Şair ve yazar (D. 12 Temmuz 1940,
Şanlıurfa - Ö. 6 Ocak 2000, Şanlıurfa). İlk ve ortaokulu Şanlıurfa’da, liseyi
Maraş’ta bitirdi. Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1972)
mezunu. Öğrencilik yıllarında Hilal dergisi ve yayınlarını (1962-64)
yönetti, Türk Ocakları Genel Merkezinde müdürlük yaptı (1964-69). Türk Taşıt
Sendikasında sendikacılık faaliyetinde bulundu (1969-72). Gazi Eğitim Enstitüsünde
Türkçe-edebiyat öğretmenliği yaptı (1977-80). Kurucusu olduğu Eğitimciler Birliği
Sendikası ve Memur-Sen Konfederasyonunun Genel Başkanlığına (1993-2000)
seçildi. 1999 yılının Haziran ayında kanser hastalığına yakalandığı anlaşılarak
Ankara’da hastaneye yatırıldı. Tedavilerden ümit kesilince isteği üzerine
Aralık ayında götürüldüğü Şanlıurfa’da 2000 yılının ilk günlerinde bir Ramazan
gecesi vefat etti.
Eserleri, 2009 yılında Memur-Sen'e bağlı Eğitim-Bir-Sen tarafından, "M. Akif İnan Eserleri" genel başlığı altında topluca basıldı.
İlk yazı ve şiirleri 1957’den
itibaren mahalli gazetelerde çıktı. 1959’da Derya adlı bir gazete
yayımladı. 1969 yılında Nuri Pakdil, Rasim Özdenören ve Erdem Beyazıt’la
birlikte Edebiyat dergisinin, 1976’da Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören,
Erdem Beyazıt, Alaeddin Özdenören ve Ersin Gürdoğan grubu ile Mavera dergisinin
kurucuları arasında yer aldı. Daha çok Edebiyat dergisinde çıkan
yazıları ile, ayrıca 1977’de Yeni Devir gazetesinde Akif Reha imzası ve
kendi adıyla yazdığı köşe yazılarıyla tanındı. 1998’de Kanal 7’de kültür ve
sanat programı hazırlayıp sundu. Bazı ürünleri de Türk Ruhu, Türk Yurdu,
Filiz, Yeni İstiklal, Hilal gibi gazete ve dergilerde yayımlandı. Divan ve
halk şiiri geleneğinden yararlandığı şiirleriyle kendi kuşağının usta şairleri
arasında gösterildi.
Mehmet Akif İnan, 1982’de KASD
Deneme Ödülünü aldı. 1995’te Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta yapılan
Türkçenin Üçüncü Uluslararası Şiir Şöleninde kendisine Türkmenistan’ın ünlü
şairi Mahdum Kulu Şiir Ödülü verildi. Ölümünden sonra Urfa Belediyesi
tarafından aynı yıl adına şiir yarışması düzenlendi.
Hicret Şairi, Kudüs Şairi diye
anılmıştır. Beyitlerle ve hece vezniyle Müslüman duyarlığı, yer yer de
tasavvufî derinliği olan şiir yazdı. Bu tavrına bağlı olarak zulme, işkenceye,
sömürüye karşı çıkan bir duruş benimsedi. 1970’li yıllarda yazılan şiire
paralel olarak mesaj iletmeyi amaçlayan, düşünce ağırlıklı bir şiirdir.
“Akif İnan’ın şiirini kurduğu malzeme, ifade
biçimleri; girinti ve çıkıntılardan arındırılmış, altı yüzü de tıraşlanarak
birer köşe taşı haline getirildikten sonra yerine konulmuş gibidir. Adeta bir
kalıp içinde biçimlendirilerek, örülen duvardaki yerine en uygun hale
getirilmiştir. Kusursuz duruşları bulunan ifade blokları vardır onun şiirinde.
Onu eski şiire benzer kılan en önemli özelliklerden biri budur. (...) Fakat
yine de diyoruz ki, Akif İnan devraldığı mirası bir mirasyedi gibi talan
etmemiştir. Onu bir sermaye gibi kullanarak elde ettiği kendine ait kazancı da
bu büyük mirasa dahil etmiştir.” (Rasim Özdenören)
“Hicret ve Tenha Sözler’de
okuduğumuz her mısra, O’nun arayarak bin bir güçlükle bulduğu, titizce kurduğu
şiir dünyasının yolunu ışıldatır, izleğini duyumsatır, sezdirir. Panoramik bir
bakış, İnan’ın şiirinin genel bir tasarımını belirlemede yetersiz kalır, hatta
kendine özgü duyarlılıkları söyleyiş tarzını tam olarak kavrayamaz bile. Buna
karşılık ‘minimalik’, duyguların anlık parlamalarıyla kotarılmış bireyci ve
öznelci küçük dünyacıklarıyla ‘mesrur’ bir şiir duyarlılığı, Akif İnan’ın şiir
dünyasında asla söz konusu edilemez. Tıpkı Divan şiirinin çağdaş bir söyleyişi
olmadığı gibi. Biçimsel bir takım benzeyişlere (mesela ‘gazel’, ‘kaside’,
‘terkib-i bend’, ‘terci-i bend’ kavramlarına yer verilmesine) rağmen, O’nun
şiiri modern dünyanın şiiridir. Batı ve Batıcı modernliğin insani olanı nasıl
yozlaştırıp sömürdüğüne karşı tavır alışı bile modern dünyanın şiiri olduğunun
bir göstergesidir. ‘Modernlik’in hâlâ, Skolastiğin örüntüsü ‘akıl’ ve ‘iman’
karşıtlığı temelinde ele alınıp tartışıldığı, daha doğrusu tartışılamadığı, bir
modern olduğunu düşünüyorum. böyle bir terkibe ulaşması, İnan’ın sanatçı
duyarlılığının saflığına, gücüne, kısacası sanatçı ruhuna işaret eder.” (İsmail
Kıllıoğlu)
ESERLERİ:
ŞİİR: Hicret (1972), Tenha
Sözler (1993).
DENEME-İNCELEME: Edebiyat ve Medeniyet Üzerine (1972), Din ve Uygarlık (1985), Yeni Türk Edebiyatı (ders kitabı), İslam Dünyası ve Ortadoğu (2009), Siyaset Kokan Yazılar (2009), Edebiyat, Kültür ve Sanata Dair (2009), Aydınlar, Batı ve Biz (2009), Mirası Kuşanmak (2009), Hicret (Şiir, 2009), Din ve Uygarlık (2009), Edebiyat ve Medeniyet Üzerine (2009), Tenha Sözler (Şiir, 2009), Söyleşiler (2009).
KAYNAKÇA: İhsan
Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001,
2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli
Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007, 2009) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi,
C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Fomous People (2013), Nuri Pakdil / Akif
İnan’a Mektup (Yedi İklim, sayı: 120, Ocak 2000), Alaeddin Özdenören / Şiirin
Geçitleri (1996), Nazif Gürdoğan / Hicret’in Kutlu Olsun (Yeni Şafak,
7.1.2000), Mehmet Akif İnan Kitabı (2000), Rasim Özdenören / Akif İnan (Kaşgar,
37-38, 2004), Medeniyetin Burçları - M. Akif İnan’ın Hatırasına (yay. haz.
Turan Koç, A. Dursun, M. Sungur, M. Akdeniz, İ. Hatunoğlu, 2004), Mehmet Nuri
Yardım / Yazar Olacak Çocuklar (2004), Mehmet
Akif İnan'ın Hatırasına (2004), Ali
Haydar Haksal / Bir Medeniyet Şairi: M. Akif İnan (2015).
MESCİD-İ-AKSA
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir
çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp
eşiğine alnını koydum
Sanki
bir yer altı nehr çağlıyordu
Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde
kardeşlerim diyordu bir ses
İlk
Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu
mu bunu acaba herkes
Burak dolanırdı yörelerimde
Mi’raca
yol veren hız üssü idim
Bellidir
kutsallığım şehir ismimden
Her
yana nur saçan bir kürsü idim
Hani o günler ki binlerce mü’min
Tek
yürek halinde bana koşardı
Hemşehrim
nebi’ler yüzü hürmetine
Cevaba
erişen dualar vardı
Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü’minde
yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgarlar
silemez gözyaşlarımı
Çöllerde
kayıp bir yetim vâhayım
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür
müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum
bu ayrılığa
Kucaklasın
beni İslâm diyordu
Mehmet Akif İnan
EL GAZELİ
Ellerine sarın kalbimin
içini
O ayla boyanmış nar ellerine
Bahar ellerine giydir düşleri
Göksel şarkıları sar ellerine
O kar ellerine yar ellerine
Deme sabah akşam var ellerine
Rüzgar mı asker mi biçti yolumu
Önünde kaç engel var ellerine
Bitirip şu kara kuru ekmeği
Göç etsem diyorum yar ellerine
UMUT GAZELİ
Soyundum çileye dönmemesine
Bilendim ışıktan gözyaşlariyle
Acılar umudu buldurur bize
Bir zırha büründüm bu çağa karşı
Edep senin sabır benim derimdir
Askerler üretir sessiz ve derin
Bayrağa dönüşen alnımdır şimdi
Ellerim ağların mahşer makası
Türkümüz dünyayı kardeş bilendir
Gökleri insanın ortak tarlası
Yanışlar ağıtlar elimde
değil
İçimin sesi hiç üzmesin
seni
Kaçmak mı mümkün mü
alınyazımdan
Kaderdir yüklendim
yıkılmışlığı
Sen attın bilmeden kuyuya
taşı
Dinemez yankısı mahşerde
bile
Bir kutsal emanet gibi
sır gibi
Ve bir ayıp gibi saklarım
seni
Başımda kavganın kıyameti
var
Okşadım ismini kitap
içinde
Her akşam bir düşle
kundaklanırım
Sözümün bittiği yerde
başlarsın
Yılların alnıma çektiği
çizgi
Kocalttı başımı bir ehram
gibi
Yaslasam gövdemi karlı
dağlara
Sonsuz bir uykuya kavuşsam
bir gün
Yüzünde elleri sonsuz denizin
Gömelim yüreğe dediğim durum
Saçların en derin bir gökyüzüdür
Varamaz ellerin merdivenleri
Her an bir güvercin çırpınır durur
Kalb atışlarında ve gözlerinde
Bir sırdır içinde evler anneler
Çocuklar başında bir yeşil çelenk
Göklerden bir haber gibidir umut
Görünmez bir yerde saklanmış
mahcup
Su gibi içtiğin çok zor son on yıl
Sadakat anıtı bir sonbahardır
Duygu ve sabırdan bir deri giydin
Kuşandın demektir ölümsüzlüğü
Bulutlara gömülü sedeften yüzün
Dünyanı kuşatmış destansı hüzün
Varsam dedim varamadım
Bir kararda duramadım
Ben kendimi aramadım
Yazık bana vahlar bana
Devleşen içimin tedirginliği
beslenir kuduran sancılarımla
Bir kara duvardır gök çadırları
Baharlar zulmetle kolkola gelir
Bu yılan caddeler zehirli vitrin
dolaşır kanımda bir ifrit gibi
Nefsimin sırçası dolanır elde
ne kırarım onu ne de korurum
Köprüsü atılan ninnilerimle
yıkıntılardayım tuzaklardayım
Hangi rüyalardır sığınağımız
Hangi köpüklere binmeli ruhum
Sesimi biçen bu paslı dehlizden
nasıl kurtarmalı damarlarımı
Bir eteği tutmaz isem
Köle cam satmaz isem
Teneşirde yatması isem
Yazık bana vahlar bana.
Toprağa konuk olalı gölgem
göklerin gözleri üzerimdedir
Buzul yangınlardan alıp kalbimi
bağladın alnının emziklerine
Bir nazarla kırdın küreklerimi
Buhar kıldın nefsin denizlerini
Yollayarak hikmet kervanlarını
donattın gömlümün dükkânlarını
Aşıladın cibril emanetinden
hantal aklımın kanatlarına
Sesindir büyüten gözyaşlarımdan
umudun bembayaz türkülerini
Sohbetin bir rahmet bulutu gibi
iner hasretimin tarlalarına
Kazıdın putların sikkelerini
Şimdi her yan celâl levhalarıdır
Sesinin yankısı dinmez içimden
eş olmuş kalbimin atışlarına
Arkanda yürürüm gözlerim yerde
sonsuz bir telaşla titrek ve ürkek
Nisbet kokun gezer ciğer tahtımda
zemzemle yıkanmış şehirlerdeyim
Unuttum bilcümle anılanının
o sensiz oluşan bölümlerini
Her avuç su senin çağlayanından
ve her lokma senle bereketlidir
Guruplar ki mercan tarlalarındır
Kuşların uçuşu adımlarındır
İniler yağmurun darbelerinden
tedirgin uykumun çelik telleri
Yücelerden yücelerden
gündüzlerden gecelerden
sessiz dilsiz hecelerden
sütler sağar gönlümüze
Kelâm yağar gönlümüze
Işık ağar gönlümüze
Dağılan eczamı toplayan cihaz
ruhumun gövdemi çağıran sesi
Saldın külhanlara bütün bilgimi
yüksek fırınlarda yanar geçmişim
Erittin dünyayı zamanı sözü
bir köpek derisi giysilerimi
Sıyrıldım tüm yaban kuşatmalardan
atarak canımı gölgelerine
Bulutların nabzı kalbimdir şimdi
yıldızlar konuğu mekânlarımın
Gözlerin ne kadar yakın ye kesin
dindirdi fitnenin şimşeklerini
Zanların yıkılan mazgallarını
bir ibret kentine döndürdü cezben
Açarak bir çiçek denizi gibi
can üfledin çorak alanlarıma
Gör ne tek ve tenha bir ömür olur
duymazsam içimde ayak sesini
Hiç cevabım yoktur bükük boynum ve
gözyaşımdan başka sorularına
Ölümlerden korkar isem
Gönül evi yıkar isem
Ben bu yoldan çıkar isem
Yazık bana vahlar bana
Gözlerin kalbime değmeden önce
İstanbul o kuşlar acep nerdeydi
Deniz ki dilimin lügat kitabı
Şarkılar kardeşim onlar nerdeydi
İçimde sürekli yağmur bulutu
Ormanlar nehirler güller nerdeydi
Bir ışık yalımı parmaklarındır
Anamın kızımın eli nerdeydi
Ülkemin çığlığı her saat zili
Nerde ortadoğu savaş nerdeydi
Gözlerin kalbime değmeden önce
Acılar gülüşler düşler nerdeydi
Delilik şan olur bir gün sevgili
yansıtır içimin haritasını
Bağrımda yılların geçit resmi var
gün olsun sereyim ayaklarına
Eskimez bir sesle yöneldim sana
düşlerimin göksel alanlarından
Toplayan o sürgün gülücükleri
sürekli bir selam gibiydi kalbin
Aklımda sesinin salıncakları
Uğuldar İstanbul kanatlarında
Gözlerinin o dağ kokusundandır
yüreğimin gelgit çağlayanları
Umuttan bir taydır hâlâ yüreğim
gezinir hülyanın şuurlarında
Uykularım en ürkek bir ceylan gibi
ne vakit aklımı yöneltsem sana
Oyaladım bütün umutlarımı
ruhumun bu hüzün salıncağında
Sabırlar sağılan yırtık kalbimden
sessiz sayhalarla çağırdım seni
Saraylar yalılar köşkler kubbeler
zindanlar kuleler surlar kaleler
kavuklar sorguçlar tuğlar kelleler
meclisler sohbetler canlar
tekkeler
babalar dedeler beyler zadeler
bahçeler bülbüller güller laleler
güzeller gazeller sazlar badeler
işveler cilveler nazlar handeler
inci diş mercan dil gümüş sineler
mermerden kurnalar altın lüleler
sedeften nalinler zümrüt küpeler
aksakal vezirler bilmiş körpeler
Görkemin gururun simgesiydiler
habercisiydiler bir çözülüşün
Sakladım duygumu ben konuşarak
Bir acı tarlası sessiz yüzünde
Aşkı yürürlüğe koyma savaşı
İçimde bir düzen kaynaşmaktadır
Büyük ve çekingen bakışlarından
En iyi anlatış artık susmaktır
Anladım bunu ben seni bilince
Gel denize yaslan yalnız denize
Sırrını denizler taşır insanın
Zaman bir hızdır ve yıldızdır akan
Esneyen günler ve gece üstünden
Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni
Gözlerin ne kadar İstanbul öyle
Sebiller uçuşur parmaklarında
Ortak günlerimiz tarih şöleni
Saçlarında sayfa sayfa güneşi
İçimde bir sergi var portrelerin
Hayalim her yerde kavrar gölgeni
Aşka ve tabiata ulaştır bizi
Gel kurtar bu şehrin gürültüsünden
Terk etme nolursun bir eşya gibi
Ölümsüz bir hasret yaşarken bende
Vurulmuş bir geyiktir sensiz
zamanlar
İçimin ormanı bir yangın yeri
Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni
Istırap varoluş şartımız oldu
Esef etme yasım karaymış diye
Bir yanım vahşîdir ürkütür seni
Aykırı düşerim sulhculüğüne
Bir gün deli gibi sarsarak seni
Göklerin yolunu sorabilirim
Başımı taşlara vurabilirim
Aklımdan çıkarsa anılarımız
Paramparçayım gel sen onar beni
Topla aynalardan eski gölgemi
Göçebe ömrümü bağla zamana
Dağılsın içimin karıncaları
Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni
BAYRAM: HÜZÜN VE SEVİNÇ, MEHMET AKİF İNAN’IN ‘HİCRET’İ
ALİ HAYDAR HAKSAL
Bugün bayram. Oruç ayını bitirme mutluluğunun, görev bilincinin, sorumluluk duygusunun, ibadet hazzını yaşamanın bayramıdır bu. Yüreğimiz buruk. Ramazan boyunca Çeçenya’da mazlum müslümanlar katlediliyor. Yiğit adamlar şehit ve gazi oluyor.
Bu yazımızı bayrama ayıramıyoruz. Başlığa bakmayın siz. İçim kaynıyor. Ağlamamak için direniyorum. Yazımı tamamlamam gerekiyor. Sevgili ağabeyim, büyüyüğüm, şair, edebiyat bilimci, denemeci, düşünce, eylem ve gönül adamı Mehmed Akif İnan bizleri bıraktı ‘Hicret’ etti. Hayatın çilesini çekti. Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera sürecinin/ doğrultusunun önemli temel taşlarından, isimlerinden oldu. Solodan koroya dönüşen bir büyük oluşumun önemli üyelerinden biriydi. Son beş aydır da doruğunu yaşadı. Onun ecrini kazandı. İmbikten geçer gibi küçük kusurlarını ayıkladı bu dünyada bıraktı, tertemiz bir biçimde Sevgili’nin yurduna gitti.
İnsanlığın onur omurgasını temsil etti. Orada durdu. Eğilip bükülmedi.
Hicret hayatının en önemli kavramıydı. Onun şiirini yazdı.
Sol’un önemli şairlerinden biri öldüğünde şöyle bir başlık atmıştı gazetenin biri: “Azalıyoruz!” Bu bir panik haliydi. Sevgili Akif İnan’ın ölümü sonrasında tam tersi durumdayız. Onlar adına seslenerek diyorum ki: “Çoğalıyoruz!” Öte’yi yaşayan ve düşünenler için hayatın yitirilmiş bir yanı yoktur. Burada da, ötede de çoğalıyoruz.
Bu dünyaya eserler bırakarak gitti. Hicret ve Tenha Sözler şiir kitaplarıyla; az, öz ve tenha sözler bıraktı. Hayatı da imbikten geçirilmiş gibiydi. Çok yazmadı, boş söylemedi.
Tebessüm eden yüzünden esmer duruş parıldadı.
Ankara’da Taceddin dergâhı ve Hacı Bayram-ı Veli’ye yakın durdu. Ankara’nın hep bu bilinen yüzüne döndü, oradan beslendi ve karşı tarafa aktardı. Sırtını manevîliğe dayadı, onun sıcaklığıyla beslendi, yaşadı, yaşattı ve yansıttı.
Şairdi Tıpkı Hacı Bayarm-ı Veli, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi. Şiirin hem biçimde, hem özde gelenek çizgisini sürdürdü. Bu çağ için yazdı ve söyledi. Bir derviş gibi az söyledi, az konuştu yazılarında ve şiirlerinde. Gönül ehliydi; kimse bilmedi, çünkü ihsas ettirmedi. Üstad Necip Fazıl tezgâhından geçti, onun hitabet yönününü üstlendi, salonlara ve meydanlara koştu. Diliyle konuştu, gönlüyle halvet oldu. “Edepti yoğuran güzelliğimi” ifadesinde kendini buldu.
Şairdi, edipti, edepliydi.
Çirkin ve kötü adamların elinden çıkmış ve nasılsa bu doğrultuda kendilerine yer bulmuş tezgâh artıklarının, ustalara olan saygısızlığına üzüldü. Ağabeyler sultasını yıkmaya yeltenenlerin; onlardan beslenerek, onları basamak yapma tercihlerini edep dışı buldu. Edebiyat sözcüğünü tok sesiyle teneffüs etti ve edepli bir edip olarak yaşadı. Üstad’larının ve ustalarının yanında; sessiz, sakin ve kendini bilirdi. Bir iki şiir panayırında bulundu, panayırdaki Şanso Panzha’ların bönlüklerine üzüldü. Büyüyen ve gelişen bir edebiyat çizgisini sulandıranların ortalığı kaplamalarına yandı.
Edebiyat ve sanat ateşini içinde sürekli diri tuttu.
Nüktedandı, hoş fıkralar anlatırdı.
Bir eylem adamı olarak; inanmış insanların önüne örnek tip olarak düştü. Siyasayı sevmedi, ama nasıl siyasa yapılacağını gösterdi. Sanatı siyasaya tercih etti.
Koşar adım değildi. Adımlarını emin ve sağlam attı.
Evet üzülüyoruz. Ağabeyimiz gurbette bizleri bırakarak gerçek yurduna Hicret etti. Bir arefe günü bir bayram günü olacağını nereden bilebilirdik ki. Bugün iki bayram birden yaşıyoruz. Çeçenya’da zafer haberleri geliyor. Ramazan bitti, İslâm dünyası bayram yapıyor. Akif Ağabeyimiz sevgilisine kavuşuyor. Tesellimiz Mevlâna’nın ifadesinde kendini buluyor:
“Ben ölüp de tabutumu geçirdikleri zaman benim bu cihanın derdi ile uğraştığımı zannetme. Cenazemi görünce “Ayrılık! Ayrılık” diye ağlama. Benim sevgilime kavuştuğum asıl o zamandır.
Beni mezara bırakınca: “Veda! Veda!” deme; çünkü mezar bir perdedir ki, arkasında cennetlerin huzuru vardır.
Ey can! Bu toprak perdesi ile örtülmüş gizli bir yaşam vardır. Gayb aleminde gizlenmiş yüzlerce Yusuf gibi güzeller vardır. Bu ten sureti gidince o can sireti kalır. O can sureti baki ve ten sureti geçicidir. Eğer bu zevki anlamak istersen her gece kendini yokla; tenin ölü gibi yattığı halde ruhun rıdvân bahçelerinde seyreder.”*
* Asaf Halet Çelebi, Mevlana ve Mevlevilik, s. 44., Nurgök Matb., İstanbul, 1957.
KAYNAK: Ali Haydar Haksal / Bayram: Hüzün ve sevinç, Mehmet Akif İnan’ın ‘Hicret’i (mehmetakifinan.com, erişim, 24.09.2016).
SENDİKACI ÜÇ ŞAİR
ve YAZMAK ÜZERİNE
ŞAHİN ALİ ŞEN
Şair şiir yazarken fikir sancısı çeker, bu sancının
sonunda on yıllarca dilden dile gönülden gönüle dolaşacak şiirini topluma
kazandırır. Bir tohum müsait iklim ortamında sürgün verir. Şiirin de
yeşerdiği iklim ortamları vardır. Bu anlamda sendikal ortamlar
şiir yazmak için uygun ortamlar mıdır değil midir bunu misalleriyle
anlatmaya çalışacağım.
Sendikacı şairlerin piri Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen’in
kurucu genel başkanı Mehmet Akif İnan’dır. İnan’ı Eğitim-Bir-Sen’in kuruluş
aşaması olan 1992’den beri tanıyorum. İnan, Eğitim-Bir-Sen’i kurduğu tarihlerde
ben de yeni gazeteciliğe başlamıştım. Sendikacılığa başladığı 1992 yılından
ölümüne kadar (6 Ocak 2000) hep dertleşmişizdir. Sendikacılığının
özellikle son yıllarında hep; “Şahin Can, bu sendikacılık beni
şiir yazmaktan da yazı yazmaktan da alıkoyuyor, sendikacılığı gençlere
bırakıp, bir kenara çekilip şiir yazacağım, eski yazılarımı
derleyip toparlayacağım” sözünü sık kullanır olmuştu. Maalesef ömrü bu
düşüncesini gerçekleştirmeye yetmedi, aniden gelen bir hastalıkla aramızdan
ayrıldı.
HİCRET VE TEHNA SÖZLER
İnan, tam bir edebiyat adamıydı. Daha lise yıllarında “Derya
Gazetesi”ni arkadaşlarıyla birlikte çıkardı, ilk konferansını şairler
üzerine verdi. Sultan-üş
Şuara Necip Fazıl Kısakürek’le daha liseyi bitirdiği yıllarda tanışma
fırsatı buldu.
60’lı yılların ortasından itibaren yayın dünyasının içinde
daha aktif rol almaya başladı. Hilal
Dergisi yöneticiliği
yaptı. Edebiyat
Dergisi ve Mavera Dergisi’nin
kurucuları arasında yer aldı. Kısakürek gibi edebiyat dünyasının duayenlerinden Nuri Pakdil’le
edebiyat dergisinde birlikte çalıştı. İnan, eserlerini 70’li yıllarda
vermeye başladı. 1972 yılında ilk kitabı olan “Edebiyat ve
Medeniyet Üzerine”yi yayınlandı. Kudüs ve Mescid-i
Aksa şairi olarak
bilinen İnan, “Hicret” ismiyle ilk şiir
kitabını 1974 yılında çıkardı.
1977 yılında da Eğitim Enstitüleri için Oktay Çağlar ile
beraber “Yeni Türk Edebiyatı” kitabını hazırladı. 1985
yılında “Din ve Uygarlık”(denemeler) kitabını okurla
buluşturdu. 1991 yılında “Tenha Sözler” adıyla son şiir
kitabını yayınladı. Kitapların yayınlanma tarihini vermemin nedeni,
İnan’ın sendikacılığa başlama tarihi olan 1992 tarihinden itibaren şiir
ve yazıyla ilişkisinin zayıfladığını ortaya koymak içindir. İnan’ın bizzat bana
söylediği gibi sendikal ortamlar yazmaya müsait iklimler değildir, şiir
yazmak ise çok daha zordur.
Tam sözün burasında edebiyat dünyasının, fikir camiasının
ve İnan dostlarının Eğitim-Bir-Sen’e teşekkür borçlu olduklarını
belirtmek isterim. Eğitim-Bir-Sen vefa örneği göstererek İnan’ın
yayınlanmış eserleri ‘Edebiyat ve Medeniyet’, ‘Tenha Sözler’, ‘Hicret’, ‘Din ve
Uygarlık’ı yeniden yayınlayarak okurlarla buluşturdu. Eğitim-Bir-Sen
bununla yetinmedi, İnan’ın muhtelif gazete ve dergilerde yayınlanmış yazılarını
‘Aydınlar, Batı ve Biz’, ‘Edebiyat- Kültür ve Sanata
Dair’, ‘İslam Dünyası ve Ortadoğu’, ‘Söyleyişiler’,
‘Siyaset Kokan Yazılar’, ‘Mirası Kuşanmak’
adlı kitaplarda toplayarak yayınladı. Eğitim-Bir-Sen bu güzel hizmetiyle
İnan’ın fikir ve düşüncelerinin gelecek kucaklarla buluşması zeminini
oluşturdu. Emeği olan herkesi kutluyorum.
KAYNAK: Şahin Ali Şen / Sendikacı Üç Şair ve Yazmak Üzerine
(habername.com, 3 Haziran 2010).