adnan bir gün
'atı çatlarsa' eğer peşinen özür diliyordu bizlerden:
'Gözümü yumduğum gün kavanoz dipli dünyaya
başucumdaki taşa bir zahmet şunları yazın:
böyle olsun istemezdim
daha çok koşardım ya
atım çatladı
Özür dilerim..'
Atını
boş yere çatlatmadı benim sevgili kardeşim, can dostum. Sihirli sözcüklerine
yüklediği kavgaları ve sevdalarıyla 'vebalı aşk yurtlarını' ilhaka çıktı bazen.
Hem de 'kılıcı yel, leşkeri gölge serdârlardan' daha büyük bir güç ve inatla:
'Leşkeri gölge, kılıcı yel bir serdârdan ne
beklenirse
Sanırım biraz daha fazlasını yaptım:
Vebalı aşk yurdunu ilhaka yeltendim bir ara
Beyaz bayrağımı yanımdan ayırmadım ama
Kızıl kara atlastan biçtim kefenimi'
"Yazdığı
şiirlerde, niçin hep özür diledi bizden, niçin hayatın onu hep bağışlamasını
istedi? Belki de hayata ve insana hürmetinden ve bu hürmetin gereğini yerine
getiremediğini düşündüğünden, kim bilir.. Oysa asıl bağışlanması ve özür
dilemesi gereken o değil, bizleriz aslında.. Ona hayatımızda daha fazla yer
vermedik, onu yalnız bıraktık ve onu hak ettiği kadarıyla hiçbir zaman
anlayamadık...."
KAYNAK:
Orhan Miroğlu / Adnan Satıcı'nın Ardından (4.3.2007, Radikal).