Eleştirmen
(D. 23 Ocak 1921, İstanbul - Ö. 31 Ekim 1993). Dedesi Ali Kâmi Akyüz, İsmail
Safa ile şair Ahmet Vefa’nın kardeşi, romancı Peyami Safa’nın amcasıdır.
Ortaöğrenimine İngiliz High School’da başladı, Robert Kolej ve Darüşşafaka
Lisesinde okudu, İstanbul Işık Lisesini bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü (1945) mezunu. Üniversiteyi
bitirdiği yıl kendi bölümüne asistan oldu. Doktorasını mezun olduğu
üniversitede kürsü başkanı Prof. Halide Edip Adıvar’la başladığı “John Donne
ve Dinî Cephesi’nin Tekâmülü” konulu teziyle (1950) tamamladı. Ford
Vakfından bir yıllık bursla Cambridge Üniversitesinde (1950-51) doçentlik
çalışması yaptı. 1952’de İngiliz Filolojisi Bölümünde asistan olan Tatyana
Hanım ile evlendi. Doçentlik çalışmalarını Cambridge Üniversitesinde “On
Yedinci Asır İngiliz Edebiyatında Tabiat Anlayışları” adlı tezle (1956)
tamamladı.
1958’de
eşiyle birlikte Atatürk Üniversitesi İngiliz Filolojisi Kürsüsünü kurmak üzere
iki yıl için Erzurum’a gitti. Burada üç dönem ders verdi. 1964’te “Türklerle
İlgili İngilizce Yayınlar Bibliyografyası” adlı araştırmasıyla profesörlüğe
yükseldi. Batı’da geliştirilen edebiyat kuramları ile eleştiri yöntemleri
üzerinde çalıştı. Batı düşünce tarihiyle ilgilendiği için disiplinler arası bir
yaklaşımı edebiyat araştırmalarına uyguladı. Bu çalışması sonucunda kürsüde
eleştiri dersi programa alındı. Sonradan Edebiyat Kuramları ve Eleştiri
(1972) adıyla kitaplaşacak olan ve eleştiri tarihini bir bütün olarak tanıtıp
yorumlayan kitabı, eleştiri dersi notları idi. Berna Moran, 1981’de emekliye
ayrıldı.. Emekli olmadan bir yıl önce Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve
Edebiyatları Bölümünde başladığı On Yedinci Yüzyıl İngiliz Edebiyatı ve
Eleştiri Kuramları derslerini 1984’e kadar sürdürdü. Karaciğer kanseri sonucu
yaşamını yitirdi. Karacaahmet Mezarlığında toprağa verildi.
İlk
olarak 1960’lı yıllarda, Batı kuram ve yöntem bilgilerini Türk edebiyatına
uyguladığı eleştirilerini yayımlamaya başladı. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış
adlı üç ciltlik kitabında toplanacak olan eleştiri yazılarının çoğunu, Yeni
Ufuklar, Yeni Dergi, Birikim, Çağdaş Eleştiri, Yeni Düşün, Gösteri, Adam Sanat,
Çağdaş Türk Dili dergilerinde yayımladı. Metne özgü, içsel öğeleri
çözümleyici, nesnel, eleştirel ve bilimsel bir bakış açısı getirdi. Yaptığı
çözümlemelerde, bir roman üzerine eleştirel bir bakışla ne söylenebilecekse,
onlar mevcuttur. Zengin ve kuşatıcı eleştirel sonuçlara ulaştı. Romanın
kurgusu, anlam katmanları, olay örgüsü, romanın meselesi hangi eleştirel
yöntemlerle ele alınmayı gerektiriyorsa, ona uygun olan eleştiri yöntemini
uyguladı. Bu anlamda kendini yöntemle sınırlamadı. Onun kendine has yöntemi,
uzun ve titiz bir çalışma, sağlam bir değerlendirme, sunuşta senteze ulaşma
olarak özetlenebilir. Eleştirisinde en baştan beri Batı edebiyatındaki başarılı
roman tekniklerinin Türk edebiyatındaki romancıların eserlerine nasıl
yansıdığını göstermeyi önemsedi.
Nazan
Aksoy’un yaptığı tasnife göre, Berna Moran’ın eleştirel çözümlemelerinin temel
nitelikleri ve başlıca özellikleri şunlardır: 1. Anlatı sanatının nirengi
noktalarından bakış a) Türk edebiyatındaki daha eski anlatı geleneklerinin daha
sonraki dönemlerin romancılarınca nasıl kullanıldığı, b) Türk romancısının
Batı’daki edebiyat gelenekleri ile anlatım tekniklerinden nasıl etkilendiği, c)
Aynı dönemin metinlerindeki paralellikler ile farklılıklar; 2. Romanların ana
sorunsalını yaratan ideolojilerin metinlerin anlatım örgüsü içinde nasıl
şekillendiği, bir başka deyişle, ideolojinin edebî söylem içinde nasıl
somutlandığı; metin çözümlemesinde metin-ötesi ilişkilerin, yani tarihî,
siyasî, iktisadî vb. söylemlerin göz önüne alınması, edebiyat eleştirisinin
çeşitli bilim/bilgi dallarıyla alışverişe girecek biçimde uygulanması; 3.
Eleştiri yöntemlerini, belirli bir kurama kuralcı bir tutumla bağlanmadan,
inceleme konusu eserin belli bir yönünü aydınlatma amacıyla kullanma çabası; 4.
Hem ayrıntılardan bütüne, hem de bütünden ayrıntılara doğru gelişen bir “yakın
okuma” alışkanlığı.
Berna
Moran; Aziz Nesin’in, “hiç bilmediğimiz, az bildiğimiz ya da parça pürçük
bildiğimiz edebiyat kuramlarını, eleştiri yöntemlerini yetkin bir sistematikle
sunulmuş olarak bu kitapta buluyoruz” diyerek övdüğü Edebiyat Kurumları
ve Eleştirileri (1972) adlı kitabıyla 1973 TDK Ödülünü, Türk Romanına
Eleştirel Bir Bakış I (1983) ile de deneme-tenkit dalında Türkiye Yazarlar
Birliği 1984 Ödülünü aldı.
“1972’de
Edebiyat Kuramları ve Eleştiri kitabı çıktı. Bu kitap çok uzun bir hazırlığın
ürünüydü ve ülkemizde büyük bir boşluğu doldurdu. Eleştiri kuram ve
yöntemlerini mükemmel bir sistematikle sunan bu kitap, alanında hâlâ tek
kitaptır. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış’ın üç cildine gelince bu çalışması
Berna Moran’ın karşılaştırmacı yöntemi nasıl uyguladığına çok iyi bir
örnektir.” (Jale Parla)
“Berna Moran, Türk romanın doğuşundan 1990’lı
yılların sonlarına dek, yaklaşık yüz elli yıllık serüvenini otuz beş kırk roman
incelemesini esas alarak ve bu romanların konu, teknik ve sorunsalları
bağlamında kendilerinden önceki, dönemlerindeki ve kendilerinden sonraki daha
birçok Türk romanlarıyla da ilgilerini kurarak, yine bu romanların düşünsel,
kültürel, tarihsel ve toplumsal olarak da ortaya çıkışlarını sağlayan koşulları
bütün yönleriyle inceleyerek, bir edebiyat tarihi anlayışı ve yöntemiyle olmasa
da, belki de çok daha yararlı bir çözümleme, inceleme ve eleştiri yöntemiyle
yüzyılın sonunda topluca ortaya koydu.(…) Kuram
ve eleştirinin başlangıcından beri bütün gelişmelerini izleyerek eleştirel
altyapısını son derece sağlam kurmuştur. Onun kuramsal yetkinliği, metin
okurluğunu da, çözümlemeciliğini ve eleştirmenliğini de yetkinleştirir. Bütün
bunlarla birlikte, ulaştığı sonuçları, verdiği yargıları da bir o denli önemli
kılar. Eleştirel bakışının ve çok yönlü eleştirel yaklaşımının zenginliği,
eleştirmen kimliğini daha güvenilir hâle getirir.” (Hüseyin Su)
“Edebiyat
kuramlarında anlattığı çeşitli yöntemlerden çıkardığı kendi yapısına uygun
eleştirel yöntemle ve edebiyat bilgileriyle Türkiye’nin roman geleneğini
inceler. Yöntemini bilinçli olarak biraz eklektik tutmuştu, çünkü sanat ve
edebiyatın tek bir açıklama tarzına sığmayacak kadar zengin ve karışık olduğuna
inanırdı. Her esere aynı (tek) yöntemle yaklaşmaktansa, her eserin ortaya
attığı sorulara en iyi uyan yöntemlerle yaklaşmayı tercih ediyordu. Bir yanda
çok ‘deklare’ olmayan bir Marksizm vardı; I.A. Richards sonrası gelişen esere
yakından bakma disiplinini hiçbir zaman elden bırakmadı. Gene Wayne Booth
sonrası roman eleştirisinin vazgeçilmez avandanlığı haline gelen ‘anlatıcı’nın
yerini, tarzını vb. tespit etmeyi de hiç ihmal etmedi.” (Murat Belge)
“İstanbul Üniversitesi, İngiliz Dili ve
Edebiyatı kürsüsündeki eleştiri derslerinden derlenmiş olan ‘Edebiyat Kuramları
ve Eleştiri’, yalnız bu konuyla ilgili üniversite öğrencilerinin değil,
eleştirmenlerimizin de bütün edebiyatçılarımızın da okumaları gereken değerli
bir el kitabıdır. Çünkü kitabın konusuna değgin bütün kuramlarla eleştiri
yöntemleri birarada derli toplu verildiğinden, bildiğimizi sanıp da bütünüyle
bilmediğimiz edebiyat kuramlarını, eleştiri yöntemlerini yetkin bir
sistematikle sunulmuş olarak bu kitapta buluyoruz. Kitap, anlatılan konuları
açıklamak için, Türk edebiyatından örnekler verildiği bölümlerde çok daha
ilginç olmaktadır.” (Aziz Nesin)
ESERLERİ:
İNCELEME:
Türklerle İlgili İngilizce Yayınlar Bibliyografyası (1964), Edebiyat
Kuramları ve Eleştiri (1972), Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış (3
cilt, Ahmet Midhat’tan A.H. Tanpınar’a, 1983; Sabahattin Ali’den Yusuf
Atılgan’a, 1990; Sevgi Soysal’dan Bilge Karasu’ya, 1994), Edebiyat Üzerine (2004).
ÇEVİRİ:
Kral II. Richard Faciası (W. Shakespeare’den, 1947).
HAKKINDA:
Atilla Özkırımlı / Türk Edebiyatı Ansiklopedisi (c. 3, 1982), Jale Parla /
Zenginleştiren Bir Okuma (Cumhuriyet Kitap, 7.9.1990), Behçet Necatigil /
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve
Yazarlar Sözlüğü (6. bas. 1999), Zeynep Ergun / Kalıcılığı Yakalamış Bir Bilim
Adamı Berna Moran - Murat Belge / Edebiyata Adanmış Bir Yaşam (Cumhuriyet
Kitap, 28.3.2002), Hüseyin Su / Eleştiriye Adanmış Bir Hayat (Hece,
Mayıs-Temmuz 2003).
Türkiye'de
sol 1960'lara kadar küçük bir aydınlar zümresinin ayakta tutmaya çalıştığı
tabandan yoksun bir hareketti. Henüz kapitalistleşmenin emeklediği bu
dönemlerde, doğal olarak, sözü edilir bir işçi sınıfı da yoktu. Ancak
kapitalizmin gelişmesiyle sınıflar oluşmuş, toplumsal çelişkiler daha
keskinleşmiş ve ezilen sınıflar daha bilinçli bir duruma gelmiştir.
1960'lı
yıllar halk kitlelerince özgürlükleri ve hakları konusunda bir uyanışın
yaşandığı yıllardır. Kuşku yok ki bu uyanışın ve buna bağlı taleplerin ileri
sürülmesine olanak sağlayan (sonradan egemen güçlerin 'lüks' diye
nitelendirdikleri) 27 Mayıs Anayasasıdır. Bu Anayasa, basın özgürlüğüne,
yargının bağımsızlığına, sendikal haklara, üniversite özerkliğine ilişkin
yasalarla en azından sosyalist teorinin geniş zümrelerce tanınması ve pratiğe
geçirilebilmesi için gerekli ortamı hazırladı. Bu yıllar sosyalizm ile ilgili
bir faaliyetin çığ gibi büyüdüğü, yabancı dillerden kitapların çevrildiği, sol
teorinin dergilerde hararetle tartışıldığı ve Türkiye İşçi Partisi'nin Millet
Meclisi'nde 15 sandalye kazandığı yıllardır. Sosyalist akımın bu süratli
gelişimi ve 16 Haziran'daki işçi yürüyüşü fincancı katırlarını korkutmuş ve
egemen güçlerin karşı saldırıya geçmeleri için bir neden daha oluşturmuştur. Bu
işçi yürüyüşü bir ihtilal provası sayılmış, ama aslında devrime soyunan, artık
şehir gerillasına başlamanın zamanı geldiğine inanan üniversite gençliği
olmuştur. Ne ki halkın destek vermediği, halktan kopuk bu radikal devrimci
gençlerin şehir gerillası romantik bir küçük burjuva girişimiydi. Gerçi
yiğitçe, özveriyle, inanarak çarpıştılar ama ne işçi sınıfına ne de halka
dayanan bu hareketin kendisi yanlıştı ve yenilgiyle sonuçlanmaya mahkûmdu.
Egemen
güçler 1960'lardan beri gelişen solu ezmek için gençlik hareketlerini bir
gerekçe olarak kullanmak hesabı içindeydiler ve hatta aralarına provokatörler
yerleştirerek solu eyleme kışkırtmaktan geri kalmadılar. Sonuçta 12 Mart
darbesi bir 'balyoz' gibi indi; insanlar kovalandı, tutuklandı, işkence gördü,
hapse atıldı, kimi gençler asıldı.
Toplumda
yaşanan böylesine büyük bir sarsıntının edebiyata yansımaması düşünülemez.
Onun için 12 Mart dönemini konu edinen, etmese de, anlattığı kurmaca dünyada
ona yer veren romanlar yazılmış olması doğaldır.
Şu
listeye bakalım bir. Erdal Öz, Yaralısın (1974); Çetin Altan, Bir Avuç Gökyüzü
(1974); Füruzan, 47'liler (1974); Tarık Dursun K., Gün Döndü (1974); Sevgi
Soysal. Şafak (1975); Samim Kocagöz, Tartışma (1976); Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün
Gecesi (1979). Adını saydığımız bu yazarların hepsi o dönemi yaşamış, bir kısmı
harekete katılmış bir kısmı da tutuklanmış, hapse atılmış sanatçılardı.
Neyi
iletmeye çalışıyorlardı yapıtlarında? O dönemde Türkiye'nin büyük kentlerinde,
özellikle Ankara'da ve İstanbul'da diyebiliriz ki iki ayrı dünya oluşmuş
gibiydi. Bunlardan biri cezaevlerinin, karakolların, sıkı yönetim ve
kontr-gerillanın kapalı dünyası ve orda yaşananlardı. İkincisi bu dünyanın
dışında kalan halkın günlük dünyası. Yazarlar cezaevindeki yaşam koşullarını,
işkenceyi, zorbalığı yazmakla okura, iyi tanımadığı acımasız bir dünyanın
kapılarını aralamış oluyorlardı. Okur yabancısı olduğu bir dünyaya ait
gerçekleri anlatan romana, sırf yeni bir şeyler öğrendiği için bile ilgi duyar.
Kaldı ki 12 Mart romanlarının konusu okur için yalnız yeni ve ilgi çekici
değil, çarpıcı ve sarsıcıydı da. Bu durum 12 Mart romanlarının kimi
özelliklerini belirler. Söz konusu kapalı dünyayı okura açmak isteyen yazarın,
romanın başkişisi olarak, egemen güçlerin zorbalığını, karakolları,
cezaevlerini tanıyan, işkenceyi bilen birine ihtiyacı vardır. Onun için bu
yapıtların hemen hepsinde baş kişi emniyet kuvvetlerince yakalanmış bir
devrimcidir. Daha önceki devrimci yaşamı romanda anlatılmaz, ya da kısaca
geçiştirilir.
12
Mart romanlarının bu özelliği, ortak başka bir özelliği beraberinde getirir. O
da roman baş kişilerinin edilgin kişiler olmalarıdır. Bunlar sayısız kolları
olan büyük bir yaratığın karşısında çaresiz durumdadırlar. Genelde roman
kahramanları etkinlikleriyle olaylara yön veren, hiç değilse olay örgüsünün
gelişiminde kararlarıyla rol oynayan kişilerdir. 12 Mart romanlarında ise
devrimci genç, başına gelenlere katlanmak zorunda olan bir solcudur. Olaylara
yön veren ise karşı güçlerdir. Bu romanlarda acımasız yaratığın kollarından
biri devrimcinin evinin kapısından içeri uzanır ve onu yakalar götürür. O
andan itibaren devrimci genç edilgin duruma düşer.
Örneğin
Yaralısın’da roman kahramanının evi
basılır, kendisi de gözleri bağlı olarak götürülür. Nasıl bir eyleme
katıldığını açıklamaz Erdal Öz. Romanın sonuna kadar bu gencin başına gelenleri
izleriz: Sorgulamalar, insanlık dışı muameleler, bitmeyen işkenceler vb. Bu
roman kişisinin edilgin olmaktan başka şansı yoktur. Katlanmaktır yapabildiği
tek şey.
Çetin
Altan'ın Bir Avuç Gökyüzü'nde cezaevinden yeni çıkmış ünlü bir solcunun evi,
karpuzcu, dondurmacı kılığındaki polisler tarafından çevrilmiş sürekli gözetlenmektedir.
Büyük yaratığın üst düzeydeki kolları ise korkunç bir komplo kurmaktadırlar.
Amaç adamı yurt dışına kaçmaya zorlamak ve kaçarken yakalayıp onu mahvetmektir.
Adamın güya dostu olan, bu komplonun mimarıyla baş savcı ve hastane baş hekimi,
adamın moralini bozmak için onu bir umutlandırır bir düş kırıklığına uğratır,
kedinin fareyle oynadığı gibi oynarlar onunla. Ördükleri ağın içine düşen
devrimci adam çaresizlik içinde bocalar, ama kaçmaktansa yeniden uzun süre
yatacağı cezaevine girmeyi yeğler. Bu romanda da adamın eylemciliği, neden
hapse girmiş olduğu açıklanmaz.
47'liler'de
Emine ile Haydar evde basılırlar ve gözleri bağlı olarak götürüldükleri
kontr-gerillada Emine'ye uygulanan işkence sayfalar boyu tüm ayrıntılarıyla
anlatılır. İşkencecilerin gaddarlığı iyice belirtilerek. Gerçi yakalanmadan
önce İstanbul Üniversitesinde öğrencilerin sağ-sol çatışmalarına katıldıkları
sahneler vardır romanda ama yazar bunları kısa geçer. Ayrıntılarıyla anlatılan
episod kontr-gerilladaki tüyler ürpertici işkence faslıdır. (…)
Görüldüğü
gibi bir zamanlar şu ya da bu şekilde harekete karışmış olduğunu anladığımız bu
devrimcilerin, romanda, yakalandıktan sonraki yaşamları ele alınmakta, etkin
oldukları günler değil edilgin oldukları günler anlatılmaktadır. Çünkü
yaptıkları değil, onlara yapılandır önemli olan. Başarısızlığa uğramış devrim
hareketi arka plandadır, ön plana çıkarılan ise egemen güçlerin keyfi
davranışları, zorbalıkları ve yaptıkları zulümdür. (…)
(Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış-3, 1994)
(Cumhuriyet
Kitap, sayı: 632, 28.3.2002)