Mehmet Akif İnan

Yazar, Şair

Doğum
12 Temmuz, 1940
Ölüm
06 Ocak, 2000
Eğitim
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç

Şair ve yazar (D. 12 Temmuz 1940, Şanlıurfa - Ö. 6 Ocak 2000, Şanlıurfa). İlk ve ortaokulu Şanlıurfa’da, liseyi Maraş’ta bitirdi. Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1972) mezunu. Öğrencilik yıllarında Hilal dergisi ve yayınlarını (1962-64) yönetti, Türk Ocakları Genel Merkezinde müdürlük yaptı (1964-69). Türk Taşıt Sendikasında sendikacılık faaliyetinde bulundu (1969-72). Gazi Eğitim Enstitüsünde Türkçe-edebiyat öğretmenliği yaptı (1977-80). Kurucusu olduğu Eğitimciler Birliği Sendikası ve Memur-Sen Konfederasyonunun Genel Başkanlığına (1993-2000) seçildi. 1999 yılının Haziran ayında kanser hastalığına yakalandığı anlaşılarak Ankara’da hastaneye yatırıldı. Tedavilerden ümit kesilince isteği üzerine Aralık ayında götürüldüğü Şanlıurfa’da 2000 yılının ilk günlerinde bir Ramazan gecesi vefat etti.

Eserleri, 2009 yılında Memur-Sen'e bağlı Eğitim-Bir-Sen tarafından, "M. Akif İnan Eserleri" genel başlığı altında topluca basıldı.

İlk yazı ve şiirleri 1957’den itibaren mahalli gazetelerde çıktı. 1959’da Derya adlı bir gazete yayımladı. 1969 yılında Nuri Pakdil, Rasim Özdenören ve Erdem Beyazıt’la birlikte Edebiyat dergisinin, 1976’da Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt, Alaeddin Özdenören ve Ersin Gürdoğan grubu ile Mavera dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Daha çok Edebiyat dergisinde çıkan yazıları ile, ayrıca 1977’de Yeni Devir gazetesinde Akif Reha imzası ve kendi adıyla yazdığı köşe yazılarıyla tanındı. 1998’de Kanal 7’de kültür ve sanat programı hazırlayıp sundu. Bazı ürünleri de Türk Ruhu, Türk Yurdu, Filiz, Yeni İstiklal, Hilal gibi gazete ve dergilerde yayımlandı. Divan ve halk şiiri geleneğinden yararlandığı şiirleriyle kendi kuşağının usta şairleri arasında gösterildi.

Mehmet Akif İnan, 1982’de KASD Deneme Ödülünü aldı. 1995’te Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta yapılan Türkçenin Üçüncü Uluslararası Şiir Şöleninde kendisine Türkmenistan’ın ünlü şairi Mahdum Kulu Şiir Ödülü verildi. Ölümünden sonra Urfa Belediyesi tarafından aynı yıl adına şiir yarışması düzenlendi.

Hicret Şairi, Kudüs Şairi diye anılmıştır. Beyitlerle ve hece vezniyle Müslüman duyarlığı, yer yer de tasavvufî derinliği olan şiir yazdı. Bu tavrına bağlı olarak zulme, işkenceye, sömürüye karşı çıkan bir duruş benimsedi. 1970’li yıllarda yazılan şiire paralel olarak mesaj iletmeyi amaçlayan, düşünce ağırlıklı bir şiirdir.

 “Akif İnan’ın şiirini kurduğu malzeme, ifade biçimleri; girinti ve çıkıntılardan arındırılmış, altı yüzü de tıraşlanarak birer köşe taşı haline getirildikten sonra yerine konulmuş gibidir. Adeta bir kalıp içinde biçimlendirilerek, örülen duvardaki yerine en uygun hale getirilmiştir. Kusursuz duruşları bulunan ifade blokları vardır onun şiirinde. Onu eski şiire benzer kılan en önemli özelliklerden biri budur. (...) Fakat yine de diyoruz ki, Akif İnan devraldığı mirası bir mirasyedi gibi talan etmemiştir. Onu bir sermaye gibi kullanarak elde ettiği kendine ait kazancı da bu büyük mirasa dahil etmiştir.” (Rasim Özdenören)

“Hicret ve Tenha Sözler’de okuduğumuz her mısra, O’nun arayarak bin bir güçlükle bulduğu, titizce kurduğu şiir dünyasının yolunu ışıldatır, izleğini duyumsatır, sezdirir. Panoramik bir bakış, İnan’ın şiirinin genel bir tasarımını belirlemede yetersiz kalır, hatta kendine özgü duyarlılıkları söyleyiş tarzını tam olarak kavrayamaz bile. Buna karşılık ‘minimalik’, duyguların anlık parlamalarıyla kotarılmış bireyci ve öznelci küçük dünyacıklarıyla ‘mesrur’ bir şiir duyarlılığı, Akif İnan’ın şiir dünyasında asla söz konusu edilemez. Tıpkı Divan şiirinin çağdaş bir söyleyişi olmadığı gibi. Biçimsel bir takım benzeyişlere (mesela ‘gazel’, ‘kaside’, ‘terkib-i bend’, ‘terci-i bend’ kavramlarına yer verilmesine) rağmen, O’nun şiiri modern dünyanın şiiridir. Batı ve Batıcı modernliğin insani olanı nasıl yozlaştırıp sömürdüğüne karşı tavır alışı bile modern dünyanın şiiri olduğunun bir göstergesidir. ‘Modernlik’in hâlâ, Skolastiğin örüntüsü ‘akıl’ ve ‘iman’ karşıtlığı temelinde ele alınıp tartışıldığı, daha doğrusu tartışılamadığı, bir modern olduğunu düşünüyorum. böyle bir terkibe ulaşması, İnan’ın sanatçı duyarlılığının saflığına, gücüne, kısacası sanatçı ruhuna işaret eder.” (İsmail Kıllıoğlu)

ESERLERİ:

ŞİİR: Hicret (1972), Tenha Sözler (1993).

DENEME-İNCELEME: Edebiyat ve Medeniyet Üzerine (1972), Din ve Uygarlık (1985), Yeni Türk Edebiyatı (ders kitabı), İslam Dünyası ve Ortadoğu (2009), Siyaset Kokan Yazılar (2009), Edebiyat, Kültür ve Sanata Dair (2009), Aydınlar, Batı ve Biz (2009), Mirası Kuşanmak (2009), Hicret (Şiir, 2009), Din ve Uygarlık (2009), Edebiyat ve Medeniyet Üzerine (2009), Tenha Sözler (Şiir, 2009), Söyleşiler (2009).

KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007, 2009) -  Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Fomous People (2013), Nuri Pakdil / Akif İnan’a Mektup (Yedi İklim, sayı: 120, Ocak 2000), Alaeddin Özdenören / Şiirin Geçitleri (1996), Nazif Gürdoğan / Hicret’in Kutlu Olsun (Yeni Şafak, 7.1.2000), Mehmet Akif İnan Kitabı (2000), Rasim Özdenören / Akif İnan (Kaşgar, 37-38, 2004), Medeniyetin Burçları - M. Akif İnan’ın Hatırasına (yay. haz. Turan Koç, A. Dursun, M. Sungur, M. Akdeniz, İ. Hatunoğlu, 2004), Mehmet Nuri Yardım / Yazar Olacak Çocuklar (2004), Mehmet Akif İnan'ın Hatırasına (2004),  Ali Haydar Haksal / Bir Medeniyet Şairi: M. Akif İnan (2015).

 

 

MESCİD-İ-AKSA

MESCİD-İ-AKSA

 

Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde 
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu 
Varıp eşiğine alnını koydum 
Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu

 

Gözlerim yollarda bekler dururum 
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses 
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin 
Unuttu mu bunu acaba herkes

 

Burak dolanırdı yörelerimde 
Mi’raca yol veren hız üssü idim 
Bellidir kutsallığım şehir ismimden 
Her yana nur saçan bir kürsü idim

 

Hani o günler ki binlerce mü’min 
Tek yürek halinde bana koşardı 
Hemşehrim nebi’ler yüzü hürmetine 
Cevaba erişen dualar vardı

 

Şimdi kimsecikler varmaz yanıma 
Mü’minde yoksunum tek ve tenhayım 
Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı 
Çöllerde kayıp bir yetim vâhayım

 

Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde 
Götür müslümana selam diyordu 
Dayanamıyorum bu ayrılığa 
Kucaklasın beni İslâm diyordu

 

Mehmet Akif İnan

 

EL GAZELİ

EL GAZELİ

Ellerine sarın kalbimin içini
O ayla boyanmış nar ellerine

Bahar ellerine giydir düşleri
Göksel şarkıları sar ellerine

O kar ellerine yar ellerine
Deme sabah akşam var ellerine

Rüzgar mı asker mi biçti yolumu
Önünde kaç engel var ellerine

Bitirip şu kara kuru ekmeği
Göç etsem diyorum yar ellerine

UMUT GAZELİ

UMUT GAZELİ

 

Soyundum çileye dönmemesine

Bilendim ışıktan gözyaşlariyle

 

Acılar umudu buldurur bize

Bir zırha büründüm bu çağa karşı

 

Edep senin sabır benim derimdir

Askerler üretir sessiz ve derin

 

Bayrağa dönüşen alnımdır şimdi

Ellerim ağların mahşer makası

 

Türkümüz dünyayı kardeş bilendir

Gökleri insanın ortak tarlası

ADSIZ GAZEL

Yanışlar ağıtlar elimde değil

İçimin sesi hiç üzmesin seni

 

Kaçmak mı mümkün mü alınyazımdan

Kaderdir yüklendim yıkılmışlığı

 

Sen attın bilmeden kuyuya taşı

Dinemez yankısı mahşerde bile

 

Bir kutsal emanet gibi sır gibi

Ve bir ayıp gibi saklarım seni

 

Başımda kavganın kıyameti var

Okşadım ismini kitap içinde

 

Her akşam bir düşle kundaklanırım

Sözümün bittiği yerde başlarsın

 

Yılların alnıma çektiği çizgi

Kocalttı başımı bir ehram gibi

 

Yaslasam gövdemi karlı dağlara

Sonsuz bir uykuya kavuşsam bir gün 

AKŞAM

Yüzünde elleri sonsuz denizin

Gömelim yüreğe dediğim durum

Saçların en derin bir gökyüzüdür

Varamaz ellerin merdivenleri

 

Her an bir güvercin çırpınır durur

Kalb atışlarında ve gözlerinde

Bir sırdır içinde evler anneler

Çocuklar başında bir yeşil çelenk

 

Göklerden bir haber gibidir umut

Görünmez bir yerde saklanmış mahcup

Su gibi içtiğin çok zor son on yıl

Sadakat anıtı bir sonbahardır

 

Duygu ve sabırdan bir deri giydin

Kuşandın demektir ölümsüzlüğü

Bulutlara gömülü sedeften yüzün

Dünyanı kuşatmış destansı hüzün

BAĞLANMA

Varsam dedim varamadım

Bir kararda duramadım

Ben kendimi aramadım

Yazık bana vahlar bana

 

Devleşen içimin tedirginliği

beslenir kuduran sancılarımla

 

Bir kara duvardır gök çadırları

Baharlar zulmetle kolkola gelir

 

Bu yılan caddeler zehirli vitrin

dolaşır kanımda bir ifrit gibi

 

Nefsimin sırçası dolanır elde

ne kırarım onu ne de korurum

 

Köprüsü atılan ninnilerimle

yıkıntılardayım tuzaklardayım

 

Hangi rüyalardır sığınağımız

Hangi köpüklere binmeli ruhum

 

Sesimi biçen bu paslı dehlizden

nasıl kurtarmalı damarlarımı

 

Bir eteği tutmaz isem

Köle cam satmaz isem

Teneşirde yatması isem

Yazık bana vahlar bana.

 

Toprağa konuk olalı gölgem

göklerin gözleri üzerimdedir

 

Buzul yangınlardan alıp kalbimi

bağladın alnının emziklerine

 

Bir nazarla kırdın küreklerimi

Buhar kıldın nefsin denizlerini

 

Yollayarak hikmet kervanlarını

donattın gömlümün dükkânlarını

 

Aşıladın cibril emanetinden

hantal aklımın kanatlarına

 

Sesindir büyüten gözyaşlarımdan

umudun bembayaz türkülerini

 

Sohbetin bir rahmet bulutu gibi

iner hasretimin tarlalarına

 

Kazıdın putların sikkelerini

Şimdi her yan celâl levhalarıdır

 

Sesinin yankısı dinmez içimden

eş olmuş kalbimin atışlarına

 

Arkanda yürürüm gözlerim yerde

sonsuz bir telaşla titrek ve ürkek

 

Nisbet kokun gezer ciğer tahtımda

zemzemle yıkanmış şehirlerdeyim

 

Unuttum bilcümle anılanının

o sensiz oluşan bölümlerini

 

Her avuç su senin çağlayanından

ve her lokma senle bereketlidir

 

Guruplar ki mercan tarlalarındır

Kuşların uçuşu adımlarındır

 

İniler yağmurun darbelerinden

tedirgin uykumun çelik telleri

 

Yücelerden yücelerden

gündüzlerden gecelerden

 

sessiz dilsiz hecelerden

sütler sağar gönlümüze

 

Kelâm yağar gönlümüze

Işık ağar gönlümüze

 

Dağılan eczamı toplayan cihaz

ruhumun gövdemi çağıran sesi

 

Saldın külhanlara bütün bilgimi

yüksek fırınlarda yanar geçmişim

 

Erittin dünyayı zamanı sözü

bir köpek derisi giysilerimi

 

Sıyrıldım tüm yaban kuşatmalardan

atarak canımı gölgelerine

 

Bulutların nabzı kalbimdir şimdi

yıldızlar konuğu mekânlarımın

 

Gözlerin ne kadar yakın ye kesin

dindirdi fitnenin şimşeklerini

 

Zanların yıkılan mazgallarını

bir ibret kentine döndürdü cezben

 

Açarak bir çiçek denizi gibi

can üfledin çorak alanlarıma

 

Gör ne tek ve tenha bir ömür olur

duymazsam içimde ayak sesini

 

Hiç cevabım yoktur bükük boynum ve

gözyaşımdan başka sorularına

 

Ölümlerden korkar isem

Gönül evi yıkar isem

Ben bu yoldan çıkar isem

Yazık bana vahlar bana

 

BİR IŞIK YALIMI

Gözlerin kalbime değmeden önce

İstanbul o kuşlar acep nerdeydi

 

Deniz ki dilimin lügat kitabı

Şarkılar kardeşim onlar nerdeydi

 

İçimde sürekli yağmur bulutu

Ormanlar nehirler güller nerdeydi

 

Bir ışık yalımı parmaklarındır

Anamın kızımın eli nerdeydi

 

Ülkemin çığlığı her saat zili

Nerde ortadoğu savaş nerdeydi

 

Gözlerin kalbime değmeden önce

Acılar gülüşler düşler nerdeydi

GEÇİT RESMİ

Delilik şan olur bir gün sevgili

yansıtır içimin haritasını

 

Bağrımda yılların geçit resmi var

gün olsun sereyim ayaklarına

 

Eskimez bir sesle yöneldim sana

düşlerimin göksel alanlarından

 

Toplayan o sürgün gülücükleri

sürekli bir selam gibiydi kalbin

 

Aklımda sesinin salıncakları

Uğuldar İstanbul kanatlarında

 

Gözlerinin o dağ kokusundandır

yüreğimin gelgit çağlayanları

 

Umuttan bir taydır hâlâ yüreğim

gezinir hülyanın şuurlarında

 

Uykularım en ürkek bir ceylan gibi

ne vakit aklımı yöneltsem sana

 

Oyaladım bütün umutlarımı

ruhumun bu hüzün salıncağında

 

Sabırlar sağılan yırtık kalbimden

sessiz sayhalarla çağırdım seni

 

 

HABER

Saraylar yalılar köşkler kubbeler

zindanlar kuleler surlar kaleler

kavuklar sorguçlar tuğlar kelleler

meclisler sohbetler canlar tekkeler

 

babalar dedeler beyler zadeler

bahçeler bülbüller güller laleler

güzeller gazeller sazlar badeler

işveler cilveler nazlar handeler

 

inci diş mercan dil gümüş sineler

mermerden kurnalar altın lüleler

sedeften nalinler zümrüt küpeler

aksakal vezirler bilmiş körpeler

 

Görkemin gururun simgesiydiler

habercisiydiler bir çözülüşün

ZAMAN

 Susarak anlattın bütün gizliyi

Sakladım duygumu ben konuşarak

Bir acı tarlası sessiz yüzünde

Aşkı yürürlüğe koyma savaşı

 

İçimde bir düzen kaynaşmaktadır

Büyük ve çekingen bakışlarından

En iyi anlatış artık susmaktır

Anladım bunu ben seni bilince

 

Gel denize yaslan yalnız denize

Sırrını denizler taşır insanın

Zaman bir hızdır ve yıldızdır akan

Esneyen günler ve gece üstünden

 

Bir uyku bölmezse anılarımı

Korkarım çıldırtır bu hayal beni

Gözlerin ne kadar İstanbul öyle

Sebiller uçuşur parmaklarında

 

Ortak günlerimiz tarih şöleni

Saçlarında sayfa sayfa güneşi

İçimde bir sergi var portrelerin

Hayalim her yerde kavrar gölgeni

 

Aşka ve tabiata ulaştır bizi

Gel kurtar bu şehrin gürültüsünden

Terk etme nolursun bir eşya gibi

Ölümsüz bir hasret yaşarken bende

 

Vurulmuş bir geyiktir sensiz zamanlar

İçimin ormanı bir yangın yeri

Bir uyku bölmezse anılarımı

Korkarım çıldırtır bu hayal beni

 

Istırap varoluş şartımız oldu

Esef etme yasım karaymış diye

Bir yanım vahşîdir ürkütür seni

Aykırı düşerim sulhculüğüne

 

Bir gün deli gibi sarsarak seni

Göklerin yolunu sorabilirim

Başımı taşlara vurabilirim

Aklımdan çıkarsa anılarımız

 

Paramparçayım gel sen onar beni

Topla aynalardan eski gölgemi

Göçebe ömrümü bağla zamana

Dağılsın içimin karıncaları

 

Bir uyku bölmezse anılarımı

Korkarım çıldırtır bu hayal beni

 

BAYRAM: HÜZÜN VE SEVİNÇ, MEHMET AKİF İNAN’IN ‘HİCRET’İ

BAYRAM: HÜZÜN VE SEVİNÇ, MEHMET AKİF İNAN’IN ‘HİCRET’İ 

 

ALİ HAYDAR HAKSAL

 

Bugün bayram. Oruç ayını bitirme mutluluğunun, görev bilincinin, sorumluluk duygusunun, ibadet hazzını yaşamanın bayramıdır bu. Yüreğimiz buruk. Ramazan boyunca Çeçenya’da mazlum müslümanlar katlediliyor. Yiğit adamlar şehit ve gazi oluyor.

Bu yazımızı bayrama ayıramıyoruz. Başlığa bakmayın siz. İçim kaynıyor. Ağlamamak için direniyorum. Yazımı tamamlamam gerekiyor. Sevgili ağabeyim, büyüyüğüm, şair, edebiyat bilimci, denemeci, düşünce, eylem ve gönül adamı Mehmed Akif İnan bizleri bıraktı ‘Hicret’ etti. Hayatın çilesini çekti. Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera sürecinin/ doğrultusunun önemli temel taşlarından, isimlerinden oldu. Solodan koroya dönüşen bir büyük oluşumun önemli üyelerinden biriydi. Son beş aydır da doruğunu yaşadı. Onun ecrini kazandı. İmbikten geçer gibi küçük kusurlarını ayıkladı bu dünyada bıraktı, tertemiz bir biçimde Sevgili’nin yurduna gitti.

İnsanlığın onur omurgasını temsil etti. Orada durdu. Eğilip bükülmedi.

Hicret hayatının en önemli kavramıydı. Onun şiirini yazdı.

Sol’un önemli şairlerinden biri öldüğünde şöyle bir başlık atmıştı gazetenin biri: “Azalıyoruz!” Bu bir panik haliydi. Sevgili Akif İnan’ın ölümü sonrasında tam tersi durumdayız. Onlar adına seslenerek diyorum ki: “Çoğalıyoruz!” Öte’yi yaşayan ve düşünenler için hayatın yitirilmiş bir yanı yoktur. Burada da, ötede de çoğalıyoruz.

Bu dünyaya eserler bırakarak gitti. Hicret ve Tenha Sözler şiir kitaplarıyla; az, öz ve tenha sözler bıraktı. Hayatı da imbikten geçirilmiş gibiydi. Çok yazmadı, boş söylemedi.

Tebessüm eden yüzünden esmer duruş parıldadı.

Ankara’da Taceddin dergâhı ve Hacı Bayram-ı Veli’ye yakın durdu. Ankara’nın hep bu bilinen yüzüne döndü, oradan beslendi ve karşı tarafa aktardı. Sırtını manevîliğe dayadı, onun sıcaklığıyla beslendi, yaşadı, yaşattı ve yansıttı.

Şairdi Tıpkı Hacı Bayarm-ı Veli, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi. Şiirin hem biçimde, hem özde gelenek çizgisini sürdürdü. Bu çağ için yazdı ve söyledi. Bir derviş gibi az söyledi, az konuştu yazılarında ve şiirlerinde. Gönül ehliydi; kimse bilmedi, çünkü ihsas ettirmedi. Üstad Necip Fazıl tezgâhından geçti, onun hitabet yönününü üstlendi, salonlara ve meydanlara koştu. Diliyle konuştu, gönlüyle halvet oldu. “Edepti yoğuran güzelliğimi” ifadesinde kendini buldu.

Şairdi, edipti, edepliydi.

Çirkin ve kötü adamların elinden çıkmış ve nasılsa bu doğrultuda kendilerine yer bulmuş tezgâh artıklarının, ustalara olan saygısızlığına üzüldü. Ağabeyler sultasını yıkmaya yeltenenlerin; onlardan beslenerek, onları basamak yapma tercihlerini edep dışı buldu. Edebiyat sözcüğünü tok sesiyle teneffüs etti ve edepli bir edip olarak yaşadı. Üstad’larının ve ustalarının yanında; sessiz, sakin ve kendini bilirdi. Bir iki şiir panayırında bulundu, panayırdaki Şanso Panzha’ların bönlüklerine üzüldü. Büyüyen ve gelişen bir edebiyat çizgisini sulandıranların ortalığı kaplamalarına yandı.

Edebiyat ve sanat ateşini içinde sürekli diri tuttu.

Nüktedandı, hoş fıkralar anlatırdı.

Bir eylem adamı olarak; inanmış insanların önüne örnek tip olarak düştü. Siyasayı sevmedi, ama nasıl siyasa yapılacağını gösterdi. Sanatı siyasaya tercih etti.

Koşar adım değildi. Adımlarını emin ve sağlam attı.

Evet üzülüyoruz. Ağabeyimiz gurbette bizleri bırakarak gerçek yurduna Hicret etti. Bir arefe günü bir bayram günü olacağını nereden bilebilirdik ki. Bugün iki bayram birden yaşıyoruz. Çeçenya’da zafer haberleri geliyor. Ramazan bitti, İslâm dünyası bayram yapıyor. Akif Ağabeyimiz sevgilisine kavuşuyor. Tesellimiz Mevlâna’nın ifadesinde kendini buluyor:

“Ben ölüp de tabutumu geçirdikleri zaman benim bu cihanın derdi ile uğraştığımı zannetme. Cenazemi görünce “Ayrılık! Ayrılık” diye ağlama. Benim sevgilime kavuştuğum asıl o zamandır.

Beni mezara bırakınca: “Veda! Veda!” deme; çünkü mezar bir perdedir ki, arkasında cennetlerin huzuru vardır.

Ey can! Bu toprak perdesi ile örtülmüş gizli bir yaşam vardır. Gayb aleminde gizlenmiş yüzlerce Yusuf gibi güzeller vardır. Bu ten sureti gidince o can sireti kalır. O can sureti baki ve ten sureti geçicidir. Eğer bu zevki anlamak istersen her gece kendini yokla; tenin ölü gibi yattığı halde ruhun rıdvân bahçelerinde seyreder.”*

* Asaf Halet Çelebi, Mevlana ve Mevlevilik, s. 44., Nurgök Matb., İstanbul, 1957.

KAYNAK: Ali Haydar Haksal / Bayram: Hüzün ve sevinç, Mehmet Akif İnan’ın ‘Hicret’i (mehmetakifinan.com, erişim, 24.09.2016).

Yazar: ALİ HAYDAR HAKSAL

SENDİKACI ÜÇ ŞAİR ve YAZMAK ÜZERİNE

SENDİKACI ÜÇ ŞAİR ve YAZMAK ÜZERİNE

ŞAHİN ALİ ŞEN

Şair şiir yazarken  fikir sancısı çeker, bu sancının sonunda on yıllarca dilden dile gönülden gönüle dolaşacak şiirini topluma kazandırır. Bir tohum müsait iklim ortamında sürgün verir. Şiirin de yeşerdiği  iklim ortamları vardır. Bu anlamda  sendikal ortamlar şiir  yazmak için uygun ortamlar mıdır değil midir bunu misalleriyle anlatmaya çalışacağım.

Sendikacı şairlerin piri Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen’in kurucu genel başkanı Mehmet Akif İnan’dır. İnan’ı Eğitim-Bir-Sen’in kuruluş aşaması olan 1992’den beri tanıyorum. İnan, Eğitim-Bir-Sen’i kurduğu tarihlerde ben de yeni gazeteciliğe başlamıştım. Sendikacılığa başladığı 1992 yılından ölümüne kadar (6 Ocak 2000) hep dertleşmişizdir. Sendikacılığının özellikle  son yıllarında hep; “Şahin Can, bu sendikacılık beni şiir yazmaktan da yazı yazmaktan da alıkoyuyor,  sendikacılığı gençlere bırakıp, bir kenara çekilip şiir  yazacağım,  eski yazılarımı derleyip toparlayacağım” sözünü sık kullanır olmuştu. Maalesef ömrü bu düşüncesini gerçekleştirmeye yetmedi, aniden gelen bir hastalıkla aramızdan ayrıldı.

HİCRET VE TEHNA SÖZLER 

İnan, tam bir edebiyat adamıydı. Daha lise yıllarında “Derya Gazetesi”ni arkadaşlarıyla birlikte çıkardı, ilk konferansını şairler üzerine verdi. Sultan-üş Şuara Necip Fazıl Kısakürek’le daha liseyi bitirdiği yıllarda tanışma fırsatı buldu.

60’lı yılların ortasından itibaren yayın dünyasının içinde daha aktif  rol almaya başladı. Hilal Dergisi yöneticiliği yaptı.  Edebiyat Dergisi ve Mavera Dergisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Kısakürek gibi edebiyat dünyasının duayenlerinden Nuri Pakdil’le  edebiyat dergisinde birlikte çalıştı. İnan, eserlerini 70’li yıllarda  vermeye başladı.  1972 yılında ilk kitabı olan “Edebiyat ve Medeniyet Üzerine”yi yayınlandı. Kudüs ve Mescid-i Aksa şairi olarak bilinen  İnan, “Hicret”  ismiyle ilk  şiir kitabını 1974 yılında  çıkardı.

1977 yılında da Eğitim Enstitüleri için Oktay Çağlar ile beraber “Yeni Türk Edebiyatı” kitabını  hazırladı. 1985 yılında “Din ve Uygarlık”(denemeler) kitabını okurla buluşturdu. 1991 yılında “Tenha Sözler” adıyla son şiir kitabını yayınladı. Kitapların yayınlanma tarihini vermemin nedeni, İnan’ın  sendikacılığa başlama tarihi olan 1992 tarihinden itibaren şiir ve yazıyla ilişkisinin zayıfladığını ortaya koymak içindir. İnan’ın bizzat bana söylediği gibi  sendikal ortamlar yazmaya müsait iklimler değildir, şiir yazmak ise çok daha zordur.

Tam sözün burasında edebiyat dünyasının, fikir camiasının ve İnan dostlarının  Eğitim-Bir-Sen’e teşekkür borçlu olduklarını belirtmek isterim.  Eğitim-Bir-Sen vefa örneği göstererek İnan’ın yayınlanmış eserleri ‘Edebiyat ve Medeniyet’, ‘Tenha Sözler’, ‘Hicret’, ‘Din ve Uygarlık’ı yeniden  yayınlayarak okurlarla buluşturdu. Eğitim-Bir-Sen bununla yetinmedi, İnan’ın muhtelif gazete ve dergilerde yayınlanmış yazılarını ‘Aydınlar, Batı ve Biz’, ‘Edebiyat- Kültür ve Sanata Dair’, ‘İslam Dünyası ve Ortadoğu’, ‘Söyleyişiler’, ‘Siyaset Kokan Yazılar’, ‘Mirası Kuşanmak’  adlı kitaplarda toplayarak yayınladı. Eğitim-Bir-Sen bu güzel hizmetiyle İnan’ın fikir ve düşüncelerinin gelecek kucaklarla buluşması zeminini  oluşturdu. Emeği olan herkesi kutluyorum.  

KAYNAK: Şahin Ali Şen / Sendikacı Üç Şair ve Yazmak Üzerine (habername.com, 3 Haziran 2010).

Yazar: ŞAHİN ALİ ŞEN

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör